DİVAN EDEBİYATI VE ÖZELLİKLERİ
Türklerin İslam dini ve kültürünü benimsedikten sonra,Anadolu’da Arap ve özellikle Fars Edebiyatlarını örnek alarak oluşturdukları yazılı edebiyattır. Bu dönemin şairleri(ozanları) şiirlerini divan adı verilen kitaplarda topladıkları için söz konusu edebiyata da Divan Edebiyatı denilmiştir.Özellikle,medreseden yetişen aydın sanatçı ve yazarların saray ve çevresinde oluşturdukları bir edebiyat geleneği olduğu için,Havas(Yüksek Zümre) edebiyatı,Saray edebiyatı,Klasik Türk edebiyatı gibi adlarla da anılmaktadır.Divan edebiyatı sözünün 1900’den sonra ortaya çıktığı sanılmakta ve ilk defa kimin kullandığı bilinmemektedir.
TARİHSEL GELİŞME
Türklerin İslam Dinini kabul etmeleriyle toplum yapısı köklü değişikliklere uğrar.XII.yüzyıla gelindiğinde ise,saray,konak,medrese ve halk arasında değişik sanat ve edebiyat anlayışları kendini gösterir.Çağın genel çerçevesi içerisinde Arapça,bilim dili;Farsça,kültür ve sanat dili olarak benimsenir.Böylece Osmanlıca denilen bir karma dil ortaya çıkan ve arı(saf)Türkçe yi kullanan halk şairleri yanında bir de Osmanlıca ile eserler veren aydınlar sınıfı oluşur.Böyle olmakla beraber aydınları halktan tecrit(dışlamak)etmek mümkün değildir.
Divan edebiyatı bütün yazılı edebiyatlar gibi iki ana kolda gelişme göstermiştir:
1-Şiir
2-Düzyazı
ŞİİRİN KURULUŞ DÖNEMİ(XIII.yy-XV.yy’ın ilk yarısı)
Bu dönemde sözü edilmesi gereken en önemli olay,Farsça çevirilerdir.Fars şiirinin doruklarından sayılan Sadî,Feridüddin Attar,Nîzami gibi şairlerin bazı kitaplarının çevrilmesi,Divan şiirinin biçim özünün belirmesinde büyük ölçüde rol oynadı.Gülşehri, Feridüddin Attar’dan genişleterek eklemeler yaparak ve kendinden de bir çok şey kattığı Mantık-ut-Tayr (Kuş Dili) adlı mesnevisinde,tasavvuf felsefesinin temel ilkelerini anlattı.Hoca Dehhanî,din ve tasavvuf konularını bir yana iterek maddi aşkı ve şarabı konu edinen şiirler yazdı. Anadolu’da Hurufiliğin yayılmasında büyük rolü olan ve düşünceleri şeriata aykırı görülerek derisi yüzülen Nesimî yalın bir dille ve etkileyici bir anlatımla tasavvuf konularını geniş kitlelere yaymaya çalışan uzun soluklu bir şiirin yaratıcısı oldu. Sivas ve dolaylarında hükümdarlığını ilan eden Kadı Burhaneddin,siyasal hırsını,mücadeleci kişiliğini yer yer sergilediği şiirlerinin yanı sıra ince mazmunlarla örülü tasavvuf şiirleri ile Divan şiirinin kuruluşundaki öncülerden biri oldu.Çelebi Sultan Mehmed’in,özel hekimliğini yapan şeyhi,İran’daki tasavvuf felsefesini ve İran şiirinin inceliklerini iyi bilmesinin üstünlüğünü en başarılı biçimde kullanarak,tasavvuf şiiri geleneğinde kurucular arasında yer aldı.Ahmed Dai dahi şiir ve düzyazı türündeki yapıtlarıyla,özellikle türkçenin bilim ve sanat dili olarak gelişmesine katkıda bulundu.
GEÇİŞ DÖNEMİ(XV.yy’ın ikinci yarısı-XVI.yy’ın başları)
Fars şiirinin örnek alınmasıyla oluşturulmaya çalışılan yeni yazılı edebiyat geleneği,özellikle saray ve çevresindeki ileri gelenlerin yakın ilgi ve maddi desteği ile gerçek kimliğini bulma yoluna bu dönemde girdi.Divan şiiri,diliyle,dünya görüşüyle,ilgi alanlarıyla ve konularıyla halkın yaşamından uzaklaşmaya,resmi,daha doğrusu bürokratik bir edebiyat niteliği kazanmaya başladı.Fatih sultan Mehmed’in vezirlerinden Ahmed Paşa tasavvufa pek ilgi duymayarak şiirlerinde yaşamı ve sevgiyi konu aldı.Necati,İran şiiri etkilerinden sıyrılıp,halkın dilindeki atasözleriyle,deyişlerle,nüktelerle örülü yalın sayılabilecek bir dil kullanarak,yaşamın sıcaklığını duyurmaya çalıştı.
OLGUNLUK DÖNEMİ(XVI.yy’ın başları-XVIII.yy’ın ilk yarısı)
Divan şiirinin biçim ve içerik bakımından kendi yolunu bulduğu bu dönemde farklı eğilimler ortaya çıktı.XV.yüzyılda Aydınlı Visali’nin denediği aruzla,ama içinde yabancı sözcük ve tamlama kullanmaksızın halkın diliyle ve deyiş özellikleri ile şiirler yazma yolunu Tatavlalı Mahremi ve Edirneli Nazmi sürdürmeye çalıştılar.Türk-i basit(Yalın Türkçe)akımı denilen bu yol,Divan şiirinin yerlileşmesine katkıda bulunduysa da Divan şiirinin gelenekleşmiş biçim ve içerik özellikleri bu akımın bu sürdürülmesine pek olanak tanımadı. Döneminde üstat olarak tanınan Zati,güzel buluşları,şiire yatkın dili ve nükteli deyişleriyle Necati-Baki zincirinde bir halka oluşturdu.İstanbul’dan uzakta olmasına karşın Divan şiirinin en büyük şairlerinden biri sayılan ve şiiri”süsü güzel söz olan bir sevgili”ye benzeten Fuzuli,yeni mazmunlarla süslemesini bildiği aşk şiirlerinde,lirizmin doruğuna ulaştı;tanrısal aşka ilişkin şiirlerinde ise,tasavvuf akımının ilkelerine ustaca yerleştirmeyi başardı.
Gençliğinde,Batini inançlarını(Haşhaşiler)benimseyen Hayali,İstanbul’a geldikten sonra bu etkilerden sıyrılarak düş gücü bakımından zengin,söyleyiş bakımından rahat,yer yer özentilerle dolu bir şiir oluşturmaya yöneldi:Yaşamını,iç duyarlılığını ince hayallerle ördüğü dizelerine aktardı.Bütün isteği,Şeyhülislamlığa erişmek olan ama bu isteğini elde edemeden ölen Baki,şairlik yeteneği,dil ustalığı ve ince zevki ile Divan şiirinin ustaları arasındaki haklı yerini aldı: Yaşama sevincini ve zevkini,tasavvufa eğilim duymadan,ince söz ve anlam oyunlarıyla,sağlam ve tutarlı bir dille,yeni mazmun ve hayallerle anlattığı için”Sultan üş-Şuara”(Şairler Sultanı) diye adlandırıldı.Yaşamının büyük bir bölümünü Bağdat’ta geçiren ve bu nedenle “Bağdatlı Ruhi”diye anılan Ruhi,tasavvufçu bir dünya görüşünü benimsemiş olmasına karşın,özellikle Terkibibent’inde çevresindeki sofuların ahlaksızlıklarını,iki yüzlülüklerini alaycı bir dille eleştirdi. Yazdığı hicivleriyle idamını hazırlayan Nefi,özellikle kaside ve hiciv alanında ün yaptı(zengin çağrışımlar eşiğinde ustaca kullanılmış abartmalar,zengin söz dağarcığı,şiire olan egemenliğinin başlıca göstergeleridir)Bir din adamı olmasına karşın Şeyhülislam Yahya,din dışı konuları yalın bir dil,zengin imge(hayal) yüküyle işlediği şiirleriyle Baki’yi Nedim’e ulaştıran gazel çizgisindeki basamaklardan birini oluşturdu.
Nailî-i Kadim,sözcük seçimindeki titizliği ile anlatımındaki yoğunlukla,ortak mazmunlara kattığı özgünlükle gazelde ün yaptı. Mevlevi şeyhi Neşati, “Sebk-i Hindi”(karmaşık mazmunlar,hayal oyunları alışılmadık benzetmelerle yüklü şiir dili)tarzının, öncülerinden biri oldu;titiz şiir işçiliği,uyuma verdiği önem,Nedim gibi büyük bir ozanın onun şiirini(bir gazelini) tahmis etmesine yol açtı.Urfalı Nabi,İran şairi Saip’in etkisiyle,bilgece sözlere dayalı düşünce şiirinin başlıca temsilcisi oldu(duyarlıktan ve zengin düşgücünden çok,düşüncenin egemen olduğu şiirlerinde,imparatorluğun çöküş psikolojisi görülebilirLale devri İstanbul’un ünlü ozanı Nedim,Divan şiirinin yerleşmesinde büyük rol oynadı;Lale devrinin eğlencelerini niteliklerini soyutlamaya kaçmadan belirlediği güzelleri,dönemin gelenek ve göreneklerini,kısaca yaşamı,İstanbul türkçesinin inceliklerini başarıyla sergileyen şiirlerinde ustaca yansıt.Galata mevlevihanesi şeyhliğini yapan Şeyh Galip, “Sebk-i Hindi”tarzının Divan şiirindeki en yetkin ustası oldu ve bu akımın etkisiyle ağır bir dille ve kapalı bir anlatımla,özellikle tasavvuf konularını işlemesi,bir bakıma Nedim’le başlayan günlük yaşama açılma,İstanbul türkçesine yönelme yollarını tıkadı
ÇÖKÜŞ DÖNEMİ (XVIII. yy’ın ikinci yarısı-XIX. yy’ın ilk yarısı):
Osmanlı topluluğunda görülen yenileşme akım ve dönemleri,Batı dünyasıyla çeşitli düzeylerde kurulan ilişkiler,önce basımevinin,sonra da gazete ve derginin Osmanlı ülkesine girmesi,batı ülkelerinde öğrenim gören bazı Osmanlı aydınlarının Batı kültür ve sanatını yakından tanımış olmaları, yeni bir edebiyat geleneğinin oluşmasına yol açtı. Bu arada,halka açılamaması,özel bir dil(osmanlıca)eşliğinde en güzeli yaratma,en güzel deyişe varma anlayışının değişmeye başlaması,yeni bir dinamizme kavuşturacak akım ve kişilerin bulunmaması nedeniyle Divan şiiri bir bakıma,ilk sivil gazetenin çıkış tarihi olan 1860’ta sona erdi.Dönemin ozanlarından Enderunlu Vasıf,özellikle Nedim’in derin etkilerini taşıyan,halk deyişleriyle örülü şarkılarıyla tanındı.Mevlevi tarikatından İzzet Molla,tasavvuf konularının yanı sıra,yaşamın bazı olumsuz yanlarını ince alayla karşılayan bir tutum içinde şiirler yazdı.Eski şiirin son ocağı olan Encümen-i Şuara’yı(Ozanlar Topluluğu) çevresinde toplayan Leskofçalı Galip,klasik şiir diline yaslanıp,tasavvuf konularının işlenmesinde ortaya koydu. Yenişehirli Avni,eski şiir dilini yeni gelişmelere göre değiştirmek istemesine karşın,eski kalıpların dışına çıkamadı;şiirlerinde,bazen tasavvufu,bazen de karısının ve oğlunun ölümüyle üstüne çöken karamsarlığı,huzursuzluğu yansıttı.
Divan edebiyatı döneminde zengin bir düz yazı geleneği de oluştu;ama belirli kurallar koyarak kendini oluştururken,özellikle seslenilen kesim ve işlenen konular açısından birbirinden farklı üç yönde gelişti:Yalın düzyazı;süslü düz yazı;orta düz yazı. Halkın konuştuğu dili kullanmayı amaç alan yalın düz yazı yönünde,Kur’an tefsirleri,hadis kitapları,menkıbe biçiminde İslam tarihleri,din-destan kökenli halk kitapları,halk hikayeleri,bazı Osmanlı tarihleri, bazı ahlak ve siyasete ilişkin kitaplar gibi yapıtlar verildi. Hüner ve marifet göstermeyi amaçlayan ve belli bir kesimi seslenen süslü düz yazı,özellikle medreseden yetişen,arapça ile farsçayı ve ayrıca Osmanlı düzyazı geleneğini iyi bilen yazarlar tarafından oluşturuldu.Arapça ve farsça sözcüklerinden gelişi güzel sözcük seçiminin yapılıp dil bilgisi kurallarına göre kullanıldığı bu düzyazı türünde, “hüner ve marifet” göstermek temel özellik oldu(bu düzyazı kolunun bir başka özelliği de,düzyazıda uyak olan seci’yi ilke edinmesiydi Tümcelerin alabildiğine uzatıldığı,türkçe sözcüklerin çok aza indirildiği, söz ve anlam oyunlarına sıkça başvurulan, şiirsel anlatımı sevdirebilmek için de tümce içinde ya da tümceler arasında uyakların süslü düzyazıda tarih(Tursun Bey,İbn Kemal,Hoca Saadettin,Raşit vbtezkire(Aşık Çelebi,Salim,Safayi,vb)münşeat mecmuaları(resmi ve özel yazışma örnekleri dergisi)yazarları yapıtlar verdiler.Süslü düzyazının en belirgin örnekleriyse Veysi ve Nergisi oluşturdular. Anlamı ve içeriği gözeten dil yönünden süslü düzyazı ile yalın düzyazı arasında bir nitelik gösteren orta düzyazıyı, Divan edebiyatının aşağı yukarı bütün klasik yazarlarının yapıtlarını verdikleri kol oldu.Anlam ve içerik ön planda tutuldu;hüner ve marifet göstermekten elden geldiğince kaçınıldı;söz ve anlam sanatlarına hemen hiç önem verilmedi. Gerçekte,yalın düzyazı ile orta düzyazıyı çok kesin çizgilerle birbirinden ayırmak olanaksız gibidir.Bu iki düzyazı kolunda da yazarların dil ve anlatımındaki yoğunluk, kapalılık yada yalınlık,anlaşırlık yazara özgü bir nitelik gösterir.Orta düzyazı kolunda da özellikle tarih kitapları(Yazıcıoğlu Ali,Naima),gezi kitapları(Evliya Çelebi),bazı ahlak ve siyaset kitapları(Katip Çelebi,Koçu Bey),coğrafya kitapları bazı din kitapları, fetvalar,yaşamöyküsü yapıtları, çevriler ortaya konmuştur.
SANAT ANLAYIŞI
Divan edebiyatı,Arap edebiyatının,özellikle de Fars edebiyatının biçim ve içeriğinden yararlanarak oluşturulmuş bir yazılı edebiyat geleneğidir.Divan edebiyatının sanat anlayışı iki bölümde incelenebilir:Şiirde;düzyazıda.Divan şiirinde ozanın amacı “hüner ve marifet”göstermektir;ama Divan edebiyatı ozanı bütünüyle özgür değildir:Belirli nazım biçimleri,konuları nazım biçimlerine göre saptama,ölçü(vezin),mazmun yapısı,vb. özellikler,ozanı sınırlandırır.Malzemeyi hazır bulan,geleneği iyi bilen Divan edebiyatı ozanı,bu durum karşısında yapacak tek şey bulmuştur:Şiiri bir kuyumcu titizliğiyle işlemek.Bu aşamada sanatçı,duyarlılığını ve yeteneğini sonuna kadar kullanmak zorundadır.Yeni mazmunlar (bikr-i mazmun)bulma,söz ve anlam sanatlarını ince bir beğeniyle kullanma,dinleyenler üstünde etki bırakma,gözetmesi gereken belirli noktalardır.Düzyazıdaysa durum farklıdır.Halk için yazılan din,ahlak,menkıbe türü kitaplarda öğretici bir amaç güdüldüğü için,sanatlı anlatıma başvurulmamış,şiirin kurallarını ve estetiğini gözeten düzyazı örneklerinde ise, “hüner ve marifet”gösterme,anlamı bir yana iterek ön plana çıkmış ve yalnı5zca o dili ve kültürü bilenler tarafından anlaşılabilecek bir niteliğe bürünmüştür.
DÜNYA GÖRÜŞÜ ŞERİAT VE TASAVVUF
Divan edebiyatı dünya görüşü bakımından şeriat ilkelerini ve tasavvufa bağlıdır.Evrenin yaratılışı,varlıkların oluşması,doğa,eşya,insan gibi konu ve sorunlar hep şeriat ve tasavvuf açısından eli alınmış ve değerlendirilmiştir. Divan şiirinde aşk büyük bir yer tutar;ama aşk konusu ozanın dünya görüşüne koşut olarak anlam kazanır.Divan edebiyatı ozanı,aşk anlayışıyla çağın mutlak hükümdarlık sistemine(padişah-kul)ve tasavvuf felsefesine(Tanrı-kul)bağlıdır.Tasavvuf yoluna giren ozan için amaç,mutlak güzellik olan Tanrı’ya kavuşmaktır.Bu da ancak maddeden sıyrılıp benliği yitirmek ve aşk(dervişlik) yoluna girmekle olur.İlahi aşk,maddi aşkla başlar;dünya üstündeki bir güzele aşık olan ozan, bu durumu soyutlama yoluyla ilahi aşka dönüştürür
ve Tanrı’nın benliğine kavuşmaya çalışır; Tanrı da kendi benliğini eritme anlamına gelen “fenafillah”aşamasına erişince de gerçek mutluluğu bulur.Ama bu aşama,ölümden sonra gerçekleşebilecektir(gönlünü aklına yeğleyen,dünya nimetlerine sırt çevirip,gösterişsiz,alçak gönüllü bir yaşam sürmeye başlayan tasavvuf edebiyatı tipine rint adı verilir).
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.