ADNAN AVCI
Birinci Cihan Harbi patlak verip yedi düvelle savaşa girildiğinde Anadolu coğrafyasının bütün eli silah tutan gökçek yüzlü yiğitleri askere çağrılır. Bu daveti alanlar arasında bıyığı henüz terlemiş Murad isminde bir delikanlı da vardır. Yozgat’ın Sorgun kazasının Karayakup köyünden olan bu yiğidi, anacağızı uğurlamadan önce başını kınalar öyle selâmetler.
Murad, üçüncü taburda yerini aldığında kumandanı Sabri Bey’in dikkatini çeker. Başı kınalı bu Anadolu çocuğunu çağırır ve kınanın sebebini sorar. Murad, mahcub mahcub boynunu büker, cevab veremez ve hemen bölükteki tıbbiye öğrencilerinden Şükrü’ye bir mektup yazdırır. “Anacığım! Kardeşlerimi askere gönderirken başına kına koyma. Zâbit efendi bana sordu cevab veremedim. Kardeşlerim de cevab veremeyip mahcub olmasınlar.” Bir müddet sonra Murad’ın anasından cevabî mektup yetişir. Ama ne mektup!… Anadolu irfan mektebinden mezun bir ananın gönlünden dökülmüş bir îmân destanıdır sanki:
“Ey oğlum! Gözümün nûru Murad’ım! Zabit efendiye selam et. Biz kurbanlık koçları kınalar öyle kurban ederiz. Sen dört kardeşin arasında kurbansın. Sen bizim İsmail’imizsin (as). Sen orada şehîd olacaksın inşâallâh. Kurbanlık koçlar nasıl kınalanırsa, ben de onun için senin saçını kınalayıp gönderdim.”
Ve mektup Çanakkale’de Murad’a ulaştığında, Murad’ın kınalı başı çoktan Allah’ına kurban gitmiştir bile…
Bir dua
“Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber, Sana âğūşunu (kucağını) açmış duruyor Peygamber.” sırrına nâil olup şehâdet şerbetini içen ecdadımıza bizleri layık eyle yâ Rabbi.