ÖNCER ÜNLÜ – BAŞYAZAR
Özel bir eğitim vakfının daveti üzerine, hem gezi, hem ziyaret, hem iş için geçen haftanın sonunda Pegasus Hava Yolları ile Çukurova Hava Liman’ı ve Sabiha Gökçen’i de içine alan yaklaşık 4 buçuk saatlik bir uçuştan sonra Almanya’nın Baden Württenberg eyaletinin başkenti olan Stuttgart Hava Limanı’na sorunsuz ve rötarsız bir şekilde indim.
Yazım, Almanya üzerine olacağı için, COV ve Sabiha Gökçen Hava Limanlarının rezilliklerini anlatmayacağım. Sadece şunu söyleyeyim; ” Stuttgart Hava Limanı kutu görünümünde ama her işi düzgün yapıyorlar, gördüğüm bu. Bu cümleden artık çıkarımları siz yaparsınız. Pegasus Hava Yolları, ise zaten tam bir tüccar olmuş, müşteri memnuniyeti sanırım artık umurlarında değil.
Yıllardır yurt dışına giden gazete yazarlarının izlenimlerini okurdum, yurt dışı hakkında. Bu güne kadar da beni tatmin eden kimse çıkmadı.Nedeni ise, bana sokağı, günlük yaşamı doğru düzgün anlatmadılar. Bu defa ben sizlere, sokağı, günlük yaşamı, halkı anlatacağım.
Gözlemlerime geçmeden önce biraz Stuttgart hakkında sizlere bilgi vereyim. Baden Württenberg eyaletinin başkenti olan Stuttgart’ın yaklaşık nüfusu 600 bin civarındaymış. Eyaletin başkenti ve nüfusunun içinde başta Türkler olmak üzere bol miktarda yabancı uyruklu göçmen barındıran bir şehir. Hatta Türklere ait bir mahalle de var.
Şehir kısmen düzlük bir bölgeye kurulmuş ve içinden Nectar Nehri geçiyor. Neredeyse tüm Avrupa ülkelerindeki nehirler gibi bu nehrin üzerinde de taşımacılık ve nakliye işleri yapılıyor. Dünya otomotiv sektörünün ilklerinden, Mercedes-Benz’in en önemli fabrikası da burada bulunuyor.
Yurt dışında indiğim diğer hava limanlarının aksine bir defa Türkiye’den gelen her yolcuya pasaportunuz ne renk olursa olsun, Alman polisi en az üç tane soruyu arka arkasına İngilizce ya da Almanca soruyor.Dil bilmeyenlere de sıradan birisi mutlaka yardımcı oluyor. Bana denk gelen polis gayet kibardı.
Kontrol noktasından valiz alımına geldiğimde biz kontrolden çıkmadan, valizlerin bantta dönüp durdukların gördüm. Kendi kendime; ” bu ne hız ” dedim.Acaba her uçak inişinde böyleler mi yoksa benim şansıma mı bilemiyeceğim.
Stuttgart Hava Limanı’nın karşısında sizi şehir merkezine götürecek metro istasyonu mevcut. İçinde otomatik banknottan kart alabileceğiniz gibi önceden uygulama üzerinden telefonunuza bir aylık abonman kartta indirebiliyorsunuz. Ben öyle yaptım. 10 dakika aralıklarla metro seferleri merkeze mevcut. Bindiğinizde size bilet ya da kart soran yok herkeste toplu kart var ya da içinden bileti kendi alıyor. Diyebilirsiniz; ” almazsam ne olur ? ” Yakalanırsanız cezası 200 euro en az.
Öncelikle şunu söylemeliyim:
Metro, tramvay, belediye otobüsleri ve trenlerde duraklarda, kesinlikle ineceklerden önce binerseniz müthiş bir biçimde ayıplanıyorsunuz. Yine trafik lambalarının olmadığı yerde yaya geçidine adım attığınız anda arabalar kesinlikle duruyor. Fakat mutlaka yaya geçitlerinden geçmek durumundasınız. Yoksa arabalar durmuyor. Hız sınırını aşan araba yok. Neredeyse bir çok kavşakta trafik ışığı yok ama trafik öyle mükemmel işliyor ki şaşarsınız ! 4 gün de sadece bir defa korna sesi duydum, onu da çalan bir Türk şofördü. Yine tüm duraklarda çok ayrıntılı biçimde hangi numaralı aracın ya da metronun, trenin nereye, hangi saatte gideceği, nerelerde duracağı belirtiliyor. Toplu taşıma araçlarının içindeki monitör ler ve yapılan anonslardan da durak kaçırma ya da kaybolma şansınız yok.
Yine şehir cadde ve sokakları çok temiz. gösteriyor. Tüm bunlara baktığınızda bir yaşam kültürünün oluştuğunu rahatlıkla görüyorsunuz. Burada düzene saygı söz konusu.
Gelelim bu pozitif açıklamaların zıttı olan negatif açıklamalara!
İnsanların, toplu taşıma araçlarında bizlerden farkları yok. Koltuklara ayaklarını koyuyorlar, çanta ya da valizlerini koyuyorlar, siz kaldır demezseniz umurlarında bile değil. Anneler çocuklarını oturtuyor, bir bakmışsınız binen yaşlılar ayakta. Bu arada bizdeki gibi telefonla bağırıp, çağıranlar yok. Fakat yanında oturan arkadaşıyla ya da eşiyle yüksek sesle konuşuyorlar. Büyük bisikletleriyle bu araçlara binebiliyor- lar. Lise öğrencileri bizim öğrenciler gibi. Yer kapıp, inene kadar kendinden yaşlı birine yer vermiyorlar Ayrıca küçük çocuklu kadınlara yer verenleri de görmedim şimdiye kadar.
Buradan yapacağım çıkarım şu:
Maalesef biz ülkemizde turist dedik mi, yabancılara gereğinden fazla değer veriyoruz. Oysa onların da okumuşları arasında da, okumamışları arasında da bir fark yok. Gece sarhoş yolda şişe kırıp kaçıyor ya da yemek çöpünü götürüp, cam çöp kutularına da atan var.
Büyük şehri vaz geçtim, küçük yerleşim bölgelerinde yaşayanlar bile birbirlerine selam vermiyorlar, yardımcı olmuyorlar. Misafirlikler bizdeki gibi değil.Resmiler. Kapı komşumuzla iki defa karşılaştım, nezaketen selam verdim almadı. Şimdiye kadar sadece bir defa trende yanımda oturan hanımefendi, ineceği zaman iyi akşamlar dedi.
Bunları yazmamım nedeni ne ?
Avrupa’da yaşayanların da bizlerden farkı yok demek için.
Tek saygı duyacağım konu eğitim düzeyleri. Gerçekten yaptığım incelemeler sonucunda bizlerden çok yüksek eğitim kalitesine sahipler. Her öğrenci lise bitirene kadar mutlaka en az bir yabancı dili konuşacak hale geliyor. Eğitim müfredatlarında gereksiz bilgileri yok. Her okulda laboratuvarlar, müzik ve resim atölyeleri, liselerde kapalı spor salonları var. Öğrenciler çok rahatlar.
Bankamatiklerden para çekiyorsunuz ama para yatırmak istiyorsanız banka şubelerinin içindeki matikleri kullanmak zorundasınız. Üzerinizde nakit yok ya da matik de bulamadınız, gideceğiniz markete durumu izah ettiğinde 200 euroya kadar kartınızdan para çekip size veriyor ve komisyon almıyor.
Bir haftadır tüm şehirlerde ” Noel Pazarları “ kurulmuş durumda. İnsanlar geceye kadar, oralarda yiyip içerek zaman geçiriyorlar. Son Noel Pazarı baskınından sonra polisiye tedbirler müthiş arttırıldı. Bu gün onu gördüm. Noel Pazarları gerçekten renkli yerler, görülmeye değer.
Yine bir başka tespitim ise seviye ve gelirleri yüksek olan Almanlar şehir merkezinden uzakta köy ve kasabalarda yaşıyorlar. Zaten yüzde doksan dokuzu da bir arabaya biniyor. Stuttgart şehir merkezinde de iy semtler var ama başta Türklerin yoğun olarak yaşadığı semt ve mahallelerde sıkıntılar olduğunu buradaki insanlar söylüyorlar. Şehirde uyuşturucu madde satışı çok yaygınmış. Zaten akşam üzeri ana caddelerde gezintiye çıktığınızda tekin olmayan bir dolu insanla karşılaşıyorsunuz.
Stuttgart’ta, diğer Alman şehirlerinde olduğu gibi bol miktarda Türk dönercisi var. İki tanesinde yediğim dönerler de maalesef Adana ‘da yediğim dönelere benzemiyordu. Fakat gördüğüm Almanlar ve diğer yabancılar arasında dönerin çok tutulduğu.
Şehirde Mercedes – Benz firmasının 9 katlı muhteşem bir müzesi var, hem dünyadaki olayların hem de Mercedes’in bu güne kada ki tarihinin arabalarla anlatıldığı bir müze. Müzenin en çok ilgi gösterilen bölümü F1 arabalarının olduğu bölüm. İngiliz F1 pilotu Lewis Hamilton‘un kullandığı araba da burada sergileniyor. Yine şehirde Porche firmasının da otomobil müzesi var.
Stuttgart’ın en büyük ve en önemli caddesi KönigStrase. Hayat burada daha farklı geçiyor. Tüm önemli giyim mağazaları, lokantalar, kent meydanı, müzeler, parlemento binası, eski ve yeni kale bu bölgede yer alıyor. Caddenin uzunluğu yaklaşık 2 kilometre. Yine görülecek önemli yerler arasında Feuersee Platz (Meydan)ındaki, Feuersee Kilisesi var. Kilisenin önünde yangın söndürmede itfaiye araçlarının su aldığı içinde kuğu ve ördeklerin yüzdüğü bir göl de var. Kilisenin kuleside, 2.Dünya Savaşı’nda bombalanarak yıkılmış ve geri yaptırılmamış.
Stuttgart’tan aklımda kalanlar şimdilik bu kadar. Birde geldi geleli hava bulutlu ve yağmurlu. İlk defa bu gün 2 saat kar yağdı, çocuklar gibi sevindim.
İkinci yazımda Nurnberg’i anlatacağım.
NOT: Almanya uçuşum sırasında 3 saat boyunca uçakta benimle sohmet eden ve yolculuğumun neşeli geçmesini sağlayan nazik, sempatik ve güler yüzlü yol arkadaşım Birsen Hanım’a da buradan çok teşekkür ederken sevgi ve saygılarımı gönderiyorum.