21. Yüzyılda anne olmak zor… Ancak günümüzün bilinçli kadınları artık anneliğe sağlıklı bir hamilelikle başlıyor ve sağlıklı çocuklar yetiştirmek için sürekli kendilerini geliştiriyor.
Anadolu Sağlık Merkezi doktorları anneliğe hazırlanan anne olmak üzere olan ve çocuk sahibi olan kadınlara hamileliğe hazırlıktan çocuk büyütmeye kadar birçok konuda bilgi veriyor.
HAMİLELİĞE HAZIRLIK
Gerçekten hazır mısınız?
Anadolu Sağlık Merkezi İnfertilite ve Tüp Bebek Merkezi Direktörü Kadın Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Aytuğ Kolankaya ve Op. Dr. Handan Gürpınar hamileliğe hazırlık ile ilgili bilgiler verdi.
Doğumların yarıya yakını plansız gerçekleşiyor. Yakında çocuk sahibi olmayı planlıyorsanız hayatınızda bazı sağlıklı değişikler yapmanız akıllıca olur. Kilonuz ve sağlığınız yerindeyse sağlıklı bir doğum yapma şansınız artar. Çok önceden hazırlıklara başlama şansınız varsa hayatınızda bu yönde değişiklikler yaparak sağlığınızdaki düzelmeleri bekleyebilirsiniz. Birçok çift ilk denemede başarılı olamaz hiçbir hamilelik belirtisi olmasa da bir iki ay daha denemeye devam edilmelidir. Genetik uygunluk kan uyuşmazlığı gibi tetkikleri yaptırabilirsiniz. Siz ya da eşiniz uzun süreli bir tedaviden çıktıysa bunun doğuma etkilerini doktorunuzla konuşmalısınız. Özellikle şeker ve epilepsi hastası kadınlarda bu hayati önem taşır.
Eşinizin yapması gerekenler:
Sigarayı bırakın. (Sigara sperm kalitesini düşürür.)
Stresten uzak durun. (Stres hormonal dengeleri bozarak üremeyi etkiler.)
Sıcaktan kaçının. (Sperm düşük ısılarda üretilir.)
Sıcak banyolar ve dar çamaşır ve kıyafetlerden kaçının.
Sağlıklı beslenin.
Sizin yapmanız gerekenler:
Sigarayı bırakın. (Sigara düşük ihtimalini artırır çocuğunuzun düşük kiloda doğmasına ve solunum yolları hastalıkları riskini taşımasına yol açar.)
Folik asit takviyesi yapın. (Bunun için bol bol koyu yeşil sebzeler portakal tam buğday ekmeği ve kahvaltılık gevrek yiyin.)
Yumurtlama dönemlerinizi bilin.
ANNE OLUYORUM!
Anadolu Sağlık Merkezi’nden Psikiyatrist Dr.Banu Büyükkal annelik heyecanı ile ilgili bilgi verdi.
Gebe kalmak ve çocuk doğurmak her canlı için türün devamını sağlayan süreçtir. İnsanda çocuk sahibi olma arzusunun bir içgüdü olup olmadığı tartışmaları sürse de gebe kalmak ve doğum yapmak bir kadının hayatındaki en önemli dönüm noktalarındandır.
Bazı kadınlar kolaylıkla gebe kalabilirken bazıları için gebelik uzun ve yıpratıcı bir mücadelenin sonucudur. Her durumda gebe olduğunu öğrenen bir kadın genelde ilk anda buna inanmakta zorluk çeker. Karışık duygulara kapılabilir. Heyecan korku coşku endişe gurur veya ‘peki şimdi ne olacak?’ kaygısı gibi. O ana dek annesinin kızı olan kadın bir anda artık birinin annesi olacağını fark eder. Açık paylaşımcı doyumlu bir evliliği olan kadınların ilk anda yaşadıkları olumsuz duyguları eşleriyle paylaşıp geride bırakmaları önlerindeki dokuz aya ve sonrasına odaklanmaları daha kolaydır. Sarsıntılı evliliklerde ve özellikle istenmeyen gebeliklerde olumsuz duyguların aşılması daha zordur uzman yardımı alınmadığı takdirde gebelikle birlikte kaygılar ve korkular da büyüyebilir. Bu tür ilişkilerde çocuğun bağımsız ve mutlu bir birey olarak yetişeceğini hayal etmek yerine belki de o evliliği kurtarma ya da annenin mutsuzluğunu onarma misyonu çocuğa yüklenebilir. Oysa bu henüz hiçbir şeyin farkında olmayan bebek için taşınamayacak kadar ağır bir yüktür. Bu yüzden ilişkileri sorunlu kişilerin bebek sahibi olmayı planlamadan önce ya da sürpriz gebeliklerde doğuma kadar geçecek dokuz ay içinde gerekirse bir uzmana da başvurarak bu sorunları aşma yolunda çaba harcamaları en sağlıklı yaklaşımdır.
Anne baba olmayı seçenlerin hem parasal hem de duygusal kaynaklarını önceden hazırlamaları yerinde olacaktır. Kuşkusuz bebeğin anne karnında büyüdüğü kırk hafta içinde kadının bedeninde son derece sıradışı değişiklikler gerçekleşecektir. Dokuz ay ilk başta çok uzun görünse de anne baba olma fikrine alışmak ve bebeğe hazırlanmak için ancak yeter.
Anne baba adaylarının gebelik sırasında yaşadıkları olumlu-olumsuz duyguları birbirleriyle paylaşmaları daha sağlıklı bir bakış açısı geliştirmelerine ve doğuma ve sonrasına daha hazırlıklı olmalarına yardımcı olacaktır. Tedaviyle gerçekleşmiş gebeliklerde veya anne yaşının 35-40’ın üzerinde olması gibi durumlarda bebeğe “değerli bebek” muamelesi yapılır; her bebek değerlidir bu tür riskli durumlarda farkı yaratan hekimin ve anne-baba adaylarının bazı önlemler almalarının gerekebilmesidir. Anne adayının aşırı strese kapılması bebekte olumsuz etkiler yaratabilir bu yüzden gereken önlemler alındıktan sonra tıpkı normal gebelikler gibi bu değerli zamanın keyfini çıkarmaya çalışmalıdır. Stresi kendi başına aşmak olanaklı değilse bir uzmana danışmak yerinde olacaktır.
Gebelik sırasında ilaç kullanmaktan kaçınılmalıdır. Ne var ki kadının ruhsal durumu gebeliğin sağlıklı sürmesini engelleyecek kadar bozulmuşsa çiftle birlikte ilacın yaratabileceği olumsuz etkilerle ilaç kullanmamanın sakıncaları kefeye konur. Bu ancak bir uzmanla verilecek bir karardır insanların kendiliklerinden kullandıkları en masum ilaçlar bile son derece zararlı sonuçlara yol açabilir.
Kadınlar genellikle doğumla birlikte gebeliğin yarattığı sıkıntılardan kurtulacakları için bebeklerini kucaklarına aldıkları anda büyük bir coşku yaşayacaklarını düşünürler. Oysa birçok kadın hüzün sinirlilik endişe bitkinlik ve yetersizlik duygularına kapılabilir. Doğum sonrası hüznü denen bu durum genellikle doğumdan sonraki iki üç hafta içinde ortaya çıkar. Genelde buna yol açan hormon düzeylerindeki ani düşüş göğüslerdeki şişkinlik evdeki değişiklikler bebeğin beraberinde getirdiği yeni sorumluluklar gibi etmenlerdir. Bu bir hastalık değildir ve eşin ailenin dostların desteği ve dinlenme ile kısa sürede kendiliğinden geçer.
Hiçbir kadından “süper anne” olması beklenmemelidir. Her kadın yapabilecekleri ve yapamayacakları hakkında kendine ve eşine açık olmalı gerekirse yardım istemekten çekinmemelidir. Doğum yapmak çok büyük değişiklikleri beraberinde getirir anne-baba olmanın kolay olduğu da asla söylenemez. Ama bebeğin günden güne büyüdüğünü görmek onun kendi kişiliği olan birine dönüşmesini izlemek bütün çekilen zorlukları unutturacaktır.
HAMİLELİĞİN SIKINTILI YANLARI
Anadolu Sağlık Merkezi’nden Kadın Sağlığı Uzmanı Dr. Nuri Ceydeli hamilelik döneminin sıkıntılı yanlarını anlattı.
Normal şartlarda sağlıklı gelişen ve ilerleyen bir gebelikte aslında çokta sıkıntılı dönemler izlenmiyor. Ama bazen düşük oranda olmakla birlikte bir takım sıkıntılar yaşanabiliyor. Bunlara kabaca değerlendirmek gerekirse; gebeliğin ilk öğrenildiği günlerde çok sık görülen ve genellikle gebeliğin rahim içine yerleşimine bağlı erken dönem kanamaları sayılabilir. Bu kanamalar az miktarda olmakta ve birçoğu ilaç tedavisi gerektirmeden kaybolmaktadır. Ama genede bu kanamalar kontrol altına alınamazsa ciddi düşük tehditleri oluşturmaktadır.
İlerleyen günlerde ilk 12 haftalık dönem içinde gebeliğin devamını sağlayan hormonların etkisiyle mide bulantıları izlenmektedir. Bazı anne adaylarında çok önemsiz olarak değerlendirilsede bazı hastalarda ciddi sıkıntılara kilo kaybına beslenme bozukluklarına elektrolik dengesizliklerine sebep olabilir.
2.trimestride beslenme alışkanlıkları ve gebeliğe bağlı insülin direncinin görülmesiyle ken şekeri sevyelerinde düzensizlikler olabilir. 24-26.haftalar arası yapılan şeker yükleme testleriyle durum ortaya çıkarılabilir diyet yardımıyla kontrol altına alınabilir. Bazen iyi kontrol sağlanamamakta bu sebeple insülin kullanımı bile gerekmektedir.
Tüm gebelik boyunca alınması tekiz gebelikler için önerilen ideal 10-12 kilonun aşılması sonucu eklem ağrıları vücut şekil bozuklukları aşırı tuz tüketimine bağlı tansiyon değişiklikleri izlenebilir. Bunun dışında aşırı kilo alımıyla birlikte karın çatlakları ve cilt değişiklikleri hastaya sıkıntı yaratabilir.
Gebeliğin ilk döneminde görülen kanamalar farklı sebeplerden dolayı ilerleyen gebelik haftalarında da görülebilir. Bu dönemde erken doğum tehditi plasenta yerleşim anomalileri akıldan çıkarılmamalıdır.
Tüm bu bahsedilen anormal durumlardan herhangi biri izlendiğinde stres olunmadan önce takip eden doktorla kontağa geçilmeli ve olayın seyri hakkında detaylı bilgi alınmalıdır. Aksi takdirde çevreden alınan duyumlar orijini bilinmeyen yazıların okunması ve doğruluk değeri tartışmalı internet bilgileri ışığı altında hastaların akılları ciddi anlamda karışmaktadır.
ANNELİK HEYECANINDA ÖNEMLİ BİR YOL AYRIMI:
SEZARYEN Mİ NORMAL DOĞUM MU?
Son yılların en önemli tartışmalarından birisi; sezaryen mi normal doğum mu? Yapılan istatistik çalışmaları ABD’de bütün doğumların yüzde 30’unun İngiltere’de yüzde 20-25’inin İskandinav ülkelerinde ise yüzde 15-20’sinin sezaryenle gerçekleştirildiğini gösteriyor. Bizde ise durum biraz daha vahim. Özellikle büyük merkezlerde doğumların yüzde 80-90’a yakını çeşitli nedenlerden dolayı sezaryenle yapılıyor. “Eğer bir komplikasyon yoksa normal doğum tercih edilmesi gereken birinci seçenek olmalıdır” diyen Anadolu Sağlık Merkezi’nden Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op.Dr. İbrahim Sözen olması gerekeni anlattı.
Doğumdan önce mutlaka sezaryen yapılması gereken durumlarla doğum sırasında ve hemen öncesinde meydana gelen gelişmelere göre sezaryen kararının alındığı durumların birbirinden farklıdır. Daha doğum gerçekleşmeden anneyi sezaryene götüren sebeplerin başında bebeğin pozisyonunun gelir. Bebeğin popo pozisyonu ile doğum yoluna girmesi sezaryenle doğum nedenleri arasında gösterilir.
Doğum öncesinde belirlenen bir başka sezaryen endikasyonu da tahmini doğum ağırlığı 4500 gram ve üstü bebeklerdir. Bu bebeklerde de normal doğumun zorlaşır özellikle baş çıkıp da omuzlar takılabilir. Yine annenin kısa boylu ve tıknaz bir yapıya sahip olduğu bebeğinse büyük olduğu durumlarda da sezaryenin önerilebilir. Ancak bu durum gerekliliğini doğum eyleminin kendisi gösterir. Çok iri bir bebek çok iyi bir pelvise (çatıya) sahip olan bir kadından çıkabilir ya da bunun tam tersi de olabilir. Küçük veya ortalama sayabileceğimiz bir bebek 1.55 cm boyunda tıknaz bir kadından çıkmayabilir. Bunun gerçek testi doğum eyleminin kendisidir. Eğer rahim ağzının açılması istediğimiz oranda gerçekleşmiyorsa bu bebeğin başının pelvise yeterince giremediğinin bir işaretidir ya da rahim ağzının açıklığı istediğimiz açıklığa erişir fakat bebeğin başı belli bir seviyenin altına inmeyebilir. Bu iki duruma da ‘ilerlemeyen travay’ diyoruz. İlerlemeyen travayların çoğunda zaten sezaryene geçiyoruz.
Ülkemizde sezaryenle doğum oranının büyük merkezlerde yüzde 80-90 gibi yüksek oranlara ulaşmasının en önemli nedenlerinden biri de annenin doğum sancısı korkusu. Ancak günümüzde doğum sırasında kullanılan epidural anestezi gibi ağrıyı kontrol etme yöntemleri sayesinde kadınlar ağrısız normal doğum yapabiliyorlar. Epidural anestezi rahim ağzı 3-4 cm açıldıktan sonra hastanın bel bölgesinden yapılıyor. Lokal anestezi yaklaşık 20-30 dakika içinde etkisini gösteriyor. Karnın çok üst bölümünden ayak parmaklarına kadar uzanan bu anestezi ile hasta ağrıyı algılamıyor.
Mutlaka sezaryen gerektiren durumlar:
Anne adayının belli hastalıkların taşıyıcısı olması ve bu hastalıkların kontrol altında olmaması. (Örneğin anne HIV AIDS taşıyıcısı ise ve viral yükü 1000’in üzerindeyse bu hastaların normal doğum yapmaması öneriliyor. Çünkü doğum sırasında anneden bebeğe geçiş söz konusu oluyor. Genital Herpes’te aktif lezyon söz konusu ise hastanın normal doğum yapmaması gerekiyor.)
Genital kanalda anneye ait tümör ya da diğer lezyonlar bulunması.
Kordon problemleri bulunması.
Bebeğin kalp atımının düşük olması. (Bu durum bebeğin doğumu tolore edemeyeceğinin işaretidir.)
Ani bir kanamanın başlaması.
Uygun kasılmalarla birlikte rahim ağzının yeteri kadar açılmaması.
Hastanın yüksek tansiyona bağlı havale geçirmesi.
Minyon anne adayının 45000 gram ve üzerinde bebeğinin olması.
Bebeğin baş yerine popo pozisyonu ile gelmesi.
Bebeğe anne karnında iken yeterince kan gitmemesine neden olan preeklamsi annenin kontrol altında olmayan diyabeti hipertansiyonu olması.