Troçki Suikastı

Troçki Suikastı

ABONE OL
Ağustos 21, 2023 16:20
Troçki Suikastı
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Troçki Suikastı 1940 yılının 25 Mayıs sabahında, Meksika’nın başkenti Mexico’da ortalık daha yarı karanlıkken, Gizli Polis Şefi Albay Sanchez Salazar aldığı bir haber üzerine, apar topar arabasına binmiş Morelos caddesine doğru yol almaya başlamıştı. Telefonla kendisine, Leon Troçki’ye suikast yapıldığı haberi verilmişti!..

Albay Salazar, otomobilinin camlarından ıssız sokakları seyrederken, Rus Devrimi’nin ünlü kişilerinden Leon Davidoviç Troçki’nin, Meksika’ya gelişinden beri geçen olayları kafasından geçiriyordu. Troçki ve yanındakiler gelmeden önce, onu böyle gece yarısı sokağa düşürecek olaylar öylesine az olurdu ki… Ama bu Ruslar geleli beri, başkent Mexico’da çok şey değişmişti.

Troçki’nin, Morelos caddesi üzerindeki evi, şehrin dışındaydı. Evi dışardan görenler, eski çağlardan kalma bir şato olduğu yargısına kolayca varabilirlerdi. Troçki ve yakınları, evi satın aldıktan sonra, onu tam bir kale durumuna getirmişlerdi. Alçak bahçe duvarları yükseltilmiş, kapıya kurşun işlemez kalın bir zırh geçirilmiş, üstelik her yana alarm zilleri takılmıştı.

Mexico halkı, bu güvenlik tedbirlerini çoğu zaman alaya alıyor, “Don Leon” dedikleri Troçki’ye ölüm korkusunun yerleştiğini söylüyordu. İşin doğrusunda, Gizli Polis Şefi Salazar da, halktan ayrı düşünmüyordu bu konuda…

Morelos caddesi bilimindeki eve geldiğinde Salazar görevlilerden ilk bilgileri aldı; suikast sonuçsuz kalmış, Troçki’ye hiç bir şey olmamıştı, ilk kapı, arkasından ikinci bira kapı daha geçildi. Salazar şimdi, Meksika iklimine özgü çiçeklerle süslü bir bahçedeydi. Burada, başta Troçki’nin sekreteri olmak üzere, öbür koruyucu polisler, ellerinde tabancalarıyla, halâ üzerlerinden atamadıkları bir heyecan içinde Gizli Polis Şefini karşıladılar.

Troçki de bu kalabalığın arasındaydı. Soğukkanlı görünüyordu. Yalnız, gözlüklerinin ardındaki mavi gözleri, bir garip ışıltıyla parlamaktaydı. Karısı yanıbaşında duruyordu. Kadın oldukça heyecanlıydı. Troçki’nin Sieva adındaki torunu, ayağından hafifçe yaralandığı için topallayarak yürüyordu.

Hep birlikte Troçki’lerin yatak odasına girdiler. Keskin bir barut ve yanık kokusu kaplamıştı odayı. Duvarlar ve yatakların üzerleri, atılan kurşunlarla delik deşik olmuştu. Odanın döşemesi ve yatak örtüleri de yanmıştı. Taban tahtalarından hâlâ duman tütüyordu. Odanın makineli tüfekle tarandığını anlamak için, Gizli Polis Şefi olmak gerekli değildi!.

Yapılan incelemeden sonra, Troçki’nin karısı Nathalia, olayı Salazar’a şöyle anlatıyordu:

“Gecenin yarısını bulmuştuk. Çok yakından gelen silah sesleriyle uyandım. Leon da uyanmış, uyku sersemliğiyle bana bakıyordu. Kulağına eğildim; “Odaya ateş ediliyor!..” dedim. Birlikte yataktan döşeme üzerine kaydık. O sırada, bahçe, evin içi ve oda, sanki birbiri arkasına yıldırım düşüyormuşçasına aydınlanıyordu. Kapının eşiğinde duran üniforma giyinmiş bir adam, durmadan içeriye ateş ediyordu. Bir ara, Leon’u kurşunlardan korumak düşüncesiyle yerimden doğrulmak istedim. Fakat hızla beni yanına çekti. Adamın elindeki makineli tüfeğin parıltısı ve gürültüsü, bir süre daha devam etti. Sonra birden, bütün sesler kesildi. Torunumuz kaçırıldı, yakınlarımız öldürüldü, diye düşündüm. Şimdi de, Leon’u yeniden öldürmeye gelecekler kaygısı içinde, korkunç bir umutsuzluğa kapıldım…”

Evin önündeki çimenlik, suikastçilerin attıkları bir yangın bombasıyla kavrulmuştu. Troçki, eliyle çimenliği göstererek:

“Anlaşılan, gelenler yalnızca beni öldürmek değil, aynı zamanda evi de yakmak istiyorlarmış..” dedi.

Albay Salazar sordu:

“Suç delillerini yok etmek için mi?”

“O da akla gelebilir… Ama, arşivimi ve bende kalan gizli belgeleri yok etmek için de bu saldırıya girişmiş olabilirler. G.P.U (Sovyet Gizli Polis Örgütü) şu sıra sürdürdüğüm çalışmaların konusunu öğrenmiş olabilir. Daha önce de, Norveç’teyken, evde olmadığımız bir sırada bazı kimseler içeri girmek istemişlerdi. Fransa’da da, buna benzer bir şey oldu; Sosyal Tarih Enstitüsüne belgeler vermiştim. Bir gece, kimlikleri bilinmeyen kişiler, Enstitünün demir kapısını kaynakla eriterek içeri girmişler, 66 kilo ağırlığındaki belgeleri çalmışlardı..”

Bütün tunları kuşkusuz Stalin düzenliyordu. O Rusya’da egemen olabilmek için en yakınlarını bile ortadan kaldırmaktan çekinmiyordu. Elbette sıra bir gün, Troçki’ye de gelecekti. Belirtileri de ortadaydı. Troçki’nin adı Sovyet devrim tarihlerinden, devrimi yansıtan tablolardan, hatta belgesel filmlerden, şarkı ve marşlardan çıkartılmamış mıydı?.. Önce Rusya’dan sürülmüştü. Şimdi de Troçki’yi öldürterek, bu sorunu çözümlemiş olacaktı. Ayrıca elini çabuk tutması da gerekiyordu; çünkü Troçki, kendi hayat hikâyesini yazmaya başlamıştı. Hem de tarihi belgelere dayanarak… Bunu önlemeliydi.

Yarım kalan bu suikastın üzerinden aşağı yukarı 3 ay geçmişti. 1940 yılının 20 Ağustos günü gelip çattı. Oldukça sıcak ve güneşli bir gün başlıyordu. Troçki, çalışma odasına geçmek üzereydi. Karısı Nathalia, kurşun geçirmez ceketini giymesini istedi. Troçki, her zaman olduğu gibi direnmiş ve kurşun geçirmez ceketi, tehlikeye daha yakın gördüğü koruyucusuna giydirmişti.

Onun kendine göre bir hayat görüşü vardı. “Kişinin kendisini süresiz olarak ölüme karşı savunması imkânsızdır. Yoksa, yaşamanın değeri kalmaz!..” derdi. Kendisini ölüme götürecek olan ikinci suikastın yapılacağı 20 Ağustos günü işte böyle başlamıştı.

Sonradan, karısının anlattığına göre, Troçki bütün gününü çalışma odasında geçirmişti. Akşama doğru dışarı çıkmış, bahçedeki tavşanlarını beslemişti. Yanıbaşında birisi vardı; hem de havanın açık olmasına rağmen, kolunda yağmurluğu, başına iyice geçirilmiş şapkasıyla Jackson duruyordu. Jackson. her günkünden daha sinirli ve kuşkulu görünüyordu. Bu adam, çevresinde de sevilmeyen birisiydi. Komünist geçinmesine rağmen, bu konuda bilgisi hemen hemen hiç yoktu. Yalnız, Troçki’nin en güvendiği sekreterlerinden birinin kızıyla nişanlı olması, Troçki’nin yanına girebilme olanağını ona sağlıyordu. Nişanlısıyla birlikte gelirdi daima, ilk olarak 18 Ağustos günü yalnız gelmişti. Bu gün de ikinci kere Troçki’nin evine tek başına geliyordu.

Bir ara Troçki karısına:

“Jackson burada, nişanlısı Sylvia’yı bekliyor… Bu gece New York’a gideceklermiş.” dedi.

Jackson da, bayan Nathalia’ya şunları söylemek gereğini duydu:

“Onu, burada bulamayınca şaşırdım! Oysa daha önce gelmesi gerekiyordu.”

Sonra Troçki’ye dönerek:

“Onu beklerken, son yazdığım yazıyı da bir gözden geçirelim.” dedi.

Troçki’nin bu teklif karşısında biraz canı sıkılır gibi oldu. Fakat olgun kimselere özgü hoşgörüsüyle, bu teklifi kabul etti. Birlikte çalışma odasına girdiler.

Olayın bundan sonrasını bayan Nathalia şöyle anlatmıştır:

“En çok iki üç dakika geçmişti ki, korkunç bir bağırma işittim. Baktım; Leon, eşik üzerinde gözüktü. Düşmemek için de arkasını kapıya dayadı. Zorlukla ayakta durmaya çalışıyordu. Yüzü kan içindeydi. Gözlüksüzdü ve gözleri dehşetle açılmıştı!

“Ne oldu, ne oldu?” diye bağırarak onu kollarımın arasına aldım. O, yalnızca:

“Jackson…”

diyebildi. Her şeye rağmen soğukkanlı bir görünüş içindeydi. Birlikte birkaç adım atabildik. Sonra onu yavaşça yere bıraktım. O zaman işitilmesi güç bir sesle:

“Seni seviyorum Nathalia!..” dedi. Başıyla çalışma odasını göstererek:

“Biliyor musun orada… Ne yapacağını anladım… Bir kere daha vurmak istedi, fakat kaçtım!.”

Durumu öğrenen evdeki koruyucular, dışarıdaki polislere haber salarken, süre kaybetmeden Jackson’ın üzerine atılmışlardı. Umutsuzca direnen katilin şapkası başından fırlamış, odanın bir köşesine yuvarlanmıştı. Elindeki suç aracı olan keser de, boğuşma sırasında yere düşmüştü. Kâğıtlar, gazete ve dergiler ortalığa saçılmıştı. Troçki’nin üzerinde büyük bir özenle çalıştığı Stalin’in hayatıyla ilgili eserin birçok sayfası kan içindeydi!.. Öfke içindeki koruyucular, tabancalarının kabzalarıyla, durmadan Jackson’a vuruyorlardı.

Jackson ise, dehşet ve acı içinde bağırıyordu:

“Onların zoruyla yaptım bunu!.. Öldürün beni!.. Annemi hapsettiler.. Beni tehdit ediyorlardı…”

Bu sırada, yığıldığı yerden Troçki’nin sesi duyuldu: “Öldürmeyin onu!.. Konuşması gerekiyor!., öldürmeyin onu!..”

Hastaneye kaldırılan Troçki’nin yarasını doktorlar çok derin buldular. Aynı zamanda sürekli kan kaybediyordu Kafatası çökmüş, beyni zedelenmişti. Kurtulma umudu yok denecek ölçüde azdı. Yapılan ameliyat bir sonuç vermedi Troçki uzun bir süre can çekiştikten sonra, 1940 yılının 21 Ağustos sabahında, ortalık ağarmaya başlarken oldu.

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.


HIZLI YORUM YAP