Merhaba Akdeniz’i, 1962 yılında yapılan ilk baskısına sadık kalarak Balıkçı’nın okurlarına sunuyoruz.
Her yazardan yalnız bir kere hikâye yayımlama prensibimizi Halikarnas Balıkçısı için bozuyor ve bundan gurur duyuyoruz.
(Short Story International)
Halikarnas Balıkçısı bana ne zaman rehberlik yapacak ise, Türkiye’ye o zaman gelmek isterim.
(Georges Pompidou, Fransa’nın Eski Devlet Başkanı)
Halikarnas Balıkçısı, çağdaş Homeros’tur.
(Ullo, Belçika’nın Eski Turizm Bakanı)
Kitapta otuz iki öykü bulunmaktadır.
Gündüzü Kaybeden Kuş
Yazar, kanatları büyük iri kuşlar olan açık deniz martılarından söz ederek öyküye başlar. Bu martıya Güney Akdeniz’de miho kuşu dediklerini söyler. Hacı Süleyman adında bir avcı vardır. Yanında köpeği, elinde çiftesi avlanmak için şafakta sahildedir. Gün ağarmaya başladığında böcekler, kuşlar, çiçekler, balıklar uyanır. Kekliklerin sesleri sahili doldurmaktadır. Hacı Süleyman usul usul kekliklerin olduğu yere doğru gider. Ama bir tanecik keklik dahi göremez. Sinirini zavallı köpeğine bir tekme atarak gösterir. Hayvancağız kuyruğunu kıstırıp beş on adım öteye adımlar. Köpeği bir müddet sonra yarı uluyuş yarı havlayış gibi bir ses çıkarır. Miho kuşu kayalıkların üstüne yuva yapmıştır. Belki de yavrularına kahvaltı için avlanmaya gidecektir. O esnada Hacı Süleyman çiftesinin iki gözünü de ateşler. Miho kuşu yaralı bir şekilde şimşek gibi göğe fırlayıp gökte acı acı ses çıkarır. Yavrularına son vedasını eder gibi dört beş saat yuvasının yanında uçar. Sonra da denize doğru düşer.
Knidos Afroditi
Yazar, bu hikayesinde Ege denizinin antik çağlardaki medeniyetini bir öykü tadında okuyucuya kavuşturuyor. Bilgi ile öyküyü harmanlayınca ortaya bu güzel öykü ortaya çıkıyor. Ege Denizi’nin isminin Antik Çağ’da Arşipel olduğunu, Knidos, Muğla ili Datça ilçesine bağlı antik bir kent olduğu bilgilerine ulaşıyoruz. Bu topraklarda nice medeniyetin öyküsü bulunmaktadır. İşte bu öykülerden birisi Knitos harabelerinde geçmektedir. Knidos’taki Afrodit birçok esere konu olmuştur. Cicero, Plinius, Lucian bu cezbedici güzellik karşısında cezbeye tutulurlar.Bu Afrodit tapınağını Lucian şöyle anlatır:
Kutsal bahçedeki ağaçların ihtiyarlamadığı, güzel kokulu ağaçlar, sürekli açan çiçekler olduğunu söyler. Lucian’ın o dönemde eserinde anlattığı bitkiler şimdi bu harabelerde biten çalılar onların yavrulardır. İki Afroditten söz edilir. Birisi Milo Afrotidir. Bu Afrodit vücudunun yarı kısmı örtü ile kapanmış, göğüsleri açıktır. Bu Afrodit Yunanistan’ın Milos Adası’ndandır. İkinci Afrodit ise Knidos harabelerine aittir. Bu Afrodit ise vücudunun her yeri açık, elinde bir örtü vardır. Diğer eli ile makatını kapamaktadır. Bu iffeti temsil eder. Afrodit, Doğulu bir tanrıça olduğunu söyler. Asurluların ona İştar, Fenikelilerin Astoret, Suriye’de Atargatis, Babilliler’in ise Melitta ismiyle bilindiklerini söyler.
Boğulmuş enginlikler
Bakkal Hasan, iki çocuğu ve birkaç komşu çocuğunu sünnet ettirmek için yirmi- otuz kişilik davet verirmiştir. Bu davette yenilir, içilir. Bakkal Hasan, içince şuurunu kaybedenlerdendir. Anlatmaya başlar. Babasının iki kayığı vardır. Babasıyla Mısır’dan öteberi getiriler. Bakkal Hasan, o zamanlar toy bir delikanlıdır. Gemicilik eden bir arkadaşı ile kayığı alıp kaçmayı akıllarına koyarlar. Ellerinde harita ile planlarını yaparlar. Amaçları macera olan bu arkadaş grubu Sicilya, İspanya, Cebelitarık demeden enginlere açılmak isterler. Babası ise bunları arayacak ama bulamayacaktı. Misafirlerden bir tüccar “durumunuz yerinde niçin kaçıyorsunuz?” diye sorar. O da macerasını inandırmak edasıyla anlatarak “inanmak zorunda değilsiniz.” der. Babası megafonla seslenir. Onu aramaktadırlar. Sessiz ve güzel bir kadın vardır. Bu kadın onun karısı olmuştur. Arkadaşını deniz alır, kendisini deniz kabul etmeyerek kıyıya püskürtür. Davetlilerin içine karısı gelir, lokum ikram edeceğini söyler. Hasan ağa kadına yaklaşarak o kadının karısı olduğunu söyler. Karısının yanına yaklaşarak önce bayat lokumları ikram etmesini söyler.
Kancay
Kancay bir çingenedir. Annesi dağ başında onu doğurmuştur. Dağ ayın ışığıyla aydınlanmış. Annesi aya hitaben “Galiba çoğalıyorum!” diye bağırmıştır. Kancay’ı bağlayan bir gelenek görenek yoktur. Özgür bir şekilde yaşar. Özgürlüğün temsilcisi olarak görebiliriz. Bir süre düğünlerde oynayıp para kazanmıştır. Düğünde Hafize Hanım beş lira banknotu çingenenin altına tükürükleyerek yapıştırır. Kancay’ın bu durum onuruna dokunur. Nazife Hanım’ı tokatlar. Ondan sonra da Kancayı kimse görmez. Kancay destan olur. Kimi onu gördüğünü sanır, kimi gördüğünü zanneder. Parayı verenin bu şekilde bir imkâna sahip olması onu insanlardan koparır.
Koca Orfos
Veli, Deli, Tepeli adında üç arkadaş balık avına çıkarlar. Sirti denilen sürütme av ipini Veli tutar. Dümen Tepeli, Rakılar da Deli’ye emanettir. Veli birden bağırır. Voltaya takılmış bir balık görürler. Üç arkadaş “Sinagrit” diye bağırır. Sonra bir orfos balığı görürler. Batmak uğruna onu yakalamak için çaba gösterirler. Hepsi bir ağızdan dua etmektedirler. Bir orfos balığı yakalarlar. Çatı limanına gelip burada balıkları pişirip yerler. Deli balıkları yerken “İngiltere kralı jord, böyle balığı böyle yerde yemiş midir?” diye sorar. Diğer arkadaşları keyfinden memnun şekilde susarak balıkları hak etmenin mutluluğunu yaşarlar.
Denizin Çağırışı
Yoksul bir aile vardır. O kadar yoksuldurlar ki hesap kitap yapsalar bu ailede kimsenin yaşadığına inanmazlar. Çünkü gelir az gider de hiç yoktur. Aile reisinin büyük oğlu Mehmet on dokuz yaşına basmıştır. Ailesine yük olmak istemez. Ya kahveci olacaktır ya da çoban. Babası denizci olmasını ister. O da eve bir not bırakarak kimseye veda etmeden deniz yolculuğuna çıkar. Denizcilik ve gemicilerle adaptasyon süreci zorlu geçer. Evi, ailesi, Kara Emine gözünde tüter. Onlara kavuşacak günü iple çeker. Diğer gemicilerde en güzel kıyafetlerini seçerler. Yolculuk başlar. Gece Mehmet gemide nöbet bekler. Bu şekilde yolculuk devam eder.
Denizkızı Adası
Mehmet’e arkadaşı şafaktan önce kendisini uyandırmasını söyler. Karşıki adayı merak ettiğini de ekler. Arkadaşı o adaya Denizkızı adası denildiğini söyler. Oraya yıllar önce avlanmak için gitmiştir. Orada yaşadığı anısını unutamaz. Yazarımız öyküde mit kahramanlarını harekete geçirir. Güneşin kız kardeşi Eos, hayvanların tanrıçası Pan’dır. Anlatıma farklı bir lezzet katar. Arkadaşı oraya niçin Denizkızı Adası denildiğini sorar. Mehmet, ay ışığında deniz kızlarının denizin yüzeyinde yüzdüğü için denildiğini söyler. Denize hafif parlaklıklar verdiklerini anlatır. Dedesi bir periye gönlünü kaptırmıştır. Bunu da Mehmet’in babasına anlattır. Mehmet de bir deniz kızına vurulur. Mehmet anlatmaya devam ederken şafak söker. Ve ardından Denizkızı adası doğru “İşte deniz kızı” diye parmağıyla işaret eder.
Deprem
Büyükada’da tavanı basık bir balıkçı kahvesinde denizciler sohbet ederler. O gün hava kötü olduğu için denize açılmamışlardır. Murat Kaptan, adında bir denizci vardır. Denizci mandalina ağaçlarının ay ışığında parladığını anlatır. Oradaki insanlar da ona “Abartıyorsun Murat Kaptan!” derler. Murat Kaptan, bu insanların içine gireli az olmuştur. Deniz aşkı ile yanan birisidir. Kötü havalarda bile denize çıkar. Bir gün denize açıldıklarında bir deniz onları köye sürükler. Ağacın altında uyuyordur. Yanına güzel bir kız gelir. Az evvel kızın köyünde deprem olmuştur. Kahvedekiler ağzı açık Murat Kaptan’ı dinlerler.
Denizkızı
Bir adamın karısı deniz kızıdır. Bu adam tımarhaneye atılmıştır. Deniz kızını ondan daha iyi tanıyan yoktur. Karısı ile ilk deniz kıyısında göz göze gelir. Deniz kızı simsiyah saçlarını kuyruğu ile tarıyordur. Bu deniz kızının gözleri zaman zaman menekşe rengine de dönmektedir. Bu öyküde mitolojik öğeler ve yazarlardan deniz kızı ile ilgili görüşler vardır. Mitolojide bir ihtiyar vardır. Karısı Doris “Nereid” adlı birbirinden güzel kızlar doğurur. Bu kızların arasında deniz tanrısı Amfitrit vardır. Poseidon’un karısıdır. Bu güzel kızlar ince, güzel yaratıklardır. Bunlar insanoğlunun gözlerine görünmezler. Bartholomeos Angelius, deniz kızlarını örenlerle konuştuğunu söyler. Kadınlarının çok güzel olduğunu bir erkek görürlerse onları öldüresiye bağırlarına sarıp öldükten sonra uç yerlerini yediklerini söyler. Henri Hudson da bir arkadaşının deniz kızı gördüğünü ve onlara istekli gözle baktığını anlatır. Richard Whitbourne ise deniz erkeğinin çok şehvetli olduğunu bir kızı kaçırdığını söyler. Yerliler bu kıza bir şey olmadan kurtarmışlardır. Bu adamın karısı hikayenin sonunda onu bırakıp kaçar.
Yeniadalar’daki Balık Bankası
Dünyada tapulu malı dahi olmayan balıkçı Ahmet vardır. Balıkçı Ahmet’e Yunanlı bir iş yeri güvenerek dört-beş bin lira verir. O da bu paraları Ege balıkçılarına senetsiz borç verir. Balıkçı Ahmet bu borç yüzünden balıkçılar ile denize açılır. On beş gün denizde avlanacaklardır. Yemleri biter. Umduğu kısmeti bulamaz. Ama düşünceli balık tüccarları onun balık sayısını fazla yazarlar. O da şaşırır. Kim yaptıysa bulmak ister. Ama ne yazık ki bulamaz. İyi para kazanır. On yıl sonra balıkçı arkadaşlarından bazısı ölmüş, bazısı denizde boğulmuştur.
Pazar Yeri
Cepleri beş parasız bir adam vardır. Parayı da başkalarını dolandırarak kazanmaktadır. Pazar yerine gider. Orada dolandıracak bir tip arar. Bir köşede bağdaş kurup oturan bir çiğnene kızı vardır. Onu da kendisi gibi dolandırıcı sanıp dolandırmak istemez. Kız ona bakarak “ne istersiniz” diye sorar. O da istediklerini söyler. Kıza parasını denkleştirip getireceğini söyler. Kız beklemeden tezgahını toplayıp gider. Geldiğinde çingene kızı ortalıkta yoktur. Günler sonra hayal meyal görür. Düş veya gerçek olduğunun farkında değildir. Çingene kızı “Allahaısmarladık” diyerek uzaklaşır.
Armudun Suyu
Bir gün Ahmet dağın tepesine tırmanır. Ahmet’in evi barkı, çifti yanında olmasına rağmen derin bir gurbet acısı duyar. Elinde ne var ne yoksa satar. Onun deli olduğunu düşünürler. Armut lakabını takarlar. Şafak’ta elinde değnek deniz kıyısına varır. Armut Ahmet elindeki para ile otuz ton gulet alır. İki tayfa tutar. Bunlardan biri Çil Hasan’dır. Kayık ambarına armut doldurup İskenderiye’ye giderler. Bu armutları bir adama satarlar. Çil Hasan alıcıyı dolandırır. Satın alan tüccar, Çil Hasan’ın alaylı konuşma ve gülüşmelerini duyar. Çil Hasan çoktan kaçmıştır. Ahmet kendi payına düşeni de tüccara verir.
Tam Çoban
Kiske büküne yalnız olarak gelen biri vardır. Kimse tarafından seyredilmediğinden emin olarak denizde oynar. Yanına bir çobanın yaklaştığını görür. Çobanın yanında keçileri de vardır. Ona karşı adaya kayığıyla keçilerini geçirmesini rica eder. Çoban, keçilerin sahipleri gelecek onları kesecek diye yalvarır. Adam da bu teklifi kabul eder. Götürüp adaya bırakırlar. Burada keçiler çoğalırlar. Birkaç yıl sonra çobandan haber alamaz. Bir adam “iyi ki öldü sürekli keçileri çalıyordu” diye yakınır. Bir gün kayıkla karşıya geçerken adada siyah şeylerin oynaştığını görür. Onlar çobanın bıraktığı keçilerdir. Yanındaki adama keçilerle dolu olduğunu söyler. Adam da Rumlar’ın giderken bıraktığını söyler. Gerçeği biliyordur. Çobanın ruhunu mavi gökte sezer.
Ege’nin Öfkesi
Mahmut adında aksi, kendini beğenmiş bir adam vardır. Bu adam öyle bencil bir insandır ki kadınların güzelliği, pamuğun yumuşaklığı, yemeklerin lezzeti hep onun için olduğunu düşünür. Hiçbir şeyden memnun kalmaz, insanlara hep ters davranır. O yüzden Mahmut’a Aksi lakabını verirler. Hiç kimse onu tanımıyordur. Ona rağmen Aksi Mahmut insanlara kin besleme konusunda çok hızlıdır. Aksi Mahmut bir gün sefere çıkar. Ama o günkü seferi kendisi gibi aksiliklerle geçer. Kıyıda fok balıklarıyla karşılaşmıştır. Anne bir fok balığı yavrusunu yeni doğurmuştur. Yavrusunu emzirmektedir. Aksi Mahmut elinde sopa ile tüm sinirini fok balığından çıkarır. Onun başına ve dişlerine defalarca vurur. Anne fok balığı kadifemsi hüzünlü gözleriyle adama bakmaktadır. Fok balığı çok çaresizdir. Fakat yavrusunu bırakıp gitmez. Kucağında yavrusuyla ölür. Akşam olunca Aksi Mahmut bir ses duyar. Bu ses ya ayarttığı Emine ya da bir fok balığı sesidir. Dalgalar onu havalandırır. Aksi Mahmut dişlerini kayalara çarpar. Bütün gece deniz onu bırakmaz. Deniz sabaha doğru kıyıya cesedini savurur.
Dalgıcın Parçaları
Ahmet ile Mehmet kardeştir. Skafandar motorunda denize dalmak için sıra beklerler. İlk dalışı Ahmet yapar. Denizin içindeki renkler, oluşumlar Ahmet’i şaşkına çevirir. Ardından merak ve heyecan gözlerini kaplar. Belindeki ipi çözüp daha derinlere iner. Ahmet, boğulur ve parçalanır. Motorda bekleyenler şaşkındır. Kılavuz kaptan eyvah diye dövünür. Dalıp sünger çıkarma sırası Ahmet’in kardeşi Mehmet’e gelir. Kardeşinin kafa parçalarıyla pembe renk içinde Mehmet derinlere iner. Öykü burada biter.
Hakikatin Direkleri
Altmışlık Tevfik Hoca iyi yürekli ırz ehli bir adamdır. Tahtacı Alevi köyüne gidip Kızılbaş Türkmenlerini Hanefi mezhebine sokmaya çalışır. Köyde Türkmen gebe bir kız dikkatini geçer. Etrafındakilere o kadının evli olup olmadığını sorar. Evli olmadığını söylerler. Ahaliyi oracıkta toplar gördüğü kızın nikâhlanması gerektiğinden ve dinin beş direğini anlatır. Etrafta Türkmen kızının onu dinlediğini görür. Kıza demediğini bırakmaz ve çeker gider. Bu Türkmen kızının adı Kara Fadik’tir. Bir gün kıyıda bir adamla karşılaşır. Boğulmak üzereyken kurtarır. Onu gece yalnız bırakmaz. Birbirlerine aşık olurlar. Sonra gebe kalır. Hocanın gönlünü almak için heybesine çeşitli otlar koyarak yanına gider. Beş defa çocuğu havaya fırlatıp “işte bir direk, işte iki direk” diyerek çocuğu bağrına basar. Kara Fadik’in ricası üzerine hoca çocuğa Tanyeri ismini verir.
Halikarnas
Öyküdeki kahramanın ismi verilmez. Kahramanımız vapurunu kaçırır. Kaçırmışken Bodrum’u iki gün daha gezer. Bodrum Kalesi’ne gider. Şatonun kulelerine ulaşabilmek için loş geçitlerden geçer. Şehir eskiden kayaların dibinde iken kıyıya yaklaşmış olduğunu söyler. İnsanoğlu denize hasret kalamamış yıllar sonra artık denizin etrafına da evler yapmıştır. Limandaki kayıklar, mavi ve yeşil renklerinin canlılığına hayret eder. Mavi meltem tanrısı Zefiros ismi verilir. Sonra bu ad unutulmuş Halikarnas adını almıştır. Öyküde yazarımız Halikarnas Mozolesini dünyanın yedi harikasından biri olarak görür. Halikarnas’taki zeytinlerin, mandalinaların, portakalların, muzların doğaya verdiği görsel şöleni anlatır. Buradaki Türkçe’nin şivesi değil musikisi olduğunu söyler.
Hayyam’ın Testileri
Karagöz Ali denizcidir. Zorluk ve acılara göğüs gerek tek silahı neşesi ve gülüşüdür. Kalimnos adasının koyunda, Barbo Pahonun testi dükkanı vardır. Bu adam işini severek yapmaktadır. Karagöz Ali onun dükkanına gelerek yaptığı testileri gözlemler. Onu adeta izlediği testiler rahatlatmıştır. Testilerin kulpunu elini beline koymuş insana benzetir. İşlenmekte olan testinin ağzı kahkaha atar gibi açılıp kapanırken o da gülümsemektedir. Yazar burada toprak ve yaratılış kavramları üzerine durmuştur. İnsanoğlu da kusursuz yaratıcının şaheserdir.
Karısını Oltayla Tutan
Kahveci Mehmet adında önceden esir düşmüş bir adam vardır. İki – üç yıl önce yurduna dönebilmiştir. Yurda dönünce de kahve dükkanı açmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nı atlattıktan sonra içini bu kahve dükkanında ısıtıyordur. Kahve pişirirken duvarla yüz yüze gelmektedir. Bu duvara Süleyman Usta gelincik çiçekleri ve deniz kızı yapar. Kahvede keyif çatanlar Süleyman Usta’ya olmadığını söylerler. Süleyman Usta da “Benim adım hıdır elimden gelen budur! Diyerek fırçayı bırakır. Süleyman Ustanın yaptığı marifeti düzeltmek için, Çakır Veysi de uğraşır ama bu bir işe yaramaz. Kahveci Mehmet’in mekânına balıkçılar iplerini getirir. Burada ağlarını örerler. Amfitrit ve Poseidon resimleri kahve dükkanında dikkat çeker. Genellikle bu resimler üzerinden sohbet açılır. Balıkçı Hüseyin varken Amfitrit’ten pek söz açılmaz. O gittikten sonra arkasından yaman balıkçı olduğunu, karısını oltayla tuttuğunu söylerler. Bir gün Balıkçı Hüseyin balık avına gider. Rengarenk balıklar denizde parıldamaktadır. Oltasının uçuna cıva bulaştırır. Oltasına Amfitrit’in saçları dolanır. Bunu duyan Poseidon Amfitrit’i kurtarır. O günden sonra Amfitrit Hüseyin’in aklından çıkmaz. Yörük kızı tuz toplamak için sahile iner. Sahilden uzaklaşınca deniz onu alır. Balıkçı Hüseyin’in oltasına takılır. Balıkçı Hüseyin onu Amfitrit sanar ve bırakmaz. Buna inanmayanlar Hüseyin’in arkasından gülüşürler.
Deniz Oğlu
Bodrum’da on üç yaşlarında bir çoban vardır. Her sabah kavalını ve kara keçilerini alır. Dağ yeşilliklerine sürer. Her sesinde gurbet duyduğu kavalını acı acı inletir. Bir gün yine keçilerini alıp koya iner. Denizden Güllü kızın gövdesi yükselir. Kız çobanı görünce ürker ve tekrar denize dalar. Tekrar çobana bakar ve onu tanır. Çoban bu kızdan çok etkilenir. Aradan birkaç ay sonra çoban sürüsünü kıyıya götürür. Böylece çocuk denizin kıyısından bir türlü kurtulamaz. Kavalının ona anlatmak istediği duyguları anlar. Kızı aklından çıkaramaz. Gözleri kapalıyken bile o kızı rüyasında görür. Kıyıdan kendini alamaz ve denizle bütünleşir.
Can Kurtaran Anırtı
Bir kahvede Veysel başından geçenleri yüksek sesle anlatır. Kahvedekiler pür dikkat onu dinlemektedir. Veysel, denizde balığa çıktığı bir gün kasırgaya yakalanır. Kıbrıs’tan on eşek getirmektedirler. Güverteyi boşaltırlar. Kasırga onları limana sürükler. Tarlada bir eşeğin kayıktaki eşeklere anırdığını anlatır. Kahvedekiler inanmayarak tepki gösterir. Veysel, eşeğin sesinin tarladan karşılık geldiğini söyler. Sekiz yaşlarındaki Rum kızı onlara süt verir. Manilerle köylerinin yollarını tutarlar.
Unuttuğu Şarkı
Ege denizcileri, işlerini türkünün verdiği ahenkle çabuk bitirirler. Çoğu kez türküyü gemici Samut söyler. Her işin ritmine göre bir türkü yakıverir. Samut’un sevdiği kız vardır. Kız ise mal sahibi Ahmet ile nişanlıdır. Bir gün denize açılacaklardır. Ahmet, nişanlısı ile vedalaşır. Kısa bir süre sonra kayığın battığı haberi gelir. Nişanlısı üzüntüsünden deli olur. Onun bu halinden faydalanmak isterler. Köyde kadın ve erkekler onu namussuz olarak görür. Sanki kızın namusuna göz dikmemişler gibi. Ahmet ve Samut ölmemiştir. Ahmet’in annesi oğluna temiz bir kız bulur. Samut bu kızla evlenmek ister. Ona her sorduğunda “Ahmet gelecek.” diye cevap verir. Bir gün bu kız bir müzik sesiyle uyanır. Bu ses Samut’a aittir. Samut’a ilk defa güler. Unutmuş olduğu bir şarkıyı hatırlattığını söyler.
Neyzen
Tevfik adında küçük bir çocuk vardır. Kara kuru çocuk olan Tevfik kumsalda çıplak ayakla koşar, oyuncak kayığıyla oynar. Bir gün bir yabancıyı kahvede ağırlarlar. Yabancı oracıkta ney çalar. Küçük Tevfik, neyin sesini duyunca çok etkilenir. Oracıkta duruverir. Neyin sesiyle hayalleriyle beraber kayığının yelkeninin açıldığını görür. Bir gölge ile karşılaşır. Kim olduğunu sorar. O da alın yazısı olduğunu söyler. Nereye gittiğini sorduğunda da meçhule diye cevap verir. Aslında çocuk gemiye binenlerin ücretini soracaktır. Yabancı para almadığını söyler. Oradaki yolcuları meçhule götürdüğünü söyler. Küçük çocuk neyin etkisiyle kendisini kendisinin olduğunu daha da fark eder.
Ay Işığı
Kıyı köylerinde saçı ve gözleri dolayısıyla Karakız, tepeden tırnağa beyaz olmasıyla Akkız adında bir güzel vardır. Bu kızın çocukluk yaşından beri hep hayatına karışılmış, kendi adına kararlar verilmiştir. İhtiyar ninesi kulübede tek başına yaşamaktadır. Ninesinin yattığı yerden söylediği her söz ona bir emirdir. Bir gece bu kız kulübesinden kaçar. Koşarak denize dalar. Balıkçı Sarı Ali otuz yaşlarında güçlü bir delikanlıdır. O gün Sarı Ali kayığı ile avlanmaya gider. Akşama kadar beş-altı mercan ve on kadar hanos balığı tutar. Ali uyurken kız yanına gelir . Onu ölü sanar ve çığlık atar. Ali ve kız bir karar vermişlerdir. Ertesi gün kıyıda elbise ve kayıklar bulunur. O günden sonra onların haberini alamazlar. Adeta destan olmuşlardır. Köyün seksenlik ihtiyarına çocuk, Karakız ablaya ne olduğunu sorar. İhtiyar ise ay ışığı olduğunu söyler.
Etrim Yolunda
Kahramanın ismi belli değildir. Yazarın ağzından dinlediğimiz bu öykü bir anı niteliği de taşımaktadır. Yazar, Etrim şehri harabesine gezmek için gider. Bu harabenin sessizliği, yıkıklığı onu adeta büyüler. Harabeleri gezerken bir deli ile karşılaşır. Bu cücemsi bir insandır. Ona nara atarak korkutur. Bu adam hem gülüyor hem kaçıyordur. Öykü burada biter.
Altmışaltı Bükün Oyunu
Balık avlamak için koya gelen bir kız denize girer. Koy onun bildiği koydan değildir. Bu koya altmış altı bük diyorlardır. Kız bu koyda kaybolur. Kendini sulara bırakır. Sünger toplayan Ahmet bu kızı deniz kızı görmüş gibi sevinir ve kurtarır. Kız başından geçenleri anlatır. Öykü sonu belirsiz bir şekilde biter. Bu kız ve adamın evlendiğine dair bilgi yoktur.
Tünek Ahmet
Tünek Ahmet altı ay bir şehirde Yaşar. Bu şehirde yaşamaktan ziyade boğulacak gibi olur. Tünek Ahmet masmavi denizlere alışmıştır. Neyseki özlediği denizlere geri döner. Sezgileri ve tecrübelerinden dolayı sünger ve ahtapot avlamada ustalaşmıştır. O yıl kurak geçmektedir. Samiye Kadın üç defadır Tünek Ahmet’in kuyusundan su çalmaktadır. Tünek Ahmet sesleri duyunca kadın rahat rahat su alsın diye uzaklaşır. Poyraz Hasan bir gün kahvede Ahtapot Ahmet’in başına gelenleri anlatır. Ahmet gemide uyuyordur. Etrafında kuşlar vardır. Oraya gelenler de Ahmet’ten su almak için gelmiştir. Ahmet rüzgarın kendisini oraya attığını söyleseler de inanmazlar. Meğer Ahmet oraya kuşlara tünek yapmak için gelmiştir.
Açıklıklar Yavrusu
Bütün aile güney Ege’de kamp yapmaya gider. Leyla’nın annesi, babası, kardeşleri, nişanlısı ve onun akrabaları eşyalarıyla beraber kıyının geniş bir plajına gelirler. Leyla onlarla beraber aynı çadırda kalmaz. Tan ağarırken oltayı kapar ve sandal ile denize açılır. Nişanlısı hâlâ uyuyordur. Sandal ile küçük bir adaya gelir. Burası cennet gibidir. Rengarenk kuşların, yemyeşil ağaçların arasından musiki şeritleri yükseltiyordur. Leyla bir iskorpit balığı pişirip yer. Onu idare edecek kadar su da vardır. Doğa ona Her şeyi unutturur. Nişanlısı Mümtaz onu bulur. Kayığa binip yola koyulurlar. Mümtaz ona maaşından, evi nasıl döşeyeceğinden bahsetmektedir. Leyla’ya on yıl sonra evleneceğini der. Leyla bu adamla nişanlanmaya nasıl razı olduğuna şaşırmamaktadır.
Dalga Geçiyor
Gemide ateşçi Veli ve güverteci Murat vardır. Veli aşağıya inerken “dalga geçiyor ”der. Murat’ta “asıl dalga karada” der.. Başından geçenleri anlatır. Murat karada birçok işte çalışmıştır. Sonra denize açılmıştır. Şehrin insanları neşesizdir. Bir gün bir sinemaya bilet alır. Sinemada ister istemez o da güler. Sinemadan çıktıktan sonra koluna bir hayat kadını girer. Ona para verip gönderir. Sonra ailesinin yanına gider. Orada aşık olduğu bir kız vardır. Adı Ayşe’dir. Ayşe ile evlenirler. Ayşe beş çocuktan sonra tamamen değişir. İstediği gibi bir aşk yakalayamaz. En son Ayşe ile kavga eder. Ayşe eline basma verir ve giderken iki metre al der. Murat bir dükkana girer. Bir kadının sesine gülüşüne tutulur.
Yol ver Deniz! Bir Ana Taşıyoruz!
Fatma adında bir kadın beş-altı gündür doğum sancısı çeker. Ama çocuğunu bir türlü doğuramaz. Fatma’nın hısımları kahveye gemicilerin yanına koşarlar. Gemicilere durumu anlatırlar. Hepsi de bu havada gidemeyeceklerini söyler. Ama doğum sancısı çeken bir Kadın olduğunu öğrenince herkes gönüllü olur. Kura çekerler. Yirmi gemici ile yola koyulurlar. İhtiyar Hüseyin Dede’nin torunu da gizlice gemiye biner. Hava felaket kötüdür. Kasırgaya yakalanırlar. Ağızlarda türkü ile denize eşlik ederler. Hüseyin Dede’nin torunu ortaya çıkıverir. Dedesi sorgusuz sualsiz türküyle eşlik eder. Fatma içerde doğum yapmıştır. Güverteyi tornado silip süpürür. Öykü burada son bulur.
Denizli Horozu
Büyük emektar bir gemi Mersin’den İstanbul’a doğru gitmektedir. Burada yolcular mevki mevki ayrılmışlardır. Birinci mevkide tip ve meslek bakımından çeşitli insanlar vardır. İkinci mevkide de çeşitli insanlar vardır. Bunlar genellikle memurdur. Üçüncü mevkide bir Denizli horozu vardır. Bu horozun olduğunu birinci ve ikinci mevki duymuştur. Horozu görmek için üçüncü mevkiye bile geldikleri olmaktadır. Üç defa horoz öter. Bu ötüşler zindan gibi karanlık alanı delip geçer. Gemi İstanbul’a varır. İnsanlar şehrin akıntısına kapılır. Unutamayacakları bir deniz yolculuğu olmuştur.
Son Şarkı
Hüseyin adında ihtiyar bir balıkçı vardır. Bir gün balık avlamaya gittiğinde kayığına yıldırım çarpmıştır. O günden sonra Hüseyin gözleriyle değil kalbiyle görür olmuştur. Üç oğlu da ölmüştür. Üçünü de deniz almıştır. İhtiyar adam denize dönerek arada yakınmaktadır. Ama nafile oğullarını alan bu denizi bir o kadar da sevmektedir. Sonra Hüseyin gülümser bir şekilde ölü bulunur. Denize ruhunu alırken ruhunu da ona teslim eder.
Değerlendirme
Halikarnas Balıkçısı, diğer adıyla Cevat Şakir Kabaağaçlı öykü ve romanlarında deniz, denizcilik ve mitoloji tanrılarını işler. Bodrum’a olan aşkı ile tanınır. Romanlarında olduğu gibi öyküleri de buram buram deniz kokmaktadır. Kitapta birbirinden güzel otuz iki öykü bulunmaktadır. Yazar denizci hikayelerini mitoloji ile taçlandırmıştır.