20 Aralık 2024 Cuma
Hormonal nedenler: Son zamanlarda yapılan araştırmalar, kadınların östorojen hormonu miktarındaki artışın selüliti çoğalttığını ortaya koyuyor. Cilt ve vücut sağlığı için gerekli olan bir takım hormonlar ve kimyasal maddelerin miktarındaki değişiklikten dolayı hücre aralığında normalin üstünde su birikmeye başlar. Bu birikme aşırı boyutlara vardığında cildin görünümünde de bir takım değişiklikler meydana gelir. Dolayısıyla selülit hormonlarla doğrudan etkilidir.
Beslenme: Tek yönlü ve sağlıksız beslenme selülitin ana nedenlerinden biri. Genellikle çalışan toplumlardaki kadınlarda görülen selülit, bayanların fast food ve hazır gıdalara olan eğilimiyle doğrudan ilişkili. Hayvansal yağlar, tuz, şeker, kola ve kahve gibi yiyecek ve içecekler de yağ hücrelerini şişirerek, buralarda ödem yapmakta ve selülit oluşmasına neden olmakta.
Sigara ve alkol: Sigara ve alkol kullanan bayanlarda selülit görülme oranı kullanmayanlara oranla bir hayli yüksek.
Duruş: Yüksek topuklu ayakkabılar giymek, yanlış yürümek ve yanlış oturmak da selülitin nedenleri arasında sayılabilir. Yüksek topuklu ayakkabılardan dolayı kan dolaşımındaki bozukluk zamanla cildin iyi beslenememesine dolayısıyla da selülit oluşmasına sebep olur.
Spor yapmamak: Spor yapmamaktan dolayı vücut yeterince yağ yakamaz. Zamanla derinin altındaki yağ dokusu şişerek yağın depolanmasına neden olur. Bu sebeple de cilt yüzeyinde çirkin bir görüntü oluşur.
Selülit bir kadın sorunudur ve selülitin sadece kadınlarda görülüyor olmasının sebebi; kadın cildinin erkek cildine nazaran daha hassas ve narin olmasının yanı sıra; kadınlık hormonlarından kaynaklanmaktadır.
Selülitin oluşum nedenleri; hormonal değişiklikler, dolaşım görülen bozukluklar, stres ve duygusal durum,yeterli sıvı almamak, hareketsiz yaşam tarzı ve dengesiz beslenmedir
Yeterli ve dengeli beslenmek, vücudun dengeli çalışmasını sağlar. Dengeli calısan bir vucutta dolaşım bozukluğu sorunu olmayacağı için selülit oluşma riski azalır.Vücudun tüm fonksiyonlarını tam anlamı ile yerine getirebilmesi için, ihtiyacı olan besin öğelerinin vücuda düzenli olarak alınması gerekir. Bu durum, ancak yeterli ve dengeli beslenme ile sağlanabilir.
Yeterli beslenme; vücudun ihtiyaç duyduğu besin öğelerinin yeteri miktarda vücuda alınması; dengeli beslenme ise vücudun besinsel ihtiyaçları karşılanırken besin çeşitliliği sağlanması olarak tanımlanır.
Günlük besin ihtiyaçlarının karşılanması için, yeterli miktarlarda süt ve ürünleri, et ve ürünleri, tahıl ve ürünleri, sebze ve meyve tüketilmeli, günlük yağ ihtiyacı doğru kaynaklardan karşılanmalıdır. Yetersiz beslenme, vücutta su tutulumuna neden olacağından dolayı, selülite davetiye çıkarabilir. Aşırı beslenme ise, vücutta yağ dokusu miktarını arttırarak, selülit oluşumunu kolaylaştırabilir.
Yeterli miktarda su içtiğinizden emin olmalısınız… Su, vücudumuzda birçok işlevin yerine getirilmesini ve kan dolaşımının gerçekleşmesini sağlar. Vücuda yeterli miktarda su alınmadığında, dolaşım olumsuz etkilenmektedir. Yetişkin bir kadının günde yaklaşık 1,5–2 litre kadar su tüketmesi gerekir.
Yaz aylarında deri yolu ile artan (ter) sıvı kaybı nedeni ile günlük su ihtiyacı artabilir.
Aşırı miktarda kafeinden uzak durmalısınız… Kafein aşırı miktarda tüketildiğinde, idrar yapıcı (diüretik) etkisi nedeni ile vücuttan sıvı atımını arttırarak vücudun sıvı dengesini bozabilir.
Bu nedenle; çay, kahve ve asitli içecekler gibi kafeinden zengin içerikli içeceklerin tüketim miktarlarına dikkat edilmelidir.
Tuz tüketimine dikkat etmelisiniz… Sofra tuzunun gereğinden az veya aşırı miktarda tüketimi vücut işlevlerinin bozulmasına neden olur. Tuzun aşırı tüketimi, vücutta su tutulmasına ve şişkinliğe yol açar. Günlük tuz tüketiminin, 6 gramı aşmaması genel sağlığın korunması açısından önemlidir.
Aşırı miktarda tuz tüketiminin engellenmesi için, sofrada tuzluk bulundurmamak pratik bir yöntemdir. Yüksek oranda tuz içeren; turşu, salamura besinlere ve konservelere sofralarda daha az sıklıkta yer verilmelidir.
Boş kalorilerden uzak durmaya özen gösterin.
Besin kalitesi düşük ve enerji içeriği yüksek besinlerin, vücut işlevlerine katkıları minimal seviyededir ve vücudun enerji alımını arttırarak; vücut ağırlığında ve vücut yağ dokusunda artışa neden olurlar. Vücut yağının artmaması ve formda bir beden için abur cubur olarak tabir edilen atıştırmalıklardan mümkün olduğunca uzak durmak gerekir
Pişirme yöntemlerinizi doğru seçin… Kızartma ve kavurmalardan uzak durarak, dolaşımınızı olumsuz etkileyecek serbest radikallere karşı önlem almış olursunuz. Sağlıklı pişirme yöntemleri olan ızgara, fırında pişirme ve haşlama metotlarından vazgeçmeyin.
Alkol tüketiminde aşırıya kaçmayın…
Aşırı miktarda tüketilen alkolün selülit oluşumunu kolaylaştırdığı bilinmektedir. Bu nedenle alkol tüketiminde aşırıya kaçmamak gerekir. Kadınlar için günlük tüketilebilecek maksimum bir birimdir. Bir birim alkol, yaklaşık olarak 1-2 şişe bira, 1-2 kadeh şarap veya 1 duble rakıya eşittir.
Alkolün olası zararlarını en aza indirmek için; alkollü içecekleri tokken veya yemeklerle birlikte tüketmeye ve içtiğiniz alkole eşit miktarda su içmeye özen göstermelisiniz.
Sigaradan uzak durun… Genel sağlığın baş düşmanı olan sigara, vücuttaki kan dolaşımında bozukluklara neden olarak, selülit oluşumunu kolaylaştırır. Sigaradan uzak durmak, bacaklarınızdaki rahatsızlık verici görüntüyü azaltmakla kalmaz, sağlığınızda da inanılmaz değişiklikler yaratır.
Hareket, sağlıklı bir beden için gereklidir… Yağ doku miktarının azalması, vücutta kaslı doku miktarının artışı ve dolaşımın düzgün gerçekleşmesi için hareketli bir yaşam tarzı gerekir. Haftada 3 kez günde 30–45 dakika yapılacak egzersiz veya günde 10.000 adım atmak, sizi selülit kâbusundan uyandıracağı gibi sağlıklı ve dinç kalmanızı da sağlar.
Selülit neredeyse her kadının kabusu. Bu problemle savaşmak için oldukça başarılı ve pahalı yöntemler bulunurken, evde şifalı bitkilerle ekonomik olarak uygulayacağınız bazı kürler de var
Deniz tuzuyla banyo yapın. Deniz suyundaki mineraller ve tuz selülitlerle savaşıyor. Bunun için banyo suyuna bir yemek kaşığı kadar deniz tuzu ekleyip haftada 1 kez 15 dakika suda kalın.
Gül yaprakları da içerdiği anti oksidant etkilerle cilde iyi geliyor. Gül yapraklarını toplayıp, ılık suyla doldurduğunuz küvetin içine atın. Birkaç damla da gül yağı damlatarak aromaterapik bir banyo yapabilirsiniz.
Selülitle savaşta evde kendi hazırlayacağınız doğal karışımlar da bulunuyor. Örneğin, ballı kür. Bunun için 3 gram gıda jelatini, 30 gram gülsuyu, 1 çay kaşığı bal, 50 gram gliserini karıştırıp sorunlu bölgeye sürün. Yaklaşık 2 saat bekleyip durulayın.
Birer yemek kaşığı lavanta, biberiye, atkuyruğu, yalancı iğne, kekik otu, mercanköşk, adaçayı karıştırılıp küvete eklenir. Yaklaşık 15 dakika küvette etki etmesi beklenip ardından durulanır.
Günde 2-3 bardak biberiye çayı içerek deri altındaki selülit ve ödemin atılmasını sağlayabilirsiniz.
Enginarın dışındaki yaprak kısmı ince ince doğranır. Yaklaşık 1 yemek kaşığı kadar yaprak, bir bardak sıcak suyun içine atılıp haşlanır. 10 dakika sonra süzülüp içilir. Bu çayın aç karnına günde 3 bardak içilmesi gerek.
İki yemek kaşığı zeytinyağı, bir çay kaşığı jojoba yağı, bir çay kaşığı badem yağı, 3 damla limon yağı, 3 damla ardıç yağı ve üç damla lavanta yağını karıştırıp selülitli bölgeye günde iki kez sürüp masaj yapın.
Taze defne ve biberiyeyi cam kavanoza koyun. Üzerine bir Türk kahvesi fincanı kadar susam yağı ve iki çorba kaşığı soya yağı ekleyin. Kavanozun ağzını sıkıca kapatın. İki hafta bekletin. Karışımınızı süzüp içine 6-7 damla limon suyu sıkın.
TÜRKLER’İN KULLANDIKLARI ALFABELER
1- GÖKTÜRK ALFABESİ
Türkçe’nin yazıldığı il alfabe, bugünkü bilgilere göre Batı’da “runik” diye tanınan Göktürk alfabesidir. Bu alfabenin eski Türk damgalarından doğduğu, dolayısıyla Türkler tarafından icat edildiği kabul edilmektedir. Türkler arasında VII-IX. yüzyılla arasında yaygın olarak kullanılmıştır. Bu yazıya Batı’da runik denmesinin sebebi harflerinin eski İskandinav yazıtlarında kullanılmış ve runik alfabe diye adlandırılan yazınız harflerine benzemesidir. Bu alfabe Danimarkalı William Thomsen tarafından çözülmüştür. Göktürk alfabesiyle yazılan 732 yılında yazılan Kültigin abidesi Türk edebiyatının yazılı ilk eseri sayılmaktadır.
38 harften oluşan alfabenin 4’ü sesli, 26’sı sessiz, 8’i ise bitişken harftir. İçinde yuvarlak ünlü (o, ö, u, ü) bulunan sözleri doğru okuyabilmek için o sözleri önceden bilmek ve kestirmek gerekir. Sağdan sola ve yukarıdan aşağıya doğru yazılır. Harfler birbiriyle bitişmez; taş ve eşya üzerine kazınmaya elverişlidir.
2- UYGUR ALFABESİ
Türkler’in Göktürk alfabesinden sonra ve Arap alfabesinden önce kullanmış oldukları yazı sistemleri içinde en önemli alfabedir. VIII. yüzyıldan XVIII. yüzyıla kadar Doğu Türkistan’dan İstanbul’a kadar geniş bir alanda kullanılmıştır. Bu alfabe Ârâmî kökenli Soğd alfabesinden çıkmıştır. Genellikle Uygur yazısı olarak bilinen bu yazınız diğer Türkler’ce de kullanılmış olması mümkündür. Uygur alfabesi Türkçe^nin yazımı için elverişli olmadığı halde 1000 yıl gibi uzun bir süre kullanılmıştır. Uygur alfabesiyle yazılmış eserlerin çoğunu Budizm, Maniheizm ve Hristiyanlık’a ait metinler meydana getirir. Bu alfabe Türkler İslâmiyet’i kabul ettikten sonra da kullanılmıştır. Kutadgu Bilig denilen eserin üç nüshasından biri Uygur harfleriyle yazılmıştır.
18 harften oluşan alfabenin 4’ü sesli 14’ü sessiz harftir. Arap alfabesinde olduğu gibi harfler başta, ortada ve sonda farklı biçimde yazılmaktadır.
3- ARAP ALFABESİ
Tarih boyunca Türk diline uygulanan yazılar arasında en uzun sürelisi, aynı zamanda en yaygın olanı ve muhtemelen Türkler’in İslâm’a girmeye başladıkları IX. yüzyıldan itibaren kullanılmıştır. Hâlâ bu alfabeyi kullanan Türk halkları vardır. Türkçe’yi Arap harfleriyle ilk defa yazanlar Karahanlılar olmuştur. Mevcut bilgilere göre bu alfabeyle yazılan ilk metin Divanü Lûgati’t-Türk adlı eserdeki yazılardır.
4- LATİN ALFABESİ
1928’de Atatürk’ün yaptığı harf inkılâbıyla Türkiye Türkçesi’nin yazımında kullanılan en son alfabe Latin alfabesidir. Bu alfabe bugün Türkiye’den başka Kıbrıs ve Yugoslavya’daki Türkler’ce de kullanılmaktadır.
29 harften oluşan bu alfabenin 21’i sessiz, 8’i sesli harftir. Sağdan sola doğru yazılır. Harfler birbiriyle bitiştirilerek de bitiştirilmeyerek de yazılabilir. Bu alfabede yer alan harfler asıl Latin alfabesinden farklıdır. Asıl Latin alfabesindeki “q/Q”, “x/X” ve “w/W” harfleri yoktur. Buna karşılık ı, ö, ü, ğ, ç ve ş harfleri vardır.
5- KİRİL (SLAV) ALFABESİ
Osmanlıca ve Türkiye dışındaki Türk dil ve lehçelerinin yazımında Arap alfabesinden sonra en geniş ölçüde kullanılan alfabedir. XVIII. yüzyıl başlarında Hristiyanlık’ı yaymak için Çuvaşlar’a giden Ruslar bu dili kendi harfleriyle (Kiril) yazdılar. Eski Sovyetler Birliği idaresindeki Türkler’ce 1937-1940 yılları arasında Stalin rejimi tarafından bu alfabe kabul ettirilmiş ve her Türk boyu için farklı alfabeler yapılmıştır. Bunun sonucunda Türkler arasında 20 ayrı Kiril alfabesi kullanılmıştır. Bugün de bu alfabeyi kullanmaya devam etmektedirler. Ancak Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra alfabe değiştirme eğilimleri kuvvetlenmiştir. Ayrıca Türk Cumhuriyetleri arasında kültür alışverişini daha sağlıklı yapmak için ortak alfabe çalışmaları devam etmektedir.
Millî Edebiyat döneminde halkın yaşama tarzını ve değerlerini anlatan manzumelerde cümle ve kelime düzeyinde, konuşma dilinin tüm sıcaklığının şiir diline yansıdığı görülür. Öyle ki za*man zaman, sokak dili argolar da dâhil olmak üzere şiire aktar*mıştır. Dolayısıyla bu manzumelerin dilinin kaynağı, halkın ko*nuştuğu gündelik dildir.
Millî Edebiyat döneminde halkın yaşama tarzını ve değerlerini anlatan manzumelerde bir olay, manzum olarak hikâye edilir. Bu manzumelerin teması doğrudan halkın yaşamıdır.
Millî Edebiyat döneminde halkın yaşama tarzını ve değerlerini anlatan manzumeler o dönemde toplumun içinde bulunduğu sosyal, siyasal ve ekonomik problemler etrafında oluşmuştur. Bu manzumelerin yazılış amacı, halkı aydınlatmak, onun içinde bulunduğu kötü durumdan çıkmasını sağlamak, ona yol gös*termektir.
Millî Edebiyat döneminde halkın yaşama tarzını ve değerlerini anlatan manzumeler yazıldığı dönemle bire bir ilişkilidir. Ger*çekten de o dönemde halkın ve İslam dünyasının durumu manzumelerde anlatıldığı gibidir.
Manzum hikâye, şiirden farklıdır. Çünkü manzum hikâyede bir olay şiir biçi*minde, yani ölçülü uyaklı olarak anlatılır. Oysa şiir, duyguların, izlenimlerin uyumlu bir ses ve söz düze*ni içinde anlatılması, ses ve söz güzelliğinin bir arada bütünleşmesidir.