‘Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı…’
Yunus Emre
İnsan “homo ekonomikus” olarak tanımlanmadan çok önce de bir şeylere “sahip olma”yı seviyordu kuşkusuz. Yaşamak için birtakım nesnelere sahip olmak durumundayız. Ama kendini sadece mülkiyeti ile tanımlamak ve kendine bunun üzerinden değer biçmek modern zamanların hastalığıdır.
Etrafınıza bir bakın insanların konuştuğu konulara… Ya alıp sattıkları nesnelerden ya da alıp satmayı hayal ettikleri nesnelerden bahsettiklerini görürsünüz. Mütemadiyen evler arabalar alınıyor yenileniyor. Hadi alındı bitti diyelim ondan sonra da mesela dekorasyonla kafayı bozup “şurasına bunu yaptırmalı burasını da modifiye etmeli” diye diye ömürler tükeniyor. “E insanız ihtiyaçlarımız var. Hiç mi bir şey almayalım?” diyenlerimiz olacaktır. Deriz ki ihtiyaca binaen bir şey edinmek ve ondan sonra hayli zaman o konuyu dert etmemek ayrıdır ihtiyaçların hiç ama hiç bitmemesi ve sürekli dilimizi/gönlümüzü meşgul etmesi dünyamızı kaplaması ayrıdır.
Artık neredeyse duygularımızdan bahsetmeyi hayata dair konuşmayı unuttuk. Dost meclislerinin sohbetleri bile artık tüketim nesneleri üzerine çene yormakla geçiyor. “Şu elbiseyi bu ayakkabıyı muhakkak almam lazım arabaya şunu taktırdım evin bilmem neresine şundan kaplattım eşyalarımı şu model seçtim” gibi açgözlülüğün itirafları. Bunlar gerçek bir sohbette en fazla yüzde on oranında yer tutabilecekken bugün maalesef dostlarla paylaşımlarımızın neredeyse tamamını satın alma ve sahip olma histerisi oluşturuyor.
Ama kimse daha fazla tükettiği için mutlu değil.
Çokbilmiş bir şovmen programındaki bayan konuğa “ben tam bir alışveriş manyağıyım evdeki tişörtün aynısından 3 tane alırım” diyor. Konuk da katılıyor “evet ben de aynen öyleyim” Arada konu sıkıntısı çeken sakil magazinciler “hangi mankenin kaç yüz çift ayakkabısı var?” konulu haberler yapıyorlar.
Şimdi efendim bu durum hakkında mesleki bir yorum yapacak olursam şunu söyleyebilirim. Alışveriş hastalarındaki “satın alma” eylemi düşük olan benlik saygısını arttırma ve kişiyi aşan stres engellenme ve depresyon ile baş etmede kullanılıyor. Yani insan lüzumsuz yere harcama yaptığı zaman “ürün” almıyor “benlik saygısı” satın alıyor. O markayı kullanınca o telefona sahip olunca o arabaya binince kendini daha değerli hissedecek. “Ben buna değerim” diye bir reklâm sloganı vardı hatırlarsınız. Zımnen “kullanmıyorsan değmezsin” demiş oluyor seyirciye.
Alışveriş hastalığı kadınlarda daha sık görülüyor ve ortalama 17- 30 yaşları arasında başlıyor.
Alışveriş hastalığı nedeniyle tedavi gören hastaların çoğunluğu alışveriş öncesi büyük bir arzu hoşnutluk ve mutluluk ile kontrol edilemez bir istek hali yaşadıklarını ancak sonrasında da gerginlik ve yoğun bir suçluluk hissi duyduklarını belirtiyorlar.
Alışveriş olayı kişiliklere göre farklılık gösterse de kadınların tercih ettikleri genelde elbise kozmetik ürün ve mücevher olurken erkekler elektronik eşya büyük ev aletleri alıyorlar. Cinsiyetler arasındaki bu fark erkeklerin daha çok bağımsızlık ve hareketliliği yansıtan araçları alma eğiliminde olduklarını kadınların ise görünüş ve duygusal yönlerini ön planda tutan simgesel ve kendilerini tanımlayan eşyaları tercih ettiklerini gösteriyor.
Filozof-psikanalist Erich Fromm “Sahip Olmak ya da Olmak” (To have or to be?) adlı kült kitabında konuyu derinlemesine analiz etmiştir. Ona göre modern zamanlarda “var olmak” bir şeylere “sahip olmak”la eş anlamlı hale geldi. Çünkü tüketim ideolojisi dünyayı yutma arzusuyla doludur. Tüketici ise sürekli ağlayarak biberonunu isteyen ve hiç büyümeyen/doymayan bir bebek olarak kalır bu toplum düzeni içerisinde. Temel olan ihtiras sahibi bir kişinin hiçbir zaman yeterli şeye sahip olamayacağı ve mutlu halinden hoşnut ya da doyum içinde bulunamayacağı gerçeğidir.
Tüketim günümüzün kapitalist toplumunun en önemli sahip olma biçimidir. Tüketilen şey artık bizim malımız olduğu ve geri alınamayacağı için bu durum korkularımızı geçici olarak azaltıyor. Ama her tüketilen şey de tükendiği anda artık kişiyi tatmin edemez olduğu için insanlar yeniden ve daha fazla tüketime yönelmek zorunda kalıyorlar. Bu sonu gelmeyen çarkın hep tatminsiz hep bir çırpınış içinde kalan modern tüketicileri kendilerini şu formülle özdeşleştirmektedirler: “Ben sahip olduğum ve tükettiğim şeyler dışında bir hiçim.” Acı ama ahvalimiz biraz böyle gibi.
Yine Yunus’tan: “Mal da yalan mülk de yalan var biraz da sen oyalan…”