21 Aralık 2019 Cumartesi
Ali Alper ÇETİN
Cumhuriyet dönemi Çağdaş Türk Edebiyatı’nın en dikkate değer şahsiyeti, şüphesiz Necip Fazıl Kısakürek’tir. Şair, edip, mütefekkir Necip Fazıl Kısakürek, uçsuz bucaksız duygu ve düşünce denizinde sonsuzluğa ulaşma özlemiyle liman liman dolaşan, her limanda yükünü bırakan, ölümsüz eserler veren bir dâhi, bir zekâ fırtınasıdır. Onun yetmiş sekiz yıllık ömrünün, en az elli yılı, bu fırtınaların yarattığı olaylarla doludur.
K.Maraş’tan İstanbul’a gelerek yerleşen köklü bir ailenin çocuğu Necip Fazıl, 1905 yılında doğdu. Amerikan ve Fransız kolejlerinde, Bahriye Okulu’nda, İstanbul Edebiyat Fakültesi (Dârülfünȗn) Felsefe bölümünde okudu.
1925 yılında öğrenim için gönderildiği Paris’te ancak bir yıl kalabildi. Dönüşünde bankalarda çalıştı. İstanbul ve Ankara’daki yüksekokullarda öğretmenlik yaptı. Bütün bu görevleri, onun geçimini sağlayan bir vasıta olmaktan ileri gitmedi. Şair Necip Fazıl olarak o, 1925 yılından sonra adını duyurmaya başladı. Şiirleri önce, Yeni Mecmua ve Millî Mecmua’da, Hayat Dergisi’nde yayınlandı. 1925 yılında yayınladığı “Örümcek Ağı”, onun ilk şiir kitabıdır. 1928’de yılında ikinci şiir kitabı olan “Kaldırımlar” yayınlandığı zaman dikkatleri hemen üzerine çekti. 1932’de yayınlanan “Ben ve Ötesi” ile şair, şöhretinin doruğundaydı. “Sanatların sultanı” dediği şiirde, giderek yolunu arıyor, şiire imân duygusunu ve sonsuzlukta gerçeğe ulaşma mistisizmini katarak, şairi (Allah’ın mahrem ülkesi olan bilinmez âlemin derbeder seyyahı) olarak görüyordu. Duygularını inanç ve imân potasında pişire pişire olgunlaştı. Beğendiği şiirlerini, 1962 yılında “Çile’ de topladı. Çok geçmeden ona “Şairlerin Sultanı” demek olan Sultanüşşuarâ unvanı verildi. İmân ve aksiyon adamı olarak memlekette geniş yankılar uyandırdı. Türk basınının merkezi olan Bâb-ı Âli’nin önde gelen isimleri arasında yer almıştır.
Türk Edebiyat tarihinin en önemli isimlerinden olan Necip Fazıl Kısakürek’in düşünceleri, yaşam tarzı ve eserleriyle Türk edebiyatına yön vermiştir. Necip Fazıl Kısakürek yaşamı boyunca oldukça fazla önemli eserlere imza attı. Fikirleri ve eserleri ile günümüze hala ışık tutmaktadır.
Güçlü bir yazım tekniğinin görüldüğü tiyatro oyunlarında ise daha çok korku ve kaygı psikolojisini işledi. Hatıra, makale, inceleme türü eserlerinde daha çok dinsel ve siyasal konuları ele aldı.
Necip Fazıl Kısakürek’in Başlıca Eserleri ise;
Şiir:
Örümcek Ağı (1925)
Kaldırımlar (1928)
Ben ve Ötesi (1932)
Sonsuzluk Kervanı (1955)
Çile (1962)
Şiirlerim (1969)
Öykü ve Roman:
Ruh Burkuntularından Hikâyeler (1965)
Aynadaki Yalan (1980)
Kafa Kâğıdı (1984)
Tiyatro:
Tohum (1935)
Bir Adam Yaratmak (1938)
Künye (1940)
Para (1942)
Namı Diğer Parmaksız Salih (1949)
Reis Bey (1964)
Abdülhamit Han (1969)
Monografi – Makale – Fıkra – Hatıra:
Birkaç Hikâye, Birkaç Tahlil (1933)
Namık Kemal (1940)
Çerçeve (1940)
Son Devrin Din Mazlumları (1969)
Hitabe (1975)
İhtilal (1975)
Yılanlı Kuyudan (1970)
Hac (1973)
Babıali (1975)
İman ve İslam Atlası (1981
Ödülleri:
1947 CHP Piyes Yarışması birinciliği “Sabırtaşı” ile 1980 Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü
1981 Türkiye Milli Kültür Vakfı Kültür Armağanı İman ve İslam Atlası ile
Sultan-üşşuara unvanlı Necip Fazıl Kısakürek bütün şairlerin (son yıllardaki hariç) “Çile” isimli şiir kitabına ismini verdiği “Çile” şiirlerinden bazı bölümler şöyledir:
Gaiplerden bir ses geldi: Bu adam;
Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
Ve uçtu tepemden birdenbire dam;
Gök devrildi, künde üstüne, künde…
Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!
Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!
Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent,
Oh çekti yukardan, üstüme avcı.
Ateşten zehrini tattım bu okun,
Bir anda kül etti can elmasımı.
Sanki burnum, değdi burnuma (yok) un,
Kustum, öz ağzımdan kafatasımı.
Bir bardak su gibi çalkandı dünya;
Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.
Al sana hakikat, al sana rüya!
İşte akıllılık, işte sarhoşluk!
Ensemin örsünde bir demir balyoz,
Kapandım yatağa son çare diye.
Bir kanlı şafakta, bana çil horoz,
Yepyeni bir dünya etti hediye.
Bu nasıl bir dünya, hikâyesi zor;
Mekânı bir satıh, zamanı vehim.
Bütün bir kâinat muşamba dekor,
Bütün bir insanlık yalana teslim.
Bir fikir ki, sıcak yarada kezzap,
Bir fikir ki, beyin zarında sülük.
Selâm, selâm sana haşmetli azap;
Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.
Akrep, nokta nokta ruhuma sokmuş,
Mevsimden mevsime girdim böylece.
Gördüm ki, ateşten cımbızda yokmuş,
Fikir çilesinden büyük işkence.
Ne yalanlarda var, ne hakikatta,
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış
Boşuna gezmişim, yok tabiatta,
İçimdeki kadar iniş ve çıkış.
Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik;
Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.
İçiçe mimârî, içiçe benlik;
Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur!
Nizam köpürüyor, med vakti deniz;
Nizam köpürüyor, ta çenemde su.
Suda bir gizli yol, pırıltılı iz;
Suda ezel fikri, ebed duygusu.
………………………………………………
Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!
Heybem hayat dolu, deste ve yumak.
Sen, bütün dalların birleştiği kök
Biricik meselem, sonsuza varmak…
Büyük düşünür Necip Fazıl’ı yalnızca şair olarak bilmek ve tanımak yetmez. O şiirden başka tiyatro, tarih, tenkit, biyografya, hikâye, makale, mizah türlerinde otuzdan fazla eser verdi. Günlük gazetelerde fıkralar yazdı. Konferansları olay yaratıyordu. 1944 yılından sonra çıkarmaya başladığı “Büyük Doğu” dergisi, onun doğrudan kendisinin kurduğu düşünce sisteminin adı olmuştur. Yazdığı “İdeolocya Örgüsü” adlı eseri ile Necip Fazıl Kısakürek bu düşünce sistemini ana hatlarıyla açıklamış; bu düşünce sistemi ile kendine özgü bir tarih muhasebesi, devlet anlayışı, estetik bakış ve fikri duruş sergileme amacı gütmüştür. Siyasî polemikleri yüzünden dergisi, zaman zaman kapatıldığı gibi, kendisi de cezaevlerine düşmüştür. İnandığı davada, gözünü kırpmadan Bâbıâlî’de, yerine göre nükteli, zekâsının parladığı güçlü mecazlarda dolu, ince ve kıvrak, yakıcı ve onbinlerce okuyucu kazandırıyor, fikirleri memleketin her köşesinde geniş yankılar uyandırıyordu.
Edebi Kişiliği – Sanat Anlayışı ise;
Evler döşemekti bendeki tasa,
Yaptım, ettim, nöbet mezara geldi.
Yeter bana, üç beş arşın bez olsa,
Beklenmedik mallar pazara geldi.
Penceremde bir gün, günlerden birgün,
Ses baygın, renk baygın ve ışık süzgün,
Belirsiz bir semte insanlık sürgün…
Çek perdeyi, güneş mezara geldi!..
diyor, ruhunun ebedîlik yolculuğuna hazırlanan seslerini dinliyordu.
Necip Fazıl 25 Mayıs 1983 günü bu özlemi duya duya dünyasını değiştirdiği zaman cenazesi mahşerî ve imânlı bir kalabalık tarafından omuzlandı. Eyüpsultan sırtlarına defnedildi. Ölümünden sonra eserleri, yeni baskılar gördü, hakkında pek çok kitap ve makaleler yayınlandı.
Necip Fazıl, Cumhuriyet dönemi Türkiye aydınlığına her zaman bir ışık, bir şimşek olarak yaşayacaktır.
Şairler Sultanı Necip Fazıl’ı “Sakarya Türküsü” ile yâd ederek rahmet diliyoruz:
İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük! ..
Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.
Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolunun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! ..
Ali Alper ÇETİN
Araştırmacı
alialpercetin@hotmail.com
Kaynakça:
Mehmet Önder: Anadolu’yu Aydınlatanlar, Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, 1998 Ankara
http://www.edebiyatfatihi.net/