Kuran-ı Kerim’in seksensekizinci suresi Mekkî olup yirmialtı ayettir. İsmini ilk ayette geçen “gâşiye” (kaplayan) sözcüğünden almaktadır.” Fasılası hâ, ayn, te, râ, mîm harfleridir.
Gâşiye, “bütün yönleriyle hata eden şey anlamındadır ve burada kıyamet karşılığında kullanılmıştır. Çünkü kıyamet, gelmiş geçmiş bütün insanları kapsar. “Gâşiye” ayrıca insan ve hayvanları saran bela anlamına da gelir ki, kıyamet de insanları korku ve dehşetle sarar (Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, XXXI/150).
Gâşiye suresi, ilk inen surelerdendir. Mekke halkı, ahirete inanmıyordu. Bu nedenle sure, kıyamete dikkat çeken: “(Şiddet ve dehşetiyle herşeyi) sarıp kaplayacak olan (o felâket)in haberi sana geldi mi?” soru cümlesiyle başlar. Dikkatleri kıyamete doğru çeviren bu cümleyle cehennemliklerin durumları anlatılmaya başlanır:
“Yüzler var ki o gün korku içindedir, eğilir. Çalışmış, fakat boşuna yorulmuştur. Kızışmış ateşe girerler. Kaynamış bir gözeden su içirilirler. Onlar için kuru dikenden başka yiyecek de yoktur. Ne besler, ne de açlığı giderir” (2-7).
Cehennem ehlinin durumu bu ayetlerle tasvir edildikten sonra sıra cennet ehlinin durumunu anlatmaya gelir:
Kur’an’ın anlatım metodu böyledir. Zıtları yanyana zikrederek onları gözler önüne serer ve mukayese imkânı verir.
Cennet ehlinin durumu ise şöyle anlatılır:
“Yüzler de var ki o gün nimet içinde mutlu. (Dünyadaki) çalışmasından memnun. Yüksek bir cennettedirler. Orada boş söz işitmezler. Orada akan bir kaynak vardır. Orada yükseltilmiş tahtlar, konulmuş kadehler, dizilmiş yastıklar, serilmiş halılar vardır” (8-16).
Cehennemliklerin durumlarıyla cennetliklerin durumlarının anlatıldığı şekilde gerçekleşmesi için, bunları söyleyenin böyle bir şeyi yerine getirebilecek kudrete sahip olması gerekir. Bu sebeple surenin burasında Allah’ın söylenenleri gerçekleştirmeğe kadir olduğuna dair deliller serdedilir. Bunlar dünyanın neresinde yaşıyor olursa olsun her insana hitap eden delillerdir: ” Bakmıyorlar mı deveye nasıl yaratıldı? Göğe: Nasıl yükseltildi? Dağlara; Nasıl dikildi? Yere; nasıl yayılıp döşendi?” (17-20). Dünya hayatında bunları yaratmağa kadir olan Allah, söylediklerini ahirette gerçekleştirmeğe de kadirdir.
Hakikatler, gözler önüne böyle serilir. Dünya imtihan yurdu olduğundan, herkes orada cennet ya da cehenneme götüren yollardan herhangi birini seçmekte serbesttir. Sure bu hususu ifade etmekle son bulur:
“(Ey Muhammed), sen öğüt ver, çünkü sen ancak öğüt verensin; onların üzerinde zorlayıcı değilsin. Ancak kim yüz çevirir ve inanmazsa Allah ona en büyük azabı çektirir. Muhakkak dönüşleri bizedir. Sonra onların hesabını görmek bize düşer” (21-26).
Art niyetli kimseler, bu son ayetlerde anlatılanlardan hareketle Kur’an ve hadislerde emredilen dünyevî emir ve cezaların bir öneminin olmadığını ileri sürerek İslâm dininin dünyevî emirlerinin bulunmadığını; ceza ve mükâfatın sadece ahirette olacağını ileri sürerler. Oysa ayetler, inanç konusunda bir zorlamanın olamayacağını ifade etmektedir. Kişi, İslâm dinini kabul ettikten sonra, cezayı gerektirecek bir suç işlediğinde, onun cezasının İslâm devleti infaz eder. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s)’in kendisi bu tür cezaları uygulamıştır.