21 Kasım 2024 Perşembe
SELMA ERDAL
ORMAN
Neredeyse her gün Ege ve Akdeniz kıyılarından orman yangını duyumları geliyor. Yaka, yaka bitiremediler ormanları…
Ve doymadılar kondurmaya; yanan orman alanlarına çok yıldızlı otelleri ya da varsıllara pazarlayacakları villaları…
Oysa dünlerde halkın değerler sıralamasında; ülke toprakları gibi korunması gereken alanlardı ormanlar…
Üstelik bu topraklarda yaşayan halk; ormanları çok severdi. Ağaçlarını korur, ona övgüler düzerdi. Filizleri yemesinler diye, keçileri salmazdı. Servetleri tükenmesin diye ellerine baltaları almazdı. Çünkü bu halk; “yaş kesenin, başın keserim” diyen Fatih’in torunları, doğan bebesi için fidan diken Anayurt Anadolu’nun çocuklarıydı.
Ne oldu böyle bu ülkenin o güzel halkına, ormanlarını seven, koruyan yurttaşlarına?… Her şey böyle mutlulukla gülerken yüzlerine… Neden baltalı adamlar dadandı ülkenin dağlarına, düzlerine?…
Önceleri gizliden, gizliye kesilen ağaçlar… Yuvasız kalan kurtlar, kuşlar… Kesilen ağaçların yerinde mantar gibi bir gecede çıkan gecekondular… Ardından doğada bozulan dengeler, kesilen yağmurlar… Yaz ayları geldiğinde de nedensiz başlayan yangınlar; çıra gibi yanan ormanlar… Yok edilen ormanların yerinde bu kez de yükselen çok katlı yapılar ve bu yapılar nedeniyle paraları cebine atarken Ağaoğlu gibi adamlar; ülke çöle dönerken, halkın gözünün içine baka, baka alay edercesine “işte orman” diye haykırdılar ne yazık ki !…
TÜİK
Üniversite’de gördüğümüz İstatistik derslerinde bugün adi TÜIK olan o günlerin Devlet İstatistik Kurumu için değerli hocalarımız “Devletin resmi yalan söyleme organı” derledi.
Bugün için kurumun adi TÜIK olarak değişmiş olsa da açıklanan enflasyon rakamları baz alındığında, gerçek işlevinin değişmediği görülüyor.
Neydi o işlev?…
Devletin resmi yalan söyleme organı oluşu…
Ki Temmuz zamları geldiğinde, yaşanan enflasyonla resmi ağızlardan açıklanan enflasyon reklamları ve ele geçen maaş tutarları kanıtlamış olacaktır ki kurum görevini layıkıyla yerine getiriyor.
ÇOCUKLAR
Son yıllarda sürekli yaşanan; çocuklara tecavüz ve cinayet vahşeti…
Doktorlara göre genellikle teşhis; kişilik bozukluğu…
Neden; eğitimsizlik, tozumaya uğramış toplumsal yapının olumsuz dışsallıkları mı, henüz bulgular açıklanmadı.
Tek çözüm; İdam mı?…
Sivas’da yanan canlar bir yana; her gün yeni bir acıya, vahşete, katliama yanmak için hazırlıklı olun.
Yeter!… Ey Türk Ulusu; titre ve kendine, kendi değerlerine dön, işte şimdi, hemen bugün…
Hiç bilmiyoruz ki gerçeği… ADAM and EVE mi?… Yoksa ADAM and STEVE mi?…
Bakın dalganıza; bana dert değil kimin, kiminle seviştiği…
Yeter ki DOKUNULMASIN ÇOCUKLARA!…
EKMEK
Üniversitelerin İktisadi ve İdari Bilimler Fakülteleri’nin hangi bölümünde öğrenci olursanız olun; Maliye, İşletme, İktisat, Ekonometri, Kamu Yönetimi, Uluslararası İlişkiler… Hangi bölümün öğrencisi olursanız olun; birinci sınıfta Mikro İktisat ve Makro İktisat derslerini alırsınız.
Bencileyin de birinci sınıfta olduğumda, Mikro İktisat dersinin ilk gününde; Uludağ Üniversitesi’nin çok değerli İktisat Profesörleri’nden aldığım ilk bilgi neydi, öylesine iyi anımsıyorum ki…
Değerli öğretim üyemiz, derse girişte kurduğu ilk tümcesinde bize şöyle demişti:
-Sıradan insanın, sokaktaki adamın; Mikro İktisat ya da Makro İktisat umurunda bile olmaz. O cebindeki parayla ve sofrasındaki ekmekle ilgilidir. Ekonomistler ne demiş?… Siyasetçiler ne söylemiş?… O bunlara hiç aldırmaz. O; yalnızca cebindeki para, evine ekmek götürmeğe yeter mi, işte ona bakar. Arz-talep eğrileri, Keynezyen kuramlar, Harold-Domar Modelleri onu hiç ırgalamaz. Onun yüzü evine ekmek götürdüğü sürece güler.
Kıssadan hisse; acaba birileri çıkarabilir mi kendisine?…
Ekmek demişken;
Biz çocukken; ekmek, aslanın ağzındaydı.
Daha sonra; midesine indi.
Derken; barsaklarında, dışkılanmağa hazır göründü.
Şimdilerdeyse; istemediğin kadar aslan var, ama ekmek yok, ekmek !…
TEPKİ
Amerika’daki Mccarthy dönemindeki komünist avına tepkisini; Arthur MILLER, CADI KAZANI adlı tiyatro oyununa yansıtmış. Daha öncesinde Lewis Carroll Kraliçe Victoria’yı eleştirmek adına, onun despot kişiliğini Alice Harikalar Diyarı adlı çocuk masalına kondurmuş.
Samuel Beckket de GODOT’u Beklerken; belki de faşizmin baskın gücü karşısında bir türlü gelmeyen/gerçekleşmeyen demokrasi umudunu aramış olabilir. İşte edebiyat ya da Türkçesi ile YAZIN; siyasal karşı duruşlarda, nasıl da gerekli, nasıl da işlevsel oluyor, bence bu kitapları okuyun.
GÜLMEK
Sorunları bilmelerine karşın, çözüm üretmeyenler ki onlar gün gelir iktidarda, gün gelir muhalefette olurlar.
Gün gelir asker, gün gelir sivildir onlar…
Gerçekten de yüreklice herkes yazabilmeli sorunları ve sorunlara neden olan sorumluları ve de onları çözmemek için yorgunu yokuşa sürenleri…
Hani şu mutluluğun resmini çizmek gibi, terörün de resmi çizilmeli neden-sonuç ilişkileriyle dökülmeli her şey tuvale…
Son aşamada bu ülkeye demokrasi gelmeli
Ve halkın yüzü de, yüreği de gülmeli…
SAVAŞ
Almanya’da savaş beklentisi yok !…
Hollanda’da savaş beklentisi yok!…
Fransa’da savaş beklentisi yok!…
ABD’de de savaş çıkacağına ilişkin bir duyum bile yok !…
Anket yapar gibi o ülkelerde yaşayan yakınlarımıza, dostlarımıza, tanıdıklarımıza sorduk, onlardan öğrendik.
Ama Türkiye; çoktandır savaş çıkacağı endişesine sokuldu bile.
Zamlar oluyor, enflasyon tavan; ama maaşlara zam yok.
Çünkü savaş çıkacak endişesi var, savaş beklentisi var.
Herkes yazgısına boyun eğmiş; kurbanlık koyunlar gibi bekleşiyor.
Hani insanın da aklına böyle çılgın sorular da geliyor…
Halk savaş çıkacağı korkusuyla yaşarken, sesini soluğunu kesip, pusup otursun, savaş çıkarsa endişesiyle hiç bir soruna tepki vermesin, demokratik haklarını kullanmayı unutsun diye mi kamusal alana yayılıyor resmi ve gayri-resmi ağızlardan savaş söylenceleri?…