Adamlık dininin her yaş kategorisi için belirlediği bir tavır tarzı vardır. Bunun yazılı bir metni ve açıklaması yoktur. Ancak insanlar, dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar, bunu bilir ve bütün detaylarıyla uygularlar. Örneğin 50 veya 60’lı yaşlara gelmeye başladıklarında yaşam şekillerinin, konuşmalarının, kıyafetlerinin, ses tonlarının, üsluplarının adamlık dininin kurallarına uygun şekilde değişmesi gerektiğine inanırlar.
Bu değişikliğin ana prensibi dünya nimetlerinden el çekme, şikayet ve karamsarlık üzerine kuruludur. Bu yaşlara gelen insanlar genellikle hayattan şikayet etmeye başlarlar. “Nasılsın?” sorusuna bu yaşlarda verilen cevap genellikle “işte idare ediyoruz, ne olsun bildiğin gibi” veya “ne yapalım hastalıklarla uğraşıyoruz” gibi olumsuz cevaplardır. Çünkü hayattan zevk almaya bir hakları olmadığına ve bu yaştan sonra tüm nimetlerden uzaklaşmaları gerektiğine dair batıl bir inançları vardır.
Özellikle kadınlarda menopoz ve erkeklerde andropoz dönemleri, adamlık dinine göre tavrın tümüyle değişmesi gereken bir dönemdir. Bu döneme girmiş olan birçok insan tüm güzellikleri terk eder. Bedenlerine bakmayı bırakırlar. Hem görünümlerine önem vermez hem de temizliklerine dikkat etmezler. Koyu renkler giymeye başlar, genellikle kahverengi, gri, siyah gibi renkleri tercih ederler. Bu bir nevi “yaşlılık yası” dır.
Canlı, göz alıcı renklere örneğin kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, pembe gibi renklere gerek olmadığını düşünürler. Halbuki bu son derece anlamsız bir kuraldır. İnsanlar Allah’ın yarattığı renkleri her yaşta kullanabilir ve bu nimetten her yaşta faydanalabilirler. Bu yaşlarda bazı kişilerin tavırları ve üslupları da tümüyle değişir. Bedenen bir güçsüzlükleri olmadığı halde birçok kişi bu yaşlara geldiğinde ağır, yavaş hareket eden, cansız bir insan olması gerektiğine inanır. Bu nedenle tepkileri donuklaşır, aslında çok hızlı konuşabilecekken özellikle ağır ağır, tane tane konuşmaya başlar. Kısaca süratli bir şekilde anlatacağı bir konuyu ağır hareketlerle uzun uzun anlatır. Bunu yaşlılığının bir gereği olarak görür.
Gençken son derece hayat dolu olan bir insan yaşlılıkla birlikte aniden neşesini, ümidini, hareketliliğini, canlılığıni kendi iradesiyle yok eder. Örneğin güzel bir manzaranın, güzel bir insanın, güzel bir şarkının veya kendisine gösterilen güzel bir tavrın sevincini ve heyecanını yaşamaz. Aksine bu tip anlarda sevinmek yerine hüzünlenir.
Adamlık dininin getirdiği kurallara göre insanlar bu yaşlardan sonra ölümü beklemeye başlamalıdır. Bu nedenle 60’lı yaşlara gelmiş olan hemen hemen tüm insanların hayatını ölümü bekleyerek geçirdiğini görürsünüz. Bu yaştan sonra artık yapacak bir şey kalmadığı inancı hakim olduğu için üretim tümüyle durur.
Gençken fikir üreten bir insan bu yeteneğini kullanmayı bırakır, son derece zeki ve becerikli olan bir kişi sırf yaşı ilerlediği için hiçbir şeyden anlamayan, zor duyan, zor düşünen, hiçbir şeyi beceremeyen bir insan taklidi yapmaya başlar. Çoğu insan son yirmi senesini pencerenin başında oturup dışarıyı seyrederek veya bütün gün televizyondaki dizileri izleyerek, dünyaya ait güzelliklerin tümünden elini çekerek vaktini geçirir. Bunun zararı ise kendisini düşünmemeye, hareket etmemeye ve yeteneklerini kullanmamaya alıştıran bu insanların zihinsel faaliyetlerinin giderek yavaşlaması ve erken bunama meydana gelmesidir.
Oysa doğru olan, insanın fiziksel yapısı elverdiği, gerçekten bir rahatsızlığı olmadığı sürece hem bedenen hem de zihnen çalışması, dünyada ahiret için hayır işlemeye devam etmesidir. Allah bir ayetinde, “Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et” (İnşirah Suresi, 7) şeklinde emretmektedir. Kuşkusuz Allah’ın emri her yaştaki insan için geçerlidir.