Modernite fikri hem geçmişin kökten bir eleştirisini hem de değişime ve geleceğin değerlerine kesin bir bağlılığı dile getirdiğine göre, modernlerin, özellikle de son iki yüzyıl boyunca, neden çatışmacı “avant-garde” (ya da “advance guard” [öncü güç], ya da “vanguard” [ileri kol]) eğretilemesini edebiyat, sanatlar ve politika da içinde olmak üzere çeşitli alanlara uygulamayı yeğlediğini anlamak zor olmasa gerek. Kavramın apaçık savaşçı içermeleri, çok yerinde bir biçimde, avant-garde’ın daha geniş bir modernite anlayışına borçlu olduğu bazı tavırları ve yönsemeleri hedefliyor– sert bir saldırganlık, törelere uymazlık (nonconformism) övgüsü, yol açıcı cesur keşif ve daha genel bir planda, zaman’ın ve içkinliğin ebedi, değişmez ve aşkın olarak belirlenmiş görünmeye çalışan gelenekler üzerinde sonul zaferine olan güven. Gelecek için savaşımda, bir öz-bilinç ve kahraman avant-garde mitini mümkün kılan da, modernitenin zamanla ve ilerleme kavramına sarsılmaz güvenle kurduğu bağlaşıklıktı. Tarihsel olarak, avant-garde, modernite fikrinin bazı temel öğelerini dramatize etmekle, onları devrimci bir göreneğin temel taşları yapmakla başladı. Örneğin, ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısı boyunca, hatta daha da sonraları –hem politik hem de kültürel olarak– avant-garde düşüncesi, modernitenin köktenleştirilmiş ve güçlü bir biçimde ütopyalaştırılmış bir versiyonundan biraz öte bir şeydi.
(Kendini avant-garde’ın bir üyesi olarak görmeden edemeyen) kuramsal bir devrimci bakış açısından, adalet eninde sonunda zafere ulaşacağı için, başına buyruk geçmiş kendiliğinden mahkûm edilmiştir; fakat geleneğin baskıcı etkisi uzun bir süre daha devam edeceğine göre, –avant-garde’la acilen birleşerek– ona hemen karşı çıkmak ve onu olabildiğince kısa zamanda baskı altına almak önemlidir. Geniş tarihsel evrim görüş açısı içinde onu kurtaracak hiçbir şey olmamasına karşın, geçmiş ve devrimcinin onun hâlâ yaşayan inatçı biçimleri olarak kabul ettiği şeyler, tedirgin edici, şeytani bir güç kazanır. Böylece, avant-garde yandaşı –son derece kurnaz ve korkunç bir canavar yarattığı– düşmanının uyutucu etkisine girerek, çoğu kez geleceği unutur gider. Geçmişin cinleri kaçırılırken, avant-garde’cının ima eder göründüğü gelecek kendini kurtarabilir. Öncelikle estetikle ilgilendiğimize göre, avant-garde’ın kuramsal gelecekçiliğinin, çoğu kez didişmeciliğin (polemicism) en köktenci türleri için ve yıkıcı ya da açıkça bozucu artistik tekniklerin yaygın bir biçimde kullanılışı için bir özürden öte bir şey olmadığını söyleyelim. Farklı artistik avant-garde’ların gerçek programlarındaki olumsuz öğenin karşı konulmaz önemi gösterir ki, onlar en sonunda kendilerini her şeyi kapsayan bir nihilizme adamışlardır, bunun kaçınılmaz sonucu da öz-yıkımdır (burada, intihar estetiği “anti-sanat için anti-sanat” ile dadaizm, yerinde bir örnektir).
Kurtarıcı çabalarıyla romantik ütopyacılıktan köken alan avant-garde, temelde daha eski ve daha kapsamlı modernite fikrininkine benzer bir gelişim seyri izler. Bu koşutluk, kesinlikle, her ikisinin de başlangıçta aynı çizgisel ve geriye dönüşsüz zaman kavramına dayanıyor olmasına ve bunun sonucu olarak böyle bir zaman kavramıyla ilgili bütün o çözülmez ikilemlerle ve uyumsuzluklarla karşı karşıya gelmesine bağlıdır. Belki de avant-garde’ın tarihsel başkalaşımlarının herhangi birinde tek özelliği yoktur ki, daha geniş modernite alanında içerilmemiş, hatta önceden düşünülmemiş olsun. Bununla birlikte, iki hareket arasında önemli farklılıklar vardır. Avant-garde, moderniteden her bakımdan daha köktencidir. Daha az esnek ve ince ayrıntılara daha az hoşgörülü olduğu için, doğallıkla daha dogmatiktir – hem kendini zorla kabul ettirici olma anlamında, hem de tam tersi, kendini yıkıcı olma anlamında. Avant-garde, kılgısal olarak bütün öğelerini modern gelenekten alır, ama aynı zamanda onları büyütür, abartır ve çoğu kez hiç tanınmaz hale getirerek en umulmadık bağlamlara yerleştirir. Avant-garde’ın farklı ve tamamıyla gelişmiş bir modernite bilincinin yokluğunda kavranılamayacağı oldukça açıktır; bununla birlikte, böyle bir tanınma, modernitenin ya da modernizmin avant-garde ile karıştırılmasını –İngiliz-Amerikan eleştirisinde sık sık yapılan ve bu terminolojik çözümlemenin gidermeye çalışacağı bir karıştırmadır bu– mazur göstermez.
Avant-Garde ve Estetik Aşırılıkçılık
Apollinaire, kübizmin başlıca kuramcılarından biri sayılmasına karşın, Les Peintres cubistes (Kübist Ressamlar) kitabının yayımlandığı 1913 baharından önce “kübizm” terimini pek kullanmamıştı. Alcools’ün yazarının başlangıçta kübizm üzerine bir kitap yayımlamak düşüncesinde olmadığı biliniyor artık; onun kafasındaki şey, “yeni resim” üzerine yazılarından bir seçmeyi Méditations esthétiques gibi iddiasız bir başlık altında toplamaktı. Yaptığı ilk düzeltme kopyası (1912 Eylülü’nde almış olabilir bunları) “kübizm” teriminin bütün kitap boyunca yalnızca dört kez kullanılmış olduğunu gösteriyor. Ancak bundan sonra, Apollinaire özellikle kübizme ayırdığı birkaç kısa tarihsel ve kuramsal bölüm yazmış ve aynı zamanda adını da değiştirdiği kitaba sokmuştur. Bu ayrıntılar, şairin bu tür okul ve öğretileri fazla önemsemediğini, nerede ortaya çıkarsa çıksın, yeni deneysel ve artistik bakımdan devrimci eğilimlere açık biri olduğunu gösteriyor. Örneğin, 1913 Haziranı’nda, yalnızca Füturist ressamlara oldukça sert saldırısını değil, aynı zamanda önde gelen Füturistlerden Umberto Boccioni’nin kendisine yönelttiği sert suçlamaları da unutarak, ünlü Manifeste synthèse. L’Anti-tradition futuriste’i (1913) yazmıştır. Diyebiliriz ki, Apollinaire’e göre avant-garde, onun daha sonra “esprit nouveau” diye adlandıracağı şeyin eşanlamlısıydı (1917’de yaptığı ve ölümünden sonra 1918 Aralık tarihli Mercure de France’ta yayımlanan “L’Esprit nouveau et les poètes” başlıklı önemli konuşmasından söz ediyorum).
Yüzyılımızın ikinci on yılına kadar, bir sanat kavramı olarak avant-garde, birini ya da ötekini değil, estetik programları genellikle geçmişi reddetmek ve yenilik hayranlığıyla tanımlanan bütün yeni okulları gösterecek bir kapsam genişliğine ulaşmıştı. Fakat yeniliğe, çoğu kez, sırf geleneğin yıkılması sürecinde ulaşılmış olduğunu da göz ardı etmemeliyiz; Bakunin’in anarşist özdeyişi “Yıkmak yaratmaktır”, aslında yirminci yüzyıl avant-garde etkinliklerinin çoğuna uygulanabilir.
Bütün gelenek karşıtı aşırı hareketleri daha geniş bir kategoride toplama olanağı, avanat-garde’ı yirminci yüzyıl edebiyat eleştirisinin önemli bir terminoloji aracına dönüştürmüştür. Terim sonradan doğal bir “tarihsel görünüm kazanma” süreci geçirdi, fakat aynı zamanda, dolaşım hızlandıkça, anlamı nerdeyse denetlenemez bir çeşitlilik kazandı.
Poggioli, şunları yazıyordu:
“‘avant-garde sanat’ terimi (belki de eleştirel kavram da) hemen yalnızca Neo-Latin dillere ve kültürlere aittir…Terimin başka yerlerden çok Fransa’da ve İtalya’da daha derin köklere ulaşması ve daha uygun bir ortam bulması, terimin imlediği şeye karşı duyarlığın, bazı kültürel geleneklerde daha canlı olduğunu gösterebilir, örneğin estetikteki kuramsal sorunlar karşısında uyanık olan İtalyan, ya da sanatı ve kültürü özellikle onun toplumsal eğilimi ya da toplumsallığı (ya da ‘anti-toplumsallığı’) açısından görmeye eğilimli Fransız kültür geleneklerinde olduğu gibi.”
Avant-Garde Kuramı yazarının bu satırları yazışından bu yana durum çok değişti. Bir yandan, avant-garde terimi ve kavramı, bir süre için bunlara karşı çıkmış olan hem İngilizce konuşan ülkelerde hem de Almanya’da geçerlik kazanmıştır; öte yandan, avant-garde terimi, bazı bağlamlarda köken anlamını hâlâ yitirmemişse de, özellikle yüzyılımızın ilk yarısında ortaya çıkmış olan en aşırı hareketlerini gruplandırmada, egemen olarak tarihsel bir kategori olma eğilimini gösterdi. Hatta tarihsel bir kavram olarak avant-garde, şaşırtıcı derecede çeşitli terminolojik zıtlıklarda kullanılıyor. Örneğin, Amerikan eleştirisinde avant-garde genellikle modernizm’in bir eşanlamlısıdır ve daha geç ve apokaliptik postmodernizm kadar, romantisizm (özellikle de onun gecikmiş biçimleri) ve doğalcılık gibi daha önceki hareketlere karşı çıkartılıyor. Günümüz İtalya’sında, avant-garde kavramının “tarihselleştirilme”si, genellikle eski “avanguardia” (çoğunlukla “avanguardia storica” olarak adlandırılır) ile “neo-avanguardia” ya da bazen “sperimentalismo” arasında yapılan ayrımda açıktır. Buna benzer bir süreç İspanya’da da yaşanmıştır, ama orada “vanguardia” kavramı, ta başlangıcından beri, “modernismo” kavramına karşıt idi. Daha 1925’te, Guillermo de Torre avant-garde’cılığın uluslararası karakterini belirtmiş ve Literaturas europeas de vanguardia adlı kitabında incelemişti. Kitabın bugüne taşınan genişletilmiş son baskısında, yazarın tarihsel amacının başlıkta belirtilmiş olması ilgi çekicidir: Historia de las literaturas europeas de vanguardia (Madrid, Ediciones Guadarrama, 1965, 1971). “Vanguardismo” terimi İspanyol edebiyatı çağdaş tarihçileri tarafından çok kullanılır: Angel Valbuena Prat’ın Historia de la literatura espaola klasikleşmiş kitabının dördüncü cildi şu anlamlı başlığı taşıyor: Época contemporanea, o del Vanguardismo al Existencialismo. Bu durumda, avan-gardisme, existentialism’den ayrılmaktadır, oysa, Guillermo de Torre biraz önce adı geçen kitabında, varoluşçuluğu, avant-garde’cılığın II. Dünya Savaşı sonrası biçimlerinden biri olarak düşünüyor.
Mantıksal olarak söylenirse, her edebi ya da artistik biçemin kendi avant-garde’ı olması gerekir, çünkü avant-garde sanatçılar, kendi zamanlarının ilerisinde, öteki sanatçıların çoğunluğunun kullanımı için yeni anlatım biçimlerinin zaferini hazırlayan bir kimse olarak düşünmekten daha doğal bir şey olamaz. Fakat kültürel anlamında terimin tarihi –kısaca özetlediğim gibi– bunun tam tersini gösteriyor. Avant-garde şu ya da bu biçemi haber vermez; kendi başına bir biçem, daha doğrusu, karşıt-biçemdir o. Bunun içindir ki, örneğin, Eugène Ionesco, avant-garde tartışmasına sözcüğün kendisinin (ve
Petit Larousse’un) önerdiği askeri benzeşmeyi vurgulayarak başlamasına karşın, sonunda görünüşte normal düşünme çizgisini terk etmek zorunda kalır:
Avant-garde’ı karşıtlık ve kopma terimleriyle tanımlamayı yeğliyorum. Birçok yazar, sanatçı ve düşünür kendilerini çağlarının insanı olarak düşünürlerse de, devrimci oyun yazarı çağına karşı durur…Avant-garde insan, başkaldırdığı ve yıkmaya kararlı olduğu bir şehirdeki düşman gibidir; çünkü herhangi bir yönetim sistemi gibi, kurulu bir anlatım biçimi de bir baskı biçimidir. Avant-garde insan var olan bir sistemin düşmanıdır.”
Burada yine, her devrin başkaldırıcıları ve yadsıyıcıları olmasına karşın, gerçek avant-garde’ın ondokuzuncu yüzyılın son çeyreğinden önce varolmadığını açıklamalıyız. En ünlü avant-garde uzmanları onun ortaya çıkışının, toplumsal olarak “yabancılaşmış” bazı sanatçıların bütün burjuva değerler sistemine karşı çıkmak ve onu kültürden yoksun bütün evrensellik savlarıyla birlikte tümüyle alaşağı etmek gereksinimini hissettikleri anla tarihsel bağları olduğunu ileri sürmekte fikir birliği içindedir. Bunun için de, genellikle estetik modernitenin bir öncüsü olarak görülen avant-garde, tıpkı kültürel anlamında sözcüğün kendisinin de gösterdiği gibi, son zamanların bir gerçekliğidir. Bu durumda, sözcüğün tarihçesinin, gösterdiği olgunun tarihiyle aynı zamana rastladığı söylenebilir. Bu özel duruma, başkalarıyla birlikte Barthes da değiniyor; Barthes, 1956’da yayımlanan (daha sonra da Essais critiques’e aldığı) bir yazısında şunları söylüyor:
“Sözlüklerimiz, avant-garde sözcüğünün kültürel anlamda ilk kez ne zaman kullanıldığı hakkında kesin bir şey söylemiyor. Görünüşte kavram oldukça yeni; tarihte burjuvazinin, bazı yazarlarına göre estetik bakımdan yozlaşan ve karşı çıkılması gereken bir güç olarak ortaya çıktığı tarihsel anın bir ürünüdür. Sanatçıya göre, avant-
garde, büyük olasılıkla, her zaman özgül tarihsel çelişkiyi çözmenin bir aracı olmuştur: kendine karşı dönmüş şiddetli bir protesto şekli dışında ilk baştaki evrenselciliğini artık ilan edemeyen, maskesi düşmüş burjuvazinin çelişkisidir bu; başlangıçta, kültürsüz kalabalığa yöneltilmiş bir estetik şiddetle, daha sonra da, burjuva düzenine karşı çıkmak (örneğin gerçeküstücüler arasında) bir life style [yaşam biçimi] gereği haline geldiğinde, giderek artan bir estetik şiddetle; ama hiçbir zaman siyasi bir şiddetle değil.”
Barthes, aynı yazıda, avant-garde’ın ölümünden ilk söz eden kişilerden biridir: avant-garde ölmekteydi, çünkü değerlerine o kadar şiddetle karşı çıkılan aynı sınıf onu artistik bakımdan önemli saymaya başlamıştı. Aslında, avant-garde’ın ölümü, 1960’larda yeniden ortaya çıkan izleklerden biri olacaktı.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.