SELMA ERDAL
Birileri pek hevesli ya Osmanlı’yı yeniden canlandırmaya, oysa Osmanlı TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’nin öncesinde, dünde kaldı, Tarih sayfalarındaki yerini aldı. Bugün Osmanlıcılık oynamaya kalkışanlar; Osmanlı’yı, Osmanlı yaşamını, Osmanlı’da yalnızca ilime değil, bilime de değer verildiğini ne yazık ki hiç anlayamadı.
Onların algısında Osmanlı; saray-hazine-harem-haram ve hamam algısından öteye geçemedi bir türlü. Oysa Osmanlı’da oldukça önemli ve bilgili adamlar vardı ki onların bir benzerini bugünün “yüksek istişare kurulu”nda bile bulamazsınız. İşte onlardan biri KATİP ÇELEBİ…
Kim mi Katip Çelebi?…
Osmanlı’da yetişmiş bilim adamlarının en önde gelenlerinden birisi… Orduda görev yapan ama savaşmayan, yalnızca kayıt tutan bir yazıcı, bir başka deyişle asker değil katip… Gerçek adı Abdullahoğlu Mustafa, ama tarihe Katip Çelebi adıyla geçen önemli birisi…
En bilinen çalışması; CİHANNÜMA adlı kitabı…
İşte bu Katip Çelebi; yazdığı kitaplarda savaşlarda komutanların işledikleri hataları onların TARİH bilmeyişine bağlamış, devlet adamlarının ve iktidarda bulunanların TARİH ve COĞRAFYA okumaları gerektiğini ileri sürmüştür.
Durduk yere Katip Çelebi efendi neden düştü usumuza, neden girdi yazımıza derse değerli okur; günümüzde TARİH dersini okullardan kaldıran egemenler, üstelik kendileri de bilmezken TARİH… Ne yazık ki almazlar geçmişte yaşanan yanlışlıklardan ,yanılgılardan gerekli dersi… Üstelik de uluslararası toplantılarda herkes iki lafın belini kırarken kendi aralarında, “dil bilmez Gürcü müyem” ezgisindeki mısranın fotoğrafını verirler, tek başına oturup kalmış durumda…
Dil bilmezlik bir yana bir de TARİH bilmeyen toplumlar ve özellikle de toplumları yöneten TARİH bilgisinden yoksun egemenler de, dünde yaşanan olayların benzeri ya da birebir örneği yaşandığında afallayıp kalırlar ve sürekli yenilgiye mahkum olurlar.
Bu bağlamda boyumuzdan büyük bir söz edelim; “TARİH bilmeyenler, hep aynı talihsiz olaylarla karşılaşırlar” diyelim.
Halka AZGIN AZINLIK ya da ANANI AL DA GİT lügatıyla seslenenler, ne yazık ki uluslararası toplantılarda “dut yemiş bülbül” kesilirler ve Araplaşma aşkıyla; Orta Asya’dan beri devlet geleneği olan bir ırkın önce tarihini ve sonra da kimliğini yok saydıkça da uluslararası siyasette TÜRK DEVLETİ’nin ağırlığını, varlığını ve saygınlığını korumakta aciz kalırlar…
Bu bağlamda…Yetişmişler bir yana, yetişmekte olan gençlerin durumunu gördükçe içimiz acıyor; ne TARİH bilgisi, ne genel kültür… Devlet dilimiz, Türkçemiz; onu bile konuşma, yazma, Türkçe diliyle iletişim kurma bilgisi, becerisi ve yetisi edinmemiş olanların varlığı da en az bir yabancı dil bilen yurttaşların, yöneticilerin ve son aşamada en üstteki egemenlerin yokluğu, oldukça can sıkıcı…
Onların bu durumları karşısında… İyi ki diyor bizim nesil, iyi ki diyor..
İyi ki 60’lı yılların çocuğu, 70’li yılların genci, 80’li yılların yetişkini olmuşuz. Atatürk İlke ve Devrimleri ile büyümüşüz, aydınlığa yürümüşüz. Yoksa 2000’li yıllarda gelmiş olsaydık dünyaya, nasıl da kalırdık yaya şu küresel iletişim çağında, küresel kimlik edinme yarışında… Demek ki Tanrı’nın sevdiği kullarıymışız!…
Yalnızca bizler mi?… Elbette ki yetiştirdiğimiz çocuklar da…
İşin, aşın; aslanın ağzında olduğu dönemler şöyle dursun, barsaklarından kanalizasyona karıştığı bir çağda… Bu gidişle “beyin göçü nedeniyle” onların iş bağlantıları olan devletlere Tanrı zeval vermesin diye dua edecek duruma geleceğiz; ülkemiz her geçen gün daha büyük ekonomik sorunlarla boğuştukça…
Kuşkusuz bizim nesil; bugün bile Kurtuluş Savaşı’nı yaşamış büyüklerimizin anlattıkları anıları aynı coşkuyla, aynı yurt aşkıyla belleklerimizde yaşatırken…
Nasıl diyebiliriz ki bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın ?…
Nasıl diyebiliriz ki benim tuzum kuru, kimin ne hali varsa görsün?…
Nasıl umursamazlık edebiliriz ki Kürt, Türk ayrımı yapmaksızın, 217.870, 08 TL ödeyemeyen gençlerin payına şehidlik mertebesi düşerken ?…
Bizim nesil demez, diyemez; benden sonrası tufan diyemez !…
Çünkü bizim nesil bencillik edemez.
Düşünür; gelecek nesillerin payına düşecek olan yaşanabilir bir dünyada, gönenç içinde bir ülke, üstelik de solunabilir havasıyla, içilebilir suyuyla, ekilebilir topraklarıyla… İlla ki de bağımsız, halkın egemenliği ve de hukukun üstünlüğü ülke genelinde… İşte öyle bir ülke düşünür ve bizim nesil ister ki bizler öldükten sonrasında bile Kemal Atatürk’ün kurduğu bu devlet, var olsun dünya döndükçe…
Ama kimileri tam tersine yollara girdikçe; işte o zaman bizim nesil, eceliyle değil ama kahrından ölür!…