Ilk Türk dilcisi ve ayni zamanda ilk Türkolog sayilan Kasgarli Mahmud 11. yüzyildaki Türk boylari hakkinda bilgi verirken, “Türkler aslinda 20 kabiledirler ve her kabilenin de çok sayida dallari vardir ki, onlarin sayisini ancak Allah bilir” der.
Kasgarli Mahmud’un 11. yüzyildaki Türk boy adlarindan bazilari bugün de ayni adla yasarken (Kirgiz, Tatar, Baskirt gibi), bazi adlar ise yalniz bugünkü boylarin tarihi boy grubu adi olarak hatirlaniyor (Oguz, Kipçak, Karluk gibi). Bazi boy adlari ise, çoktan tarih sahnesinden çekilmisler (Peçenek, Basmil, Yemek gibi). Kasgarli Mahmud’un saydigi Türk boy adlarinin bir çogu da 8. yüzyildaki Orhun yazitlarinda geçmekteydi. Kasgarli Mahmud Türk boylarinin dil özelliklerinden bir bölümü hakkinda da Divan’inda iyi bir dilci dikkati ile bize bilgi aktariyor.
Kasgarli Mahmud’dan tam 8 yüzyil sonra 19. yüzyil sonlarinda Alman asilli Rus Türkologu Wilhelm Radloff Türk lehçeleri Edebiyatindan örnekler serisi antolojilerinde özellikle Güney Sibirya ve Altay bölgesindeki çok sayida Türk boylarinin agizlarindan derlenmis halk edebiyati örneklerine, 4 ciltlik Türk Agizlari (Diyalektleri) Sözlügü’nde de onlarin sözvarligina yer vermistir (Koybal, Kaçin, çulim, Soyon, Altay-Kiji gibi). Görüldügü gibi, Türk boylari ve onlarin konusma dillerinin sayisi tarih boyunca tam olarak tesbit edilemeyecek kadar çok oldugu gibi, bugün de çoktur.
Türkoloji çalismalarinin bugünkü düzeyinde bile, biz Türk dilinin bütün kollari ve onlarin alt-kollarini hepimizi tatmin edecek yeterlikte ayirdederek topluca siralama imkan ve bilgisine sahip degiliz. Türkiye’de sikça kullanilan Türk lehçeleri teriminin tam anlami benim için o kadar açik ve belirgin degil. 9Astelik, Türk lehçeleri dedigimiz zaman bugün dünyanin çesitli yörelerinde yasayan ve genel bir Türk dilinin kollarindan birini kullandigi varsayilan topluluklarin konusma ve yazi dillerinden hangilerini bu Türk lehçeleri terimi içinde toplayacagimizi da yüzde yüz kesinlikle bilmedigimi burada itiraf etmeliyim. Buyüzden, konusmamin basinda genel olarak Türk dili, Türk lehçeleri, Türk siveleri, Türk agizlari, Türk dilinin kollari terimlerinden ne anlasildigini yine bir kez sizlerle tartismak istiyorum. Türkçe ve Türk dili terimleri bizde, yani Türkiye’de, biri dar, ikincisi genis olmak üzere iki ayri anlamda kullaniliyor.
Dar anlamda bugün Türkiye’deki konusma ve yazi dilini Türkçe ve Türk dili diye adlandiriyoruz. Genis anlamda ise, Türkiye’deki Türk dili ile birlikte yeryüzündeki baska Türk konusma ve yazi dillerini de topluca Türkçe ve Türk dili diye karsiliyoruz. Resit Rahmeti Arat Türk dilinin kollarini siniflandirmada lehçe ve sive terimlerini kullandi. çuvasça ve Yakutçayi Türk dilinin lehçeleri ve geri kalan Türk dil kollarini ise Türk dilinin siveleri diye ikiye ayirdi. Hocamiz Muharrem Ergin bu siniflandirmaya bagli kalirken, Saadet çagatay Türk dilinin bütün kollari için yalniz lehçe terimini kullandi. Türkiye’deki baska Türkologlar ya lehçe terimini yegleyerek “Türk Lehçeleri” sözünü veya sive terimine bagli kalarak “Türk DEiveleri” sözünü kullaniyorlar. Talat Tekin ise, batidaki Türkologlara uyarak “Türk dilleri” terimi üstünde israr etmektedir. Tekin ayrica, çuvasçayi Türk dillerinden ayirarak, “çuvas-Türk Dilleri” diye bir siniflandirmaya gidiyor.
Eski Sovyetler Birligi’nde Türk dilinin kollari için “Türk dilleri” terimi kullanilmisti, bu gelenek SSCB dagildiktan sonra da bagimsizliklarina kavusan Türk cumhuriyetleri ile Rusya Federasyonu içinde yasayan Türk boylari tarafindan da artik benimsendiginden, onlar “Türk dilleri” veya “Türki diller” terimlerini sürdürüyorlar. Degisik Türk yazi dillerinde agiz (yani dialekt) karsiligi olarak ise, çogunlukla lehçe, az olarak ise sive terimine basvuruluyor. Bu “dil” ve “lehçe” terimlerinin Türkiye’de ve Türkiye disinda birbirinden farkli anlamlarda kullanimlari dolayisiyle Türkiyeli dilciler ile eski Sovyet sisteminde yetismis dilciler arasinda zaman zaman tatli tartismalar ve anlasmazliklar çikiyor. Eski SSCB’indeki Türk boylarinin temsilcisi dilciler bazen biraz alingan bir tavirla “Siz bizim dilimizi küçümsiyerek lehçe (yani agiz) durumuna düsürüyorsunuz!” diye üzüntülerini dile getiriyorlar.
Tabii ki, burada biraz onlarin ve biraz da bizim karsilikli kabahatimiz var. Biz Türkiye’de kendi konusma ve yazi dilimiz için çekinmeden sadece “dil” terimini kullanirken, disarda da Türkiye Türkçesini “Türk dili” (Turkish language) diye tanistiriyoruz. Ancak, bir Azeri, bir özbek veya bir Tatar kendi ana dili için “Azeri dili”, “özbek dili” veya “Tatar dili” terimine basvurdu mu, aceleyle atilarak, “Yok, bu yanlistir, Azeri dili yok, Azeri Türk lehçesi var!” diye israr ediyoruz. Bu ise, ister istemez Türkiye disindaki Türk boylarinin arasinda bizim biraz “üstünlük” tasar-ladigimiz kanisini yayginlastiriyor. Sanki, bizimkisi “Türk dili”de, onlarinki “bizim birer lehçemiz” gibi! Hele sive terimini “lehçe”anlaminda tamamen birakmamiz gerektigi görüsündeyim. Bizde de “sive”nin ikinci anlami agiz veya aksandir: Istanbul sivesi (yani Istanbul aksani), Laz sivesi, Külhanbeyi sivesiyle gibi. Türk boylarinin çogu da kendi anadillerinde sive terimini agiz (diyalekt) anlaminda kullaniyorlar. Lehçe terimi eskiden bazi Türk yazi dillerinde bizim bugün anladigimiz “Türk dilinin kollari” anlaminda kullanilmisti. Mesela, özbek dilcilerinden Abdurrauf Fitrat 1920 sonlarindaki eserlerinde “sive” ve “tarmak” (yani kol, dal) terimlerini kullandi: “Bizning tilimiz yalpi Türk tilining kuç bir tarmagidir.” (Bizim Dilimiz genel Türk dilinin genis bir koludur). Ancak, Fitrat gibi suurlu dil bilginleri ve aydinlarinin 1937-1940 yillari arasinda öldürülmesinden sonra, Sovyetler Birligi’nin baska yerlerinde oldugu gibi özbekistan’da da “Türk dilleri” veya “Türki diller” terimleri yerlesti. Ben bu konusmamda su “lehçe” kelimesi dünyadaki bütün Türk boylari tarafindan anlasilan ortak bir terime dönüsene kadar, ‘Türk lehçeleri” terimi yerine, “Türk dilinin kollari” terimini kullanmanin daha dogru olacagi görüsündeyim. Bunun yaninda çesitli Türk yazi (yani edebi) dillerini de vurgulamak için de, Türkiye Türkçesi için ‘Türk yazi dili”, baskalar için “özbek yazi dili”, “Kazak yazi dili”, “çuvas yazi dili” diye “yazi dili” (veya “edebi dil”) terimini, yeri gelince de kisaca Türkçe, Azerice, Tatarca, Uygurca adlarini kullanabiliriz.
Bizdeki gibi “dil, lehçe, agiz” olarak üçlü siniflandirma birçok yabanci dil ve Türk dilinin baska kollarinda yok. Onlarda yalniz “dil ve agiz (yani lehçe)” “language and dialect” ikili siniflandirma vardir. Bu “dil mi, lehçe mi” tartismasini simdilik burada birakarak, genel olarak modern dilbilimde de “dil ve agiz” konusunun oldukça tartismali ve karmasik oldugunu, dil ile agiz arasindaki ayrimin her zaman o kadar da iyi yapilamadigini hatirlatmak isterim. Günümüz Amerikali dilbilimcilerinden Noam Chomsky “Dil Hakkinda Bilgi: Onun Tabiati, Kökeni ve Kullanilisi” adli çalismasinda, dil ile agiz arasindaki ayirimin aslinda sosyo-politik bir olgu olduguna isaret ederken, Max Weinreich adli dilciye atfedilen asagidaki espiriyi hatirlatir: “Bir dil ordu ve deniz kuvvetlerine sahip bir agizdir!” Biz burada bu cümledeki kelimelerin sirasini biraz degistirerek, anlamini daha da belirginlestirebiliriz: “Bir agiz orduya sahip oldugu zaman dil olur!” Chomsky ayni eserinde dilin sosyo-politik boyutuna deginerek, “Biz çincede n bir dil olarak sözederiz, halbuki çesitli çin agizlari birbirinden Roman dilleriç kadar apayridirlar. Biz Alman ve Hollanda dillerinden apayri iki dil olarak sözederiz, halbuki Almancanin bazi agizlari Hollandacaya yakindir ve Almancaya anlasilmayacak derecede uzaktir.” der.
Chomsky dil ve agiz arasindaki ayirimin temelde sosyo-politik boyutuna gönderme yaptigi halde, bu konuyu daha detayli olarak islemez. Biz burada sunu belirtebiliz: Dilbilimde asli olan “Konusma Dili”dir. Yani sosyolojik bir varlik olan dil elbette insan topluluklarinda ilk önce konusma dili olarak dogar, o toplulugun sosyal gelismesine paralel olarak geliserek kültürel boyut kazanir ve politik olaylar sonucunda ise agiz durumundan dil düzeyine yükselerek yazi diline sahip olur. Bunun örneklerini dünyadaki türlü dillerin gelismesinde görebildigimiz gibi, kendi dilimizin tarihinde de açik-seçik olarak yakindan izleyebiliriz. Türk dilinin bugün ayrintili olarak inceleyebildigimiz en eski örnekleri 8. yüzyildaki Orhun yazitlaridir. Hiç kimse Orhun yazitlarindaki dilin bir agiz, yani dar anlamda yalniz Göktürklerin bir agzi oldugunu iddia edemez. Halbuki, bu yazitlardan ögrendigimiz gibi o siralarda çok sayida Türk boyu Göktürk devleti içinde ve etrafinda yasadigi halde, onlar ayri ayri yazi dillerine sahip degillerdi. 8. yüzyilda Türk boylari birbirinden az veya çok farkli agizlarda konustuklari halde, tek bir yazi dili etrafinda birlesmislerdi ve bu da tabii ki Göktürk devletinin yazi dili olan Orhun Türkçesi diye bugün tanimladigimiz Türkçe yani Türk yazi dili idi. Bizim o yazitlarda bugün okudugumuz yazi dili belki de o siradaki Türk agizlarindan birisi veya bir ikisi üzerinde temellenmisti.
Bunu bugün kesinlikle bilemezsek de, bildigimiz tek nokta artik o yazitlardaki dilin bir yazi dili oldugu ve kendisinden çikmis oldugu agiz veya agizlardan apayri bir dil oldugudur. Yani bir veya birden fazla agiz Göktürk devleti içindeki sosyo-politik degismelere paralel olarak bir yazi diline dönüsmüstür. Daha sonraki yüzyillarda Eski Uygurca, Karahanlica, Harezmce, Kipçakça, Çagatayca (veya Müsterek Orta Asya Türkçesi ya da Dogu Türkçesi) diye adlandirdigimiz Türk yazi dilinin tarihi dönemlerinin ortaya çikisi yine türlü yüzyillarda Türk boylarinin çesitli yerlerdeki sosyo-politik gelismelerine simsiki baglidir. Bu saydigimiz Türk yazi dili dönemlerinde elbette çok sayida Türk agizi konusma dili olarak varliklarini sürdürüyordu. Yine bu konuda, özbek dilcilerinden Abdurrauf Fitrat’in 1920’lerdeki görüsüne göz atalim. Fitrat özbek Türkçesinin yazilmis ilk grameri sayilan Sarf adli sekilbilgisi (yani morfoloji) eserinin “Tilimizni F1 Tarihi Aqimi” (yani Dilimizin Tarihi Akimi) adli giris bölümünde, modern özbek yazi dilinin geçmis edebi mirasinini söyle ifade ediyordu (Abdurrauf Fitrat’in 1920’ler sonunda kullandigi terimleri göstermek için önce özbekçe metni okuyacagim: “Xaqâni Türkçeside qabile s E9velerini F1 üstide turgan edebilik h E2li bar. Div E2n Lugat’ni yazgan Qasqarli Mahmud bu s E9vege Xaq E2ni Türkçesi d E9geni k E9bi ara-sira yalgiz Türkçe d E9b hem qoyadir. Bu hallerni biz çigatay Türkçeside hem köremiz. çigatayça, Orta Asyada yasagan Türki qabile s E9velerini F1 hemmesiden yuqari turgan edebi, resmi beynel qabilevi bir tildir. Nev E2ik E9bi çigatay s E2irleri özlerini F1 bu edebi s E9velerige s E2dece Türkçe atini b E9rgenler.” Yani Fitrat Türkiye Türçesiyle söyle diyor: “Hak E2ni Türkçesinde kabile sivelerinin üstünde duran edebilik durumu var. Div E2nü-lügati’t-Türk’ü yazan Kasgarli Mahmud bu siveye Hak E2ni Türkçesi dedigi gibi, ara sira yalniz Türkçe de diyor. Bu durumu biz çagatay Türkçesinde de görürüz. çagatayca, Orta Asya’da yasayan Türk kabilelerinin sivelerinin hepsinden yukarda duran edebi, resmi kabilelerarasi bir dildir. Nev E2yi gibi çagatay sairleri kendilerinin bu edebi sivelerine sadece Türkçe adini vermisler.” (Alinti bitti). Ahmet Bican Ercilasun’un 23-27 Eylül 1996 tarihleri arasinda burada yapilan 9Açüncü Uluslar Arasi Türk Dili Kurultayi sirasindaki “Dilimizin Adi” adli bildirisindeki görüslerini Abdurrauf Fitrat da ta 1927’de dogruluyordu. Buna karsilik, 14. yüzyil baslarinda Italyan ve Alman misyonerleri tarafindan derlenmis Codex Cumanicus’taki dil ve edebiyat malzemesi Kuman Türklerinin yazi dilinin degil, konusma dilinin özelliklerini bize ulastirmaktadir.