İBRAHİM FAİK BAYAV
”Yaratılan ilk insanın cenneti neredeydi” başlıklı yazımda, çok müslümanın cenneti dünya gezegeninin dışında bir yerde olduğunu, Adem’in ve eşinin orada yerleştirildiğini sandığını, aslında cennetin Dünya’da olduğunu belirtmiştim.
Adı laik kesimde de çok konuşulan, müslümanlara ilginç fetvalar vermesiyle tanınan bir hoca, oluşturduğu internet sitesine ilgi duyulmasını istiyordu. Katkım olsun diye, üstte anılan yazımı gönderdim. İki gün sonra, cenneti göklerde bir yerde sandığı yazısını bana gönderdi. İtikadını teyid babında ayet ve hadis öne sürmesi, yıllarca okuduğunun öğrendiğinin ezber olduğunu belli etti.
Mecburen, zikrettiği ayete de cennetle ilgili hadis metnine de bakacağız.
Hadid Suresi, Ayet: 21 meali: ”Rabbinizin mağfiretine ve genişliği yer ve gök genişliği gibi olan cennetine doğru yarışınız. (O cennet) Allah’a ve Resulü’ne iman etmiş kimseler için hazırlandı”.
Bu ayet mealinden, cennetin Hz. Muhammed’e inananlar için var ve hazır edilmiş şeklinde bir anlam çıkıyor. Fakat, ‘cennet’ sözcüğünün nekre oluşu, nerede, nasıl bir şey olduğunu belirsiz ediyor. O zaman o ayetten cennetin mutlak hazır olduğunu anlamak mümkün olmuyor. Belki şartlara göre hazırlanması kolay. Sadece, cennet denen yere, genişliği ”gök ile yer arası gibi” ifadesiyle benzetme yapılmış.
”Ke arzı, essemai ve’l-arz” kelimesindeki ‘ke’ edatına mealciler ‘kadar’ anlamını vermişler. Eğer bu anlamı esas alırsak, ”gök ile yer genişliği kadar” tabirine verilecek anlamın, fertlerin ‘gök’ sözcüğünden ne anladığına göre değiştiğini görürüz. Kimi mealciler ‘gök’ sözcüğünden ‘uzay’ anlıyorlar. Benim anladığıma göre gök, bulutların yerden yukarı en yakın konumda oluştuğu alan, ya da en yukarı konumda oluştuğu alan olsa gerektir. (Yere en yakın konum 2 km; en uzak konum 13 km) Bahsedilen cennetin genişliği, en az 2 veya 3 km. gibi olur.
Bence ‘ke’ adatını, yeryüzü ile gök arasındaki var olan şey gibi şeklinde anlamalıdır. Buhari’deki hadis metnine bakılırsa, böyle anlam vermek yanlış olmaz.
Buhari’deki hadisin meali: ”Cennette 100 derece vardır ki, Allah, o cenneti, Allah yolunda mücahede edenler için hazırlamıştır. İki derecenin arası yer ile gök arasındaki şey gibidir” (Kitab’ul-Cihad ve Siyer).
Metindeki ”Ma beyne’d-dereceyni” kelimesindeki ‘derece’ sözcüğü, yürüyerek ya da tırmanarak çıkmayı, konumda yükselmeyi anlatır. İlk akla gelen merdiven gibi bir şeyle çıkmadır ya da konum yükseltmedir. Yürümeden ve tırmanmadan da yükselmenin bir yolu vardır elbet. ‘Beyne’, alt konum ile üst konum arası demektir ki, bunun gibi yüz tane kadar derecenin varlığı hadis metninde belirtilen cennetin vasfıdır. (100 sayısı, çokluk ifadesidir, kesin 100 demek değildir. Belki 20, belki 50, belki de gerçekten 100’dür)
”Kemâ beyne’s-semâi ve’l-arz” kelimesindeki ‘kema’ edatı, cennetin her derecesinin, gök ve yer arasındaki olan şey gibi benzetmesini yapar. Yani, arz adı, o yerin tabanı; gök adı, o yerin tavanı şeklindedir. Arasının ise (beyne), yaşamın gereği olan şartların varlığını zihne verir. Zaten hadis metninde ”Fe es’elûhü’l-firdevs” ibaresi var. Bu ibare ‘Firdevsi isteyin” biçiminde meallendirilmiş. Aslında bu ibare, cennetin firdevs kısmını sorun, araştırın anlamında olmalı. İsteğe cevap almanın şartı vardır. (Bkz: Kehf 107; Mü’minûn 8) Bu kelime, suyun bol olduğu, su bolluğuyla her çeşit bitkinin, çiçeğin, ağacın, meyvenin oluştuğu ya da oluşacağı alandır.
Hadis metnindeki ”inne fî’l-cenneti mîeten derecetin” kelimesi, (sondaki ‘te’ ‘he’ okunuyor, tenvin okunmuyor) ebced hesabıyla H.1379 / M.1958 ediyor.
Buradan öteye, Kur’an ayetiyle çağırılan cennetin nasıl bir şey olduğunu fehmetmek okuyanlara kalmış.