Öykünün Yüzyılı

Öykünün Yüzyılı

ABONE OL
Ağustos 19, 2023 09:13
Öykünün Yüzyılı
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Öykü 1900
20. yüzyıl zaman ve hız kavramlarının dönüştürdüklerine tanıklıklar yüzyılıydı. Edebiyatın kuşattığı alan da bu sürecin bir parçasıdır. Dönüşenlere, değişimle gelenlere tanıklık. Hem içinden, hem de dışından…

1900, öykücülüğümüzün başlangıç noktası değil; bir geçiş, bir belirleme, hatta bir çağ yansımasını getiren bir dönemeç değil. Gelinen yeni yüzyılın başı, yani 2000 için aynı şeyi söyleyemeyiz. Bu 100 yıllık süreçte bir kalıtın oluştuğu görünen bir gerçektir. Yeni yüzyılın böylesi bir anlamı var. Öykü adına alınan yol önemlidir.

Peki, nedir öyleyse, yeni bir yüzyıla girerken; yani 20. yüzyılın ilk günlerinde öykücülüğümüzün durumu/görünümü? Sözünü ettiğimiz kalıtın başlama noktası, ivmesi nerededir?

Öncesine bakıyoruz: 1879’li yıllarda Ahmet Mithat’ın Kıssadan Hisse, Letaif-i Rivayat (1870/71), Emin Nihat’ın Müsameretname’sini (1872/75) görmekteyiz. Geleneksel “hikaye” anlayışıyla yazılmış ilk örnekler.

Edebiyatın bu zaman diliminde geçirdiği evrelerin (Tanzimat, Servet-i Fünun, Fecr-i Ati) öyküyü yeni yüzyıla hazırladığını pek söyleyemeyiz. İlk girişimler, ilk örnekler gelir: Nabizade Nazım uzun öyküsü Karabibik’te (1890/91) bir ‘ilk’i gerçekleştirir; Anadolu’yu, kırsal kesim insanının yaş******* kesitleri yansıtır. Samipaşazade Sezai, Küçük Şeyler’le (1892), Batı etkisinde yazılmış ilk öykü örneklerini verir, ardılı dönemde de etkili olur. Halit Ziya Uşaklıgil ise, öykü türünün 20. yüzyıla taşıyan ikinci addır. Bir İzdivacın Tarih-i Muasakası (1888), Bir Muhtıranın Son Yaprakları (1890), Bu muydu? (1894), Hayhat (1894), Nakıl (4 ciltlik telif ve çeviri öyküler), Küçük Fıkralar (1898) kitaplarıyla yüzyılın önünde durur. Yüzyıla ilk adımda, gene bu iki adın kitaplarını görürüz: Rümuz-ül Edep (Samipaşazade Sezai), Bir Yazın Tarihi (Halit Ziya, 1900).

Halit Ziya’nın, roman ve öykü türünde kalıcı yapıtlar kazandırma çabasını pekiştiren bir başka yanı da araştırmacılığıdır. Kasım 1887- Mart 1888 tarihleri arasında “Hizmet” gazetesinde yayımladığı bir dizi eleştiri yazısını, 1891-92’de Hikaye (1) adıyla kitaplaştırır. Öykünün ve romanın, yeni yüzyıla girerken, Türkçede yazılmış tek karşılaştırmalı eleştirel kitabıdır. Bunun, Halit Ziya’nın edebiyattaki açılımlarını, ufkunun genişliğini gösteren bir yanı vardır.

Beşir Fuat’ın, bir düşünce adamı olarak, dönem aydınlarının, yazarlarının bu konularda düşünmelerine ve yapılan tartışmalara zemin hazırladığını söyleyebiliriz.

Halit Ziya, bu kitabıyla, öykü ve roman yazarlarına bir pencere açar. Kaygılarını ise şöyle dile getirir: “Şimdi, üzülmemek nasıl mümkün olur ki, diğer milletlerde bu kadar önemli sayılan, bu kadar seçkin bir yer tutan, insanlara, insanları tanıtma görevini üzerine alan hikayeler bizde masallar ile bir tutuluyor. Evet, nasıl üzülünmez ki Batılıların son derece yücelttikleri bu edebi tür bizde henüz çocuk çağında.

Gayretli bir çevirmen çıkıp da bize büyük hikaye yazarlarının veya daha doğrusu insanoğlunun hislerinin araştırıcılarının eserlerini çevirmiyor. Bir yetenekli yazar yetişip de Osmanlılarda, diğer medeni milletlerin bundan bir yüzyıl önce beğenilen hikaye tarzını değiştirmeye çalışmıyor.”(2)

“Hikaye” üzerine düşüncelerini dile getiren Halit Ziya, “hikaye”nin tarihsel oluşumuna değinerek, romantiklerle realistlerin bir karşılaştırmasını yapar. Buradaki amacı da şudur: “…vatanımızda hikayecilikle ün yapanlarla hikaye çevirmenlerinin yanlışlarını çıkarmak veya hizmetlerini küçük görmek değildir, aksine vatanımızda Muhayyelat-ı Aziz Efendi tarzında hikayelerden başka bir şey tanılmadığı bir sırada ilk defa olarak ulusal ve özgün hikaye yazan saadetli Ahmet Mithat Efendi Hazretleriyle sözü edilenin izinden gidenlere hissemize düşün teşekkürü sunmak isteriz. Fakat şunu da eklemek isteriz ki bu gün en olgun derecesini bulacağı realizm yoluna giren hikaye şimdi bizde görülenlerin derecesinde kalmamıştır.”(3)

Görüleceği üzere, Halit Ziya, romanda olduğu gibi, öyküde de 20. yüzyıla geçişte ilk etkileyici addır. Öykü üzerine düşünceleri kadar, öykülerinde yansıttığı insan gerçekliklerini anlatma biçemiyle de ilgi çekicidir.

Edebiyatımızda Öykü Yüzyılı Edebiyatımızda öykünün yüzyılı, zaman ve hız kavramlarının,- bir değişim öğesi olarak-, dönüştürdüğü durumları yansıtan boyutlara sahip. Bu süreç, öykünün, edebiyatın asal türlerinden olduğunu örnekleyen birikimi var etmiştir. “Çağdaşlık”, “modernlik” gibi kavramlarla öykünün tanımlanmasından, kuşakların/yazarların eğilim/yönelimlerinin belirlenmesinden söz edebiliyoruz bu yüzyılda.

Özellikle uluslaşma düşüncesi; ulusal edebiyat, ulusal dil kavramlarını getirir. “Yeni Edebiyat” anlayışı, bir bakıma da “yerli edebiyat”ın önünü açar. Öyküde Ömer Seyfettin, Memduh Şevket Esendal, F. Celalettin, Refik Halit Karay “yerli edebiyat/yerli öykü”nün öncüleridirler. Nasıl ki; önceki yüzyılda Ahmet Mithat Efendi, Emin Nihat, Samipaşazade Sezai, Halit Ziya Uşaklıgil ‘kuruluş dönemi’nin öncüleriydi iseler, öyküye yeni açılımlar getiriyordular; bu yüzyılın başlangıcında da belirleyici adların bunlar olduğunu söyleyebiliriz. “Yerli hikaye”nin öykünün yüzyılındaki “ilk”leridir. Bir bakıma da, çağdaşlaşma yolundaki ilk adımlar bu süreçte (1911-1930) gelir. Toplumun yeniden kuruluş dönemine tanıklık, öyküyü daha işlevsel kılmıştır. Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Osman Cemal Kaygılı, Selahattin Enis, Kenan Hulusi Koray, Sadri Ertem, Bekir Sıtkı Kunt öyküde böylesi bir amacı güderler..Geçiş sürecine tanıklık..

Toplumun tanıma, anlama, tanımlama bu süreç sonrası öykücüleriyle gerçekleşir diyebiliriz. Öykünün topluma, insana dönük yüzünün giderek etkin olduğu; öykü estetiğinin sürekli gözetildiği bir dönemdir 1930-1950’lı yıllar. Öykü, türsel olarak da, gerçek kimliğine kavuşur. Kuşkusuz, bunda, çeviriler döneminin, aydınlanma düşüncesinin etkinliğinin qayı var. Sait Faik Abasıyanık, Sabahattin Ali türün yüzyıldaki önemli iki adı olarak öne çıkarlar. “Yerli hikaye”nin yeni yüzyılda tanımını yapabileceğimiz örnekleri verirler. Öyle ki; bu yüzyıla taşan kalıtın başlıbaşına iki adı, öykü coğrafyamızdaki iki farklı yönelimin ustası. Onların yanıbaşında ise Oktay Akbal, Orhan Kemal, Haldun Taner, Aziz Nesin’i görmekteyiz. Kısa öykünün tür olarak yaygınlığı, etkinliği; işledikleri konu ve temalarla bu türü zenginleştirici kılmaları gözardı edilemez elbette.

Bu yüzyılda dönemlerden/akımlardan söz etmiştik. “1950 Kuşağı” öykücülüğünün yüzyıla damgasını vurduğunu söylemek hiç de abartı sayılmamalı. Öykü, tür olarak, eğer yeni yüzyıla taşınacak ise bu kuşakla olacaktır o da. Bilge Karasu öyküsü 21. yüzyılda anlaşılacaktır. Vüs’at O. Bener de bu yüzyıla uyarılar getirdi ironisi, karamizahıyla..Öyküye yeni bir biçem verdiler. Tahsin Yücel, Nezihe Meriç, Orhan Duru, Adnan Özyalçıner, Demir Özlü, Onat Kutlar, Erdal Öz, Ferit Edgü, Demirtaş Ceyhun, Feyyaz Kayacan, Leyla Erbil bir kıyıda; Necati Cumalı, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Muzaffer Buyrukçu, Tarık Dursun K., Erhan Bener, Zeyyat Selimoğlu… öte kıyıda imlediğimiz zenginliği bu yüzyılda var ettiler.

Öykünün Altın Çağı
Öykünün yüzyılı ‘altın çağ’ını 1960-1970’li yıllarda yaşadı. Toplumsal yapıdaki değişme, zaman ve hızın buradaki belirleyici dinamikleri öykünün önünü açmıştır. Çevirilerin, dünyaya açılmanın, dünyayı tanıma ve yorumlamanın öykücülüğümüzün zenginleştirici/geliştirici boyutları olmuştur. Füruzan, Bekir Yıldız, Sevgi Soysal, Necati Tosuner, Tomris Uyar,Selim İleri, Hulki Aktunç, Nedim Gürsel, Adalet Ağaoğlu, Selçuk Baran, Ümit Kaftancıoğlu, Osman Şahin, Necati Güngör, Ayşe Kilimci, Nazlı Eray, İnci Aral.. “yeni hikaye”nin yeni yüzleri olmuşlardır. Öykünün coğrafyası genişler, zenginleşir.

Ülkenin yaşadığı değişim/dönüşüm dönemi, yani 1950’lerde başgösteren kapitalistleşme süreci, asıl ivmesini 1960’larda bulur. Gene aynı süreçte, iktidardaki sivil-asker çatışması, toplumun inşası sürecinde başlayan aydınlanmacı girişimlerin kesintiye uğratılması toplumu bunalıma, ikilemlere sürükler. Çatışmanın odağında yaşanılanlar edebiyatın, dolayısıyla öykünün gelişme dinamiğini etkiler. 1961 Anayasası ile gelinen yer; özgürlükler ortamını var edebilme girişimleridir.. Demokratik bir toplumu oluşturabilmenin ilk yolu ifade özgürlüğünün sağlanabilmesidir. Yüzyılın son kırk yılında üç askeri darbeye tanıklık eden ülkenin tarihsel toplumsal konumu yeni yüzyıla taşınacak olan öykücülüğümüzün hem ilgi/konu alanı olmuş, hem de belirleyeni..Son yirmi yılın birikimini niteliksel olarak değerlendirebilmenin erken olduğunu düşünüyorum. Önceki kuşakların etkinliği sürdüğü sürece, bu dönem öykücülerin; en azından şu adların Ayla Kutlu, Nursel Duruel, Erendiz Atasü, Feyza Hepçilingirler, Sulhi Dölek, Feride Çiçekoğlu, Mahir Öztaş, Cemil Kavukçu, Ahmet Yurdakul, Ülkü Ayvaz, Ahmet Önel, Buket Uzuner, Mario Levi, Jale Sancak, Ayfer Tunç, Ali Balkız, Mehmet Güreli, Murathan Mungan’ın öykünün , yeni kuşaklar adına, yeni yüzyıla taşıyıcısı olabileceklerini düşünüyorum.

Öykünün yüzyılı, öykücülüğümüzün gelişiminde önemlice dönemeçleri var etmiştir. Bunları adlar ve ‘kuşak’lar bağlamında imlemeye çalıştık. 21. yüzyılın öykünün yüzyılı olacağını söylemek için ‘kahin’ olamk gerekmiyor, kanımca. Başta da imlediğim gibi; zaman ve hız kavramlarını karşılayacak tek tür, öyküdür de ondan!

1999’da Öykü
Öykünün yüzyıldaki bu görünümünün son ürünlerine göz atacak olursak, imlediğimiz süreçte öne çıkabilecek adların yazma çabalarının zenginleştiğini gözleriz.

1950 Kuşağı bu kulvarda ilk sıradaydı gene. Bilge Karasu’nun ardında bıraktıkları iki kitap olarak okura sunuldu: Lağımlaranası ya da Beyoğlu, Öteki Metinler. Füsun Akatlı’nın yayıma hazırladığı her iki kitap, Karasu anlatısının gizlerini veriyor bize. Buna coğrafyasının, iklimin renkleri demek belki daha doğru. İlk kitapta yer alan anlatı/öyküler onun yerlilik/kimlik, ait olunan yazı coğrafyasına açık göndermeleri olan metinlerdir. Onun “çekirdeğe ulaşma çabası”nın birer yansıması her biri. Beliren bir başka boyut ise, Bilge Karasu’nun düşünce boyutunun yansılarını bulabilmemizdir. Öteki Metinler’de bu yan daha da ön plandadır. Şunu söyleyebilirim: Karasu anlatısı için ‘anahtar metin’lerdir ardında bıraktıkları. Onu daha iyi anlamak, daha iyi yorumlayabilmek için, yer yer açık, yer yer de kapalı metinler öykü tadıyla okunuyor.

Komşular, Tahsin Yücel’in öykücülüğünde, Aykırı Öyküler’den sonra geldiği çizginin süreğinde ürünleri içeriyor. Beş öykünün yer aldığı kitap, Tahsin Yücel öyküsünün tipik özelliklerini sunuyor bize. Toplumdaki çözülme, yozlaşma, değişim ve yabancılaşmanın bireylerin dünyalarına yansıları..Bunların da ironik biçimde anlatımı..Öyküsünün ana damarını hiçbir zaman bırakmadan, kente dönüş, bakış..Buradan uçlananlarla toplumun profilini çizer adeta. Kitaba adını veren öyküdeki “Albay Atmaca” tiplemesi bunun güzel bir örneğidir. Yücel, öyküsünün yeni yüzyıla taşınacak izleklerini ustalıkla işliyor.

Ferit Edgü, İşte Deniz, Maria; Muzaffer Buyrukçu, Dumanı Tüten Çay Gibi ile öyküdeki soluklu çabalarını sürdürdüklerini imliyordular..

Peride Celal, Melahat Hanım’ın Düzenli Yaşamı’yla toplumumuzun son yıllardaki değişim uğraklarına bireylerin dünyalarından yola çıkarak bakmaya çalışıyor. Değişenle çözülenen, yozlaşmayla gelenlerin tarümar ettiği hayatlar..Bunları ustalıkla resmediyor, Peride Celal. Bir sızı, bir içleniş bırakıyor..

Attila İlhan, bu kez, bir öykü kitabıyla okurun karşısında: Yengecin Kıskacı. Dört uzun öyküsünde okuru farklı boyuta taşımayı amaçlıyor. Yazarın deyimiyle; “üçüncü boyut”..Yani; öykülemeden uzaklaşarak, “görselliğin ağır bastığı bir tipleme, olaylama ve kurgulama tekneği”ni yeğlemek.. İlhan, anlatısının görsel zenginliğiyle öyküye yeni bir bakış açısı getirebiliyor..Gene de romancılığının açtığı tuzaklara düşmekten kendini alamıyor yazar.

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.


HIZLI YORUM YAP