İBRAHİM FAİK BAYAV
Yunus Suresi’nin 7’nci ayeti, dünya hayatından ve o hayata razı olan kimselerden bahsediyor. Bu kimselerin layık olacakları yerin de ‘ateş’ olacağı hatırlatılıyor.
Yunus Suresi’nin 9’ncu ayetinde ise, iman eden ve salih amel işleyen kimselerden bahsediyor. Böyle kimselere naim cenneti layık olacağı haber veriliyor.
Ayetlerdeki bu bahis, sadece 600’lü yıllarda yaşamış Mekke ve Medine toplumları için değildir. Anlatım, o zamandaki başka toplumlar için, belki gelecek yüzyıllardaki tüm toplumlar için uyarı teşkil eder.
Yedinci ve dokuzuncu ayetlerde anlatılana dikkat edilirse, zikredilen iki çeşit insan grubu ve o iki insan grubunun layık olacağı sonuç, ‘amel-i salih’ unsurunun olduğuna veya olmadığına bağlı.
”Dünya hayatına razı oldular” şeklinde meal yapılan ”Ve razuu bi’l-hayâti’d-dünyâ” kelimesindeki ‘dünya hayatı’ henüz anlayamadığımız mana içerir.
‘Dünya’ دُنْيا, coğrafi terim olarak içinde bulunduğumuz gezegene verilmiş addır.
Dünya hayatı denince, bu gezegende doğma, büyüme, beslenme, çalışma, gelişme ve ölme anlaşılıyor. Lügatte belirtilen anlam da aynen böyle. Lakin ‘amel-i salih’ faktörü, meşru beslenmeyi, olumlu çalışmayı ve sağlıklı gelişmeyi gerekli kılar. Her iki insan grubunun hayatı dünya hayatıdır. Öyledir ama ayetteki ‘dünya hayatı’ kelimesi sadece iman etmeyenler ve salih amel işlemeyenleri tanımlamak için kullanılmış. O zaman ‘dünya hayatı’ kelimesinin anlamı, hoş olmayan, mutluluk vermeyen, zillet getiren bir hayat demek olur.
‘Razı oldular’ anlamı verilen ”ve itmeennû bihâ” kelimesi, fertlerin bulundukları konumda veya beldede rahatlığa alıştıklarını belirtir. Yani atalet dediğimiz şeydir bu.
‘Dünya’ sözcüğü, lügatte, ahiretin zıddı olarak da gösteriliyor. Yani var olacak yerden önceki var olan yer.
‘Ahiret’ terimi, sonraki zamanı belirtiyorsa, ‘dünya’ terimi, içinde bulunulan zamanı belirtir.
Yedinci ayetin başında, ”İnnellezîne lâ yercûne likâenâ” vurgusu var. Yani, o (dünya hayatına razı olan) kimseler var ya, bize rastgelmeyi ummazlar. Neden acaba?..
‘Nâ نا – Biz’ zamirinin karşılığı, OTORİTEdir.
Genellikle insanlar otoriteden uzaktırlar.
OTORİTE ya da onun gücü, istediği zaman toplum fertlerinin karşısına çıkar.
‘Onlar’ zamirinin karşılığı, toplum içindeki neyin ne olacağını bilemeyenler ya da umursamayanlardır. Güzel bir yaşam için yapılması gerekenler duyurulduğunda lakayt kalırlar.
Dokuzuncu ayette tanımı yapılan, iman edip salih amel işleyen kimseler, aynı toplum içinde olmalarına rağmen, otoriteden duyurulan kurallara inanmış kimselerdir. Otoritece yasaklanan hallerin, davranışların ve işlerin dışındaki hareketler ve işler serbesttir. Bu yaşam tarzı, ”Yehdîhim rabbühüm bi imânihim” müjdesi sebebiyle toplumu ‘naim cennetine’ götüren yolu oluşturur.
”likaenâ” kelimesi, ‘onlar’ zamiriyle işaret edilen kimselerin, salih amel işlenerek oluşturulan cennete layık görülmediğini belirtir. Layık oldukları yer 8’nci ayette belirtilen ‘nâr’dır. ‘Nar’ bizatihi ateş değildir. Ateş yakmış gibi sızı veren beladır. O ateşe düştüklerinde yaşamları, sıkıntılı ve kıvrandırıcı olacaktır. O yaşamdan kurtulmayı isterler belki ama istekleri ve beklentileri kurtulmalarına yetmez.
Ateş olarak Türkçeye çevrilen ‘nâr’ نارٌ sözcüğü, layık olduğu yer anlamında belirtildiğinde, belki onların ateşli hastalıklara maruz kalacakları, ıstırap çekecekleri anlamını içerir.
Salih amel işlenmesi sonucu müjde verilen ‘naim cenneti’, Rahatlık, ve konfor olan yerdir. ”Tecri min tahtihim el’enhâr” müjdesiyle, içilecek, yıkanılacak ve kullanılacak su, şebeke borularıyla konutların içlerine kadar gelir. Kullanıldıktan sonra kanalizasyon şebekesiyle atılır.
Kullanılacak suyu ısıtacak doğalgazın, şehirlerde ve beldelerde alttan akıtılarak konutlara getirilmesi ayet ışığında hatırlanmalıdır.
”Tecri min tahtihim el’enhâr” kelimesinin ebced değeri 1231’dir. Miladi 1816 tarihini gösterir. Avrupa, ”salih ameli’ önemseyecek, medeni yaşama geçiş planlaması yapacak; 1850 yılında gerçekleştirdikleri kanalizasyon sistemiyle kolera salgınlarının narından (ateşinden) uzaklaşacaktır.