casino siteleri
Teoman Koman

Teoman Koman

ABONE OL
Ağustos 19, 2024 13:28
Teoman Koman
0

BEĞENDİM

ABONE OL

1936 yılında doğdu. Harp Okulu mezunudur. 1956 yılında Asteğmen olarak katıldığı Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çeşitli kademelerinde görev yaptıktan sonra 1981’de Tuğgeneralliğe terfi etmiştir.

1981-1985 yılları arasında Tuğgeneral, 1985-1989 yılları arasında Tümgeneral olarak görev yapmış ve 29.08.1988 tarihinde Millî İstihbarat Teşkilâtı Müsteşarlığı görevine getirilmiştir. Müsteşar olarak görevde bulunduğu 1989 yılında Korgeneral olmuş, 27.08.1992 tarihine kadar bu görevi sürdürmüş, daha sonra Kolordu Komutanı olarak Gelibolu’ya tayin edilmiş, 1993 yılında Orgeneralliğe yükselerek 3. Ordu Komutanlığı’na getirilmiştir.

1995 yılında Jandarma Genel Komutanı olarak atanmış ve 1997 yılında bu görevden emekli olmuştur.

Yassıada’da kaldığı dönemde merhum Başbakan Adnan Menderes’in başına nöbetçi dikilen ‘Üstteğmen Koman’, Menderes’e tokat atan isimlerden birisi olarak gösterildi. Kitaplara giren bu iddia yalanlanmadı.

29 Ağustos 1988 ile 27 Ağustos 1992 tarihleri arasında Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarlığı da yapan Teoman Koman, Susurluk olaylarının yaşandığı dönemde yeniden Türkiye’nin gündemine oturdu. Kendisini dinlenmek üzere çağıran TBMM Susurluk Komisyonu’na “Onlar kim oluyor da beni ifadeye çağırıyor. Hiç kimseye ifade vermem…” cevabıyla tartışma yarattı.

JİTEM ve faili meçhul cinayetler davalarında da hep onun adı anıldı.

Koman, 15 Şubat 1996 tarihli ‘ezan’ genelgesiyle TSK’da görev yapan ‘sivil’ ve ‘rütbeli’ personele ‘namaz’ kılmayı yasaklattığı haberleriyle gündeme geldi.

Emekliliği döneminde İnterbank’ta yönetim kurulu başkan yardımcısı olarak görev aldı. Banka hakkında açılan davada yurtdışına kaçırıldığı iddian edilen 1 milyar dolar ile ilişkisi olduğu öne sürüldü.

28 Şubat Operasyonu’nun 5. dalgasında gözaltına alınan dönemin Jandarma Genel Komutanı emekli Orgeneral Teoman Koman, hakkında ilginç iddialar ortaya atıldı.

28 Şubat Davası’na bakan Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi, 3 Eylül 2013 tarihinde emekli Orgeneral Teoman Koman’ın sağlık durumu nedeniyle tahliyesine karar vermişti.

14 Aralık 2013 tarihinde vefat etti.

Hayatını kaybeden 28 Şubat davası sanığı emekli Orgeneral Teoman Koman son yolcuğuna uğurlandı. Koman için ilk tören 16 Aralık 2013 günü 1. Ordu Komutanlığı’nda düzenlendi. Basının alınmadığı törenin ardından katılımcılar yürüyerek Selimiye Camii’ne geldi. Cenaze törenine, 1. Ordu Komutanı Orgeneral Ahmet Turmuş, eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, eski Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, eski MİT Müsteşarı Şensal Atasagün, Emekli Orgeneral Necdet Üruğ, Emekli Orgeneral Necati Özgen, Emekli Tuğgeneral Nejat Eslen, işadamı Cavit Çağlar ve çok sayıda sivil ve askeri erkan katıldı. Selimiye Camii’nde Teoman Koman’ın eşi eşi Gülgün Koman, oğulları Hakkı ve Mehmet Koman taziyeleri kabul etti.

Cenaze törenine, Genelkurmay Başkanlığı’nın yanı sıra Ergenekon davasında müebbet hapis cezası alan emekli Tuğgeneral Veli Küçük ve İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in de çelenk gönderdiği görüldü.

 

Hayri Ündül
• Konbuyu başlatanMilliyetçi
• Başlangıç tarihi16 Mar 2018

Milliyetçi
Kayıtlı Üye
• 16 Mar 2018

• #1
Harp Okulu mezunudur. 1950 yılında Asteğmen olarak katıldığı Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çeşitli kademelerinde görev yaptıktan sonra 1976’da Tuğgeneralliğe yükselmiştir. 1976-1980 yılları arasında Tuğgeneral, 1980-1985 yılları arasında Tümgeneral olarak hizmet vermiştir.

1985 yılında Korgeneral rütbesine yükselmiş ve 7.Kolordu Komutanlığı görevine atanmıştır. 05.09.1986 tarihinde Millî İstihbarat Teşkilâtı Müsteşarlığı görevine getirilmiş, 29.08.1988 tarihine kadar bu görevde kalmasını müteakip, atandığı Millî Savunma Bakanlığı Müsteşarlığı’ndan emekli olmuştur.

 

Hamza Gürgüç
• Konbuyu başlatanMilliyetçi
• Başlangıç tarihi16 Mar 2018

Milliyetçi
Kayıtlı Üye
• 16 Mar 2018

• #1
1913 yılında doğdu. Harp Okulu mezunudur. 1933 yılında mezuniyetinden sonra yurt içi ve yurt dışında değişik rütbelerle çeşitli görevlerde bulunmuş, 1961 yılında Tuğgeneralliğe terfi etmiştir. Bu rütbede Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı Karargahı Türk Yardımcılığı görevine atanmış 1965’de Tümgeneralliğe yükselmiş ve 15. Kolordu Komutanı olmuştur.

1966 yılında K.K.K. İdari Kurmay Yarbaşkanlığı, 1967’de Korgeneral rütbesiyle Genelkurmay CENTO Türk Askeri Temsilciliği, 1968’de Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı, 1969’da 8. Kolordu Komutanlığı görevlerinde bulunmuş, 1970’de Orgeneralliğe terfi etmiş ve Yüksek Askeri Şura Üyeliği görevine atanmıştır.

Daha sonra 3. Ordu Komutanı olmuş ve 1974 yılında emekliye ayrılmıştır. 25.11.1974-13.07.1978 tarihleri arasında Millî İstihbarat Teşkilâtı Müsteşarlığı görevinde bulunmuş ve 1988 yılında vefat etmiştir.

Mahmud Abbas
• Konbuyu başlatanMilliyetçi
• Başlangıç tarihi16 Mar 2018

Milliyetçi
Kayıtlı Üye
• 16 Mar 2018

• #1
1935 yılında, İsrail’in kuzeyinde bulunan Safed kasabasında dünyaya geldi. 1948’de bir mülteci olarak gittiği Suriye’de bir süre öğretmen olarak çalıştı. Daha sonra Şam ve Kahire üniversitelerinde hukuk eğitimi gördü. Moskova’da tarih alanında doktora yaptı.

Abbas, çalışma hayatına Katar’da atıldı. Burada ilerde kendisini Filistin hareketinin başına getirecek ilk adımları atarak, yeraltında faaliyet gösteren Filistinli grupları organize etmeye başladı. Burada yetiştirdiği gençler daha sonra Filistin Kurtuluş Örgütü’nde önemli görevlere geldi..

Mahmud Abbas, Yaser Arafat ile birlikte El Fetih’i kurdu. Filistin davası için mücadele ederken, Arafat’ı Ürdün, Lübnan ve Tunus’taki sürgününde yalnız bırakmadı.

Abbas, hep arka planda olmayı tercih etse de, bu durum onun uluslararası arenada, Arap liderleri ve istihbarat şefleriyle güçlü bağlantılar kurmasını engellemedi. Bu bağlantılar onun Filistin Kurtuluş Örgütü’nde yükselmesini de sağladı. İlk olarak örgütün mali işlerinin sorumluluğunu aldı. 70’lı yıllarda güvenlikle ilgili görev üstlendi, 1980’de ise FK֒nün ulusal ve uluslararası ilişkileri departmanı sorumlusu oldu.

Pragmatik olarak tanınan Abbas siyasi alanda riskli kararlar almaktan çekinmedi. İsrail-Filistin çatışmasına barışçıl çözüm bulunmasını savundu, Yahudi gruplarla diyaloğa destek verdi, iki devletli çözümden yana oldu. Oslo’daki gizli görüşmelere katılan Filistin heyetinin başkanlığını üstlenmesi Abbas’ın FKÖ içinde güvercin olarak tanınmasına yolaçtı. 1993 yılında örgüt adına İsrail ile barış anlaşmasına imza attı.

69 yaşındaki abbas, 48 yıllık bir sürgünden sonra 1995’te Filistin topraklarına döndü.

2003’te, İsrail ile ABD’nin Yaser Arafat’ı muhatap olarak kabul etmemelerinin ardından yeni lider adayı olarak sivrildi. Aynı yıl Filistin Özerk Yönetimi’nin ilk başbakanı oldu; ancak tüm yetkilerine sahip olamadı, bu da hareket alanını oldukça sınırladı. Yaser Arafat ile yaşadığı iktidar mücadelesi sonucu 4 ay sonra başbakanlığı bıraktı. Arafat’ın ölümüyle FKÖ genel sekreterliğine getirildi.

El Fetih liderlerinden Mervan Barguti’nin adaylıktan çekilmesinin ardından, Filistin halkının çoğunluğunun desteğiyle seçimleri kazandı. Abbas, uluslararası desteğin yanı sıra, Filistin’de kentli orta sınıf, iş adamları ve bazı aydınların desteğine de sahiptir. 9 Ocak 2005’te oyların % 62,5’ini alarak Filistin Özerk Yönetimi’nin başkanı olarak seçilmiştir.

Filistin’de 2006’da yapılan seçimleri Hamas kazanmış ve bu Mahmud Abbas’ın liderliğinin ve güvenilirliğinin sorgulanması açısından bir dönüm noktası olmuştur. Hamas’ın zorla hükümet uzaklaştırılması ve akabinde iki grup arasında yaşanan gerginliklerin ardından 17 Mart 2007’de uzlaşı sağlanarak Ulusal Birlik Hükümeti kurulmuştur.
Ancak çatışmaların devam etmesi üzerine Mahmud Abbas, 18 Haziran 2007’de Uzlaşı Hükümetini feshettiğini açıklamış, olağanüstü halle birlikte Hamas’a bağlı silahlı grupları yasa dışı ilan etmiştir. Bunun üzerine Hamas Gazze’ye çekilerek yönetimini ilan ederken, El Fetih ise Batı Şeria’da yönetimi ele almıştır.

Ocak 2009’da devlet başkanlığı görev süresi dolmasına rağmen, Abbas görevi bırakmamıştır. Parlamento ve devlet başkanlığı seçimlerinin eş zamanlı yapılabileceğini savunan Abbas o güne kadar görevine devam edeceğini açıklamıştır. Bunun üzerine FKÖ yönetimi 16 Aralık 2009 tarihinde Mahmud Abbas’ın Filistin Özerk Yönetimi Başkanlığı süresini uzattığını duyurmuştur. 3 Mayıs 2011’de Mısır’ın arabuluculuğuyla sağlanan uzlaşma anlaşması ile El Fetih ve Hamas geçici bir hükümet kurarak bir yıl içinde Filistin başkanlık ve parlamento seçimlerinin yapılmasına karar vermişlerdir.

Buna göre Filistin’de 4 Mayıs 2012’de parlamento seçimleri yapılması gerekmektedir. Ancak geçici hükümette kimlerin olacağı ve başbakanlık sorunlarının çözülememesi nedeniyle anlaşma halen hayata geçirilememiştir. 23 Eylül 2011’de Mahmud Abbas’ın,
BM’ye tam üyelik başvurusunda bulunması ve BM’de yaptığı konuşma Filistin halkı nezdinde itibarını yükseltmiştir.

Avni Kantan
• Konbuyu başlatanMilliyetçi
• Başlangıç tarihi16 Mar 2018

Milliyetçi
Kayıtlı Üye
• 16 Mar 2018

• #1
1910 yılında doğdu. Harp Okulu mezunudur. 1932 yılından itibaren Türk Silahlı Kuvvetleri’nde değişik rütbe ve görevlerde hizmet verdikten sonra Millî Emniyet Hizmetleri’ne atanmıştır.

Yönetici olarak hizmet vermiş, yurt dışı görevde bulunmuş ve 14.07.1965-02.03.1966 tarihleri arasında MİT Müsteşarlığı’na vekalet etmiş, 07.04.1966 tarihinde vefat etmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk
• Konbuyu başlatanMilliyetçi
• Başlangıç tarihi16 Mar 2018

Milliyetçi
Kayıtlı Üye
• 16 Mar 2018

• #1
1881 yılında Selânik’te Kocakasım Mahallesi, Islâhhâne Caddesi’ndeki üç katlı pembe evde doğdu. Babası Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım‘dır. Baba tarafından dedesi Hafız Ahmet Efendi XIV-XV. yüzyıllarda Konya ve Aydın’dan Makedonya’ya yerleştirilmiş Kocacık Yörüklerindendir. Annesi Zübeyde Hanım ise Selânik yakınlarındaki Langaza kasabasına yerleşmiş eski bir Türk ailesinin kızıdır. Milis subaylığı, evkaf katipliği ve kereste ticareti yapan Ali Rıza Efendi, 1871 yılında Zübeyde Hanım’la evlendi. Atatürk’ün beş kardeşinden dördü küçük yaşlarda öldü, sadece Makbule (Atadan) 1956 yılına değin yaşadı.

Küçük Mustafa öğrenim çağına gelince Hafız Mehmet Efendi’nin mahalle mektebinde öğrenime başladı, sonra babasının isteğiyle Şemsi Efendi Mektebi’ne geçti. Bu sırada babasını kaybetti (1888). Bir süre Rapla Çiftliği’nde dayısının yanında kaldıktan sonra Selânik’e dönüp okulunu bitirdi. Selânik Mülkiye Rüştiyesi’ne kaydoldu. Kısa bir süre sonra 1893 yılında Askeri Rüştiye’ye girdi. Bu okulda Matematik öğretmeni Mustafa Bey adına “Kemal” i ilave etti. 1896-1899 yıllarında Manastır Askeri İdâdi’sini bitirip, İstanbul’da Harp Okulunda öğrenime başladı. 1902 yılında teğmen rütbesiyle mezun oldu., Harp Akademisi’ne devam etti. 11 Ocak 1905’te yüzbaşı rütbesiyle Akademi’yi tamamladı. 1905-1907 yılları arasında Şam’da 5. Ordu emrinde görev yaptı. 1907’de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) oldu. Manastır’a III. Ordu’ya atandı.

19 Nisan 1909’da İstanbul’a giren Hareket Ordusu’nda Kurmaybaşkanı olarak görev aldı. 1910 yılında Fransa’ya gönderildi. Picardie Manevraları’na katıldı. 1911 yılında İstanbul’da Genel Kurmay Başkanlığı emrinde çalışmaya başladı. 1911 yılında İtalyanların Trablusgarp’a hücumu ile başlayan savaşta, Mustafa Kemal bir grup arkadaşıyla birlikte Tobruk ve Derne bölgesinde görev aldı. 22 Aralık 1911’de İtalyanlara karşı Tobruk Savaşını kazandı. 6 Mart 1912’de Derne Komutanlığına getirildi. Ekim 1912’de Balkan Savaşı başlayınca Mustafa Kemal Gelibolu ve Bolayır’daki birliklerle savaşa katıldı. Dimetoka ve Edirne’nin geri alınışında büyük hizmetleri görüldü. 1913 yılında Sofya Ateşemiliterliğine atandı.

Bu görevde iken 1914 yılında yarbaylığa yükseldi. Ateşemiliterlik görevi Ocak 1915’te sona erdi. Bu sırada I. Dünya Savaşı başlamış, Osmanlı İmparatorluğu savaşa girmek zorunda kalmıştı. Mustafa Kemal 19. Tümeni kurmak üzere Tekirdağ’da görevlendirildi. 1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı’nda, Mustafa Kemal Çanakkale’de bir kahramanlık destanı yazıp İtilaf Devletlerine “Çanakkale geçilmez! ” dedirtti. 18 Mart 1915’te Çanakkale Boğazını geçmeye kalkan İngiliz ve Fransız donanması ağır kayıplar verince Gelibolu Yarımadası’na asker çıkarmaya karar verdiler. 25 Nisan 1915’te Arıburnu’na çıkan düşman kuvvetlerini, Mustafa Kemal’in komuta ettiği 19. Tümen Conkbayırı’nda durdurdu.

Mustafa Kemal, bu başarı üzerine albaylığa yükseldi. İngilizler 6-7 Ağustos 1915’te Arıburnu’nda tekrar taarruza geçti. Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal 9-10 Ağustos’ta Anafartalar Zaferini kazandı. Bu zaferi 17 Ağustos’ta Kireçtepe, 21 Ağustos’ta II. Anafartalar zaferleri takip etti. Çanakkale Savaşlarında yaklaşık 253.000 şehit veren Türk ulusu onurunu İtilaf Devletlerine karşı korumasını bilmiştir. Mustafa Kemal’in askerlerine “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!” emri cephenin kaderini değiştirmiştir. Mustafa Kemal Çanakkale Savaşları’dan sonra 1916’da Edirne ve Diyarbakır’da görev aldı.

1 Nisan 1916’da tümgeneralliğe yükseldi. Rus kuvvetleriyle savaşarak Muş ve Bitlis’in geri alınmasını sağladı. Şam ve Halep’teki kısa süreli görevlerinden sonra 1917’de İstanbul’a geldi. Sultan Vahdeddin ile Almanya’ya giderek cephede incelemelerde bulundu. Bu seyehatten sonra hastalandı. Viyana ve Karisbad’a giderek tedavi oldu. 15 Ağustos 1918’de Halep’e 7. Ordu Komutanı olarak döndü. Bu cephede İngiliz kuvvetlerine karşı başarılı savunma savaşları yaptı. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından bir gün sonra, 31 Ekim 1918’de Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına getirildi. Bu ordunun kaldırılması üzerine 13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelip Harbiye Nezâreti’nde (Bakanlığında) göreve başladı.

Mondros Mütarekesi’nden sonra İtilaf Devletleri’nin Osmanlı ordularını işgale başlamaları üzerine; Mustafa Kemal 9. Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı. 22 Haziran 1919’da Amasya’da yayımladığı genelgeyle “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını ” ilan edip Sivas Kongresi’ni toplantıya çağırdı. 23 Temmuz – 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum, 4 – 11 Eylül 1919 tarihleri arasında da Sivas Kongresi’ni toplayarak vatanın kurtuluşu için izlenecek yolun belirlenmesini sağladı. 27 Aralık 1919’da Ankara’da heyecanla karşılandı. 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması yolunda önemli bir adım atılmış oldu.

Meclis ve Hükümet Başkanlığına Mustafa Kemal seçildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kurtuluş Savaşı’nın başarıyla sonuçlanması için gerekli yasaları kabul edip uygulamaya başladı. Türk Kurtuluş Savaşı 15 Mayıs 1919’da Yunanlıların İzmir’I işgali sırasında düşmana ilk kurşunun atılmasıyla başladı. 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Antlaşması’nı imzalayarak aralarında Osmanlı İmparatorluğu’nu paylaşan I. Dünya Savaşı’nın galip devletlerine karşı önce Kuvâ-yi Milliye adı verilen milis kuvvetleriyle savaşıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi düzenli orduyu kurdu, Kuvâ-yi Milliye – ordu bütünleşmesini sağlayarak savaşı zaferle sonuçlandırdı.

Mustafa Kemal yönetimindeki Türk Kurtuluş Savaşının önemli aşamaları şunlardır: Sarıkamış (20 Eylül 1920), Kars (30 Ekim 1920) ve Gümrü’nün (7 Kasım 1920) kurtarılışı. Çukurova, Gazi Antep, Kahraman Maraş, Şanlı Urfa savunmaları (1919- 1921) I. İnönü Zaferi (6 -10 Ocak 1921) II. İnönü Zaferi (23 Mart-1 Nisan 1921) Sakarya Zaferi (23 Ağustos-13 Eylül 1921) Büyük Taarruz, Başkomutan Meydan Muhaberesi ve Büyük Zafer (26 Ağustos 9 Eylül 1922) Sakarya Zaferinden sonra 19 Eylül 1921’de Türkiye Büyük Millet Meclisi Mustafa Kemal’e Mareşal rütbesi ve Gazi unvanını verdi. Kurtuluş Savaşı, 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’yla sonuçlandı. Böylece Sevr Antlaşması’yla paramparça edilen, Türklere 5-6 il büyüklüğünde vatan bırakılan Türkiye toprakları üzerinde ulusal birliğe dayalı yeni Türk devletinin kurulması için hiçbir engel kalmadı.

23 Nisan 1920’de Ankara’da TBMM’nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu müjdelenmiştir. Meclisin Türk Kurtuluş Savaşı’nı başarıyla yönetmesi, yeni Türk devletinin kuruluşunu hızlandırdı. 1 Kasım 1922’de hilâfet ve saltanat birbirinden ayrıldı, saltanat kaldırıldı. Böylece Osmanlı İmparatorluğu’yla yönetim bağları koparıldı. 13 Ekim 1923’te Cumhuriyet idaresi kabul edildi, Atatürk oybirliğiyle ilk cumhurbaşkanı seçildi. 30 Ekim 1923 günü İsmet İnönü tarafından Cumhuriyet’in ilk hükümeti kuruldu.

Türkiye Cumhuriyeti, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ve “Yurtta barış cihanda barış” temelleri üzerinde yükselmeye başladı. Atatürk Türkiye’yi “Çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmak” amacıyla bir dizi devrim yaptı. Bu devrimleri beş başlık altında toplayabiliriz: 1. Siyasal Devrimler: Saltanatın Kaldırılması (1Kasım 1922) Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923) Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924) 2. Toplumsal Devrimler: Kadınlara erkeklerle eşit haklar verilmesi (1926-1934) Şapka ve kıyafet devrimi (25 Kasım 1925) Tekke zâviye ve türbelerin kapatılması (30 Kasım 1925) Soyadı kanunu ( 21 Haziran 1934) Lâkap ve unvanların kaldırılması (26 Kasım 1934) Uluslararası saat, takvim ve uzunluk ölçülerin kabulü(1925-1931)

3. Hukuk Devrimi : Mecellenin kaldırılması (1924-1937) Türk Medeni Kanunu ve diğer kanunların çıkarılarak laik hukuk düzenine geçilmesi (1924-1937) 4. Eğitim ve Kültür Alanındaki Devrimler: Öğretimin birleştirilmesi (3 Mart 1924) Yeni Türk harflerinin kabulü (1 Kasım 1928) Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu‘nun kurulması (1931-1932) Üniversite öğreniminin düzenlenmesi (31 Mayıs 1933) Güzel sanatlarda yenilikler 5. Ekonomi Alanında Devrimler: Aşârın kaldırılması Çiftçinin özendirilmesi Örnek çiftliklerin kurulması Sanayiyi Teşvik Kanunu’nun çıkarılarak sanayi kuruluşlarının kurulması I. ve II. Kalkınma Planları’nın (1933-1937) uygulamaya konulması, yurdun yeni yollarla donatılması Soyadı Kanunu gereğince, 24 Kasım 1934’de TBMM’nce Mustafa Kemal’e “Atatürk” soyadı verildi.

Atatürk, 24 Nisan 1920 ve 13 Ağustos 1923 tarihlerinde TBMM Başkanlığına seçildi. Bu başkanlık görevi, Devlet-Hükümet Başkanlığı düzeyindeydi. 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet ilan edildi ve Atatürk ilk cumhurbaşkanı seçildi. Anayasa gereğince dört yılda bir cumhurbaşkanlığı seçimleri yenilendi. 1927,1931, 1935 yıllarında TBMM Atatürk’ü yeniden cumhurbaşkanlığına seçti. Atatürk sık sık yurt gezilerine çıkarak devlet çalışmalarını yerinde denetledi. İlgililere aksayan yönlerle ilgili emirler verdi. Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye’yi ziyaret eden yabancı ülke devlet başkanlarını, başbakanlarını, bakanlarını komutanlarını ağırladı.

15-20 Ekim 1927 tarihinde Kurtuluş Savaşı’nı ve Cumhuriyet’in kuruluşunu anlatan büyük nutkunu, 29 Ekim 1933 tarihinde de 10. Yıl Nutku’nu okudu. Atatürk özel yaşamında sadelik içinde yaşadı. 29 Ocak 1923’de Latife Hanım ile evlendi. Birçok yurt gezisine birlikte çıktılar. Bu evlilik 5 Ağustos 1925 tarihine dek sürdü. Çocukları çok seven Atatürk, Afet (İnan), Sabiha (Gökçen), Fikriye, Ülkü, Nebile, Rukiye, Zehra adlı kızları ve Mustafa adlı çobanı manevi evlat edindi. Abdurrahim ve İhsan adlı çocukları himayesine aldı.

Yaşayanlarına iyi bir gelecek hazırladı. 1937 yılında çiftliklerini hazineye, bir kısım taşınmazlarını da Ankara ve Bursa Belediyelerine bağışladı. Mirasından kız kardeşi Makbule‘ye, manevi evlatlarına, Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu‘na pay ayırdı. Kitap okumayı, müzik dinlemeyi, dans etmeyi, ata binmeyi ve yüzmeyi çok severdi. Zeybek oyunlarına, güreşe, Rumeli türkülerine aşırı ilgisi vardı. Tavla ve bilardo oynamaktan büyük keyif alırdı. Sakarya adlı atıyla, köpeği Fox’a çok değer verirdi. Zengin bir kitaplık oluşturmuştu.

Akşam yemeklerine devlet ve bilim adamlarını, sanatçıları davet eder, ülkenin sorunlarını tartışırdı. Temiz ve düzenli giyinmeye özen gösterirdi. Doğayı çok severdi. Sık sık Atatürk Orman Çiftliği’ne gider, çalışmalara bizzat katılırdı. Fransızca ve Almanca biliyordu.

10 Kasım 1938 saat 9.05’te yakalandığı siroz hastalığından kurtulamayarak İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda hayata gözlerini yumdu. Cenazesi 21 Kasım 1938 günü törenle geçici istirahatgâhı olan Ankara Etnografya Müzesi‘nde toprağa verildi. Anıtkabir yapıldıktan sonra nâşı görkemli bir törenle 10 Kasım 1953 günü ebedi istirahatgâhına gömüldü.

Adnan Ersöz
• Konbuyu başlatanMilliyetçi
• Başlangıç tarihi16 Mar 2018

Milliyetçi
Kayıtlı Üye
• 16 Mar 2018

• #1
1917 yılında Sarıyer’de doğdu. Harp Okulu mezunudur. 1936 yılında Asteğmen olarak katıldığı Türk Silahlı Kuvvetleri’nde çeşitli kademelerde görev yaptıktan sonra 1963’de Tuğgeneralliğe yükselmiştir.

1963-1965 yılları arasında Tuğgeneral, 1965-1969 yılları arasında Tümgeneral, 1969-1973 yılları arasında Korgeneral, 1973-1977 yılları arasında Orgeneral rütbesiyle hizmet görmüştür. 25 Ağustos 1975 – 30 Ağustos 1977 tarihleri arasında 1 nci Ordu Komutanlığı yapmıştır.

13.07.1978 tarihinde emekli Orgeneral olarak Millî İstihbarat Teşkilâtı Müsteşarlığı görevine atanmış, 19.11.1979 tarihinde istifaen görevden ayrılmış, 12 Eylül 1980 sonrasında oluşturulan Danışma Meclisi’nde görev yapmıştır.

13.10.1991 tarihinde İstanbul’daki evinde teröristlerin silahlı saldırısına maruz kalarak hayatını kaybetmiştir. Cinayeti DEV-SOL üstlendi. Olayın faili olarak Metin Dikme ve Yasemin Okuyucu yakalandılar. Cenazesi Emirgân Reşitpaşa Mezarlığı’na defnedilmiştir.

Bülent Türker
• Konbuyu başlatanMilliyetçi
• Başlangıç tarihi16 Mar 2018

Milliyetçi
Kayıtlı Üye
• 16 Mar 2018

• #1
1926 yılında doğdu. Harp Okulu mezunudur. 1945 yılında Piyade Asteğmen olarak başlayan askerlik yaşamı süresince yurt içinde ve dışında çeşitli görevlerde bulunduktan sonra 1971 yılında Tuğgeneral rütbesiyle Harp Okulu Öğretim Kurulu Başkanlığı’na atanmış, bilahare 6. Zırhlı Tugay Komutanlığı ve 26.07.1973-27.02.1974 tarihleri arasında MİT Müsteşarlığında MAH Başkanlığı ve Müsteşar Vekilliği görevlerinde bulunmuştur.

Takibeden yıllarda, 19. Piyade Tümen Komutanlığı, Genelkurmay Başkanlığı İKK Daire Başkanlığı görevlerini ifa etmiştir. 19.11.1979-07.09.1981 tarihleri arasında Korgeneral rütbesiyle MİT Müsteşarlığı’na getirilmiş, daha sonra 6. Kolordu Komutanlığına atanmıştır.

1983 yılında Korgeneral rütbesi ile Türk silahlı Kuvvetleri’nden emekli olmuştur.

Saddam Hüseyin
• Konbuyu başlatanMilliyetçi
• Başlangıç tarihi16 Mar 2018

Milliyetçi
Kayıtlı Üye
• 16 Mar 2018

• #1
28 Nisan 1937’de Irak’ın Tikrit kasabasında fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Saddam Hüseyin, babasının ölümü nedeniyle annesi ve akrabaları tarafından büyütüldü. Saddam’ın siyasetle tanışıklığı ilk gençlik günlerine kadar uzanıyor. O günlerde kendini, Arap dünyasına egemen ulusçu-özgürlükçü ve anti emperyalist rüzgara kaptıran Saddam, genç yaşlarda Baas Partisi’ne katıldı. 1956 yılında başarısız bir darbe girişiminde bulundu.

Monorşinin sona ermesinden ardından Başbakan Abdül Kerim Hassam’ı öldürmek için oluşturulan bir suikast örgütünün içinde önemli bir rol oynadı. Ancak bu olay açığa çıktı ve Saddam ülke dışına kaçmak zorunda kaldı. 1963 yılında Baas Partisi* iktidara gelince ülkesine geri döndü. Bu sırada kuzeni Sacide ile evlendi ve ikisi erkek üçü kız beş çocuğu oldu. Ancak geçen yıllar Baas Partisi ile arasındaki farklılıklar derinleşmeye başladı. Çatışmalar iyice sertleşince Saddam hapse atıldı.

DARBE HAPİSTEN KURTARDI

1968 yılında yapılan darbe Saddam’ı da hapisen kurtardı. Parti içinde hızla yükselen Saddam, taviz vermez kararlılığı ve sertliği sayesinde Baas’ın en önemli yapılarından olan Devrim Konseyi Kurulu’na girdi. Zamanla konumunu iyice pekiştirdi ve Başkan Ahmed Hasan Bekri iktidarının perde arkasındaki asıl güç kaynağı oldu. 1979 yılında ise bir darbeyle iktidara el koyarak ‘perdeyi indirdi’. İlk iş olarak da muhaliflerine karşı acımasız bir ‘imha’ kampanyası başlattı.

Saddam iktidarını, güçlü bir istihbarat ağına dayanan baskıcı yöntemlere dayandırdı. Sesini yükselteni öldürmekten hiç çekinmedi. Bazen bu imha kampanyaları, Halepçe örneğinde olduğu gibi, tüm bir kente yönelik ‘soykırım’ haline de dönüştü.

İKTİDAR HIRSININ FATURASINI HALKI ÖDEDİ

1980 yılında Saddam kendisini Arap dünyasının liderliğine taşıyacak, Batı’nın gözünde de vazgeçilmez kılacak bir fırsat gördüğünü sandı. İran’da İslam Devrimi bütün hızıyla sürmükteydi. Humeyni rejiminin başta ABD olmak üzere Batı ile ilişkileri giderek kötüleşiyor, İran, “‘devrim ihracı’ politikasıyla” tüm bölge için bir tehdit olarak algılanılyordu. Saddam işte bu tesbite dayanarak İran’a savaş açtı. Hesapları, bu savaşta Batı’nın desteğini kolayca alacağına ve çalkantılı günler geçiren İran’ın fazla direnemeyeceğine dayanıyordu.

Savaşın ilk günlerinde Irak askerleri önemli bir su bölgesi olan Şatt el Arab’ı ele geçirdi. Ama İran, Saddam’ın tahmin ettiğinden daha dişli çıktı. Ve 8 yıl süren savaş yüzbinlerce insanın ölümüne yol açtı. İki ülkenin ekonomisi de tahrip oldu. Savaş bittiğinde her iki taraf da başlanılan noktadaydı. Petrolün, gücünü elindeki tek güç olduğu için çok iyi bilen Saddam, İran Savaşı’ndan umduğu kazancı elde edemeyince gözünü Kuveyt’e çevirdi.

2 Ağustos 1990 yılında Saddam’ın birlikleri Kuveyti işgal etti. Bunun üzerine ABD öncülüğündeki müttefik kuvvetler Irak’a savaş ilan ettiler. 16 Aralık 1990’da büyük bir bombardıman başladı ve bu bombardıman 27 Şubat 1991 yılında sona erdi. Fakat o günden sonra ara ara da olsa bonbardıman sürdü. 11 Eylül saldırılarından sonra da gözler yine Saddam’a döndü.

Saddam Hüseyin yönetimi, 12 yıl süren BM ambargosunun ardından, 2003 yılının Mart ayında bu kez yalnızca ABD ve İngiltere tarafından oluşturulan koalisyonun başlattığı operasyonun ardından 9 Nisan 2003’te devrildi.

Operasyonun başlamasıyla ortadan kaybolan Saddam Hüseyin’in nerede saklandığı bilinmiyordu…

ABD’nin Irak’taki sivil yöneticisi Paul Bremer, 14 Aralık 2003 tarihinde düzenlediği basın toplantısıyla Irak’ın devrik devlet başkanı Saddam Hüseyin’in 13 Aralık gecesi Tikrit yakınlarında yakalandığını açıkladı. Saddam Hüseyin, doğum yeri Tikrit’e 20 kilometre, El Oca’ya 6 kilometre uzaklıktaki El Dor kasabasında, sık hurma ağaçlarının bulunduğu düz bir alandaki El Hadra bahçesinde bir sığınakta ele geçirildi.

Irak’taki Amerikan güçlerinin komutanı İspanyol General Ricardo Sanchez, Bağdat’ta düzenlediği basın toplantısında, Saddam’ın bir çiftlikteki 2 metre derinliğinde bir çukurda yakalandığını söyledi. Ricardo Sanchez, havalandırma sistemi bulunan çukurun girişinin tuğla ve çöplerle kamufle edildiğini ve çukurda sadece bir kişilik yer olduğunu belirtti. Saddam Hüseyin yakalandığı sırada yanında 750 bin dolar, iki kalaşnikof ve bir tabanca bulunuyordu.

Saddam Hüseyin’in kimliğinin belirlenmesine, 7 aydır tutuklu bulunan eski başbakan yardımcısı Tarık Aziz’in yardım ettiği bildirildi. Irak’taki ABD öncülüğündeki yönetimin adının açıklanmasını istemeyen bir yetkilisi, Reuters’a yaptığı açıklamada, ”Saddam’ın kimliği Tarık Aziz’in yardımıyla belirlendi” dedi, ancak ayrıntılı bilgi vermedi. Bir zamanlar Saddam’ın en yakın yardımcılarından olan Aziz, Temmuz’da ABD güçlerinin operasyonunuda öldürülen Saddam’ın oğulları Uday ve Kusay’ın cesetlerinin teşhisinde de yardımcı olmuştu.

SADDAM HÜSEYİN HANGİ SUÇLARDAN YARGILANACAK?

Irak’ın devrik lideri Saddam Hüseyin, 24 yıllık iktidarında meydana gelen bir dizi saldırı ve katliam suçlarından sorumlu tutularak yargılanacak. Saddam Hüseyin’in mahkemeye çıkarılması durumunda hakkında açılacak davada, suçlar şunlar:

İRAN-IRAK SAVAŞI: Irak 1980’de, İran İslam Devrimi’nden sonra küçük çaplı sınır çatışmalarından sonra İran’ı işgal ederek savaşı başlattı. 1988’de BM arabuluculuğunda sona erdirilen savaş sonucunda en az 1 milyon kişi hayatını kaybetti. Basra Körfezi’nin çıkışında İran’ın petrol dolum tesislerinin bulunduğu Harg Adası’nı bombalayan ve işgal eden Irak, 8 yıllık savaş sırasında İran’a karşı “sinir gazı” da kullandı.

HALEPÇE KATLİAMI: Irak Kürtleri, 1988’de özerklik taleplerini artırınca, Irak güçleri Halepçe’de siyanür gazı kullanarak kadın-çocuk 5 bin sivilin ölmesine neden oldu. “Kimyager Ali” olarak bilinen General Ali Hasan El Mecid, Kürtleri kendi köylerinden çıkarmak için kimyasal silah kullandı. Binlerce Kürt, köylerinden uzaklaştırılarak “yeniden yerleşim kampı” denilen bölgelerde yaşamak zorunda bırakıldı. 1991’deki “Körfez Savaşı” sırasında ise, onbinlerce Kürt öldürüldü ya da hapsedildi, 1 milyona yakını ülkeden kaçtı.

KUVEYT’İN İŞGALİ: Saddam Hüseyin’in komutasındaki Irak ordusu, Kuveyt’i işgal ederek “Körfez Savaşı”nın başlamasına neden oldu. Iraklı askerler, Kuveyt’ten çekilirken yüzlerce Kuveytli’yi esir alarak Bağdat’a götürdü, kenti yağmaladı. Savaş sırasında 700’den fazla petrol kuyusu ateşe verildi, petrol boru hatları açılarak Körfez ve su kaynakları kirletildi.

CİNAYETLER VE İŞKENCE: Irak’ta, onbinlerce insanın gömüldüğü düşünülen 270 toplu mezar olduğuna dair kanıtlar bulunuyor. BM İnsan Hakları Komisyonu, 2001’de Irak yönetimini, “suçlulara karşı geniş çaplı, sistematik işkence ve acımasız, insanlık dışı cezalar uyguladığı” için kınadı. Rejimin uyguladığı işkence yöntemleri arasında “askıya almak, dayak, tecavüz ve canlı insanları yakmak” olduğu bildiriliyor. 1979 İran İslam Devrimi’ne destek verdikleri gerekçesiyle tutuklanan binlerce Şii’nin akıbetleri bilinmiyor. Saddam Hüseyin 1979’da iktidarı ele geçirdiğinde, partinin yüzlerce üst düzey üyesi hapse atıldı ya da idam edildi.

—- Mesajlar Birleştirildi —-

KİTLE İMHA SİLAHLARI: Saddam Hüseyin 1990**™larda kitle imha silahları üretmesi konusunda yasaklara uymayarak, uluslararası topluma ve Birleşmiş Milletler**™e meydan okudu. Irak devlet başkanının, Irak**™ta bulunan koalisyon güçlerine karşı saldırılardaki muhtemel işlevi de, yargılanması için bir gerekçe olabilecek.

VE İDAM KARARI

Irak**™ın devrik Devlet Başkanı Saddam Hüseyin, yargılandığı Duceyl davasında insanlığa karşı suç işlemekten 05 Ekim 2006 günü ölüm cezasına çarptırıldı. Saddam**™ın savunma ekibi, kararın ve yargılama sürecinin meşru olmadığını savunurken, Iraklı Başsavcı Cafer El Musavi, Saddam**™ın kurşuna dizilmeyeceğini, asılacağını açıkladı.

Saddam, mahkemenin hakkında ölüm cezası kararını vermesinden sonra duruşma salonunda tekbir getirdi ve **œvatan sağolsun** diye bağırdı.

Saddam Hüseyin**™in Bağdat**™taki davası.

Duruşma Bağdat**™ta yoğun güvenlik önlemleriyle korunan Yeşil Bölge**™de, özel olarak inşa edilen bir salonda yapıldı.

Saddam Hüseyin ve davada kendisiyle birlikte yargılanan diğer yedi sanık, 1982 yılında Duceyl kasabasında 143 Şii**™nin öldürülmesi talimatını vermekle suçlandı. Saddam Hüseyin ölüm cezasına çerptırıldı.

Mahkeme salonundaki kişilerin kimler?
1- Iraklı ve yabancı gazeteciler
2- Muhammed Azavi Ali, eski Baas partisi yetkilisi
3- Ali Daim Ali, eski Baas partisi yetkilisi
4- Barzan İbrahim el-Tıkriti, Saddam Hüseyin**™in üvey kardeşi ve eski istihbarat servisi başkanı
5- Taha Yasin Ramazan, eski Devlet Başkanı Yardımcısı
6- Mizher Abdullah Ravid, eski Baas partisi yetkilisi
7- Abdullah Kadim Ruadi, eski Baas partisi yetkilisi
8- Avad Hamad el-Bandar Devrim Mahkemesi**™nin eski baş yargıcı
9- Saddam Hüseyin Devrik Irak lideri
10- Rizgar Muhammed Amin, *Yargıç (istifa etti)
*Yeni yargıç Ahmed Hüdayir
SADDAM İDAM EDİLDİ
Irak**™ın idam cezasına çarptırılan devrik lideri Saddam Hüseyin, şafaktan az önce asılarak idam edildi. (30 Aralık 2006)

ABD tarafından desteklenen Irak televizyon kanalı El Hurra, Saddam Hüseyin**™in cezasının yerel saatle 06.00**™dan (TSİ 05.00) az önce infaz edildiğini duyurdu.

Saddam Hüseyin, 2003 yılı nisan ayında, ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerince devrilmiş ve bu yılın kasım ayında, 1982**™de kendisine karşı düzenlenen bir suikast girişiminin Duceyl**™de 148 Şii köylüyü öldürerek insanlığa karşı suçlu bulunmuştu.

Irak Dışişleri Bakan Yardımcısı Lebid Abbavi, Saddam Hüseyin**™in asılarak idam edildiğinin resmen açıklandığını söyledi. Lebid Abbavi, BBC Televizyonu**™na yaptığı açıklamada **œSaddam Hüseyin asıldı. Bu resmen ilan edildi** diye konuştu.

Tarhuncu Ahmet Paşa
• Konbuyu başlatanMilliyetçi
• Başlangıç tarihi16 Mar 2018

Milliyetçi
Kayıtlı Üye
• 16 Mar 2018

• #1
Sultan Dördüncü Mehmed döneminde sadrazamlığa getirilen Tarhuncu Ahmed Paşa, Girit’i fethetmek, donanmayı yeniden kurmak ve devlet bütçesini düzenlemek için çalışmalar yaptı. 1652 yılında sadrazam olan Tarhuncu Ahmed Paşa, bütçeyi denkleştirmek için verilen gereksiz hediye ve bahşişleri sınırlandırdı.

Saray harcamalarını azaltmaya çalışan, ilk kez mali yıl bütçesini önceden hazırlayan Tarhuncu Ahmed Paşa, çıkarları elden gidenlerin yalan ve dedikoduları sonucu idam edildi (1653). Tarhuncu Ahmed Paşa’nın öldürülmesinden sonra ülkede siyasi istikrar kalmadı.

Yeteneksiz kişiler yönetime hakim oldu. Yeniçeri ve sipahi ayaklanmaları, Celali hareketleri durmadı. Kıtlık sonucu köylülerin arazilerini terk etmeleri, şehirlerde nüfus artışına yol açtı ve işsizlik boy gösterdi.

Devlet Bahçeli
• Konbuyu başlatanMilliyetçi
• Başlangıç tarihi15 Mar 2018

Milliyetçi
Kayıtlı Üye
• 15 Mar 2018

• #1
1948 yılında Osmaniye‘de doğdu. Yörede Fettahoğulları olarak bilinen geniş bir Türkmen ailesine mensuptur. İlk öğrenimini Osmaniye’de, orta öğrenimini İstanbul’da tamamlayan Dr. BAHÇELİ, üniversite öğrenimini Ankara İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisinde yapmıştır.

Dr. BAHÇELİ, başlangıcından itibaren Ülkücü Hareket’in her kademesinde görevler üstlenerek Büyük Ülkü Davası’na hizmet etti. Dr. BAHÇELİ, 1967 yılında Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinde öğrenci iken Ülkü Ocağı Kurucusu ve yöneticisi olarak görev aldı. 1970-1971 yıllarında Türkiye Milli Talebe Federasyonu Genel Sekreterliği görevlerinde bulundu. Dr. Bahçeli, bir yandan aktif olarak Ülkücü Hareket’te yeralırken, diğer yandan da ilmi alandaki çalışmalarını devam ettirmiştir.

1972 yılından itibaren Ankara İktisadi ve Ticari İlimler akademisi ve bağlı Yüksek Okullarda İktisat Bölümü asistanı olarak görev almıştır. Dr. BAHÇELİ, yine 1970’li yıllarda Ülkücü Maliyeciler ve İktisatçılar Derneği’nin (ÜMİD-BİR) kurucularından, Üniversite Akademi ve Yüksekokullar Asistanları Derneği’nin (ÜNAY) kurucularından ve Genel Başkanlarındandır. İyi derecede İngilizce bilen Dr. Devlet BAHÇELİ, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde İktisat Doktorası yapmış ve aynı üniversitenin İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Politikasında Ana Bilim Dalı’nda 1987 yılına kadar öğretim üyeliği görevini sürdürmüştür.

Dr. BAHÇELİ yine bu süre içerisinde Türk-İslam alemi, Türkiye ve Dünya Ekonomisi, Türk Tarihi ve Dış Politika konularıyla ilgilenmiş ve bu alanlarda çalışmalar yapmıştır. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra cezaevlerine doldurulan MHP ve Ülkücü kuruluşların yöneticileri ile mensuplarının haklı davalarının her platformda savunulmasında takdirle karşılanan çalışmalarda bulunmuştur.

Ülkücü kadroların yetişmesinde önemli görevler de üstlenen Dr. BAHÇELİ, Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ tarafından göreve çağırılması üzerine 17 Nisan 1987 tarihinde üniversitesindeki öğretim üyeliği görevinden istifa etmiş, 19 Nisan 1987 tarihinde yapılan MÇP Büyük Kurultay’ında parti yönetimine seçilmiş ve Genel Sekreterlik görevine getirilmiştir.

MÇP ve MHP’nin yönetim kadrolarındaki görevi, günümüze kadar kesintisiz olarak sürmüştür. Çeşitli zamanlarda Genel Sekreterlik, Genel Başkan Yardımcılığı, Merkez Yürütme Kurulu Üyeliği, Merkez Karar Kurulu Üyeliği, Genel Başkan Baş-Danışmanlığı görevlerinde bulunan Dr. Devlet BAHÇELİ, 6 Temmuz 1997 tarihli 5’nci Olağanüstü Kongre sonrasında MHP Genel Başkanı görevini üstlenmiştir.

05 Kasım 2000 ve 12 Ekim 2003 tarihlerindeki MHP Olağan Kongreleri’nde tekrar Genel Başkan seçilmiştir.

57. Hükümet’te Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcılığı görevini yürüttü.

5 Kasım 2012 yılında yapılan 10. Olağan Büyük Kongresi’nde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 6. kez Genel Başkan seçildi. 3 adayın yarıştığı seçimde, Bahçeli 1214 delegeden 725’inin oyunu alarak liderlik koltuğunu korudu. Kongre’de Bahçeli’nin en önemli rakibi Koray Aydın 441, Musavaat Dervişoğlu ise 48 oy aldı. 2003’te Bahçeli’ye karşı 137 delegenin oyunu alabilen Aydın’ın bu kez 441 delegeden destek alması, Dervişoğlu’nun da aldığı 48 oyla muhalefetin oyunun 500’e yaklaşması, MHP’de parti içi muhalefetin ilk kez bu oranda güçlendiğini ortaya koydu.

İyi düzeyde İngilizce bilen Bahçeli, bekârdır.

Alparslan Türkeş
• Konbuyu başlatanMilliyetçi
• Başlangıç tarihi15 Mar 2018

Milliyetçi
Kayıtlı Üye
• 15 Mar 2018

• #1
1917 yılında Lefkoşe’de doğdu, 4 Nisan 1997’de Ankara’da vefat etti.

Ülkücülerin başbuğu olarak adlandırılan Türkeş, aynı dönem Türk siyaset yaşamını etkileyen liderlerden biriydi. Türkeş Kuleli Askeri Lisesi ve Harp Okulu’nu bitirdikten sonra 1944’te yüzbaşı rütbesindeyken “Turancılık” davasından yargılandı. Dava sonunda aldığı ceza 1 yıldan az olduğu için orduya tekrar dönebildi. 1948’de Harp Akademisi’ni bitirdi. 1959’da albaylığa yükseldi. 27 Mayıs 1960 harekatının bildirisini radyodan okuduktan sonra adı sıkça duyulmaya başlandı. Bu dönemde Milli Birlik Komitesi içindeki görüş ayrılığı sonucu 14 üye ile birlikte emekliye ayrıldı. Bir süre sonra Hindistan’a büyükelçi müşaviri olarak gönderilen Türkeş, 1963’te yurda dönerek Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne (CKMP) girdi.

1965’te bu partinin başkanı oldu ve aynı yıl milletvekili seçildi. CKMP programını ünlü kitabı 9 Işık’taki görüşler doğrultusunda değiştirdi ve 1969’da partinin adını Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) yaptı. 1975’ten sonra koalisyon hükümetlerinde başbakan yardımcılığı görevinde bulunan Türkeş 12 Eylül darbesi’nden sonra 4,5 yıl tutuklu kaldı. 1987’de siyaset yasağının kalkmasıyla birlikte Milliyetçi Çalışma Partisi’ne (MÇP) girdi ve aynı yıl yapılan olağanüstü kongrede genel başkanlığa seçildi. 1991 genel seçimlerinde RP ile seçim ittifakı yapan MÇP lideri Türkeş yeniden parlamentoya girdi. Ancak, daha sonra MHP adını alan partisi 1995 genel seçimlerinde Türkiye barajını aşamadığı için Türkeş de parlamento dışında kaldı.

Alparslan Türkeş 4 Nisan 1997’de geçirdiği kalp krizi sonucu Ankara’da vefat etti.

Eserleri

Milli Doktirin 9 Işık; Alparslan TürkeşKamer Yayınları; İstanbul , 1997;
Dokuz Işık; Berikan Elektronik Basım Yayım;
9 Işık; Hamle Yayınevi; İstanbul;
Dokuz Işık ve Türkiye;Hamle Yayınevi; İstanbul;
Ülkücülük; Hamle Yayınevi; İstanbul, 1995;
12 Eylül Adaleti (!) : Savunma; Hamle Yayınevi; İstanbul, 1994;
1944 Milliyetçilik Olayı; Hamle Yayınevi;
Modern Türkiye ; İstanbul,
Milliyetçilik Olayları; Berikan Elektronik Basım Yayım;
27 Mayıs ve Gerçekler; Berikan Elektronik Basım Yayım;
27 Mayıs, 13 Kasım, 21 Mayıs ve Gerçekler; İstanbul, 1996;
Ahlakçılık; Berikan Elektronik Basım Yayım;
Etik (Ahlak Felsefesi), Etik.; Bunalımdan Çıkış Yolu; Kamer Yayınları;
Türk Edebiyatında Anılar, İncelemeler, Tenkidler, Anı-Günce-Mektup;
İstanbul, 1994;
Bunalımdan Çıkış Yolu; Hamle Yayınevi; İstanbul, 1996;
Dış Meselemiz; Berikan Elektronik Basım Yayım;
İlimcilik; Berikan Elektronik Basım Yayım;
Kahramanlık Ruhu; İstanbul, 1996;
Temel Görüşler; Kamer Yayınları;
Sistemler ve Öğretiler; İstanbul, 1994;
Türkiye’nin Meseleleri; Hamle Yayınevi; İstanbul, 1996;
Yeni Ufuklara Doğru; Kamer Yayınları;
Sistemler ve Öğretiler; İstanbul, 1995.

Orgeneral Hasan KÜÇÜKAKYÜZ
• Konbuyu başlatanMilliyetçi
• Başlangıç tarihi15 Mar 2018

Milliyetçi
Kayıtlı Üye
• 15 Mar 2018

• #1
Orgeneral Hasan KÜÇÜKAKYÜZ (1978-H-135) 1957 tarihinde Trabzon’un Of ilçesinde doğmuştur. Yukarı Kışlacık İlkokulu, Şehit Ahmet Türkan Ortaokulu ve OF Lisesini tamamlayarak 1974 Yılında Hava Harp Okuluna Girmiş ve 30 Ağustos 1978 tarihinde Hava Harp Okulu’nu bitirerek teğmenliğe nasbedilmiştir. 1978-1980 yıllarında 2’nci Ana Jet Üs Komutanlığında Pilotaj eğitimini müteakiben 3’üncü Ana Jet Üs Komutanlığında harbe hazırlık eğitimini tamamladıktan sonra 191’inci Filo Kol Uçucusu olarak atanmışlardır.

1985-1987 yılları arasında Hava Harp Akademisindeki eğitimini tamamlayarak, Kurmay Subay olmuştur. 1987-1988 yılları arasında Hava Harp Okulu Komutanlığında Öğrenci Bölük Komutanlığı, 1988-1990 yılları arasında 6’ncı Ana Jet Üs Komutanlığı Eğitim Subaylığı, 1990-1994 yılları arasında 8’inci Ana Jet Üs Komutanlığında 182’nci Filo Kol Komutanlığı Üs Eğitim Kısım Amiri, 182’nci Filo Harekat Subaylığı görevlerinde bulunmuştur.

1994 yılında Silahlı Kuvvetler Akademisinden mezun olmuş, 1994-1996 yılları arasında 4’üncü Ana Jet Üs Komutanlığında F-16 Öncel Filo Komutanlığı, 1997-2000 Yılları arasında Hv.K.K.lığı Hrk.Bşk.lığı Eğt.D.Bşk.lığında Uçuş Eğitim Subayı ve Uçuş Eğitim Şube Müdürlüğü, 2000-2002 yılları arasında 4’üncü Ana Jet Üs Komutanlığı Değerlendirme ve Denetleme Başkanlığı ve Harekat Komutanlığı görevlerinde bulunmuştur.

2002-2003 yıllarında Hv.K.K.lığı Hrk.Bşk.lığı Plan Harekat Daire Bşk.lığında Harekat Şube Müdürü, 30 Ağustos 2003 tarihinde Tuğgeneralliğe terfi ederek, 2003-2006 yılları arasında Hv.K.K.lığı Per.D.Bşk., 2006-2008 yılları arasında Hv.Er Eğt.Tug.K. olarak görev yapmış olup, 30 Ağustos 2008 tarihinde Tümgeneralliğe terfi etmiştir. 2008-2011 tarihleri arasında Hv.Eğt.K. Yardımcısı olarak atandığı görevi esnasında 2009 yılı içerisinde Hava Harp Okulu Komutanı olarak, 2011-2012 yılları arasında Hv.K.Değ. ve Dent.Bşk. Yardımcısı olarak atandığı görevinde bir yıl süreyle Hv.K..Değ. ve Dent.Bşk. olarak görev yapmıştır.

30 Ağustos 2012 tarihinde Korgeneralliğe terfi ederek 2012-2013 yılları arasında TSK Sağlık K. ve GATA K., 2013-2015 tarihleri arasında Hv.K.Değ. ve Dent.Bşk., 2015-2016 tarihleri arasında ise Hava Eğitim Komutanı olarak görev yapmış olup, 2016 Yüksek Askerî Şura Kararları ile Orgeneralliğe terfi etmiş ve Muharip Hava Kuvveti Komutanı olarak atanmıştır.

Hava Orgeneral Hasan KÜÇÜKAKYÜZ, 2017 yılında Hava Kuvvetleri Komutanlığına atanmıştır

Hava Orgeneral Hasan KÜÇÜKAKYÜZ, Nuray KÜÇÜKAKYÜZ hanımefendi ile evli olup, Cem ve Kaan adında iki erkek çocuk babasıdır.

Alemdar Mustafa Paşa
• Konbuyu başlatanMilliyetçi
• Başlangıç tarihi15 Mar 2018

Milliyetçi
Kayıtlı Üye
• 15 Mar 2018

• #1
Alemdar Mustafa Paşa ve yandaşları Sultan Üçüncü Selim’i tekrar tahta geçirmek için bazı görüşmeler yapmaya başladılar. Nihayet 16 bin kişilik bir ordu ile İstanbul’a yürüyen Alemdar Mustafa Paşa, Hacı Ali Ağa’yı İstanbul’a göndererek Kabakçı Mustafa’yı öldürttü (19 Temmuz 1808). Ordusuyla birlikte İstanbul’a gelen Alemdar Mustafa Paşa bir çok isyancıyı da öldürdükten sonra Bab-ı Ali’ye geldi. Arif Efendiyi (Arapzade) şeyhülislam yaptıktan sonra saraya gitti.

Sultan Dördüncü Mustafa, Alemdar Mustafa Paşa’nın Sultan Üçüncü Selim’i padişah yapmak için geldiğini söyleyen şeyhülislamı kovdu ve kardeşi şehzade Mahmud ve Sultan Üçüncü Selim’in öldürülmesini emretti. Sultan Üçüncü Selim hemen öldürüldü. Şehzade Mahmud ise cariyelerin ve hizmetkarlarının yardımıyla sarayın çatısına kaçırıldı. Alemdar Mustafa Paşa, Sultan Dördüncü Mustafa’yı tahtan indirerek yerine Sultan İkinci Mahmud’u getirdi. Sultan İkinci Mahmud, kendisinin tahta çıkarılmasını sağlayan Alemdar Mustafa Paşa’yı sadrazam yaptı.

Alemdar Mustafa Paşa’nın sadrazamlığı ve İkinci Mahmud’un padişahlığı sırasında sarayda yaşayan Dördüncü Mustafa yeniçerilerin onu tekrar padişah yapmaya çalıştıkları bir ayaklanma sırasında Sultan İkinci Mahmud’un emriyle 17 Kasım 1808’de öldürüldü. Son derece acımasız bir tabiata sahip olan ve ihtirasları karşısında zayıf durumlara düşerek ülkede kaos ortamı oluşmasına sebep olan Sultan Dördüncü Mustafa ıslahat hareketlerine karşı tutumuyla Osmanlı tarihine geçti.

Ragıp Gümüşpala Kimdir ?
• Konbuyu başlatanSalvo
• Başlangıç tarihi17 Ara 2009

Salvo
Kayıtlı Üye
• 17 Ara 2009

• #1

Türk Silahlı Kuvvetlerinin 11’inci Genelkurmay Başkanı olan Orgeneral Ragıp GÜMÜŞPALA, 1897 yılında Edirne’de doğmuş, Harp Okulu öğrencisi iken, 1917 yılında orduya katılmıştır.

63’üncü Alay 12’nci Bölük Komutan Vekili iken 2 Ekim 1918 tarihinde esir düşmüş, 6 Ekim 1920 tarihine kadar esarette kalmıştır. Esaret dönüşü İstanbul’dan Ankara’ya geçerek, 13 Aralık 1920 tarihinde Millî Orduya katılmıştır. 1931 yılına kadar çeşitli birlik ve kurumlarda Takım ve Bölük Komutanlığı görevlerinde bulunduktan sonra 1934 yılında Harp Akademisini kurmay subay olarak bitirdikten sonra; 23’üncü Tümen 68’inci Alayda Bölük Komutanlığı, Genelkurmay Karargâhında Karargâh Subaylığı, İzmir Müstahkem Mevki Komutanlığında Şube Müdürlüğü, 3’üncü Tümen 11’inci Alayda Tabur Komutanlığı, Tunceli Vali ve Kumandan İstihbarat Şefliği, 18’inci Kolorduda Şube Müdürlüğü, Karadeniz Boğazı Askerî Nakliyat Komutanlığı, 24’üncü Tümen 5’inci Alay Komutan Yardımcılığı, 261’inci Alay Komutanlığı, 12’nci Kolordu Kurmay Başkanlığı, 2’nci Kolordu 422’nci Tanksavar Topçu Alay Komutanlığı ve 2’nci Ordu Kurmay Yarbaşkanlığı görevlerini yürütmüştür.

1948 yılında Tuğgeneralliğe terfi etmiştir. Tuğgeneral rütbesi ile 65’inci Tümen Piyade Tugay Komutanlığı, Motorlu Birlikler Okul Komutanlığı, 9’uncu Tümen Komutan Yardımcılığı ve 3’üncü Ordu Kurmay Başkanlığı yapmış, 1951 yılında Tümgeneralliğe terfi etmiştir. Tümgeneral rütbesi ile 65’inci Tümen Komutanlığı ve 2’nci Kolordu Komutan Vekilliği görevlerinde bulunmuş, 1955 yılında Korgeneralliğe terfi etmiştir. Korgeneral rütbesi ile 7’nci Kolordu Komutanlığı ve 3’üncü Ordu Komutan Vekilliği görevlerinde bulunduktan sonra 1959 yılında Orgeneralliğe terfi etmiştir. Orgeneral rütbesinde 3’üncü Ordu Komutanlığı görevini yürütmüş, 6 Haziran 1960 yılında atandığı Genelkurmay Başkanlığı görevinden 2 Ağustos 1960 tarihinde emekliye ayrılmıştır.

1’inci Dünya ve Kurtuluş Savaşı’na katılmış, Şeyh Sait İsyanı’nı bastırma harekâtında görev almıştır.

Orgeneral GÜMÜŞPALA; Harp Madalyası, Muharebe Gümüş Liyakat Madalyası ve İstiklal Madalyası ile İkinci Sınıf Demir Haç Nişanı sahibidir.

Bayan Hanife GÜMÜŞPALA ile evlenmiş olan Orgeneral Ragıp GÜMÜŞPALA’nın altı çocuğu vardır. Fransızca bilmektedir.

5 Haziran 1964 tarihinde vefat etmiş, İstanbul’da Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verilmiştir.

Tansu Çiller Kimdir ?
• Konbuyu başlatanTarquin
• Başlangıç tarihi16 Haz 2009

Tarquin
Kayıtlı Üye
• 16 Haz 2009

• #1
Tansu Çiller, 1946 yılında İstanbul’da doğdu.Robert Koleji mezunu olan Tansu Çiller, Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nü bitirmiştir. Doktorasını Connecticut Üniversitesi’nde veren Çiller, doktora sonrası çalışmalarını Yale Üniversitesi’nde devam ettirmiştir.1978 yılında doçent, 1983 yılında profesör olmuştur.

Başta Boğaziçi Üniversitesi olmak üzere çeşitli üniversitelerde çalışmalar yapan Çiller, 1990 yılı kasım ayında Doğru Yol Partisinde politikaya girmiştir.
1991 yılı seçimlerinde İstanbul milletvekili seçilen Çiller, Sosyal Demokrat Halkçı Parti ile kurulan, Süleyman Demirel’in başbakanlığındaki koalisyon hükümetinde ekonomiden sorumlu devlet bakanı olarak görev almıştır.

Demirel’in Türkiye Cumhuriyeti’nin dokuzuncu cumhurbaşkanı seçilerek başbakanlık görevini bırakmasından sonra DYP genel başkanlığına aday olan Tansu Çiller, 13 Haziran 1993 tarihli DYP olağanüstü genel kurulunda en yüksek oyu alarak genel başkan seçilmiş ve Türkiye’nin ilk bayan başbakanı olmuştur.Tansu Çiller’in ekonomi üzerine 9 yayını bulunmaktadır.
İki çocuk annesi olan Tansu Çiller, ingilizce ve almanca bilmektedir.

Hakkında Yazılanlar

1.Sarışın Güzel Kadın
Yavuz Gökmen
Doğan Kitapçılık

“Kitabı Tansu Çiller’i tüm yönleriyle analiz etmek için yazmıştım. Bence ‘Sarışın Güzel Kadın’, körün fili tarif ettiği gibi tarif ediliyordu. Herkes dokunduğu noktayı anlatıp eleştiriyordu. Kitapta birçok erkeğin Tansu Çiller’e aşık olduklarını iddia ettim. Hatta unuttuklarım da oldu. Süleyman Demirel başta olmak üzere bir dolu politikacıyı es geçtim. …Ve resimdeki kadın biraz daha tombulcaydı. Kocaman kocaman açılmış gözleriyle objektife bakmıştı. Ve içtenlikle gülümsemişti. …Onda herhangi bir çekicilik ya da tam anlamıyla ‘dişilik’ bulmamıştım. Gene de ortada dolaşan bir sürü bıyıklı aday ve lider arasında fotoğraf açısından fevkalade şayan bir yaratık olduğu da kesindi.”

2.İkinci Vatan
Tansu Çiller’in ABD Macerası
Turan Yavuz
Ümit Yayıncılık

“1994 yılında ‘İşte Çiller’in ABD’deki Serveti’ haberiyle 1995 Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ‘Yılın Gazetesi Ödülü’ ve 1995 Sedat Simavi Ödülü’nü alan gazeteci Turan Yavuz, şimdi de Çiller’in ABD ilişkilerini kitaplaştırdı: İkinci Vatan – Tansu Çiller’in ABD Macerası… İşte bu kitaptan birkaç not… Koalisyon görüşmelerini DYP adına yürüten Yalım Erez, Tansu Çiller’i aradı: “Biz işleri tamamladık. İş artık sizin Necmettin Beyle el sıkışmanıza kaldı.” Çiller: “Yalım, Refah Partisi ile koalisyon konusunu Amerika’ya sordum. Biraz daha oyala. İstediğim cevap gelmedi. Hala temaslarda bulunuyorum. Ağırdan alın.” Çiller’in Washington’dan beklediği yanıt kısa bir süre sonra İsrail üzerinden ulaşmıştı. Çiller hemen telefona sarıldı: “Yalım, her şey tamam. Hadi gidip el sıkışalım…” Washington Refahyol Koalisyonu’na itiraz etmemişti… Birkaç gün sonra ABD Büyükelçisi’nin Ankara’daki rezidansında Refahyol Hükümeti’nin kuruluş çalışmaları ABD Ulusal Güvenlik Dairesi danışmanı Prof. Henri Barkey ve CIA yetkilisi olan eşi Ellen Laipson tarafından yakından izleniyordu. Bir elde telefon, diğerinde ise TV’de kanaldan kanala geçip gelişmeleri izlemelerine yarayan kumanda aleti. Barkey bir ara yanındakilere dönerek, “Hayatımda hiç bu kadar eğlenmemiştim”dedi. Elinizde tuttuğunuz kitap, bir dönem Türk siyaset sahnesine damga vurmuş Tansu Çiller’in ABD ile ilişkilerine ışık tutacaktır. Bir solukta okuyacağınıza inanıyoruz.”

3.Maskeli Leydi
Tekmili Birden Tansu Çiller
Faruk Bildirici
Ümit Yayıncılık

“O, aslında ‘Maskeli Leydi’ idi. Ama hep gülümseyen bu “leydi” nasıl bir kadındı? Ana babası, akrabaları kimdi? Nerde doğmuştu, “gerçek” doğum tarihi neydi? Nasıl bir eğitim almıştı? Yatılı okulda neden arkadaşı yoktu; bebeğini niçin kırmıştı? İlk başarısızlığın bedeli… Hayal dünyası, ilk aşkı… Tiyatroya merakı… Evliliği… Amerika hayaline kavuşması… Ve yaşamının her aşamasında karşısına çıkanları pes ettiren pazarlıklar… Ajandasındaki ilginç notlar… Üniversiteden politikaya yönelişi… Gayri menkule merakı… İrtica korkusu… Başbakanlık hayali ve tutkusu… Nasıl bir “leydi” idi bu? İlk kitabı “Gizli Kulaklar Ülkesi”yle titiz bir araştırmacı olduğunu gösteren Gazeteci Faruk Bildirici, bu kez “Maskeli Leydi”nin dününde bugününde aylarca dolaştı; 160’ı aşkın insanla konuştu; ortaya pek çok soruyu yanıtlayan “Tekmili Birden Tansu Çiller” çıktı. “Maskeli Leydi” hakkında çok yazıldı; kuşkusuz bundan sonra da yazılacak. Keşke her politikacının dünü bugünü böyle araştırılsa… Halk kime oy verdiğini, politikacı da hangi sahneye çıktığını bilse… Böyle bir çabanın meyvesi bugün değilse; yarın alınır.

GÜNDEM GÜNDEM GÜNDEM

Çiller: Sorumsuz adama neden destek verelim?
Hür 5 Mayıs 2001

Hakan AKPINAR / ANKARA
Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş, yurt dışından sağlanan 14.8 milyar dolarlık dış desteğin yarısının 2.5 ay içinde geleceğini açıklarken, dün ekonomik programa destek olmaları için muhalefet partilerini ziyaret etti. Derviş, ilk olarak DYP Genel Başkanı Tansu Çiller’i ziyaret etti. 11.05’te DYP Genel Merkezi’ne gelen Derviş’i Genel Başkan Yardımcısı Ufuk Söylemez karşıladı. Çiller de Derviş’i makam odasının kapısında karşılayarak elini sıktı. Sıcak bir atmosferde başlayan ve 20 dakika süren görüşmeye Söylemez’in yanısıra DYP’nin ağır toplarından Genel Başkan Yardımcısı Hasan Ekinci de katıldı. Görüşmedeki diyaloglar şöyle:
Derviş: ABD’den geldim. Biraz yorgunluk da var.
Çiller: Hoş geldiniz. ABD’de eski dostlarla görüşme fırsatınız oldu mu?
Derviş: Evet bazılarını gördüm, galiba siz de ABD’ye gidiyorsunuz.
Çiller: Hafta sonunda…
Derviş: İyi yolculuklar.
Çiller: (Gülümseyerek) Evet, buyurun.
Derviş: Dış destek için ABD’ye gittim. 14.8 milyar dolar dış kredi sağladık. Bu yardımla ülkedeki yangını kontrol altına aldık, yangını söndürdük. Türkiye çok zor bir dönemden geçti. Açıkçası hepimiz korktuk. Ama bu parayla yangını söndürdük. Döviz ve faizdeki paniği söndürdük. Bu sağladığımız dış yardımın yarısı 2.5 ay içinde gelecek. Herkesin desteğini arıyorum, zaman zaman eleştirilerinizi takip ediyorum. TBMM Plan Bütçe’de çok iyi ekibiniz var.
Çiller: Programı açıklamadan önce gelip kadromuzdan yararlansaydınız.
Derviş, burada susuyor ve gülümseyerek yanıt vermiyor.
Çiller, Derviş’e bakarak, ‘‘Buraya destek arzusu ile geldiniz. Bu desteği kimin adına istiyorsunuz? Bitmiş, tükenmiş bir iktidar adına mı, yoksa kendi adınıza mı? Kendi adınıza istiyorsanız, siz seçilmiş biri değilsiniz. Siyasi bir sorumluluğunuz yok. Cottarelli gibi bir durumda kalırsınız. Millet karşısında hesap verme yetkiniz, konumunuz yok ki.’’
Derviş, Çiller’in bu sözleri üzerine şaşırdı, ancak yanıt vermeden tebessüm etti.
Derviş: Telekom’un satışında da önemli miktarda gelir gelecek…
Söylemez: (Telekom’un özelleştirilmesinin engellenmesine ilişkin Danıştay kararını uzatarak) Bu kararın altında sizin hükümetinizin Başbakanı Ecevit ile Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz’ın imzaları var. Telekom’u 40 milyar dolara özelleştirecektik, ama onlar engelledi.
Derviş: (Dosyaya göz attıktan sonra çantasına koydu) Evet, bakacağım… Bu yasalar çıktıktan sonra güven ortamı daha da pekişecek. Çiller, 20 dakika süren görüşmede Derviş’e çay ve pasta ikram etti. Derviş, önündeki pastalara dokunmadı, ancak bir çay içmekle yetindi. Derviş, DYP’lilerden beklediği desteği bulamayınca izin istedi. Çiller ve DYP kurmayları Derviş’i kapıya kadar uğurladı.

Derviş, hükümetin ömrünü uzatan pil
DYP Genel Başkanı Tansu Çiller, Kemal Derviş’le görüşmesinden sonra yaptığı açıklamada, Derviş’e ‘‘Siz Hükümetin ömrünü uzatan bir pil konumundasınız’’ dediğini aktardı. Derviş’in yanıtının ne olduğu sorusuna da Çiller, ‘‘Yanıtı kendisine sorun, bunun yanıtı var mı?’’ karşılığını verdi.

GÜNDEM GÜNDEM GÜNDEM

Tansu Çiller Yine Pot Kırdı

Çiller’den Ecevit’e: Atatürk müsünüz, Vahdettin mi?
Hürriyet 3 Mayıs 2001

DYP Genel Başkanı Tansu Çiller, Başbakan Bülent Ecevit’in, ”ekonomik kurtuluş savaşına” ilişkin sözlerini eleştirerek, ”Siz kimsiniz sayın Ecevit? Mustafa Kemal misiniz, yoksa Vahdettin misiniz? Damat Feritlerin hazırladığı mütarekerelere imza atıyorsunuz, sonra da hangi kurtuluş savaşından bahsediyorsunuz?” dedi.

HÜKÜMET, YAŞAM DESTEK ÜNİTESİNE BAĞLI

Çiller, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, ülkede yaşanan krizin gerçek nedeninin siyasi olduğunu, çünkü ortada ciddi bir hükümet boşluğu bulunduğunu savundu. Hükümetin, kendini bir ”yaşam destek ünitesine” bağladığını ifade eden Çiller, şöyle devam etti:

”Günün birinde bir mucizenin kendilerini ayağa kaldırmasını bekliyorlar. Bu yaşam destek ünitesinin adı Kemal Derviş’tir. Bu ünitenin diğer bir adı da 10 milyar dolardır. Bir hükümet düşünün ki, bütün işlerini tatil etmiş, bütün dikkatini IMF’ye çevirmiş, IMF’nin vereceği 10 milyar doları bekliyor.”

MANDACILIĞA SÖVENLER NEREDE?

Çiller, bütün ülkenin nefesini tutmuş 10 milyar dolarlık müjdeli haberi beklediğini belirterek, özetle şöyle konuştu:

”10 milyar dolara iktidar yetkisini rehin bırakmış bir hükümet, 10 milyar dolara adeta rehin alınmış bir ülke. Okyanus ötesinden kendisine kanun dikte ettirilen, 10 milyar dolar adına gözü kapalı bunları yerine getiren bir Meclis. Adeta dışarıdan verilen sipariş üzerine onu imal eden bir atölye gibi çalıştırılmaya kalkışılan bir Meclis. (Herşeyi yapalım, 10 milyarı kapalım). Bu nasıl bir toplumsal yönlendirmedir ki, ne milliyetçiliğimiz rencide oluyor, ne ulusalcılığımız, ne de ulusal kimliğimiz. Hani nerede 70 yıldır mandacılığa ve mandacılara sövenler?

KİMSE BİR ŞEYİ BOŞ YERE VERMEZ

Ecevit diyor ki: Bu bir ekonomik kurtuluş savaşıdır. Biz de soruyoruz, siz kimsiniz sayın Ecevit. Mustafa Kemal misiniz, yoksa Vahdettin misiniz? Damat Feritlerin hazırladığı mütarekerelere imza atıyorsunuz, sonra da hangi kurtuluş savaşından bahsediyorsunuz?”

IMF ile program imzalanabileceğini ancak burada önemli olanın bunun dışarıdan dikte ettirilerek değil kendi iradesiyle, milletinden aldığı güçle yapmak olduğunu anlatan Çiller, ”Burada ciddi endişelerimiz var. Hiç kimse hiç bir şeyi boş yere vermez” dedi. (Ankara/aa)
X
GÜNDEM

Tansu Çiller, başkanlığa ağlayarak veda etti
Zaman 15.12.2002

Tansu Çiller, 9 yıl önce seçildiği DYP Genel Başkanlığı’na dün veda etti. 7. Olağan Büyük Kongre’de partililere duygulu bir konuşma yapan Çiller, “Artık veda etmek zamanı geldi.
Genel başkanlıktan ayrılırken, veda ettiğim sadece şu kürsüdür, makamdır. Bir nefer gibi, bir anne gibi aranıza geliyorum.” dedi.
Çiller, Divan Başkanlığı seçimlerinin ardından, saat 14.45 sıralarında kongrenin yapıldığı Atatürk Kapalı Spor Salonu’na geldi. Delegeleri selamlamasının ardından konuşma için kürsüye davet edilen Çiller, 3 Kasım seçimlerinin sonuçlarını değerlendirdi. Seçim yenilgisini iktidarın oluşturduğu “umutsuzluk, yoksulluk ve yolsuzluk ortamının topyekün Meclis’e yönelmesine” bağlayan Çiller, milletin iktidar–muhalefet ayırımı yapmadan bütün Meclis’i cezalandırdığını belirtti. Sonuçlar sebebiyle “en çok kendisinin üzüldüğünü, acı çektiğini” anlatan Çiller, “Ama hiçbir mazeretin arkasına sığınma lüksümüz olamaz. Sorumluluğu tümüyle ben alıyorum. Hiç kimseye kızgın ve kırgın değilim. Millete kırılmayız. Milletimin kararının önünde eğiliyorum.” şeklinde konuştu.
Delegelerden, “Yarış sandıklar açılana kadar sürsün” isteğinde bulunan Çiller, bütün DYP camiasının seçimi kazanan genel başkana destek vermesi gerektiğinin altını çizdi. “Yarınlar elbette bizimdir. Gün doğmuş, gün batmış… Bu şanlı, şerefli yolda bu dava ebediyyen sürecektir. Yarın yeni bir gün başlayacak.” derken gözyaşlarını tutamayan Çiller, salonda bulunanlarca uzun süre alkışlandı. Konuşmasını ağlayarak sürdüren Çiller, sözlerini şöyle tamamladı: “Bu davanın başkanı olmak ne kadar onurluysa, bir o kadar da zordur. Hayatımın en büyük gururu, şerefi, bu büyük ve soylu ailenin, destansı davanın genel başkanı olmak olmuştur. Hepinizi Allah’a emanet ediyorum. Yolunuz açık olsun.”

Mübariz İbrahimov
• Konbuyu başlatanGökbörü
• Başlangıç tarihi2 Ara 2013
G
Gökbörü
Kayıtlı Üye
• 2 Ara 2013

• #1

 

7 Şubat 1988 doğumlu Mübariz İbrahimov, 2005 yılında Azerbaycan İçişleri Bakanlığı’na bağlı Özel Kuvvetler Bölüğünde askerlik hizmetini yaparak 2007 yılında terhis olmuştur. 2 yıl sivil hayatında çalıştıktan sonra, 2009 yılı Ağustos ayında Uzman Çavuş olarak orduya katılmıştır.Kendi isteği ile Azerbaycan Karabağ cephesindeki, sınır birliğine atanmıştır.

19 Haziran 2010 tarihinde gece saat 23.30 civarında Mübariz İbrahimov kimseye haber vermeden, sadece “Şehit olursam üzülmeyin. Vatan sağolsun” diye bir mektup bırakarak tek başına 1 kilometre mayın döşeli sınırı aşarak, Ermenistan Silahlı Kuvvetleri’nin bulunduğu karakola baskın düzenler. 45 Ermeni asker ve subayını öldürür. Ermeni destek kuvvetleri ile 5 saat, Ermeni silah ve mühimmatını kullanarak çarpışır. Mübariz sabaha karşı Şehit olur.

Azerbaycan Devleti, Uzman çavuş Mübariz İbrahimov’u milli kahraman ilan eder.

Ermenistan ise, bu bozgun karşısında sınırdaki tüm komuta kademesini değiştirir. Yaşadıkları bu şok hezimetten dolayı, şehit Mübariz’in cenazesini Azerbaycan Devleti’ne aylarca teslim etmemiştir. Ermeniler, Mübariz’in cesedinden bile korkmuşlar ki ellerini bağlamışlar ve cesedi üzerinde yaptıkları hakaretleri Rus internet sayfalarında yayınlamışlardır.

Allah hepimizi şefaatine nail etsın.

Mekanı cennet olsun..

Salih Omurtak Kimdir ?
• Konbuyu başlatanSalvo
• Başlangıç tarihi17 Ara 2009

Salvo
Kayıtlı Üye
• 17 Ara 2009

• #1

Türk Silahlı Kuvvetlerinin 4’üncü Genelkurmay Başkanı olan Orgeneral Salih OMURTAK, 1889 yılında Selanik’te doğmuş, 1907 yılında Harp Okulundan mezun olmuştur.

Aynı yıl girdiği Harp Akademisini 1910 yılında kurmay subay olarak bitirdikten sonra; Genelkurmay Başkanlığı Karargâhında Karargâh Subaylığı, 1’inci Kolordu, 2’nci Ordu, 4’üncü Kolordu, 5’inci Ordu, Doğu Ordular Grubu ve 3’üncü Or. Karargâh Subaylığı görevlerini yürütmüştür. 22 Ocak 1920’de görevli olarak geldiği Ankara’da kalarak MiIIî Orduya katılmıştır. 1926 yılına kadar Genelkurmay Karargâhında Şube Müdürlüğü, Genelkurmay II’nci Başkan Vekilliği, 61’inci Tümen Komutanlığı, 3’üncü Ordu Kurmay Başkanlığı ve 8’inci Kolordu Komutanlığı görevlerinde bulunmuştur.

1926 yılında terfi ettiği Tümgeneral rütbesi ile 8’inci Kolordu Komutanlığı görevini yürüttükten sonra 1930 yılında Korgeneralliğe terfi etmiştir. Korgeneral rütbesi ile 9’uncu Kolordu Komutanlığı ve 3’üncü Kolordu Komutanlığı görevlerinde bulunmuş, 1940 yılında Orgeneralliğe terfi etmiştir. Orgeneral rütbesi ile Yüksek Askerî Şûra Üyeliği, Genelkurmay II’nci Başkanlığı ve 1’inci Ordu Komutanlığı yapmıştır. 29 Temmuz 1946 tarihinde Genelkurmay Başkanı olarak atanmış, 8 Haziran 1949 tarihine kadar bu göreve devam etmiştir. Birtakım sağlık sorunları nedeniyle bir süre izin kullandıktan sonra 1 Ocak 1950 tarihinde atandığı Yüksek Askerî Şûra Üyeliği görevinden 6 Temmuz 1950 tarihinde kendi isteği ile emekli olmuştur.

1’inci Dünya ve Kurtuluş Savaşı’na katılmıştır.

Orgeneral OMURTAK; Harp Madalyası, İstiklal Madalyası, Muharebe Gümüş Liyakat Madalyası ile Avusturya 5’inci Rütbe Mecidiye Nişanı, Avusturya-Macaristan 3’üncü Rütbe Liyakat Nişanı ve Alman İmparatoru 3’üncü Demir Nişanı sahibidir.

Almanca ve Fransızca bilen Orgeneral Salih OMURTAK evlenmemiştir.

23 Haziran 1954 tarihinde vefat etmiş, Ankara’da Devlet Mezarlığı’nda toprağa verilmiştir.

Bülent Ecevit Kimdir ?
• Konbuyu başlatanSalvo
• Başlangıç tarihi15 Haz 2009

Salvo
Kayıtlı Üye
• 15 Haz 2009

• #1
Mustafa Bülent Ecevit, (d. 28 Mayıs 1925 İstanbul – ö. 5 Kasım 2006, Ankara), Türk siyasetçi, gazeteci, şair, yazar, siyasi parti başkanı ve Türkiye Cumhuriyeti eski başbakanlarındandır.

Beş kez Türkiye Cumhuriyeti başbakanlığı yapan Bülent Ecevit, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 21., Türkiye Cumhuriyeti’nin 18. başbakanıdır. Ecevit, düşünceleri ve uygulamalarıyla, 20. yüzyıl Türk siyasal yaşamının en önemli isimlerden biri olmuştur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 11. ve 12. Dönem Ankara, 13., 14., 15., 16. ve 19. Dönem Zonguldak, 20. ve 21. Dönem İstanbul milletvekili olarak görev yaptı.[1] 1961’de Kurucu Meclis, Temsilciler Meclisi üyesi, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı, Demokratik Sol Parti Genel Başkanı oldu. Çalışma Bakanı, Devlet Bakanı, Başbakan Yardımcısı ve Başbakan olarak görev yaptı; ancak üniversite mezunu olmaması nedeniyle Cumhurbaşkanlığı’na aday olamadı.

Konu başlıkları [gizle]
1 Kişisel yaşamı
2 Siyasal yaşamı
2.1 CHP içinde yükselişi
2.2 CHP Genel Başkanlığı
2.3 Demokratik Sol Parti yılları
3 Edebî kişiliği
3.1 Şiir kitapları
3.2 Siyasi kitapları
4 Hakkında yazılan kitaplar
5 Kaynakça
6 Dış bağlantılar

 

Kişisel yaşamı [değiştir]Bülent Ecevit 28 Mayıs 1925 tarihinde İstanbul’da doğdu. Mustafa ismi dedesi Huzur-u Hümayun hocalarından Mustafa Şükrü Efendi’den kaynaklanmaktadır [2]. “Ecevit Seceresi (Devlet Arşivi – No 1265)” belgesine göre İnebolu’da doğdu. Babası Kastamonu doğumlu Ahmet Fahri Ecevit Ankara Hukuk Fakültesi’nde adli tıp profesörüydü. (5 Mayıs 1951 tarihli Bülent Ecevit’in AÜ DTCF öğrenci kimlik cüzdanındaki nüfus cüzdan suretine göre baba adı Mehmet Fahrettin, gene 15 Ocak 1945 tarihli AÜ DTCF talebe hüviyet cüzdanındaki nüfus cüzdan suretine göre baba adı Fahrettin, öte yandan babasının 31 Ekim 1951 tarihli Yeni Sabah gazetesindeki ölüm ilanında Dr. Prof. Fahri Ecevit, ayrıca kullandığı kartvizitte Pr. Dr. Fahri Ecevit) A. Fahri Ecevit daha sonra siyasete girerek 1943-1950 yılları arasında CHP’den Kastamonu milletvekilliği yaptı. İstanbul doğumlu olan annesi Fatma Nazlı ise ressamdı.

Bülent Ecevit 1944 yılında Robert Kolej’den mezun oldu ve aynı yıl içinde çalışma hayatına Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nde çevirmenlik yaparak başladı. 1946 yılında okul arkadaşı Rahşan (Aral) Ecevit ile hayatını birleştirdi. Önce Ankara Hukuk Fakültesi ve sonra da Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ne kayıt yaptırmasına rağmen yüksek öğrenimine devam etmedi. 1946-1950 yılları arasında Londra Elçiliğinin Basın Ateşeliği’nde kâtip olarak çalıştı. 1950 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’nin yayın organı olan Ulus Gazetesi’nde çalışmaya başladı. Ulus Gazetesi Demokrat Parti tarafından kapatılınca Yeni Ulus ve Halkçı gazetelerinde yazar ve yazı işleri müdürü olarak görev yaptı. 1954 Ocak ayında CHP Çankaya Ocağı’na kaydoldu. 1955 yılında ABD’nin Kuzey Karolina eyaletinin Winston-Salem kentinde, The Journal and Sentinel’de konuk gazeteci olarak çalıştı. 1957’de Rockefeller Foundation Fellowship Bursu ile yeniden ABD’ye gitti, Harvard Üniversitesi’nde sekiz ay sosyal psikoloji ve Orta Doğu tarihi üzerine incelemeler yaptı. Bu sırada Ecevit’in sürekli “Hocam” diye bahsettiği Henry A. Kissinger Harvard rektörü idi. Harvard’da 1957 yılında, 1950-1960 arasından verilen antikomünizm seminerlerine sürekli Olaf Palme, Bertrand Russell gibi kişilerle katıldı. 27 Ekim 1957 seçimlerinde CHP’den milletvekili olarak siyasete girdi. Biri ABD’de Rumlar tarafından olmak üzere siyasi hayatında 6-7 kere suikaste uğradı.

Bitlis sigarası, Meclis sigarası içer, eniştesi İsmail Hakkı Okday’ın hediyesi Erika marka daktilosuyla yazardı. Bu 70 yıllık daktiloyu, ODTÜ Bilim ve Teknoloji Müzesi’ne armağan etmiştir.

1973 seçimlerinde CHP’nin seçim kampanyasında, yaşlı bir kadının “Karaoğlan nirede ha evlatlar, Karaoğlan’ı görmek istiyom.” şeklindeki sorusundan sonra Karaoğlan adı CHP’liler tarafından benimsenmiş ve ilerleyen yıllarda da Türkiye’de Bülent Ecevit için kullanılmaya başlanmıştır.[3] Seçim propagandalarında “Umudumuz Karaoğlan” sloganı söylenmeye başlamıştır. Dönemin Adalet Partisi lideri Süleyman Demirel, en büyük rakibi olan Bülent Ecevit’i, darbeyle devrilen Şilili sosyalist devlet adamı Salvador Allende’ye benzetip atıfta bulunmak için “Allende-Büllende” tabirini kullanmıştır.[4][5] Ecevit, başbakanlık dönemlerinde yapılan Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında “Kıbrıs Fatihi”, Abdullah Öcalan’ın yakalanışı sonrasında da “Kenya Fatihi” olarak anılmıştır.

İlerleyen yaşıyla birlikte sağlığı bozuldu. Doktorlarının karşı çıkmasına rağmen Danıştay’a düzenlenen saldırıda ölen Yücel Özbilgin’in 19 Mayıs 2006’daki cenazesine katılan Ecevit, törenin ardından rahatsızlandı.[6] Aynı gece fenalaştı ve beyin kanaması geçirdi. Uzun süre yoğun bakımda kaldı. Bu sırada kendisi için tutulan ziyaretçi yazıları Kaldırım Defteri adıyla anılıyor. Bülent Ecevit, bitkisel hayata girdikten 172 gün sonra 5 Kasım 2006 pazar günü Türkiye saatiyle saat 22:40’da (20:40 [UTC]) Gülhane Askerî Tıp Akademisi’nde dolaşım ve solunum yetmezliği sonucu vefat etti. [7]

Ecevit’in devlet mezarlığına gömülebilmesi için, ölümünün hemen ardından 9 Kasım’da yapılan bir kanun değişikliğiyle bu mezarlıklara başbakanların da gömülmesi sağlandı. [8] 11 Kasım 2006’da yapılan cenaze törenine o zamana dek eşi nadir görülen bir kalabalık katıldı. Yurdun dört bir yanından ve başta KKTC olmak üzere pek çok ülkeden insan Ecevit’e son borçlarını ödemek ve onu sonsuzluğa uğurlamak için başkente akın etti. Cenaze törenine beş cumhurbaşkanı ve siyasetçiler de katıldı. Kocatepe Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Devlet Mezarlığı’na doğru yola çıkan Ecevit’in naaşına halk gözyaşları ve çiçeklerle eşlik etti. Bu uzun yol boyunca eşi Rahşan Ecevit bir an olsun cenaze arabasının arkasından ayrılmadı. [9] [10] [11] 11 Kasım 2006 günü Devlet Mezarlığı’na defnedilen Ecevit için anıt mezar yapılması gündemdedir. [12]

Siyasal yaşamı [değiştir]
CHP içinde yükselişi [değiştir]32 yaşında, İsmet İnönü’nün damadı Metin Toker’in adaylığını ona devretmesiyle, milletvekili olarak siyasi yaşamına başlayan Bülent Ecevit 27 Mayıs 1960 Askerî Müdahalesi’nden sonraki seçimlerde tekrar milletvekili seçildi. 1961 yılında İsmet İnönü’nün kurduğu hükümette Çalışma bakanı oldu. 1965 yılındaki seçimlerde Zonguldak’tan yeniden milletvekili seçildi, seçimleri Süleyman Demirel’in başkanlığındaki Adalet Partisi kazandı. Bülent Ecevit bu tarihten sonra muhalefete geri dönen CHP’nin içinde ortanın solu görüşünün öncülüğünü yapmaya başladı. Ortanın solu ideolojisine karşı çıkanlarla Ecevit’in mücadelesi başladı. 18 Ekim 1966’da yapılan oylamada 43 yıllık CHP’nin genel sekreterliğine henüz 41 yaşındaki Bülent Ecevit seçildi. CHP tarihinde ilk defa bir genel sekreter ilçelerden köylere bütün CHP örgütlerini tek tek gezerek partililer ve delegelerle tanıştı. Ecevit çalışkanlığı, hitabet gücü ve parti içinde demokratik sol duruşuyla giderek sivrildi. Bu dönemde “millî şef” İsmet İnönü onu parmakla göstererek “Bu çocuk tehlikeli” demiştir. TSK’nın 12 Mart 1971 muhtırasından sonra, CHP’nin tutumu konusunda parti içinde önemli görüş ayrılıkları belirdi ve İnönü parti genel sekreteri Bülent Ecevit’le anlaşmazlığa düştü. İnönü, müdahaleye açıkça karşı çıkılmasını onaylamıyordu. Yeni kurulacak hükümete partinin üye verip vermeyeceği konusunda beliren anlaşmazlık sonucunda Ecevit genel sekreterlikten istifa etti. Ecevit’le yoğun bir mücadeleye giren İnönü, 4 Mayıs 1972’de toplanan 5. Olağanüstü Kurultay’da, siyasetinin partisince onaylanmaması durumunda istifa edeceğini açıkladı. Kurultay’da parti meclisi için yapılan güvenoylamasında Ecevit yanlılarının 507’ye karşılık 709 oy ile güvenoyu alması üzerine, 8 Mayıs 1972’de istifa eden İsmet İnönü’nün yerine 14 Mayıs 1972 tarihinde genel başkanlığa seçildi. Bu kurultayın ardından Türk siyasal yaşamında parti içi mücadele sonucunda değişen ilk genel başkan İsmet İnönü oldu.

CHP Genel Başkanlığı [değiştir]14 Ekim 1973 tarihinde yapılan seçimlerde Ecevit’in başkanlığındaki CHP en fazla oyu almasına rağmen çoğunluğu kazanamadı. 26 Ocak 1974 tarihinde Millî Selamet Partisi ile kurduğu koalisyon hükümetinde ilk defa başbakanlık görevini aldı. 1974 yılında Bülent Ecevit başbakanken, EOKA yanlısı Rumlar Kıbrıs’ta Makarios’a karşı darbe yaptı. Darbe nedeniyle Ada’da yaşayan Türkler’in güvenliği tehlikeye girdi. Ecevit’in başında olduğu hükümet, askerî müdahale kararı aldı. Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra Ecevit, “Kıbrıs fatihi” olarak anılmaya başladı. Sadece 10 ay süren bu koalisyon hükümetinin tarihe geçen en önemli olayı Kıbrıs Barış Harekâtı olmuştur. Bu hükümetin dağılması üzerine Süleyman Demirel’in başbakan olarak görev yaptığı AP-MSP-MHP-CGP partilerinden oluşan I. Millî Cephe Hükümeti kuruldu.

Muhalefete geri dönen Bülent Ecevit seçim kampanyası için gittiği İzmir hava meydanında 29 Mayıs 1977 Cumartesi ünü Kontrgerilla tarafından düzenlendiği iddia edilen suikasttan sağ kurtuldu. Bu Bülent Ecevit suikastından bir hafta sonra 5 Haziran 1977 Pazar günü yapılan genel seçimlerde CHP’nin oyunu %41’e çıkarmayı başardı. Bu oy oranı Türkiye Cumhuriyeti’nde sol görüşlü bir partinin kazandığı en yüksek oy oranı olarak tarihe geçti.

Ecevit oy oranını artırmakla birlikte o zamanki seçim sistemine (Nisbi seçim sistemi) göre çoğunluğu kazanamadığı için bir azınlık hükümeti kurmaya karar verdi. Bu azınlık hükümetinin güven oyu alamaması nedeniyle tekrar Süleyman Demirel’in başbakanlığında II. Millî Cephe hükümeti (AP-MSP-MHP) kuruldu. Bu hükümetin de kısa ömürlü olması sonucu Ecevit’in “Kumar borcu olmayan 11 milletvekili arıyorum” sözüyle AP’den ayrılan 11 milletvekilinin desteğiyle (Güneş Motel Olayı) 5 Ocak 1978 tarihinde yeni bir hükümet kurarak tekrar başbakan oldu. Ancak bu 11 milletvekilinin (Tuncay Mataracı, Hilmi İşgüzar, Orhan Alp, Oğuz Atalay, Mete Tan, Güneş Öngüt, Mustafa Kılıç, Şerafettin Elçi, Ahmet Karaaslan, Enver Akova, Ali Rıza Septioğlu) desteğini kazanmak için verdiği tavizler ve bakan yaptığı 11 milletvekili hakkında çıkan yolsuzluk söylentileri, Ecevit’e zarar verdi. Bu arada, Türkiye’nin ekonomik durumu gittikçe bozulmaya başlamış, sağ-sol çatışmaları sonucu işlenen cinayetler önlenemez duruma gelmişti. TÜSİAD gazetelere tam sayfa eleştiri ilanları verdi. 1979 yılında yapılan ara seçimlerde başarısızlığa uğrayan Ecevit görevden çekildi ve Süleyman Demirel 25 Kasım 1979 tarihinde MSP ve MHP’nin desteğiyle bir azınlık hükümeti kurdu. 12 Eylül 1980 tarihinde Genel kurmay başkanı Kenan Evren’in komutasındaki silahlı kuvvetler ülkenin yönetimine el koydu. Diğer parti başkanlarıyla beraber Bülent Ecevit de siyasetten uzaklaştırıldı ve bir süre göz altında tutuldu. Daha sonra diğer bütün partilerin ileri gelenleriyle birlikte 10 yıl süreyle siyasete girmesi yasaklandı. Bu dönemde gazetecilik yaptı. Arayış dergisini çıkardı. 1981’de çıkan dergi 1982’de askerî rejim tarafından kapatıldı.

Demokratik Sol Parti yılları [değiştir]
Bülent Ecevit, 16 Ocak 2002’de Amerika Birleşik Devletleri Devlet Başkanı George W. Bush’la Beyaz Saray’da yaptığı görüşme esnasında1985 yılında Bülent Ecevit’in siyasete girme yasağı devam ederken eşi Rahşan Ecevit’in başkanlığında Demokratik Sol Parti kuruldu. 1987 yılında yapılan referandumla eski siyasi liderlerin siyaset yasağı kaldırılınca Bülent Ecevit DSP’nin başına geçti. Aynı yılın Kasım ayında yapılan seçimlerde DSP barajı aşamayınca Ecevit siyasetten çekildi. 1989’da siyasete dönen Ecevit, 20 Ekim 1991 seçiminde DSP Zonguldak Milletvekili olarak TBMM’ye girdi. DSP’nin oyları 24 Aralık 1995 tarihinde yapılan erken genel seçimde yüzde 14,64’e, milletvekili sayısı 76’ya yükseldi ve DSP solun en büyük partisi konumuna geldi. Ecevit, 30 Haziran 1997 tarihinde ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz başkanlığında kurulan ANASOL-D koalisyonunda Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı. Koalisyon hükümetinin gensoruyla düşürülmesinin ardından, Bülent Ecevit, 11 Ocak 1999’da DSP azınlık hükümetini kurarak 4. kez başbakan oldu.

Partisinin, 18 Nisan 1999’da yapılan seçimlerden yüzde 21,71 oy oranıyla birinci parti olarak çıkması üzerine, hükümeti kurmakla görevlendirilen Bülent Ecevit, 28 Mayıs 1999’da kurulan DSP-MHP-ANAP koalisyonunda yeniden başbakanlık koltuğuna oturdu. Bu dönemde sağlık sorunlarıyla ilgili söylentiler çıkan Bülent Ecevit, 4 Mayıs 2002’de rahatsızlanarak Başkent Hastanesine kaldırıldı. Tedavisi sırasında durumu gittikçe kötüleşince eşi Rahşan Ecevit tarafından hastaneden çıkartılarak[13] evine geri getirildi. Bundan sonra sıhhati gözle görünür şekilde düzeldi ve Başbakanlık görevine devam etti. Ecevit’in rahatsızlığı sırasında hükümete yönelik tartışmalar ve erken seçim talepleri de siyasi gündeme damgasını vurdu. Bu tartışmalar parti içine de yansıdı. Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan’ın 8 Temmuz 2002’de görevinden ve partiden istifasını yeni istifalar izledi. İstifalarla koalisyon hükümeti TBMM’deki sayısal desteğini yitirirken, erken seçim kararı alındı ve 3 Kasım 2002’de yapılan erken genel seçimlerde DSP barajı aşamadı ve TBMM dışı kaldı.

Genel başkanlıktan ayrılma kararını, 3 Kasım seçimlerinden önce olduğu gibi, seçimlerden sonra da zaman zaman dile getiren Bülent Ecevit, 22 Mayıs 2004 tarihinde düzenlediği basın toplantısıyla halefini ilan etti ve görevi Genel Başkan Yardımcısı Zeki Sezer’e devretmek isteğini belirtti. 25 Temmuz 2004 tarihinde yapılan DSP kongresi ile aktif siyaseti bıraktı.

Edebî kişiliği [değiştir]
Bülent Ecevit’in Türkiye Cumhuriyeti Devlet Mezarlığı’ndaki kabriBülent Ecevit, siyasi yaşamının yanı sıra yazarlık ve şairliği de birlikte yürütmüş ender siyasetçilerden birisidir. Sanskrit, Bengal ve İngilizce dillerinde çalışmalar yapmış olan Ecevit, Rabindranath Tagore, Ezra Pound, T. S. Eliot, ve Bernard Lewis’in yapıtlarını Türkçeye çevirmiş, kendi şiirlerini de kitap halinde yayımlamıştır.

Şiir kitapları [değiştir]Bir Şeyler Olacak Yarın (Tüm şiirleri), Doğan Kitapçılık (2005)
El Ele Büyüttük Sevgiyi, Tekin Yayınevi (1997)
Işığı Taştan Oydum (1978)
Şiirler (1976)

Siyasi kitapları [değiştir]Ortanın Solu (1966)
Bu Düzen Değişmelidir (1968)
Atatürk ve Devrimcilik (1970)
Kurultaylar ve Sonrası (1972)
Demokratik Sol ve Hükümet Bunalımı (1974)
Demokratik Solda Temel Kavramlar ve Sorunlar (1975)
Dış Politika (1975)
Dünya-Türkiye-Milliyetçilik (1975)
Toplum-Siyaset-Yönetim (1975)
İşçi-Köylü Elele (1976)
Türkiye / 1965-1975 (1976)
Umut Yılı: 1977 (1977)

MAĞARA
mağaranın duvarına
hayvanları taştan oydum
kükrediler karanlıkta
türkülerle karşı koydum
karanlıktı mağara
ışığı taştan oydum
üşüyordum
bir de güneş koydum
aşk oydum mağaranın duvarına
aşk oydum
ağrıdı taşlar
yarıldı mağara
ben doğdum…

B. Ecevit

Alparslan Türkeş Kimdir ?
• Konbuyu başlatanHaDeS
• Başlangıç tarihi16 Şub 2016
H
HaDeS
Kayıtlı Üye
• 16 Şub 2016

• #1
Doğum:25 Kasım 1917,Lefkoşa, Kıbrıs Adası Birleşik Krallık dönemi
Ölüm: 4 Nisan 1997 ,Türkiye Ankara, Türkiye (79 yaşında)

Türk asker, Eski Başbakan yardımcısı ve siyasetçi. Milliyetçi Hareket Partisi’nin kurucusu ve ilk genel başkanıdır.

Alparslan Türkeş, 25 Kasım 1917 öğle vaktinde Koyunoğlu ailesinden Tuzlalı Ahmet Hamdi Bey ile Fatma Zehra Hanım’ın çocuğu olarak, Lefkoşa’da Haydarpaşa Mahallesi Kirlizade sokağı 13 numaralı evinde dünyaya geldi. 3 Haziran 1933’te ailesiyle birlikte Lefkoşa’dan ayrılarak Limasol’dan kalkan İtalya bandıralı “Viyana” gemisiyle İstanbul’a geldi.

1933’te Lefkoşa doğumlu İzmit milletvekili Hüseyin Sırrı Bellioğlu’nun tavsiyesiyle Kuleli Askeri Lisesine geçici olarak kaydoldu ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçince asli kaydı gerçekleşti. 1936’da Kuleli Askeri Lisesi’nden mezun olup 1938’de Harp Okulu’nu bitirdi. 1939’da piyade asteğmeni olarak atış okuluna girerek buradan teğmen rütbesiyle mezun oldu (P.938-348). Refik Yurtsever’in ablasının kızı Muzaffer Hanım ile 5 Eylül 1939’da nişanlandı ve 14 Ocak 1940’ta evlendi. Bu sırada Gelibolu’daki 58. Piyade Alayı 5. Bölük Komutanlığı’na tayin edildi ve Balıkesir, Bandırma, Edincik, Erdek ve Marmara Adasında görev aldı.

1955-1957 yılları arasında Washington’da NATO Daimi Komitesi’nde Türk genelkurmayı temsil heyetinde görev yaptı. Aynı sırada uluslararası ekonomi eğitimi gördü. 1959’da Almanya’da Atom ve Nükleer Okulu’na gönderildi ve buradaki eğitiminden sonra albaylığa yükseldi ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı NATO şube müdürü olarak atandı.

27 Mayıs 1960’dan kısa süre önce Elazığ’daki birliğinden Ankara’ya atandı ve Albay Talat Aydemir’in önerisiyle Milli Birlik Komitesi’ne (MBK) alındı. Darbeyi planlayıp yürütecek olan 37 kişilik MBK içinde yer aldı. darbe bildirisini 27 Mayıs 1960 günü radyodan okuduktan sonra adı sıkça duyulmaya başlandı. 27 Mayıs sonrası Başbakanlık müsteşarlığı yaptı.

Bu dönemde sonradan AP Partisi Balıkesir Senatörü seçilecek Hikmet Aslanoğlu ve CKMP Genel Sekreteri olacak Fuat Uluç kendisinin yardımcılık görevini yerine getirdiler. Bu dönemde Milli Birlik Komitesi içindeki görüş ayrılığı sonucu 13 Kasım 1960’da MBK Başkanı Org. Cemal Gürsel bir bildiri yayımlayarak MBK’nin çalışmalarının ülkenin yüksek çıkarlarını tehlikeye düşürecek bir duruma geldiğini, bu nedenle Türk Silahlı Kuvvetleri ile MBK üyelerinin talepleri üzerine MBK’yi feshettiğini açıkladı. Yeni oluşturulan MBK’de ise Alparslan Türkeş’in de içinde bulunduğu ve “14’ler” olarak adlandırılan ve ülkenin köklü yapısal sorunları çözülmeden kısa süre içinde yapılacak seçimlerle iktidarın sivillere bırakılmasını reddeden 14 subaya yer verilmiyordu. MBK üyesi Korgeneral Cemal Madanoğlu’nun inisiyatifiyle gerçekleşen bu operasyonla söz konusu kişiler Türk Silahlı Kuvvetleri’nden de emekli edilerek çeşitli görevlerle yurt dışına sürgüne gönderildiler. Alparslan Türkeş de bu operasyon sonucu Yeni Delhi büyükelçilik müşaviri olarak Hindistan’a gönderildi. Sürgünde iken, Milli Birlik Komitesi Başkanı Cemal Gürsel ‘e, Yüksek Adalet Divanı’nda yargılanan Adnan Menderes ve arkadaşlarının idam edilmelerinin doğru olmayacağını vurgulayan ve Milli Yol dergisinde yayınlanan mektubu gönderdi.

25 ay kadar sonra, 23 Şubat 1963’te Gümülcine’den yurda döndüğünde burada kalabalık bir “milliyetçi topluluk” tarafından karşılandı.

Alparslan Türkeş, sürgünde olduğu dönemde 14’lerden çoğu ile sık sık bir araya gelerek dönüşten sonraki stratejisini belirleyici toplantılar yapmıştı. Nitekim 31 Mart 1965’te, 14’lerden Dündar Taşer, Ahmet Er, Muzaffer Özdağ, Rıfat Baykal, Mustafa Kaplan gibi eski MBK üyeleri ile birlikte Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi – (CKMP)’ne girerek fiilen siyasi hayata atılmış oldu.

1965’te bu partinin başkanı oldu, uzun tartışmalardan sonra parti tüzüğünde 9 Işık Doktrini yer aldı. Türkeş, bu dönemde kendisini sevenler tarafından Başbuğ ilan edildi ve aynı yıl Ankara’dan milletvekili seçildi. 6-8 Şubat 1969’da Adana’da yapılan olağanüstü kongrede CKMP adı Milliyetçi Hareket Partisi ve terazi olan amblemi de üç hilâl olarak değiştirildi. 1966 yılında cumhurbaşkanlığına aday oldu ve Cevdet Sunay karşısında 11 oy alarak seçimi kaybetti. 1969 ve 1973 yıllarında Adana milletvekili olarak parlamentoya seçildi. 1974’te ilk eşi Muzaffer Türkeş’i kaybetti. Bundan iki yıl sonra 1976’da Seval Türkeş’le evlendi.

1975’ten sonra Milliyetçi Cephe adı verilen koalisyon hükümetlerinde başbakan yardımcılığı görevinde bulundu. Bu dönemde sağ ve sol çatışması arttı. Yetkililerin elinde Milliyetçi Hareket Partisi’nin şiddetin esas kaynağı olduğuna dair kanıtlar vardı ve Cumhuriyet Savcısı kapsamlı bir soruşturma yapmak istiyordu. Ancak hükümet buna izin veremezdi. Çünkü bu rolün açığa çıkarılması koalisyonun dağılması anlamına geliyordu ve Demirel bunu düşünmek bile istemiyordu. 12 Eylül darbesi sırasında Milli Güvenlik Konseyi başkanı, diğer üç parti başkanlarının teslim olduğunu, Alparslan Türkeş’in de teslim olmasını, aksi taktirde suçlu durumda olacağını belirten bir bildiri yayınladı. 12 Eylül darbesinden sonra 9 Nisan 1985’e kadar 4,5 yıl tutuklu kaldı. 12 Eylül döneminde idam cezasıyla yargılanan Türkeş, bu davadan beraat etti

1987’de siyaset yasağının kalkmasıyla birlikte Milliyetçi Çalışma Partisi’ne girdi ve aynı yıl yapılan olağanüstü kongrede genel başkanlığa seçildi. 1991 genel seçimlerinde Refah Partisi ve Islahatçı Demokrasi Partisi ile seçim ittifakı yapan MÇP lideri Türkeş, Yozgat milletvekili olarak yeniden parlamentoya girdi. Bu sırada 1992’de 12 Eylül darbesi ile kapatılmış olan partilerin eski adlarını alması hakkında Siyasi Partiler Kanunu’nda yapılan değişiklikle MÇP’nin ismi de 1993 yılında MHP olarak değiştirildi. 1995 genel seçimlerinde parlamento dışı kalan Türkeş, bu dönemde uzlaşmacı bir lider olarak ülke siyaseti üzerinde en etkili siyasetçi oldu. Türkeş, 9 Işık başta olmak üzere siyasi ve tarihi görüşlerini içeren kitaplar yazdı.

Alparslan Türkeş, 4 Nisan 1997’de geçirdiği kalp krizi sonucu Ankara’da yaşama veda etti. Kabri, Ankara Beştepe’de bulunmaktadır.

Süleyman Demirel

Doğum:1 Kasım 1924,Isparta, Türkiye
Ölüm 17 Haziran 2015,Ankara, Türkiye (90 yaşında)

Türk siyasetçi ve devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin 9. cumhurbaşkanı. Bundan önce, 1965“1993 tarihleri ‹‹arasında yedi farklı hükûmette toplam 10 yıl 5 aylık bir süreyle başbakanlık görevinde bulundu. Ayrıca, 1964’ten 1980 yılına kadar Adalet Partisi, 1987“1993 yılları arasında ise Doğru Yol Partisi genel başkanı olarak görev aldı.

Demirel, siyasi kariyeri boyunca birçok ilki gerçekleştirdi. Türkiye’nin çok partili sisteme geçtiği 1946’dan sonraki dönemde, kurduğu 7 hükûmetle en çok hükûmet kuran siyasetçi, Türk siyasi tarihi’nde İsmet İnönü ve Recep Tayyip Erdoğan’dan sonra en uzun süre görev yapan başbakan, 41 yaşında başbakanlık koltuğuna oturan en genç başbakan, 40 yaşında parti genel başkanı olan en genç politikacı ve 30 yaşında bir kamu kurumuna atanan en genç genel müdür rekorlarını kırdı.

17 Haziran 2015’te, tedavi gördüğü hastanede solunum yolu enfeksiyonu ve kalp yetmezliği nedeniyle 90 yaşında hayatını kaybetti. Ölümü üzerine Türkiye’de 17“19 Haziran tarihleri arasında ulusal yas ilan edildi.

Turgut Özal Kimdir ?
• Konbuyu başlatanRuThLeSs
• Başlangıç tarihi28 Mar 2010
R
RuThLeSs
Kayıtlı Üye
• 28 Mar 2010

• #1
1927 yılında Malatya’da doğdu. 1950 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’ni Elektrik Mühendisi olarak bitirdi. 1952 yılında A.B.D’ne giderek ekonomi tahsili gördü. Türkiye’ye döndükten sonra Elektrik İşleri Etüd İdaresi Genel Müdür Yardımcılığı’na atandı. 1961-1962 yıllarında askerlik hizmetini, Milli Savunma Bakanlığı Bilimsel Danışma Kurulu üyesi olarak yaptı ve Devlet Planlama Teşkilatı’nın kurulmasına katkıda bulundu. Bu sırada, Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde ders verdi.
Bir süre Başbakanlık Teknik Uzmanlar Kurulu Üyesi olarak çalıştı ve 1967-1971 yıllarında Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı görevini yürüttü. Ekonomik Koordinasyon Kurulu, Para ve Kredi Kurulu, RCD Koordinasyon Kurulu ve AET Koordinasyon Kurulu başkanlıklarında bulundu.
1971-1973 yıllarında Dünya Bankası’nda danışman olarak görev yaptı. Türkiye’ye döndükten sonra çeşitli sınai kuruluşlarında çalıştı ve 1979 yılı sonlarına doğru Başbakanlık Müsteşarı olarak atandı. Aynı dönemde Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı görevini de vekaleten yürüttü.
12 Eylül 1980 müdahalesinden sonra kurulan Hükümete ekonomik işlerden sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak atandı. 1982 yılında bu görevinden istifa etti. 1983 yılında Anavatan Partisi’ni kurdu ve aynı yıl yapılan genel seçimlerde partisinin birinci gelmesi üzerine hükûmeti kurmakla görevlendirildi ve böylece Türkiye’nin 19. Başbakanı oldu. 1987 seçimleri sonrasında tekrar hükümet kurdu ve başbakan olarak görev yaptı.
31 Ekim 1989’da Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye Cumhuriyeti’nin sekizinci Cumhurbaşkanı olarak seçildi ve 9 Kasım 1989 gününde bu görevine başladı.
17 Nisan 1993 gününde geçirdiği bir rahatsızlık sonucu görevi sırasında vefat etti.
1954’de Semra Hanım’la evlenen Turgut Özal’ın üç çocuğu bulunuyordu.

Adnan Menderes Kimdir ?
• Konbuyu başlatanRuThLeSs
• Başlangıç tarihi28 Mar 2010
R
RuThLeSs
Kayıtlı Üye
• 28 Mar 2010

• #1
1899 yılında Aydın’ın Koçarlı ilçesi Çakırbeyli köyünde doğdu. İzmirli Katipzade İbrahim Ethem Bey ile Aydınlı Hacı Alipaşazadeler’den Tevfika Hanım’ın oğlu olan Adnan, anne ve babasını küçük yaşta kaybetti ve anneannesinin yanında büyüdü. Eğitimine İzmir İttihat ve Terakki Mektebi’nde başlayan Adnan Menderes, Üniversite öncesi eğitimini Kızılçullu Amerikan Kolejinde tamamladı. Kolej son sınıf öğrencisi iken 4 Aralık 1916’da askere alındı, 15 Aralık 1917’de Zabit Vekili (Asteğmen) rütbesine yükseltildi, 30 Ekimde terhis oldu.
İstiklal Savaşında 6 Ekim 1920’de yeniden askere alınarak Aydın Askerlik Şubesinde görevlendirildi. 1 Eylül 1921’de Şube İnzibat Subaylığına atandı. 1 Mart 1922’de Menderes Bölgesi Komutan Yaveri oldu. Zaferden sonra 1 Eylül 1922’de Teğmenliğe yükseltildi. 1’inci Kolordu 2. Şube, İstihbarat Şubesi ve İzmir Sansüründe hizmette bulundu. 1 Ağustos 1923’te terhis edildi.
12 Ağustos 1930’da İstanbul’da Ali Fethi Bey’in Başkanlığında kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkasında politikaya girerek partinin Aydın örgütünü kurdu ve İl Başkanı oldu. Partinin kendini kapatması üzerine siyasi yaşamını CHP’de sürdürdü. CHP Aydın İl Başkanlığına seçildi.
9. Dönem seçimlerinde Aydın Milletvekilliğine seçildi. Bu arada Ankara Hukuk Fakültesinde öğrenim görerek 1935 yılında mezun oldu. 10, 11 ve 12. Dönemlerde yine CHP adayı olarak Aydın’dan Milletvekili seçildi. 1945 yılına kadar TBMM’de komisyon raportörlüğü yapan Menderes, o yıl Saracoğlu Hükümetinin getirdiği Toprak Kanunu Tasarısını reddederek, komisyondan istifa etti. Partide yaptıkları muhalefetten dolayı, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü ile birlikte 25 Eylül 1945’te CHP’den ihraç edildi.

Yaşanan ihraçların ardından, Celal Bayar da hem partiden hem de milletvekilliğinden istifa etti. Bu gelişmeler üzerine 7 Aralık 1945’te Demokrat Parti kuruldu. Adnan Menderes, Celal Bayar’dan sonra partinin ikinci adamı konumunda, partinin kurucuları arasındaydı. 8. Dönemde DP adayı olarak Kütahya’dan Milletvekili seçildi. 9. Dönemde İstanbul Milletvekili seçilerek 22 Mayıs 1950’de 1. (Demokrat Parti o dönem seçimi oylarının %53,5’ini alarak sandıkdan 1. parti olarak çıkmıştı), 9 Mart 1951’de 2. Menderes Hükümetlerini kurdu.

10. Dönemde yeniden İstanbul Milletvekili seçildi. 17 mayıs 1954’te 3. Menderes Hükümetini kurdu. 9 Aralık 1955’te Kabinesini yenilemek suretiyle, görevini dönem sonuna kadar sürdürdü. 28 Temmuz 1957’ye kadar Başbakanlıkla birlikte Milli Müdafaa Bakanlığına da vekalet etti. 11. Dönemde tekrar İstanbul Milletvekili oldu. Beşinci kez Bakanlar Kurulunu kurmaya memur edildi.

27 Mayıs 1960’ta Türk Silahlı Kuvvetlerinin ülke yönetimine el koymasıyla tutuklanarak Yassıada’ya götürüldü. Yüksek Adalet Divanında, Anayasayı ihlâl ve çeşitli suçlardan dolayı yapılan yargılama sonunda ölüm cezasına çarptırıldı.
17 Eylül 1961’de ölüm cezası İmralı’da idam şeklinde yerine getirildi.
17 Eylül 1990’da naaşı İmralı’dan alınarak Devlet töreni ile İstanbul Vatan Caddesinde yaptırılan Anıtmezarda toprağa verildi.
Aydın, Adnan Menderes Üniversitesi ve İzmir, Adnan Menderes Havaalanına ismi verildi.

~AnıL~
Kayıtlı Üye
• 19 Kas 2011

• #2
Adnan Menderes (1899 – 1961)

899 yılında Aydın’da doğdu. Babası İzmirli Katipzade İbrahim Ethem Bey, annesi Aydınlı Hacı Alipaşazadeler’den Tevfika Hanım’dır.Anne ve babasını küçük yaşta kaybetti. O’nu anneannesi büyüttü. Tahsil hayatına İzmir İttihat ve Terakki Mektebi’nde başlayan Adnan Menderes, Kızılçulu Amerikan Koleji’nde okurken misyonerlerle başı derde girdiği için, çeşitli makamlara müracaat etti. Müracaat ettiği makamların birinin başında Celal Bayar vardı. Bayar’la böyle tanışmış oldu.
Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitiren Adnan Menderes, Birinci Dünya Savaşı sırasında yedeksubay olarak askerliğini yaptı. Aydın’da bazı arkadaşlarıyla birlikte Ayyıldız Çetesi’ni kurdu. Daha sonra Söke’de Piyade Alay Yaveri olarak savaşa katıldı. Savaştan sonra İstiklal Madalyası aldı.

Ali Fethi Okyar tarafından 1930 senesinde kurulan ancak kısa sürede kapatılan Serbest Fırka’nın Aydın Teşkilatı’nı kurarak başkanı oldu. Bu parti kapatılınca CHP’ye girdi ve 1931 yılında bu partiden Aydın Milletvekili seçildi.

1945 senesine kadar TBMM’de komisyon raportörlüğü yapan Adnan Menderes, o yıl Saracoğlu Hükümeti’nin getirdiği Toprak Kanunu Tasarısı’nı şiddetle reddederek, komisyondan istifa etti. Partide yaptıkları muhalefetten dolayı, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü ile birlikte CHP Disiplin Kurulu tarafından 12 Haziran 1945’te ihraç edildiler.

Celal Bayar da hem partiden hem de milletvekilliğinden istifa etti. Bu hareketler Demokrat Parti’nin 7 Ocak 1946’da kurulmasına sebep oldu. 1946 seçimlerinde Demokrat Parti’den Kütahya Milletvekili olarak meclise girdi.Celal Bayar’dan sonra ikinci adam durumuna geldi. 14 mayıs 1950 seçimlerinde DP oyların 53,5’ini alarak iktidar oldu. 10 senelik DP iktidarının tek başbakanı oldu ve o döneme damgasını vurdu. İktidarı zamanında 5 hükümet kurdu. Bu 10 senelik zaman içinde Türkiye’nin iç ve dış siyasetinde büyük gelişmeler oldu. Sanayileşme ve şehirleşme hamlesi başladı, köye makine girdi, ulaşım, enerji, eğitim, sağlık, sigorta ve bankacılık yeniden başladı. Türkiye kalkınma kavramıyla tanıştı.

27 Mayıs 1960 tarihinde yapılan askeri darbeyle iktidardan indirildi. Yassıada’ya hapsedildi. Milli Birlik Komitesi tarafından kurulan Yüksek Adalet Divanı’nca idama mahkum edildi. Yassıada’da tutuklu bulunduğu sırada çeşitli işkencelere maruz kaldığı söylenir.

ATATÜRK’ÜN SÖZÜ VE CHP MACERASI

 

Türk demokrasi tarihinin en önemli şahsiyetlerinden biri olan Adnan Menderes 1930 yılında Serbest Fırka’ya katıldı. Serbest Cumhuriyet Fıkrası feshedildikten sonra, Celal Bayar’la görüşerek, Cumhuriyet Halk Partisine girdi, en sonunda da Mustafa Kemal’in “Bugün konuştuğum genç, elbette burada bizim parti mutemetleri ile çalışamaz. Şayan-ı dikkat bir gençtir” cümlesi ile beğenisini kazanmıştı ve 1931 yılında CHF Aydın Milletvekili seçildi, 1945 yılına kadar CHF Milletvekilliğini sürdürmüştür.
Adnan Menderes o dönemi şöyle anlatıyor:

“Atatürk zamanında ben, Aydın’da Serbest Fırka’nın reisiydim. Fethi Bey bizzat Aydın’a gelerek, Serbest Fırka ile meşgul oldu. Aydın’daki belediye seçimlerini kazandım. Gayet dürüst bir mücadeleye giriştim. Halk Fırkası ileri gelenleri ile tanışıyordum. Ama Halk Partisi’ne, onların rica ve ısrarına rağmen girmemiştim… Fethi Bey’in partisi, malum şartlar altında feshedildi. Memlekete derin bir teessür hakim oldu. Halk Partisi kendisini toparlamak istedi. Vilayetlere heyetler gönderildi. Bu arada Izmir ve Aydın’a da, Celal Bayar riyasetinde bir heyet geldi…Ben gelen heyetle bir hafta temas etmedim. Nihayet, Celal Bayar tanıdığım ve hürmet ettiğim bir zattı. Vasıf Çınar Ittihat ve Terakki mektebinden hocamdı… Ve temas temin edildi. Bu muhterem zatların ibram ve ısrarı üzerine, Halk Partisine girerek, fikirlerimizi parti içinde müdafaa etmek muvafık olacaktı. O zamana kadar ve benimle beraber Halk Partisi’ne karşı çekingen tanınan arkadaşlarla, Halk Partisi’ne girdik.” (Bilgin Çelik, ” Toplumsal Tarih Aralık 2000″, “Aydın’da Serbest Fırka ve Belediye Seçimleri )

1945 senesine kadar TBMM’de komisyon raportörlüğü yapan Adnan Menderes, o yıl Saracoğlu Hükümeti’nin getirdiği Toprak Kanunu tasarısını şiddetle eleştirerek komisyondan istifa etti.Partide yaptıkları muhalefetten dolayı bir süre sonra Refik Koraltan ve Fuat Köprülü ile birlikte CHP Disiplin Kurulu tarafından 12 Haziran 1945’te ihraç edildiler.

27 MAYIS DARBESİ

 

Sabah saat 04:36’da Ankara Radyosu’ndan yapılan bir anons nefesini tutan insanları bir anda heyecanlandırdı. Tek haberleşme aracı olan devlet radyosundan evlere ulaşan anonsta, ”Bugün, demokrasimizin içine düştüğü buhran ve en son müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla, Türk Silahlı Kuvvetleri, memleketin idaresini eline almıştır” deniliyordu ve Türk halkı ihtilalle ilk defa tanışmış oldu.

Cumhurbaşkanı Celal Bayar Çankaya Köşkü’nde; Başbakan Adnan Menderes Kütahya’da gözetim altına alınıyordu. Bakanlar Kurulu ve Tahkikat Komisyonu üyeleriyle DP milletvekilleri de bulundukları mekanlardan toplanarak Harp Okuluna gönderildiler.

Demokrat Parti iktidarı ile iyi ilişkiler içinde bulunan dönemin Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun başta olmak üzere üst rütbeli asker ve bürokratlar cezaevlerine konuldu. Ülkede ilan edilen sıkıyönetim sonucu tüm Demokrat Partili milletvekilleri, üst derecedeki bürokratlar, polis şefleri tek tek evlerinden alındı. Tüm siyasiler yargılanmak üzere Yassıada’ya gönderildiler.

DARBE HAKKINDA BİR YAZI

BÜYÜK GÜN (Çetin Altan-27 Mayıs 1960-Milliyet )

BÜTÜN Türk vatanperverleri bu muazzam ve şanlı günün sevinci ve heyecanı içindedirler.
Çürümüş, sufli politik tertiplerinin şahsi ihtiraslarla Türkiye’yi en tehlikeli badirelere, kardeş kavgalarına sürüklemek üzere olduğu bir sırada, Türk Silahlı Kuvvetlerinin medeni bir şekilde devlet idaresine el koymaları ve memleketi karanlık bir akibetten kurtarmaları, tarihimizin büyüklüğüne yakışan mutlu bir hareket olarak, Milletimize hür ve insan haklarına uygun yeni ufuklar açmaktadır.
Kara ve şüpheli günler selamete ermiş ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin şahsında mukedderatına hakim olmuştur.
Silahlı Kuvvetlerimizi tam zamanında ve üstün bir anlayışla, Milletin kaderini, gitmekte olduğu kötü yoldan bir anda aydınlığa çıkarmıştır.
Her türlü yalan, baskı ve küçük oyunlardan uzak olarak, Kurucu Meclis’in koyacağı demokratik prensipler çerçevesinde, yakında serbest seçimlere gidilecektir.
Vatandaşların vakur bir anlayışla aynı milletin çocukları olduklarını hatırlamaları, Hukuk ve İnsan Haklarının koyduğu esaslar içinde, hür bir memlekette yaşayabilmek için birbirlerine kardeşce davranmaları bugün her zamandan ziyade milli bir vazife olmuştur.
Artık hiçbir partinin rozeti kanun dışı bir imtiyazın sembolü olmayacaktır. Güzel vatanımızda eşit ve hür olarak insanca yaşamanın saadetini paylaşacağımız dakikalar yakındır.
Kinsiz, baskısız ve zindansız kardeşce bir sevginin memleket üzerinde esas saadetini duyuyor ve bu büyük günü candan alkışlıyoruz.
Nefretlerin, kıskançlıkların ve ahlaksızlıkların uğursuz bulutları dağılmaktadır. Bütün vatandaşların bu yeni devrin kapısından bir tek vücut halinde girmeleri ve her türlü şahsi duyguların üzerinde, memleket menfaatlerini düşünmeleri en kutsal vazife olmuştur.
Hakiki hürriyetin saati çalmıştır. Atatürk’ün inkilaplarına bağlı olarak demokratik bir memlekette Türklüğün şerefine yakışan bir nizamın temelleri atılmaktadır.
Yaşasın Türk milleti yaşasın Türk Ordusu…

BEBEK DAVASI

 

“Adnan Menderes’in gayri meşru çocuğu, Dr. Mükerrem Sarol tarafından alınarak öldürüldü.” Gazetelerin kullandığı bu haberler Yassıada Savcılarınca delil telakki edilerek, Adnan Menderes hakkında tarihte Bebek Davası olarak anılan dava açıldı. bunun yanında Başbakanlık kasasından çıktığını iddia edilen kadın iç çamaşırı ve bir kutu da çıplak kadın fotoğrafı da delin olarak kullanıldı. Menderes ise bu tutum karşısında gönül ilişkisini yalanlamadığı gibi özür de dilemedi; çocuğun öldürülmediğini, doğum anında öldüğünü söyledi. Adnan Menderes’in gönül ilişkisine girdiği Ayhan Aydan, gerçekten de Menderes’ten hamile kalmış ancak bebekten kurtulmayı kesinlikle istemediği gibi, doğurmayı çok arzulamıştı. Doğuma giren Dr. Fahri Atabey de, “bebeğin boynunu saran kordon yüzünden ölü doğduğunu” saptamıştı.
Türk siyasi tarihinde, kaçamağı göze alan, evliyken yaşadığı bir ilişki yüzünden kendini kamuoyu önünde savunmak durumunda kalan tek başbakan Adnan Menderes oldu.

Ayhan Aydan ise, Yassıada duruşmalarında tanık olarak dinlendiği kürsüde şunları söylüyordu:

“Adnan Menderes’i 1951’de tanıdım. Evli olmasına rağmen büyük bir aşkla sevdim. Bütün emelim ondan bir çocuk sahibi olmaktı. Bunu başaramadım. Ancak hangi vicdansız ana, üzerine titrediği bebeğinin öldürülmesine razı olabilir?” Mahkeme başkanı tarafından sevgilisini kurtarmaya çalışmakla suçlansa da, kamuoyu düşüncesini değiştirmeye, bu yasak ilişkideki masumiyete inanmaya, hatta sempati duymaya başladı. Tarihe “bebek davası” olarak geçen bu duruşmaların sonunda Adnan Menderes beraat etti. Menderes’in beraat ettiği tek dava da buydu. Fakat “devletin yüksek menfaatlerine ve istihbarat işlerine sarfedilmek üzere emrine tahsis edilen paraların bir kısmıyla opera sanatçısı Aydan Ayhan’a ev aldığı” iddiasıyla açılan davada suçlu bulundu.

MENDERES’İN SON DAKİKALARI

İmralı’ya gelindiğinde, memleket içinde ve dış basında sıhhi durumu türlü spekülasyonlara yol açan Menderes, iskeleden konulduğu misafir salonuna kadar çiçek tarhları arasındaki 100 metrelik yolu hiç kimsenin yardımı olmadan rahatça yürüdü. Ayrıca misafir salonu ile darağacının bulunduğu yer arasındaki 80 metrelik yolu da, gene aynı rahatlıkla katetti.
İmralı Adasının etrafında ve içinde Örfi İdare Kumandanlığınca sıkı emniyet tedbirleri alınmıştı. İmralı Adasının etrafında donanmamıza mensup tekneler, içinde de deniz, kara ve hava askerleri görülmekteydi.
Yassıada’dan bir enstantane ‘…. birden önümdeki sırada sağda Bayar’ın başını tanıdım. Yanında oturanı seçemedim önce. Yalnız çok ince bir boyun, gevşek beyaz yaka ve sarı saçlar gözüme çarptı. Bir ara başını çevirdi, o zaman Bayar’ın yanında oturanın Adnan Bey olduğunu hayretle gördüm. Yarabbi ne hale gelmişti! Zayıflamış, zayıflamıştı. Yüzünde benek benek çiller. Sanki uzun bir hastalıktan yeni kalkmıştı…’ Samet Ağaoğlu, Arkadaşım Menderes 1967 Baha Matbaası syf:176

Menderes’e M.B.K.’nin tasdik kararı, kendisine tahsis olunan misafir salonunda tefhim edilmiştir. Cumartesiyi pazara bağlıyan gece saat 01.30’da Zorlu ve Polatkan için yapılan formaliteler, Menderes için tekrarlandı.
Menderes Egesel’i dinlerken Polatkan derecesinde olmamakla beraber gene korku ile sarsıldı. Fakat zamanla kendisini toparladı. Oturduğu yerde kamburunu çıkararak daha da küçülmüş ve son arzusu sorulduğu zaman bir sigara istedi.
Verilen Yenice sigarasını içerken şunları söyledi:
– Dünyadan ayrıldığım şu anda, ailemi ve çocuklarımı şefkatle andığımı kendilerine bildirin. Vatanı ve milleti Allah refah içinde bıraksın.
Menderes, sabaha karşı saat 02.31’de Zorlu’nun ipe çekildiği darağacında asılmak suretiyle idam edildi. Menderes’in de, Zorlu ve Polatkan gibi darağacına götürülürken, usule uygun olarak bilekleri arkasına bağlanmıştı.

61 NOLU TEBLİĞ

 

M.B. Komitesi İrtibat Bürosunun (61) numaralı tebliğidir:
1- Ord. Prof. Dr. Sedat Tavat, Amiral Bristol Hastahanesi Dahiliye Servisi Şefi Dr. Nevzat Yeginsu ve Yassıada Garnizon Hastahanesi tabiplerinden Dr. Galip Bozalioğlu, Dr. Ahmet Karahaliloğlu, Dr. Zeki Kebapçıoğlu ve Dr. Sedat Yürütgen’den müteşekkil heyet tarafından düşük Başvekil Adnan Menderes’in sıhhi muayenesi yapılmış sıhhi durumunun tamamen normale döndüğü raporla tesbit edilmiştir.
2- Yüksek Adalet Divanınca verilen ve Milli Birlik Komitesince tasdik edilen idam cezası hükmü infaz edilmiştir. Tebliğ olunur.

 

Abdullah Cevdet
• Konbuyu başlatanTarquin
• Başlangıç tarihi29 Ocak 2009

Tarquin
Kayıtlı Üye
• 29 Ocak 2009

• #1
Osmanlı Devletinin son devirlerinde yaşamış siyaset adamı ve yazar. Jön Türkler hareketlerini başlatanlardan ve İttihad ve Terakki Cemiyetinin kurucularından. Babası Diyarbekir Birinci Tabur Katibi Ömer Vasfi Efendi olup, 9 Eylül 1869’da Arapkir’de doğdu. 1932’de İstanbul’da öldü.
İlk tahsilini Arapkir’de ve Hozat’ta yaptıktan sonra Mamüretü’l-Aziz (Elazığ) Askeri Rüşdiyesini bitirdi. Kuleli Askeri Tıbbiye İdadisinden de mezun olduktan sonra Mekteb-i Tıbbiyeye girdi. Biyolojik materyalist fikirlerin tesirinde kaldı. Dinin insan üzerindeki fonksiyonlarını inkar eden ve her şeyi madde ile açıklamaya çalışan materyalist görüşlere yer veren bazı eserler yazdı.

Talebeyken 1889’da tıbbiyeli arkadaşları ile sonradan İttihad ve Terakki Cemiyeti adını alacak olan İttihad-ı Osmani adlı gizli cemiyeti kurdu. Siyasi faaliyetleri sebebiyle birçok defa tutuklandı. 1894’te Mekteb-i Tıbbiyeden mezun oldu. Haydarpaşa Hastahanesinde vazife aldı. Geçici olarak Diyarbakır’a vazifeli gönderildi. Orada İttihad-ı Osmani Cemiyetine Ziya Gökalp gibi pekçok kimseyi üye kaydetti. İstanbul’a döndükten sonra siyasi faaliyetlere devam ettiği ve devlete karşı olan faaliyetleri sebebiyle arkadaşlarıyla birlikte tutuklandı. 1896’da Bakanlar Kurulu kararıyla Trablusgarb’a sürüldü. Burada da siyasi faaliyetlere devam etti.

Mizan ve Meşveret adlı dergilere imzasız ve “Bir Kürt” takma adıyla yazılar gönderdi. Fizan’a sürüldü ise de oradan Tunus’a kaçtı. Paris’e geçerek Osmanlı Devletini yıkmak için faaliyet gösteren Jön Türklere katıldı. 1897’de Cenevre’ye giderek İttihad ve Terakki Cemiyetinin merkez komitesinde yer aldı. Çeşitli gazete ve dergilerde takma adıyla yazılar yazdı. 1899’da Viyana sefareti tabipliğine tayin edildi. 1903’te tekrar Cenevre’ye giderek bir matbaa kurdu ve İctihad Mecmuası’nı çıkarmaya başladı. 1904’te Osmanlı İttihad ve İnkılap Cemiyetinin kurucuları arasında yer aldı. Çeşitli gazete ve dergilerde yazdığı yazılarda Sultan İkinci Abdülhamid Han ve diğer hükumet erkanı hakkında çirkin ifadeler kullandı. 20 Ekim 1904’te İsviçre’den sınır dışı edilince, İctihad Dergisi ve kütüphanesini Mısır’a naklederek bölücü ve yıkıcı faaliyetlerine devam etti. Şura-yı Osmani Cemiyetinin idaresinde vazife aldı. Bu sırada İslam düşmanı ve müsteşrik Dozy’nin eseri Essai Sur l’histoire de l’İslamisme adlı kitabını Tarih-i İslamiyet adıyla tercüme etti. Bu kitapta Peygamberimize karşı saygısız ifadeler kullandığı için dindar insanların samimi duygularını rencide etti. Bu yüzden pekçok kimse tarafından, kendi yanlış fikirlerinden başkasını kabul etmeyen, Allah düşmanı manasında “Adüvvullah Cevdet” diye anıldı. Bozuk fikirlerine zamanın hakiki alimleri tarafından cevaplar verildi.

İkinci Meşrutiyetin ilanından ve İkinci Abdülhamid Hanın tahttan indirilmesinden sonra 1910 senesi sonlarında İstanbul’a dönen Abdullah Cevdet, İttihad ve Terakki ileri gelenleriyle arası açık olduğundan Cağaloğlu’nda İctihad Evi adını verdiği binaya yerleşerek İctihad Dergisini çıkarmaya devam etti. Aynı sene içinde kurulan Osmanlı Demokrat Fırkasının ikinci başkanı oldu. Bu fırka, Hürriyet ve İtilaf Fırkasıyla birleşince de, siyasi faaliyetlerini Kürt Teali Cemiyetine girerek devam ettirdi. Çıkardığı İctihad Dergisi, din ve devlet aleyhinde yazılar yazdığı için birçok defa kapatıldı. Bir ara İsviçre’ye giderek Osmanlı Devleti aleyhinde çalışan muhaliflere katılmak istediyse de isteği İsviçre hükumeti tarafından reddedildi. Daha sonra İttihadcıların desteğiyle çıkan Hak Gazetesinin yazarlarından oldu. Birinci Dünya Harbinden sonra yeniden siyaset ve yayın faaliyetlerine başladı. 1 Kasım 1918’den itibaren İctihad Dergisini yeniden çıkardı. Tekrar İttihadcıların aleyhinde yazılar yazdı. İngiliz Muhibler Cemiyetini kurdu. Ayrıca İngilizlerle işbirliği yapan Kürdistan Teali Cemiyetinde de önemli roller aldı. İctihad Mecmuasıında dini tezyif edici yazılar neşr etmeye devam etti. Bir ara Sıhhıye Müdürü olduysa da bu vazifeden alındı. 25 Mayıs 1920’de bu vazifeye yeniden tayin edildi. Fakat yedi ay sonra tekrar alındı. Yeniden neşr etmeye başladığı İctihad Dergisinin 1 Mart 1922 tarihli 144. sayısında Bahailiğin yeni bir din olarak kabul edilmesini tavsiye etti. İstiklal Harbinden sonra İctihad Dergisinde yeni idareyi öven yazılar yazarak nüfuz kazanmak istedi. Bu mecmuada Türkiye’nin nüfus politikasıyla ilgili olarak; “Neslimizi ıslah etmek, kuvvetlendirmek için Avrupa’dan ve Amerika’dan damızlık erkek getirmek gerekir.” şeklindeki iddiasının yer aldığı bir yazıyı kendi imzasıyla yayınladı. Bu yazısı bütün yurtta büyük ve derin bir nefrete sebep oldu.
Ömrünün sonuna doğru tamamen yalnız kalan Abdullah Cevdet 29 Kasım 1932’de öldü.

Ahmed Cavid Paşa
• Konbuyu başlatanTarquin
• Başlangıç tarihi29 Ocak 2009

Tarquin
Kayıtlı Üye
• 29 Ocak 2009

• #1
1840 yılında Kafkasya’da Vubıh (Soçi) yöresinde doğdu. Büyük Çerkes sürgününde (1864), yüz binlerce soydaşı gibi o da ailesi ile birlikte Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldı. Bandırma’nın Çinge köyüne yerleşti. Aile adı Therkhet’dir.

Yurdunu kaybetmenin ve feci sürgünün getirdiği tüm acılara karşın, bir yandan Türkçe öğrenmeye çalışırken İstanbul’dan getirttiği kitaplarla kendi kendini yetiştirerek yeni ülkeye ve yaşama uyum sağladı. Daha sonra İstanbul’a giderek memurluk yaptı. Çeşitli devlet memurluklarında bulunduktan sonra, Suriye’de Suveyde, sonradan Bandırma, Yenipazar, İstanköy, Humus ilçelerinde Kaymakam olarak görev yaptı. İstanbul’da Zabtiye Nezareti’nde çeşitli görevlerde bulundu. Mirmiran rütbesiyle sivil Paşa rütbesi verilerek Pizren, Ergiri ve Şarkikarahisar’da da mutasarrıflık yaptıktan sonra emekli oldu. İstanbul’a dönerek Üsküdar’da yerleşti.

Kaybettiği yurdunun özlemini çeken ve soykırıma uğratılan halkının acılarını dindirmek için yaşamı boyu elinden gelen herşeyi yapan Therkhet Ahmed Cavid Paşa, 1897 yılında, hazırladığı Arap harfli Adige alfabesini litograf (taşbasması) ile gizlice bastırarak Çerkes folklor ve edebiyatından derlemeler yapmaya girişti. Bu bakımdan Türkiye’de Adige dilinin alfabesini ilk kez düzenleme onuru ona aittir.

Namık Kemal’in kişisel dostu olan Ahmed Cavid Paşa, Zabtiye Nezareti’nde şube müdürü olarak bulunurken onun Avrupa’ya kaçmasına da yardımcı olmuştu. Osmanlı Devleti’nde 1908’de ikinci kez Meşrutiyet yönetiminin yürürlüğe girmesi üzerine, merkezi İstanbul’da olmak üzere kurulan “Çerkes İttihad ve Teavün Cemiyeti”nin kurucuları arasında yer aldı ve ölünceye kadar bu cemiyette başkanlık görevlerinde bulundu. Evvelce litografla ve gizlice bastırmış olduğu Çerkes (Adige) Alfabesi’ni 1909 ve 1910 yıllarında iki kez daha bastırdı. “Adige Yani Çerkes Lisanının Söylenişi Yazılışı” (İstanbul 1911) ve “Arab Cerf” (Arap Sarfı-Grameri) adlı Adigece-Türkçe iki de broşür yayınladı. Osmanlı basınında, Çerkes sürgünlerinin durumunu belirtip onların yerleştirilme şeklindeki aksaklıklardan yakınan, onlara daha uygun toprak ve otlaklar verilmesi için Dahiliye Nezaretinin (İçişleri Bakanlığı) dikkatini çeken yazıları da yayınlanmıştır. “Çerkes İttihad ve Teavun Cemiyeti’nin organı olan “Qhuaze” (Rehber) gazetesinde Çerkes halk edebiyatından derlemelerini yayımlamış,Mehmet Ali Pçıhaluk ile birlikte hazırladığı Çerkesce-Türkçe Sözlük de bu gazetede kısmen yayımlanmıştır.

30 Ekim 1916’da İstanbul’da ölmüş olup mezarı Selimiye Camii haziresindedir.

Pervez Müşerref
• Konbuyu başlatanTarquin
• Başlangıç tarihi30 Ocak 2009

Tarquin
Kayıtlı Üye
• 30 Ocak 2009

• #1
Pervez Müşerref, 11 Ağustos 1943, tarihinde doğdu. 1961’de Pakistan Askeri Akademisi’ne başladı. Pakistan Ulusal Savunma Koleji’nde okudu. İngiltere Kraliyet Savunma Bilimleri Koleji’nden mezun oldu. Türkiye’de Pakistan Büyükelçiliği’nde görev yapmıştır, ileri seviyede Türkçe bilmektedir. Ayrıca Beşiktaş’ı tuttuğunu ve maçlarını televizyondan takip ettiğini açıklamıştır. Pakistan ordusunda general olarak görev yaparken darbe ile yönetimi ele almıştır. 20 Haziran 2001’den sonra Pakistan İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı oldu. 6 Ekim 2007 tarihinde yapılan devlet başkanlığı seçimini kazandı. 19 Ağustos 2008 tarihinde cumhurbaşkanlığı görevinden istifa etti.

Bedrettin Dalan
• Konbuyu başlatanTarquin
• Başlangıç tarihi16 Haz 2009

Tarquin
Kayıtlı Üye
• 16 Haz 2009

• #1
İstanbul Büyükşehir Eski Belediye Başkanı ve İstek Vakfı kurucusu…

1941 Eskişehir doğumlu. İTÜ Maçka Fakültesi mezunu. Elektrik Müh. Muhtelif kuruluşlarda yöneticilik ve yönetim kurulu üyeliği ile Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde öğretim görevlisi. Evli iki çocuklu, Almanca ve İngilizce bilir.Demokrat Merkez Partisi Eski genel Başkanı…

Beşir Atalay
• Konbuyu başlatanTarquin
• Başlangıç tarihi16 Haz 2009

Tarquin
Kayıtlı Üye
• 16 Haz 2009

• #1
58. VE 59. HÜKÜMET DEVLET BAKANI

KESKİN – 1947, Mehmet – Memduha – Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Master ve Doktora – İngilizce – Sosyolog, Prof.Dr., Öğretim Üyesi – Erzurum Atatürk Üniversitesi Öğretim Üyesi, DPT Sosyal Planlama Daire Başkanı, Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi, UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Yönetim Kurulu Üyesi, Kırıkkale Üniversitesi Kurucu Rektörü, Ankara Sosyal Araştırmalar Merkezi Koordinatörü – Devlet Bakanı – Evli ve 3 çocuk babası.

Baltacı Mehmed Paşa
• Konbuyu başlatanTarquin
• Başlangıç tarihi20 Haz 2009

Tarquin
Kayıtlı Üye
• 20 Haz 2009

• #1
Osmancık’ta doğdu. Genç yaşta ilim merakı ile Trablus, Tunus ve Cezayir’e kadar gitti. Daha sonra İstanbul’a döndü ve akrabalarından Hacı Sefer Ağa vasıtası ile saraya girdi. Burada önce baltacı oldu. Güzel sesli olduğundan musikiye heveslendi ve müezzin olup “Mehmed Halife” namını kazandı. Katipliğe heveslenen Baltacı Mehmed Paşa, yazıcılığa ve 1703 Aralık ayında mirahurluğa tayin edildi. 1704 yılının Kasım ayında kaptan-ı derya, 21 Aralık 1704’te de sadrazam oldu. 3 Mayıs 1706’ta azledilip Sakız’a sürüldü. Daha sonra Erzurum valiliğine ve Sakız muhafızlığına getirildi. 1709 yılının Ocak ayında Halep valiliğine atanan Baltacı Mehmed Paşa, 18 Ağustos 1710’da tekrar sadrazam oldu. Serdar-ı Ekrem olarak Rus seferine çıktı. Prut Savaşı sırasında, Deli Petro’nun etrafını sarmışken, Çariçe Birinci Katarina’nın araya girmesi üzerine barışı kabul etti. Dönüşte azledilerek (Kasım 1711) önce Midilli’ye, daha sonra ise Limni adasına sürüldü. 1712 yılında Limni adasında vefat ettiğinde 50 yaşındaydı.

Nabi Avcı
• Konbuyu başlatanTarquin
• Başlangıç tarihi20 Haz 2009

Tarquin
Kayıtlı Üye
• 20 Haz 2009

• #1
1953’te Bilecik’te doğdu. ODTÜ Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bölümü’nden 1978’de mezun oldu.Üniversite sonrası yurtiçinde ve yurtdışında çeşitli memuriyetlerde bulundu.Dış politika yazarlığı yaptı. Anadolu Üniversitesi’nde iletişim bilimleri dalında doktorasını 1986’da tamamladı ve öğretim üyeliği görevinde bulundu.1987-88 arasında Zaman Gazetesi Genel Yayın Danışmanlığı ve yazarlığı yaptı. Geçici görevle Başbakanlık Müşavirliği’nde çalıştı.

 

Eserleri: Uzaktan Eğtimde Yazılı Malzeme, Düşünce ve Uygarlık Tarihi (S.Hayri Bolay ile birlikte), İletişim Düşüncesinin Gelişimi, Bombacı Parmanides, Enformatik Cehalet. Ayrıca çevirileri de vardır.

Kaynak:Bombacı Parmanides Nabi Avcı İşaret Y. İstanbul 1989

Oramiral Muzaffer Metin Ataç
• Konbuyu başlatanSalvo
• Başlangıç tarihi17 Ara 2009

Salvo
Kayıtlı Üye
• 17 Ara 2009

• #1
Türkiye Cumhuriyeti’nin 22’nci Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Metin ATAÇ, 1946 yılında İstanbul’da doğmuş; 1960 yılında Deniz Harp Okulu ve Lisesi’ne girmiş, 1965 yılında Deniz Harp Okulu’ndan Asteğmen rütbesiyle mezun olmuştur. Müteakiben iki yıl subay olarak öğrenimine devam ederek 1967 yılında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda fiilen göreve başlamıştır.

Donanma Komutanlığı bağlısı çeşitli gemilerde Branş Subaylığı, Bölüm Amirliği ve II nci Komutanlık görevlerinde bulunan Oramiral Metin ATAÇ, ALÇITEPE Muhribinde Komutanlık yaparak 1990-1992 yılları arasında III ncü Muhrip Filotillası Komodorluğu görevini deruhte etmiştir.

1976 yılında Deniz Harp Akademisi’nden, 1979 yılında NATO Savunma Koleji’nden ve 1980 yılında Silahlı Kuvvetler Akademisi’nden mezun olan Oramiral Metin ATAÇ, Donanma Komutanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı Karargahları’nda muhtelif karargah subaylığı görevlerinde bulunmuş, 1985-1986 yıllarında NATO ENF Şubesi Müdürlüğü, 1986-1989 yılları arasında SHAPE Milli Askeri Temsil Heyeti Başkanlığı Deniz Plan Subaylığı ve 1989-1990 yıllarında da Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Plan Şubesi Müdürü olarak görev yapmıştır.

1992 yılında Tuğamiralliğe terfi ederek, iki yıl süre ile Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Personel Eğitim Dairesi Başkanlığı ve bir yıl süre ile de Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Personel Başkanlığı görevlerinde bulunan Oramiral Metin ATAÇ, 1996 yılında Mayın Filosu Komutanlığı görevinde iken Tümamiralliğe terfi etmiştir.

Bu rütbe ile, 1996-2000 yılları arasında Donanma Komutanlığı Kurmay Başkanlığı ve Harp Filosu Komutanlığı görevlerini ifa eden Oramiral Metin ATAÇ, 2000 yılında Koramiralliğe terfi etmiş ve müteakiben 2000-2001 yıllarında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Denetleme ve Değerlendirme Başkanlığı, 2001-2003 yıllarında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanlığı ve 2003-2005 yıllarında Kuzey Deniz Saha Komutanlığı görevlerini deruhte etmiş ve 2005 yılında Oramiralliğe terfi etmiştir.

2005-2007 yılları arasında Donanma Komutanlığı görevini ifa eden Oramiral Metin ATAÇ, 24 Ağustos 2007 tarihinden itibaren Deniz Kuvvetleri Komutanlığı görevini deruhte etmektedir.

30 Ağustos 2008 tarihinden geçerli olarak görev süresi bir yıl uzatılmıştır.

Oramiral ATAÇ, Türk Silahlı Kuvvetleri Üstün Hizmet Madalyası sahibidir.

Oramiral Metin ATAÇ, Bayan Işın ATAÇ ile evli olup, Emre isminde bir oğlu vardır.

I. Petro
• Konbuyu başlatanSalvo
• Başlangıç tarihi17 Ara 2009

Salvo
Kayıtlı Üye
• 17 Ara 2009

• #1
I. Petro (1672 – 1725)

 

1672 yılında Moskova’da doğdu ve kendi kurduğu Saint-Petesburg (Leningrad) da 1725 yılında öldü. Rusyayı Avrupalılaştırmak için çalışmalar yaptı. Petro’nun ilk işi bir ordu ve donanma meydana getirmek olmuştur. İngiliz gemilerinin nasıl yapıldığını öğrenmek için iki defa Arkanjel’e seyahat etmiş, mühendisler getirterek Voronej ve Don nehirleri üzerinde ilk Rus donanmasını yaptırmıştır. Rusya’nın sahili olmadığı ve Karadenize inmek için Petro 1696’da Azak kalesine hücum ederek Osmanlının elinden aldı.
1709’da da onikinci Charles’e karşı Poltava zaferini kazanarak onu osmanlıya sığınmaya mecbur etti. Petro İsveç kralının kendisine teslim edilmesini istemişti. Osmanlı bunu kabul etmeyerek kralı beş sene muhafaza etmiş ve sonra memleketine kaçmasına imkan vermiştir. Osmanlıyla bu sebepten dolayı muharebeye girişti fakat Baltacı Mehmed Paşa’nın kumandası altında bulunan Osmanlı ordusu tarafından Prut’ta 1711’de zor durumda bırakılmıştı.
Baltacı Mehmed Paşa biraz azimli davransaydı, Petro ya yenilecek ya da askeriyle birlikte mahvolacaktı. Petro osmanlının elinden ucuz kurtulduktan sonra Azak kalesini tekrar elden çıkardı. Baltacı Mehmed Paşa’nın Katherina’dan etkilenerek sulh yapmak gerektiği fikrini savunduğu söylenmektedir. Petro elli üç yaşında öldü. Unvanını hakkıyla kazanmış hükümdarlardandır. Yaptığı birçok değişikliklerden ve insafsızca şiddetinden dolayı eski tarihciler ona Deli Petro derler.

Zurab Jvanıya
• Konbuyu başlatanSalvo
• Başlangıç tarihi17 Ara 2009

Salvo
Kayıtlı Üye
• 17 Ara 2009

• #1
Zurab Jvanıya (1963 – 2005)

Zurab Jvanıya, 9 Aralık 1963’te Tiflis’te doğdu. Tiflis Devlet Üniversitesi Biyoloji Fakültesi’nden mezun olan Jvanıya, 1989 yılında Yeşilciler Partisi’ni kurdu.

Jvanıya, bir süre parti liderliğini yürüttükten sonra 25 Ocak 1995’te Parlamento Başkanı seçildi. 20 Ocak 1999’da ikinci kez parlamento başkanlığına seçilen Jvanıya, 2001 yılında görevinden istifa etti.

6 Temmuz 2002’de Demokrat Parti’yi kuran Jvanıya, 2003’te yapılan parlamento seçimlerine, Nino Burcanadze ile birleşerek �Burcanadze-Demokratlar Bloku� içinde girdi.

3 Kasım 2003’te yapılan seçimlerden sonra Mihail Saakaşvili ile birlikte �gül devrimini� gerçekleştiren Jvanıya, geçici hükümette devlet bakanlığı görevini üstlendi.

Zurab Jvanıya, 17 Şubat 2004’te başbakanlık görevine getirildi.

Jvanıya, 3 Şubat 2005’te doğalgaz sobasından meydana gelen sızıntı sonucu vefat etti.

Ernesto Che Guevara
• Konbuyu başlatanSalvo
• Başlangıç tarihi17 Ara 2009

Salvo
Kayıtlı Üye
• 17 Ara 2009

• #1
Ernesto Che Guevara 14 Haziran çarşamba günü Arjantin’in önemli şehirlerinden Rosario’da doğdu.
Che henüz iki yaşında iken ilk astım krizine yakalandı.Sierra Maestra’da Batista ordularına karşı savaşırken Che’ye zorlu dakikalar yaşatan bu hastalık,Bolivya ormanlarında Barrientos’un askerleri tarafından vuruluncaya kadar yakasını bırakmadı.
Yüksek mühendis olan babası Ernesto Guevara Lynch, İrlanda asıllı bir aileden, annesi Clia dela Sena ise İrlandalı-İspanyol karışımı bir aileden geliyordu.Che üç yaşında iken ailesi Buenos Aires’e yerleşti. Daha sonraları astım krizlerinden dolayı Che’nin durumu dahada kötüleşti. Doktorlar tedavisinin çok güç olduğunu, mutlaka iklim değiştirmesi gerektiğini söylediler. Böylece Guevara ailesi yeniden göç etti.Cordoba’ya yerleştiler.
Guevara ailesi tipik bir burjuva ailesi idi. Politik eğilimleri itibarıyla da sola açık liberal olarak tanınırlardı. İspanya iç savaşında açıkça cumhuriyetçileri desteklemişlerdi. Zamanla maddi durumları bozuldu. Che, eğitim bakanlığına bağlı Dean Funes lisesine başladı. Okulda İngilizce eğitim yapılırken, annesinden de fransızca öğreniyordu. Daha ondört yaşındayken Freud’un kitaplarını okumaya başlayan Che, fransızca şiirlere bayılırdı. Baudelaire’e karşı büyük bir tutkusu vardı. Onaltı yaşında ise Neruda’ya hayran olmuştu.
Guevara ailesi,1944 yılında Buenos Aieres’e göçtü. Durumları iyiden iyiye bozulmuştu. Che, biryandan öğrenimine devam ederken bir yandan da çalışıyordu.Tıp fakültesine yazıldı. Fakültedeki ilkyıllarında Arjantin’in kuzey ve batı bölgelerini baştan başa dolaşmış, buralardaki orman köylerinde cüzzam ve tropikal hastalıklar üzerinde çalışmalar yapmıştı.
Son sınıfta iken Che, arkadaşı Alberto Granadas ile bütün Latin Amerika’yı içine alan bir motosiklet turuna çıktı. Bu tur ona, Latin Amerika’nın sömürülen köylülerini yakından tanıma fırsatı verdi. Che, 1953 yılının Mart ayında üniversiteyi bitirmiş doktor olmuştu. Venezuella’daki cüzzam kolonisinde çalışmak üzere anlaşmıştı. Buraya gitmek için çıktığı yolculuğu sırasında Peru’ya da uğradı. Orada yerliler hakkında daha önce yayınlanmış bir incelemesi yüzünden tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Hapisten çıktıktan sonra Ekvator’da bir kaç gün kaldı. Burada Ricardo Rojo adında bir avukatla tanışması hayatının dönüm noktası oldu. Che, Venezulla’ya gitmekten vazgeçip, Ricardo Rojo ile birlikte Guetamala’ya gitti. Devrimci Arbenz Hükümeti sağcı bir darbe ile devrilince Arjantin büyük elçiliğine sığındı. İlk fırsatta ihtilalcilerin safına katıldı. Faaliyetlerinden dolayı elçilik binasından çıkartıldı. Guetamala’da kalması tehlikeli bir durum alınca Meksika’ya gitti. Ernesto, Guatemala’da bir çok Kübalı sürgün ve Fidel Castro’nun kardeşi Raul ile karşılaşmıştı. Meksika’ya geçtiğinde ise Fidel Castro ve arkadaşları ile tanışarak Küba devrimcileri safında yer aldı. Daha sonra Granma gemisiyle Küba’ya hareket etti ve savaşın sonuna kadar en ön safhada yer aldı.
Devrim sonrasında Binbaşı Ernesto Che Guevara Havana’nın la Cabana Kalesi’nin komutanlığına getirildi.1959 yılında Küba vatandaşı ilan edildi . Bir süre sonra silah arkadaşı Aleida March ile evlendi. 7 Ekim 1959’da Milli Tarım Reformu Enstitüsü başkanlığına atandı. 26 Kasım’da da Küba Milli Bankası başkanlığına getirildi. Böylece Che ülkenin mali işlerini yüklenmiş oluyordu.
23 Şubat 1961’de Küba Devrim Hükümeti bir sanayi bakanlığı kurarak Che’yi bunun başına getirdi. Ancak Playa Giran çatışması sırasında, tekrar kale komutanlığı görevine getirildi. Daha sonra az gelişmiş ülkelere çeşitli seyahatlar yapan Che, sömürülen halkları ve emperyalistleri daha yakından tanıma fırsatı buldu. Bu durum Che’nin savaşcı yanının tekrar canlanmasına yol açtı.
Artık başka Latin Amerika ülkelerine gidip halkları örgütlemesi gerektiği kararını vermişti.1965 Eylül’ünde bilinmeyen ülkelere doğru yola çıktı. 3 Ekim 1965’de Fidel Castro, Che’nin ünlü veda mektubunu Küba Halkı’na okudu.
…Ve ölüm Che’yi Bolivya’da Higueras yakınlarında yakaladı. Barrientos’un askerleri O’nu 7 Ekim 1967 gecesi Hieguras yakınlarında kıstırdılar. Bacağından ağır bir yara aldı ve Hieguras’da bir okula hapsedildi. Kimsenin karşısında eğilmedi. Ve 9 Ekim günü Barrientos’un kiralık katillerinden Mario Turan’ın dokuz kurşunuyla can verdi.

Necati Çetinkaya ( 1943)
• Konbuyu başlatanThundeers
• Başlangıç tarihi2 Ocak 2013

Thundeers
Anadolu’dan Bir Ses
Kayıtlı Üye
• 2 Ocak 2013

• #1

 

Mehmet Necati Çetinkaya

7 Şubat 1943 tarihinde Elazığ Kadıköy’de doğdu. Baba adı Cumaali, anne adı Bedriye’dir. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Kaymakamlık, Çalışma Bakanlığı müsteşar yardımcılığı ve vekilliği yaptı. Hatay ve Giresun İl Emniyet Müdürlüğü ve Emniyet Genel Müdür Yardımcısı oldu. Ordu, Konya, Olağanüstü Hal Bölge, Bursa ve Manisa valiliği görevlerinde bulundu.

AK Parti Kurucu Üyesi oldu. Bestelenmiş ve TRT repertuvarına alınmış çok sayıda şiiri, ayrıca yayınlanmış bir kitabı bulunmaktadır.

20. Dönem Konya, 21. Dönem Manisa, 22. Dönem Elazığ Milletvekili seçildi. 20. Dönem’de TBMM Adalet ve İçişleri Komisyonu Başkanlığı, Türkiye-Güney Afrika Parlamentolar Arası Dostluk Grubu Başkanlığı, 21. Dönem’de KEİPA Türk Grubu Başkanvekilliği görevlerinde bulundu. Arapça, Farsça ve İngilizce biliyor. Evli ve 4 çocuk babası.

Ali Macar Reis
• Konbuyu başlatanendLesS
• Başlangıç tarihi1 Ocak 2010

endLesS
Webmaster
• 1 Ocak 2010

• #1
Ali Macar Reis

Ali Macar Reis 16’ncı yüzyılda yaşamış ünlü bir Türk denizcisidir. Daha çok yapmış olduğu haritalar ve denizcilik konusundaki çalışmaları ile tanınmaktadır. Ali Macar Reis, hazırlamış olduğu eserlerini 1566 yılında tahta çıkan Sultan II.Selim’e sunmuştur. İnebahtı Deniz Savaşı’na da katılan Ali Macar Reis, bu savaşta Türk Donanmasının merkez bölgesinde bulunan gemilerin birinde kaptan olarak görev yapmıştır. Ali Macar Reisin dünyaca ünlü Atlası, yedi haritadan oluşmaktadır. Bunlar: “Karadeniz”, “Doğu Akdeniz ve Ege”, “İtalya”, “Batı Akdeniz ve İber Yarımadası”, “İngiliz Adaları ve Avrupa’nın Atlantik kıyıları”, “Ege Denizi, Batı Anadolu, Yunanistan” ve “Dünya” haritalarıdır. Atlas, dönemine ait kahverengi bir cilde sahiptir. Ön ve arka kapakların ortasında, Osmanlı cilt sanatının süsleme öğesi şemse bulunmaktadır. Kapakların kenarı ayrıca altın yaldız ve cetvel ile çevrelenmiştir. Ön cilt kapağının iç yüzündeki ebrunun üst kenarında, “Bu harita Ali Macar’ındır, gaflet olunmaya” notu yer almaktadır.18 sayfadan oluşan atlasta, deri parşömen üzerine çizilen haritalar yedi çift sayfa üzerinde 31×43 cm’lik alanı kaplamaktadır. Atlasta yer alan ilk altı harita, 16’ncı yüzyıl Osmanlı deniz haritalarının tipik örneğidir. Sonuncusu bir dünya haritasıdır.

Aydın Menderes ( Aydın Menderes Hakkında – Aydın Menderes Kimdir ? )
• Konbuyu başlatanAsi Ruh
• Başlangıç tarihi29 Haz 2010
A
Asi Ruh
Kayıtlı Üye
• 29 Haz 2010

• #1
İstanbul Milletvekili-
ANKARA – 1946, Adnan, Fatma Berrin – Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi – İngilizce – Çiftçi, Serbest Ticaret – V inci Dönem Konya, XX nci Dönem İstanbul Milletvekili – Büyük Değişim Partisi Kurucu Üyesi ve Genel Başkanlığı, Demokrat Parti Eski Genel Başkanı – Evli.

x
İzmir’in muteber ailelerinden Evliyazadeler’in kızı Fatma Berin Hanım ile Katipzadeler’den Adnan Bey’in uçüncü oğlu olarak 1946 yılında Ankara’da dünyaya gelmiştir.

Henüz çocuk denilecek yaşta iken 1961 yılında babası merhum Başbakan Adnan Menderes’i Hak’ka uğurlamıstır. Bilahare Ankara Koleji’ni bitirdikten sonra yüksek ögrenimini Ankara İktisadi ve Ticari İlimier Akademisi’nde 1968 yılında tamamlamıştır.

1970’te katıldıgi aktif siyasette, İl Başkanlığından Genel Başkanlığa kadar her kademede faaliyet göstermistir.

1972’de Yüksel, 1978’de Mutlu ağabeyinin genç ölümlerinin ardından zor zamanlarını yaşamayı sürdürür. 1977’de Adalet Partisi’nden, 1995’te Refah Partisi ve 1999’da Fazilet Partisi’nden olmak üzere üç defa milletvekili secilir.

1991 yılında, ömrünün devam eden yıllarını birlikte paylaşacağı Ümran Hanım’la evlenir. 1994’te ise valide-i Istırab olan Berin Hanımı Sahib’ine iade eder. Vakti elverdikce Çakirbeyi Çiftliğin de (Aydın) toprakla haşır-neşir olmuş, onun dilini ve hallerini ögrenmişdir. Bu sebepten olsa gerek asıl mesleğinin çiftçilik olduğunu belirtir.

Bu düşkünlüğünü tüm vatan topraklarına teşmil ederek edindigi engin tarih ve edebiyat kültürü ile sağlam ekonomi bilgisi; mükemmel siyasi tahlillerine ve aldığı büyük kararlara kaynak teşkil etmiş olsa gerek.
x

Siyasete 1970’de Aydın’da Demokratik Parti’nin İl Başkanı olarak girdi. 1977’de Adalet Partisi Konya Milletvekili ve 1978’de aynı partinin Genel İdare Kurulu Üyesi oldu. 12 Eylül sonrasında 10 yıl siyasetten yasaklılar kapsamında yer aldı.

1987’de bu yasaklar kaldırıldıktan sonra 4 yıl siyasete dönmedi. 1993’de kurucusu olduğu Büyük Değişim Partisi Genel Başkanlığına seçildi. 1994’de bu partinin birleşmesiyle Demokrat Parti Genel Başkan’ı oldu.

1995’de Refah Partisi’nden İstanbul Milletvekili olan Aydın Menderes 1996 yılında aynı partinin Genel Başkan Yardımcılığı’na getirildi. 1999’da Fazilet Partisi’nde İstanbul Milletvekili olan Aydın Menderes aynı yıl Fazilet Partisi’nden istifa etti. 3 Kasım 2002’de DYP’den Aydın Milletvekili adayı oldu. DYP üyesi olarak siyasete devam etmektedir.

Siyaset dışında Aydın Çakırbeyli’de çiftçilikle meşgul olmaktadır.

ESERLERİ

Tarihte Bir Yolculuk, Dergah Yayınları 1987; Aydın Menderes ve Siyasette Yeni Yönelişler, Dergah Yayınları 1992 (Söyleyişlerinden olusan bir secme); Yirmibirinci Yüzyıla Girerken Dünya ve Türkiye, Demokrat Parti Yayınları; Yirmibirinci Yüzyıla Girerken Demokrat Parti’nin Misyonu, Demokrat Parti Yayınları 1995; Gelenekten Güncele, Gün Yayıncılık 1999; Devletin Alınyazısı , Kızılelma Yayınları 2005.

Muhammed Mursi Biyografisi
• Konbuyu başlatanHeulwen
• Başlangıç tarihi9 Eyl 2013

Heulwen
Kayıtlı Üye
• 9 Eyl 2013

• #1
Muhammed Mursi İsa el-Eyyat (Arapça:‏محمد محمد مرسي عيسى العياط – d. 20 Ağustos 1951, Şarkiya), Mısır’ın 5. cumhurbaşkanı olan siyasetçi.[1] 3 Temmuz 2013 tarihinde Silahlı kuvvetlerin yönetime el koymasıyla birlikte görevinden alındı.
Muhammed Mursi, 20 Aralık 1951 tarihinde Mısır’ın Şarkiye ilinde doğdu. İlk eğitimini orada aldı. Mühendislik lisansını Kahire Üniversitesi’nde aldı (1975 ve 1978). Mühendislik doktorasını Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde tamamladı (1982). Northridge Kaliforniya Eyalet Üniversitesi’nde yardımcı doçent oldu (1982-1985). Ardından eğitim vermek için Mısır’daki Zagazig Üniversitesi’ne geldi.

İslamcılığı nedeniyle Müslüman Kardeşler hareketine yaklaşarak siyasete katıldı. Mursi 2000 ve 2005 yılları arasında milletvekili oldu. Müslüman Kardeşler kanun dışı olduğu için parlamentoya bağımsız siyasetçi olarak girdi. Tam 5 yıl Mısır Halk Meclisi üyeliği yaptı. 2011 Mısır Devrimi’nde muhalif bir lider oldu ve 30 Nisan 2011 tarihinde Müslüman Kardeşler’in kurduğu, Özgürlük ve Adalet Partisi’nin başkanı seçildi.
2012 Mısır cumhurbaşkanlığı seçimleri’nde Müslüman Kardeşler’in aday gösterdiği Hayrat Şatır’ın adaylığı düşünce, yerine Muhammed Mursi seçildi. Yoğun seçim kampanyası yürüttü. İlk turda %25.5 oy aldı ve ikinci tura girmeye hak kazandı. İkinci turdan da, %51.73 oy alarak, 5. cumhurbaşkanı oldu.
2012–13 Mısır protestoları adıyla bilinen, 3 Temmuz 2013 tarihinde yapılan büyük gösteriler sonucu Mısır ordusu yönetime el koydu. Mursi ise darbeyi kabul etmediğini açıkladı ve yandaşlarını direnmelerini söyledi. Muhammed Mursi’nin gözaltına alındığı, ev hapsinde tutulacağı bildirildi

Ahmet Vefik Kitapçıgil Biyografisi – Ahmet Vefik Kitapçıgil Hakkında
• Konbuyu başlatanHeulwen
• Başlangıç tarihi9 Eyl 2013

Heulwen
Kayıtlı Üye
• 9 Eyl 2013

• #1
Ahmet Vefik Kitapçıgil (d. 1918, Erzurum) – (ö. 1999), Türk bürokrat.

1940 yılında Siyasal Bilgiler Okulundan mezun oldu. Bafra, Çarşamba, Terme, Alaçam, Ayancık, Üsküdar Kaymakamlıkları, İstanbul Vali Muavinliği, Burdur, Denizli, Elazığ, Manisa, Muş, Sivas ve Tekirdağ valilikleri ile 1982 Anayasası’nı hazırlayan Danışma Mecliside 15 Ekim 1981 – 6 Aralık 1983 tarihleri arasında Manisa üyesi olarak görev yapmıştır.

Adına her yıl Mülkiyeliler Birliği İstanbul şubesi tarafından Vali Vefik Kitapçıgil Kamu Yönetimi Ödülü verilmektedir.

Lebib Yalkın Yayınları’ndan 1993 yılında çıkmış Vali Kitapçıgil’in Anıları isimli bir kitabı bulunmaktadır.

Ali Rıza Yaradanakul Biyografisi – Ali Rıza Yaradanakul Hakkında
• Konbuyu başlatanHeulwen
• Başlangıç tarihi9 Eyl 2013

Heulwen
Kayıtlı Üye
• 9 Eyl 2013

• #1
Ali Rıza Yaradanakul Türk bürokrat.

1950-1952 yılları arasında Ladik, 1952-1954 yılları arasında Çubuk, 1964-1965 yılları arasında Siverek ve 1965-1966 yılları arasında İskenderun kaymakamlıkları, 1966-1970 yılları arasında Diyarbakır, 1970-1971 yılları arasında Ankara, 1971-1975 yılları arasında Çanakkale, 1975-1978 yılları arasında Sivas ve 1979-1981 yılları arasında Trabzon valilikleri yapmıştır.

Rahşan Ecevit Biyografisi – Rahşan Ecevit Hakkında
• Konbuyu başlatanHeulwen
• Başlangıç tarihi9 Eyl 2013

Heulwen
Kayıtlı Üye
• 9 Eyl 2013

• #1
Zekiye Rahşan Ecevit (d. 1923, Bursa), Türk ressam, yazar ve siyasetçidir.

Bülent Ecevit’in dul eşi olan Rahşan Ecevit, aynı zamanda Demokratik Sol Parti’nin kurucu genel başkanı, Demokratik Sol Halk Partisi’nin de genel başkanıdır.

Aslen Selanik’ten Şebinkarahisar’a yerleşmiş bir ailenin çocuğudur. Babası Namık Zeki Aral, annesi Zahide Aral’dır. Robert Koleji mezunudur.

DSP’nin kurucusu ve eski genel başkanıdır. Çok iyi derecede İngilizce bilmektedir. Yazdığı Pülümür’de Aşk adlı roman, 2002 yılında tiyatroya uyarlanmıştır. Kurucusu olduğu DSP’den 4 Haziran 2009 tarihinde istifa etmiştir.

17 Ocak 2010 tarihinde kurucusu olduğu DSHP’nin 2. Genel Başkanlığına seçilmiştir. 22 Mayıs 2010 tarihindeki 33. CHP kurultayına bağımsız milletvekili Emrehan Halıcı ile katılarak, tek başına genel başkan adayı olan ve kazanan Kemal Kılıçdaroğlu’na ve CHP’ye desteğini açıklamıştır.

Muhammed Mehdi Hakkında – Muhammed Mehdi Biyografisi
• Konbuyu başlatanHeulwen
• Başlangıç tarihi9 Eyl 2013

Heulwen
Kayıtlı Üye
• 9 Eyl 2013

• #1
Muhammed Mehdi Kısaca Hayatı
On birinci İmam Hasan Askerî’nin oğlu olan İmam Mehdî (a.f.) hicrî 255. Yılda Şaban ayı’nın on beşinde Samarra’da bir sabah vakti dünyaya geldi.
Resulullah şöyle buyurdu: “Benim Ehl-i Beytim’den, benimle aynı isimde olan biri gelip hükümete geçmedikçe dünya sona ermez”
Sünen-i İbn-i Mâce, “fiten” bölümü, “Hurucu’l – Mehdi” kısmında, Müsned-i Ahmed ve diğer kaynaklarda Ali b. Ebi Talib (a.s) kanalıyla Resulullah’tan (s.a.a) şöyle rivayet ediliyor: “Mehdi biz Ehl-i Beyt ‘tendir. Allah Tealâ bir gecede onu kıyama hazırlayacaktır.” Bu hadisi diğerleri de kaydetmişlerdir.
Alevilik inancında çok büyük önemi olan bu zuhur sabırsızlıkla beklenmektedir. Mehdi’nin (a.s) zuhurunun ilmi, yalnız Allah (c.c)’ın katındadır. İmam Bakır’a (a.s) “Mehdi’nin zuhurunun belli bir tarihi var mıdır?” diye sordum. Üç defa şöyle buyurdu: “Her kim zuhurun vaktini tayin ederse yalan söylemektedir.”

Mustafa Mustafa Sungur Biyografisi
• Konbuyu başlatanHeulwen
• Başlangıç tarihi9 Eyl 2013

Heulwen
Kayıtlı Üye
• 9 Eyl 2013

• #1
29 Eylül 1929 tarihinde, Eflâni’de doğdu. İlkokuldan sonra Kastamonu’daki Gölköy Köy Enstitüsü’ne kayıt yaptırdı. Mustafa Sungur, çalışkan bir talebeydi. Enstitüde dine karşı takınılan tavra rağmen, gerek ailesinde bulunan hocalar vesilesiyle, gerekse küçükken aldığı dinî eğitimin etkisiyle çok fazla etkilenmedi.

29 Eylül 1929 tarihinde, Eflâni’de doğdu. İlkokuldan sonra Kastamonu’daki Gölköy Köy Enstitüsü’ne kayıt yaptırdı. Mustafa Sungur, çalışkan bir talebeydi. Enstitüde dine karşı takınılan tavra rağmen, gerek ailesinde bulunan hocalar vesilesiyle, gerekse küçükken aldığı dinî eğitimin etkisiyle çok fazla etkilenmedi.

 

Mustafa Sungur 1945 yılında, henüz 16 yaşında iken evlendi.

O yıllarda, daha sonra hizmetine gireceği Said Nursî’yi sadece duymuşluğu vardı. Risaleleri 1946 yılında, Ahmet Fuat Efendi ile Safranbolulu Keçeci Mehmet Efendi vesilesiyle tanıdı.

Said Nursî’yi tanıdıktan kısa bir süre sonra, ona hitaben mektuplar kaleme aldı. Bu mektuplarda, önce köy enstitüsünde edindiği izlenimleri aktarıyordu.

Bu mektupları yazarken, genç bir Nur talebesi olan Mustafa Sungur, bir yandan da heyecanlı bir bekleyiş içindeydi. Nur dairesine girebilmeyi, Üstadın kendisinden bahsetmesini, kendisine ‘talebem’ demesini hasretle bekliyordu. Talebeliğe kabul edilmeyi kainatın en büyük hediyesi olarak görüyordu.

Mustafa Sungur’un beklediği gelişme nihayet gerçekleşti ve Üstad gönderdiği bir mektubunda ‘Nurun küçük kahramanlarından Mustafa Sungur’ ifadesini kullanmış, onun hizmetlerini övgü dolu sözlerle takdir etmişti.

1947 Eylülünde Mustafa Sungur, Bediüzzaman Said Nursî’yi görmek arzusunu yerine getirmek için yollara düştü. Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Emirdağ’a ulaştı ve Üstadla görüştü.

Mustafa Sungur, bir yıl sonra (1948) Afyon Dâvâsı sebebiyle Bediüzzaman’ın tutuklandığını duydu. Afyon’a giderek Üstadı ziyaret etti. Ziyaret dönüşü Bediüzzaman’a uzunca bir mektup gönderdi. Bu yüzden tutuklanarak mahkemeye çıkarıldı. Sonuçta 6 ay ceza aldı.

1949 senesinin Nisan ayında köyüne dönen Mustafa Sungur, 5 ay ceza aldığı için memuriyetten de çıkarıldı.

Mustafa Sungur, Afyon’da Bediüzzaman’la beraberken, İzmir taraflarında imam olan babası Mehmet Efendi, onu Bediüzzaman’a şikayete geldi. Üstad onunla görüşüp ikna etti. Böylece Mustafa Sungur, artık Risale-i Nur dairesi içinde, hiç çıkmamak üzere bulunmaya devam etti.

Mustafa Sungur, askerliğini ise 1955-1956 arasında, önce altı ay yedek subay olarak Ankara’da, daha sonra da Samsun’da yaptı.

Bediüzzaman Said Nursî’nin 1946, 1958 ve 1959’da birkaç defa yazdığı vasiyetnamelerinde adı zikredilen Mustafa Sungur’un Şerife, Ahmed Said, Muhammed Nur, Saide Nur, Aynur, Cihannur, Nurullah adında yedi çocuğu vardı. Bedüzzaman’ın vefatından sonra kendisini tamamen risale sohbetlerine adadı.

1954 yılından 1960’a kadar doğrudan Bediüzzaman’ın hizmetinde bulundu. Bu süre içinde Risale-i Nur’u ve hizmet düsturlarını bizzat Üstaddan ders aldı.

Gertrude Bell Biyografisi
• Konbuyu başlatanHeulwen
• Başlangıç tarihi9 Eyl 2013

Heulwen
Kayıtlı Üye
• 9 Eyl 2013

• #1
Hayatı filmlere kadar konu olan ‘‘Arabistanlı Lawrence”ın kim olduğunu çoğumuz biliriz ama ‘‘Gertrude Bell” ismi bize yabancıdır. Tam adı Gertrude Margaret Lowthian Bell olan bu İngiliz hanım, Çöl Leydisi olarakta bilinir. sadece siyasi uzmanlar bilirler. Karaman’la da ilgisi olan bu esrarengiz kadın hakkında siz karamandan.com ziyaretcileri için uzun zaman alan bir araştırma yaptım.
KİMDİR BU KADIN
KARAMANLA NE İLGİSİ VARDIR
IRAK’IN BU GÜNKÜ DURUMU ONUN ESERİMİ
OSMANLIYA NEDEN KİN BESLİYORDU
AŞIK OLDUĞU ADAM KONYADA NE YAPIYORDU
AŞIK OLDUĞU ADAMI KİM ÖLDÜRDÜ
GERTRUDE BELL NEDEN İNTİHAR ETTİ
ŞİMDİ BU SORULARIN YANITINI ARAMAYA BAŞLAYALIM
GERTRUDE BELL KİMDİR?

 

1868 ile 1926 yılları arasında yaşayan Gertrude Bell, Birinci Dünya Savaşı sonrasının Irak’ını kurmuş, sınırlarını cetvelle kendisi çizmiş ve yarattığı bu memleketin kralını bile bizzat tayin etmiştir.

‘‘ARABİSTANLI Lawrence”ın kim olduğunu biliriz, en azından dünyanın en meşhur casuslarından biri ve Birinci Dünya Savaşı yıllarındaki Arap isyanını başlatıp Arap Yarımadası’nı bizden kopartan kişi olduğunu işitmiş, onu anlatan ve başrolünü Peter o’Toole’un oynadığı filmi de büyük ihtimalle görmüşüzdür.

Ama ‘Gertrude Bell’ ismi bize yabancıdır. Bazı bakımlardan Arabistanlı Lawrence’tan daha önemli olan ve Ortadoğu’daki Türk varlığının son bulması konusunda Lawrence kadar mühim roller oynayan, üstelik savaş sonrasında bazı Arap ülkelerinin sınırlarını bizzat çizen bu İngiliz hanımı sadece siyasi tarihte belli bir dönemin uzmanları bilirler.

Tam adı Gertrude Margaret Lowthian Bell olan İngiliz istihbaratçı kadın, 1868’de İngiltere’de, Durham County’de doğdu. Entellektüel bir ailenin çocuğuydu ve ilk eğitimi özel hocalardan aldı. Sonra Oxford Üniversitesi’ne girdi, arkeoloji okudu ve Oxford’u şeref derecesiyle bitiren ilk kadın olarak üniversitenin tarihine geçti.

O devirdeki İngiliz arkeologların, dilbilimcilerin ve eski Mısır uzmanlarının çoğu ‘ek iş’ olarak İngiliz istihbarat servislerinde de çalışırlardı. Meselá Arabistanlı Lawrence çok iyi bir arkeoloji tahsili görmüştü ve Ortadoğu arkeolojisi konusunda dünyanın önde gelen uzmanlarından sayılırdı.

KRALİÇENİN HİZMETİNDE

Gertrude Bell için de aynısı oldu ve istihbarat servisleri, İngiltere’nin bu en önemli üniversitesini şeref páyesiyle bitiren genç kızla hemen temas kurdular. Mesleki faaliyetleri sırasında aynı zamanda ‘Majestelerinin Haberalma Örgütü’ için de çalışacak, bu çalışmalar onun daha sonra asıl ve resmi vazifesi halini alacaktı.

Önce dünyayı görüp tanıması istendi ve iki defa dünya turu yaptı. Bu sırada çok iyi bir dağcı da olmuştu. Bir ara İran’a giden bir arkeoloji heyetinde yer aldı, 1899’da da Arapça öğrenmesi için Kudüs’e gönderildi ve Avrupalılar için hayli zor olan bu dili mükemmel bir şekilde öğrenmesinin yanısıra o zamana kadar yapılmamış bir iş daha yaptı: Kudüs civarındaki Arap arkeolojik mekánlarının haritasını yayınladı. Bu yayınıyla önemli bir Ortadoğu arkeoloğu kabul edilmiş ve istihbarat örgütünün gözündeki değeri de artmıştı. Haberalma teşkilátında artık Sir Percy Cox ve Sir Arnold Wilson gibi Arap dünyasını çok yakından tanıyan uzmanların elinde yetişecekti.

Gertrude Bell, Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasından hemen sonra Kahire’ye, ‘Arap Bürosu’na gönderildi. Bu büronun tek bir görevi vardı: Araplar’ın Türkler’e karşı başlattığı isyanı genişletip yönetmek. Savaş yıllarını Kahire’de geçiren Bell daha sonra Irak’a yollandı, Bağdat ve Basra taraflarında ‘siyasi memur’ olarak bulundu. 1920’de, artık tamamen İngiliz kontrolü altına girmiş olan Irak’taki İngiliz Yüksek Komisyonu’nun Ortadoğu Sekreteri idi ve Winston Churchill’in desteğini de sağlamıştı.

KAHİRE’NİN MOR GÜLÜ

Londra, Ortadoğu haritasına yeni bir şekil verme zamanının geldiğini farkedince, bu işin bir kısmını yapmak Gertrude Bell’e düştü. 1921’de Kahire’de bir ‘Ortadoğu Konferansı’ topladı. Konferansta öncelikle Mezopotamya’nın geleceği tayin edilip sınırlar çizilecekti. Bell, 40 kişilik konferanstaki tek kadındı ve Irak’ın sınırlarını işte bu toplantı sırasında kendi başına çizdi.

Sırada, yeni kurulan bu memleketin başına kimin geçeceği meselesi vardı ve Irak’ın ilk kralını da Gertrude Bell tayin etti: Arap isyanını başlatan Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ı… Faysal daha önce Suriye’nin kralı olmaya çalışmış ama oraları elinde tutan Fransızlar tarafından kapıdışarı edilmişti. Faysal, Gertrude Bell’in kararıyla Irak tahtına geçirildi ve böylelikle Faysal’ın da mensubu olduğu Haşimi ailesi Ortadoğu’da yıllar sürecek önemli bir rol oynamaya başladı. Bu rol halen de devam ediyor ve bugün Ürdün tahtı da Haşimi ailesine ait bulunuyor.

Irak’ın İngiliz himayesinde bir devlet halini almasıyla, Gertrude Bell, kendisini siyasi kariyerinin sonuna gelmiş hissediyordu. Gerçi ismi Arap dünyasında efsane olmuştu ve kahraman muamelesi görüyordu.

‘Çölün kızı’ yahut ‘Irak’ın taçsız kraliçesi’ diye anılıyordu ama artık asıl mesleği olan arkeolojiye dönmek istiyordu. Döndü ve hayatının geri kalan kısmını bu işe verdi. Siyasi kimliğinden sıyrılmaya çalıştı, Irak’ın ilk eski eserler genel müdürü oldu ve Bağdat’ta 1923’te bir müze kurmaya başladı. Üç yıl çalıştı ve bugün Mezopotamya medeniyetinin en önemli eski eser merkezlerinden sayılan Bağdat Müzesi’ni yaratıp başına geçti.

Gertrude Bell, bizzat kurduğu Irak’a sanki áşık düşmüştü ve Bağdat’ta yapmak istediği her işi tamamladıktan sonra bile vatanı olan İngiltere’ye dönmedi ve orada kaldı. Son derece maceralı bir hayat geçirmişti ama yapayalnızdı ve bunalıma girmişti. 1926’nın 12 Haziran’ında uyuyabilmek için fazla miktarda sakinleştirici alıp yatağına yattı ve bir daha kalkamadı.

Mirasını Irak’ta ‘İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’ kurulması için bir vakfa bırakmış, seneler boyu çektiği fotoğraflardan ve binlerce belgeden meydana gelen arşivini de İngiltere’deki Newcastle Üniversitesi’ne bağışlamıştı. Vasiyetinin tamamı, hemen yerine getirildi. İstediği enstitü kuruldu, hatıraları hemen yayınlandı, İngiltere’deki arşivi herkesin kullanımına açıldı.

Irak’taki savaşın Irak’ın sınırlarını değiştireceği ve Ortadoğu’nun haritasının yeniden çizileceği söyleniyor ama ben sınırlarda pek bir değişme olacağını tahmin etmiyorum. Sebebi ise, ‘Çölün kızı’nın bu işi dünyanın hákimi olan güçlerin isteği doğrultusunda ve düzgün, yani Türkiye’nin en fazla kaybedeceği şekilde ama çok uzun zaman devam edebilecek biçimde yapmış olması.

MADEN ŞEHRİ (BİNBİR KİLİSE) VE İNGİLİZ AJANI

Gelelim Bu esrarengiz kadının Karaman Bağlantısına: Bu İngiliz istihbaratçısı kadın Gertrude Bell’in arşivi ülkemiz de başta olmak üzere Ortadoğudan anne ve babasına yazdığı 1600 detaylı ve canlı ifadeli mektuptan, gezi sırasında tuttuğu 16 günlükten ve 40 diğer kalemden oluşur. Arşivinde 7000 fotoğraf da vardır; 1900-1918 tarihlerinde çekilmiştir.

Binbir Kilise bu istihbaratçı kadını İyi Tanır… (Fotoğraflarda çalışanlar yöre halkıdır.)

YIL :1907 Maden Şehri, Karaman’ın kuzeyinde, il merkezine 50 km uzaklıkta Karadağ eteklerine kurulmuş bir yerleşim birimidir. Binbir Kilise olarak tanınan tarihi kalıntıların üzerindedir. Köye girişte sağdaki ilk bina kilisedir. İngiliz ajanı bu kadın Madenşehrinde ne kadar kalmıştı, neler yapmıştı, tarihi eserlerden ne kadar yurt dışına çıkarmıştı, maalesef bu konularda elimizde hiçbir bilgi ve kaynak yok. Yada şöyle diyelim benim ulaşabildiğim kadarıyla bu soruların yanıtı bilinemiyor.

PEKİ BU KADIN NEDEN OSMANLIYA KİN BESLİYORDU

Ajanın Osmanlı’ya karşı kin beslemesinin sebebini, sevgilisi olan binbaşı Doghty Willie’nin Çanakkale Savaşı’nda öldürülmesinden kaynaklandığını ileri süren Doç. Dr. Aksoy, Gertrude Bell’in I. Dünya Savaşı sırasında İngiliz İstihbarat Teşkilatı’nın Arap Bürosu’nun merkezi olan Kahire şubesine atandığını, bu şubede Araplar’ın Osmanlı İmparatorluğu’na baş kaldırması ve isyan etmesinde önemli bilgileri İngiltere’ye yolladığı, ayrıca I. Dünya Savaşı boyunca İngiliz hükümetine, Ortadoğu’yu karış karış gezdiğinden dolayı bölgedeki sosyolojik yapı, su kaynakları ve demiryolu güzergahları hakkında sürekli bilgi verdiğini öne sürdü.

EVLİ BİR ERKEKLE AŞK

1907’de hayatının en büyük aşkı olarak tanımladığı Binbaşı Dick Doghty-Willie ile tanıştı. Doghty-Willie İngiltere ordusunun Konya Askeri konsülüydü. Ama talihsizliğe bakın ki evliydi. Bell onu anlatırken ‘‘Gözlerindeki gölgelerde mistik bir şeyler vardı’’ diyordu. Birçok benzer aşk hikayesinde olduğu gibi evli adam eşinden ayrılmaya yanaşmadı ve uzun bir süre görüşmediler.

Fakat Gertrude anılarında kalbinin hala onun için çarptığını yazıyordu. 1913’te Doughty-Willie, Gertrude’ü Londra’daki aile evinde ziyaret etti. Tarihçiler bu ziyarette Willie’nin eşinin yanında olmadığını ve iki sevgilinin birbirlerine aşk mektupları verdiğini kaydediyor. Ama bu ziyaret de iki aşığı bir araya getiremedi. Yıkım bu kadarla kalmadı. Büyük aşkı Doghty-Willie 1915’te Çanakkale’de bir Türk kurşunuyla hayata veda etti.

Aynı yıl Gertrude İngiliz İstihbaratı’nın Kahire’deki Arap Bürosu’nda resmen çalışmaya başladı. Arapları Türklere karşı ayaklandırmak için Arap kabilelerinin sayısı, yerleşim bölgeleri ve soy kütüklerinin çıkartılmasıyla uğraştı. Bununla da kalmadı, Türk ordusu Kut-ül Amara’da Hindistan’dan getirilen İngiliz birliklerini yenilgiye uğrattığında Mezopotamya Seferi Kuvvetleri’ne katılıp Türklere kurşun attı.

Savaştan sonra petrolün paylaşımı yüzünden İngiltere ve Fransa Araplara verdikleri bağımsızlık sözlerini unutunca bölgede iki yıl süren bir Arap-Kürt ayaklanması başladı. İngilizler bunu bastırdı ama çatışmalarda 2200 Hintli İngiliz askeri ve 10 bin Arap ve Kürt hayatını kaybetti.

 

İLAÇLA İNTİHAR EDİYOR

Fakat 1923’ten sonra yalnızlığın acısını yakıcı biçimde hissetmeye başladı. İngiltere’de seveni olmayan Bell, Arap Bürosu’ndaki amiri ve koruyucusu Sir Percy Cox’un ölümüyle iyice yalnız kaldı. Bağdat’ta yalnızlığını ‘‘etrafta sadece ölülerin kemikleri var’’ sözleriyle anlatıyordu. Avunmak için ilk aşkına, arkeolojiye döndü. Bağdat Müzesi’ni kurdu ve Irak Eski Eserler Onursal Başkanı unvanını aldı.

Tüm parasını Irak’ta İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’nün kurulması için bağışladı. 1926’da kardeşini yitirdiğinde son büyük darbeyi de yemiş oldu. Üvey annesine yazdığı mektupta ‘‘Burada çok yalnızım. Ve bu yalnızlıkla çok fazla devam edemem’’ diyordu. Babasına yazdığı son mektupta ise ‘‘Sevgili baba, artık durmalıyım. Daha fazla yürüyemeyeceğimi hissediyorum’’ diyerek belki de intiharının ilk ipucunu veriyordu.

12 Temmuz 1926’da, 58 yaşındayken, aşırı dozda uyku ilacı alarak intihar etti. Geride 9 kitap, 1600 mektup, 16 günlük, 7 bin fotoğraf ve bugün belki de sınırları bir kere daha değişecek olan Irak’ı bırakmıştı.

Not: burada anlatılanlar konu hakkında yazılan metinlerden derlemedir.

Hazırlayan: Adem Kocatürk

Cevat Dursunoğlu Biyografisi – Cevat Dursunoğlu Hakkında
• Konbuyu başlatanHeulwen
• Başlangıç tarihi9 Eyl 2013

Heulwen
Kayıtlı Üye
• 9 Eyl 2013

• #1

 

Cevat Dursunoğlu, (d.1892 Erzurum, Osmanlı Devleti) – (ö.11 Ocak 1970, Ankara, Türkiye), Türk eğitimci ve siyasetçi.

Mülki Rüşdiye ve İdadi okudu. Maarif Nezareti’nin açtığı sınavı kazanarak Almanya’ya yüksek tahsile gönderildi. Erzurum Kongresi’ne katıldı. 1920 başında Erzurum muallim mektebi, Kasım 1920 tarihinde Kars Maarrif Müdürü ve bir ay süre ile mutasarrıf vekili oldu. 1921-1924 yılları arasında Erzurum Lisesi Müdürlüğü yaptı. Sonra sırasıyla Doğu vilayetleri Maarrif müfettişliği, Orta Öğretim Umum Müdürlüğü, Almanya-Avusturya-Macaristan Türk talebe müfettişliği, Maarif Vekaleti Teftiş Heyeti Reisliği, Yüksek Öğretim ve Güzel Sanatlar Umum Müdürlüğü yaptı.

TBMM VII.Dönem Kars, VIII.,XII.(1.) Dönem Erzurum milletvekilliği ile Cumhuriyet Halk Partisi Umumi İdare Heyeti azalığı, 1949-1953 yılları arasında CHP genel sekreter yardımcılığı ve Ulus gazetesi başyazarlığı yaptı. Halkevleri ve Türk Dil Kurumu asli, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü’nün ise şeref üyesidir.

Cevdet Aykan Biyografisi – Cevdet Aykan Hakkında
• Konbuyu başlatanHeulwen
• Başlangıç tarihi9 Eyl 2013

Heulwen
Kayıtlı Üye
• 9 Eyl 2013

• #1
Cevdet Aykan (d. 1925, Erbaa, Tokat, Türkiye), Türk siyasetçi.

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdi. Akıl ve Sinir Hastalıkları Mütehassıslığı, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Görevliliği, 2.(XIII) Dönem Tokat Milletvekiliği, Cumhuriyet Senatosu Tokat Üyeliği (14 Ekim 1973 -14 Ekim 1979) ile Köy İşleri, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlıkları yaptı. Evli ve Didem Özlem (ikiz) Ebru olmak üzere kızları vardır.

Cevdet Kerim İncedayı Biyografisi – Cevdet Kerim İncedayı Hakkında
• Konbuyu başlatanHeulwen
• Başlangıç tarihi9 Eyl 2013

Heulwen
Kayıtlı Üye
• 9 Eyl 2013

• #1
Cevdet Kerim İncedayı (d. 1893, Sinop, Türkiye) – (ö. 29 Mayıs 1951), Türk siyasetçi.

Sinop’a yerleşmiş Feşmuh ailesindendir. 1918’de Gülhane Askeri Tıp’tan mezun oldu. Harp Akademisi’ni bitirdi. V., VI., VII., VIII. ve IX. Dönem Sinop Milletvekilliği, TBMM Başkanvekilliği ile Muhabere ve Münakale Vekilliği ve Bayındırlık Bakanlığı yaptı. Evliydi.

İlgili sözler

“ Ben bu bölgelere gittiğimde, birtakım kimselerle öğrencilerin tercümanlık yapması sayesinde konuşabildim. Onları şimdi serbest bırakırsak oylarını ya Hasso’ya ya Memo’ya verirler. Büyük Millet Meclisi’ne Hassoların Memoların dolmasına sizin vicdanınız razı olur mu? (Ocak 1949) „

 

II. Katerina Biyografisi – II. Katerina Hakkında
• Konbuyu başlatanHeulwen
• Başlangıç tarihi17 Eyl 2013

Heulwen
Kayıtlı Üye
• 17 Eyl 2013

• #1
II. Katerina Biyografisi – II. Katerina Hakkında

Çariçe II. Katerina veya Büyük Katerina (Rusça: Екатерина II Великая (Yekaterina II Velikaya), (d. 2 Mayıs 1729 – ö. 17 Kasım 1796), 34 yıl boyunca Rusya’yı yönetmiş ve 18. yüzyıl Rusya’sına damgasını vurmuş bir Çariçedir.

 

Kırım’ı Rus topraklarına katan çariçedir. (Prut Savaşı sırasında Baltacı Mehmet Paşa’yla antlaşma yapan Çariçe I. Katerina’yla karıştırılmamalıdır.)

Yaşamının ilk yılları

II. Katerina 2 Mayıs 1729 tarihinde Prusya’nın Stettin kentinde (şimdi Polonya’ya ait) doğdu. Doğduğu zamanki adı Sophie Augusta Frederike idi. Babası Prusya’ya bağlı Anhalt-Zerbst bölgesinin prensiydi ve Prusya ordusunda bir generaldi. Bu soylu ailenin diğer üyeleri olan Sophie’nin kuzenleri III. Gustav ve XIII. Karl sonradan İsveç kralı olarak görev yaptılar.

Sophie 1744 yılında Holstein-Gottorp dükü Peter’le evlendi. Sophie’nin kocası Peter, Çar Büyük Petro’nun torunuydu ve Peter’in teyzesi Çariçe I. Elizaveta Peter’i Rus tahtına veliaht olarak seçmişti. Sophie evlendikten sonra Ortodoks dinine geçti ve Katerina Aleksievna adını aldı. I. Elizaveta’nın zorlamasıyla gerçekleşen bu evlilik hiçbir zaman mutlu olmadı. Katerina’nın ve kocası Peter’in başkalarıyla çok sayıda aşklar yaşadıkları bilinmektedir. Katerina’nın kocası Peter, teyzesi I. Elizaveta’nın ölümü üzerine 5 Ocak 1762 tarihinde III. Petro adıyla Rus tahtına çıktı. Ancak III. Petro’nun çarlığı fazla uzun sürmedi. 28 Haziran 1762 tarihinde muhafız alayı çara karşı ayaklanarak III. Petro’yu tahttan indirdi ve Katerina Rusya çariçesi olarak ilan edildi.

Zamanında Rusya’nın Genişleme Siyaseti

II. Katerina’nın çariçeliği döneminde Rusya batısı ve güneyindeki 518.000 km²’lik bir alanı topraklarına katmayı başardı. Bu genişleme Lehistan ve Osmanlı İmparatorluğundan alınan topraklar sayesinde oldu. Novorusya, Kırım, Ukrayna, Beyaz Rusya, Litvanya ve Kurşas (Letonya) Rusya’nın topraklarına katıldı. Lehistan’ın parçalanarak Rusya, Prusya ve Avusturya arasında paylaşılmasına öncülük etti. II. Katerina 1796 yılında öldüğünde Lehistan diye bir ülke artık ortada kalmamıştı. Ancak 123 yıl sonra I. Dünya Savaşı’nın bitmesinden sonra Polonya tekrar bağımsızlığını kazabildi.

Zamanındaki Osmanlı-Rus ilişkileri

II. Katerina zamanında Rusya Osmanlı Devletine çok büyük kayıplar verdirdi. II. Katerina’nın çariçeliği sırasında 3 değişik Osmanlı padişahı hüküm sürdü: III. Mustafa, I. Abdülhamit ve III. Selim. Bu dönemde Rusya Osmanlı Devleti’yle iki büyük savaş yaptı. Bunlardan birincisi III. Mustafa döneminde yapılan 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı’ydı. Bu savaşta büyük kayıplara uğrayan Osmanlılar I. Abdülhamit tahta geçtiğinde Ruslarla Küçük Kaynarca Antlaşması’nı imzalayarak Kırım’ın bağımsız olmasını kabul ettiler. Ama II. Katerina ünlü generali Potemkin’le birlikte Kırım’ı Rusya’nın bir parçası olarak görmek istiyordu. Antlaşmanın imzasından 9 yıl sonra 1783 yılında Rusya Kırım’ı resmen topraklarına kattı. I. Abdülhamit’in saltanatı sırasında gerçekleşen bu durumu kabul edemeyen Osmanlılar Kırım’ı geri almak için Rusya’yla tekrar 1787-1792 Osmanlı-Rus Savaşına girdiler. Ancak tekrar yenilen Osmanlılar III. Selim tahta geçtikten sonra Yaş Antlaşması’nı imzalayarak Kırım’ı Ruslara bırakmaya razı olmak zorunda kaldılar. Kırım’ın kayıbı Osmanlılar için büyük bir hezimet olmuştu. Çünkü ilk defa Müslüman bir Osmanlı toprağı Hıristiyanlara kaybediliyordu. Rusya ise Karadeniz kıyısındaki bu toprakları ele geçirerek büyük bir stratejik başarıya sahip olmuş, Karadeniz’de donanma kurma imkânını elde etmişti. Bu gelişmeler 19. yüzyıl boyunca Boğazlar sorununu gündeme getirecekti.

Özel Yaşamı

II. Katerina kendisini kültür ve sanat açısından bir aydın olarak görüyordu. Zamanın Fransız filozofları Voltaire, Diderot ve D’Alembert ile yazışmalar yaptı. 1764 yılında Avrupa’dan satın aldığı 250 tabloyu sergilemek üzere St. Petersburg’da Hermitage Müzesi’ni inşa ettirdi. Bu müze sonraki çarların da katkılarıyla dünyanın en eski ve en büyük müzelerinden biri haline geldi.

II. Katerina çariçeliği sırasında hiçbir evlilik yapmadı. Ancak çok sayıda erkekle aşklar yaşadı. Sevgililerini büyük malikaneler ve çok sayıda hizmetçilerle ödüllendirdi. Oğlu Pavel Petroviç’e çok kötü davrandı ve ona adeta hapis hayatı yaşattı. 16 Kasım 1796’de banyo yaparken beyin kanaması geçirdi ve öldü.

 

I. Svyatopolk Biyografisi – I. Svyatopolk Hakkında
• Konbuyu başlatanHeulwen
• Başlangıç tarihi17 Eyl 2013

Heulwen
Kayıtlı Üye
• 17 Eyl 2013

• #1
I. Svyatopolk Biyografisi – I. Svyatopolk Hakkında

I. Svyatopolk (Lanetli Syyatopolk) (Ukraynaca: Святополк Окаяний, Rusça: Святополк Окаянный) (d. 980 – ö. 1019); 1015-1019 yılları arasında Kiev knezi.

1016-1019 yılları arasında Bizans’la işbirliği yapan Ruslar, Hazarların Tmutarakan’daki Hazar topraklarına saldırmışlar ve Tmutarakan ile civar topraklar, Bizans imparatoru II. Bazil’in gönderdiği donanmanın yardımıyla Kiev Knezi I. Svyatopolk tarafından zaptedilmiştir. Bu savaşta, Hazarların son hakanı olan Georgius Tzul esir edilmiştir.

 

VI. İvan Biyografisi – VI. İvan Hakkında
• Konbuyu başlatanHeulwen
• Başlangıç tarihi17 Eyl 2013

Heulwen
Kayıtlı Üye
• 17 Eyl 2013

• #1
VI. İvan Biyografisi – VI. İvan Hakkında

VI. İvan (İvan Antonoviç) (23 Ağustos 1740 – 16 Temmuz 1764), 1740-1741’de Rus çarı. İki aylık bebekken çar ilan edilmiş, bir saray darbesi sonucunda tahttan indirildikten sonra 20 yıl tutuklu kalmıştır.

Babası Braunschweig-Bevern-Lüneburg prensi Anton Ulrich, annesi ise Çariçe Anna’nın (hd 1730-1740) yeğeni Anna Leopoldovna’ydı. Çariçe Anna ölümünden bir gün önce (27 Ekim 1740) henüz iki aylık olan İvan’ı tahtın varisi, sevgilisi Kurland dükü Ernst Johann von Biron’u da İvan’ın naibi ilan etti. İvan ertesi gün çar olarak tahta çıkarıldı. Biron ise üç hafta sonra mühürdar naibi Andrey Osterman ve Burhard Kristof Minih tarafından yönetimden uzaklaştırıldı ama İvan tahttan indirilmedi.

Biron’un yerine naipliğe getirilen İvan’ın annesi Anna Leopoldovna’nın izlediği dış politika ve önemli görevlere Alman danışmanlar getirmesii kısa zamanda hoşnutsuzlukların doğmasına yol açtı. Sonunda Çar I. Petro’nun (hd 1682-1725) kızı Yelizaveta önderliğindeki muhalefetin düzenlediği bir darbe sonucunda Anna ve Alman danışmanlar yönetimden uzaklaştırıldı (6 Aralık 1741). Darbe sırasında tahttan indirilen İvan, sonraki 20 yılı çeşitli hapishanelerde geçirdi. Yalnızlık içinde geçen uzun hapislik yıllarının ruhsal ve zihinsel gelişmesi üzerinde son derece olumsuz etkileri oldu.Bununla birlikte, Shlisselburg garnizonunda görevli Teğmen Vasili Yakovleviç Miroviç, 1764’te İvan’ı hapisten kurtararak, iki yıl önce tahta çıkmış olan II. Yekaterina’nın (Büyük) yerine geçirmek üzere bir ayaklanma başlattı. İvan ayaklanma sırasında gardiyanları tarafından öldürüldü.

 

V. İvan Biyografisi – V. İvan Hakkında
• Konbuyu başlatanHeulwen
• Başlangıç tarihi17 Eyl 2013

Heulwen
Kayıtlı Üye
• 17 Eyl 2013

• #1
V. İvan Biyografisi – V. İvan Hakkında

İvan Alekseyeviç Romanov (6 Eylül 1666, Moskova-8 Şubat 1696, Moskova), 1682-96 arasında (küçük kardeşi Petro ile beraber) Rus çarı.

 

Çar Aleksey’le (hükümdarlığı 1645-76) ilk karısı Mariya İliniçna Miloslavskaya’nın en küçük oğluydu. İskorbüt hastalığı ve görme zayıflığı bulunan İvan zihinsel ve bedensel olarak da sakattı. Son yıllarında felç oldu. 1682’de ağabeyi Çar III. Fyodor ölünce üvey kardeşi Petro çar yapıldı. Ama Miloslavski ailesinin iktidarını sürdürmeye kararlı olan kız kardeşi Sofiya Alekseyevna, streltsi’yi (saray muhafız birlikleri) İvan’ın çar yapılması amacıyla ayaklandırdı (2 Haziran [eski takvime göre 23 Mayıs] 1682). Üç gün sonra boyarların Duma adlı parlamentosu İvan’la Petro’yu birlikte çar ilan etti. 5 Temmuz’da (eski takvime göre 25 Haziran) ikisini de taç giydirdi, Sofiya ise naip oldu.

Streltsilerin ayaklanmasının elebaşısı olan kızkardeşi Sofiya, iktidarını I. Petro’ya kaptırıncaya kadar (1689) naibeliği elinde tuttu, Narışkinler 1689’da Sofiya’yı devirdiler. Petro’ya karşı uzlaşıcı bir tutum izleyen İvan’ın, ölümüne değin resmi konumunu sürdürmesine izin verildi. Ama İvan devlet işlerine hiçbir biçimde katılmadı, zamanının çoğunu dua ederek, oruç tutarak ve kutsal ziyaretlerde bulunarak geçirdi.

 

III. Petro Biyografisi – III. Petro Hakkında
• Konbuyu başlatanHeulwen
• Başlangıç tarihi17 Eyl 2013

Heulwen
Kayıtlı Üye
• 17 Eyl 2013

• #1
III. Petro Biyografisi – III. Petro Hakkında

III. Petro, Rusça tam adı Pyotr Fyodoroviç. asıl adı Holstein-Gottorp dükü Karl Peter Ulrich (21 Şubat 1728, Kiel, Holstein-Gottorp-18 Temmuz 1762, Ropşa, Petersburg yakınları, Rus Çarlığı), 5 Ocak 1762’den 9 Temmuz 1762’ye değin Rus çarı.

 

I. Petro’nun (Büyük) kızlarından Anna ile Holstein-Gottorp dükü Karl Friedrich’in oğluydu. Teyzesi Yelizaveta’nın çariçe olmasından kısa bir süre sonra Rusya’ya getirildi (5-6 Aralık 1741). Adı değiştirilerek Rus Ortodoks Kilisesi’ne kabul edildi (18 Kasım 1742) ve Rus tahtının varisi ilan edildi. 21 Ağustos 1745’te, Anhalt-Zerbst’in prensesi olan ve sonradan Yekaterina Alekseyevna adını alan Sophie Frederike Auguste ile evlendi.

Yekaterina’nın yerine geçtiktem sonra onun izlediği dış politikayı terk eden Petro, Prusya ile barış yaparak Yedi Yıl Savaşı’ndan (1756-63) çekildi; Prusya ile ittifak kurdu ve Holstein’ın Schleswig’i ele geçirmesine yardım etmek için Danimarka’ya karşı savaş hazırlıklarına girişti. Ayrıca, Rus Ortodoks Kilisesi’ne Lutherci uygulamaları zorla benimsetmeye çalıştı ve imparatorluk muhafızlarının yükümlülüklerini artırarak onları da karşısına aldı. Bütün bu uygulamalar halkı ve saray çevrelerini kendisinden uzaklaştırdı. Soyluların devlete hizmet etme yükümlülğünü kaldırması (1 Mart 1762) bile bu durumu değiştirmedi. Sonunda çarın kendisinden boşanmayı planladığından kuşkulanan Yekaterinai sevgilisi Grigori Grigoryeviç Orlov ve öteki bazı imparatorluk muhafızlarıyla işbirliği yaparak Petro’yu tahttan indirdi ve 9 Temmuz 1762’de muhafızlar, senato ve kilisenin de onayıyla II. Yekaterina adıyla tahta çıktı. Petersburg yakınlarında Oranienbaum’daki konutunda bulunan Petro Ropşa köyünde, Aleksey Grigoryeviç Orlov’un gözetimi altındayken öldürüldü.

 

II. Fyodor Biyografisi – II. Fyodor Hakkında
• Konbuyu başlatanHeulwen
• Başlangıç tarihi17 Eyl 2013

Heulwen
Kayıtlı Üye
• 17 Eyl 2013

• #1
II. Fyodor Biyografisi – II. Fyodor Hakkında

Fyodor Borisoviç Godunov (1589-20 Haziran 1605, Moskova), Rusya’daki Karışıklık Dönemi olarak adlandırılan sürede tahtta çıkmış Rus çarı (Nisan-Haziran 1605).

Boris Godunov’un oğluydu. Çok iyi bir eğitim gördü. Babası 1605’te ansızın öldüğünde Fyodor devlet yönetimi konusunda yeterince bilgiliydi. 23 Nisan 1605’te tahta çıktı. Ama IV. İvan’ın (Korkunç İvan) oğlu ve tahtın gerçek varisi olduğunu ileri süren Düzmece Dimitri’nin tehdidiyle karşılaştı. Dimitri 1604’te Boris Godunov’u devirmek amacıyla Rusya’ya saldırmıştı. Fyodor’un başkomutanının saf değiştirip Düzmece Dimitri’nin yanına geçmesi üzerine Fyodor’un annesi iktidarı ele geçirip durumu denetimi altına almaya çalıştı. Ama bu girişimiyle güçlü boyarların düşmanlığını kazandı. Boyarlar Moskova’da bir ayaklanma çıkarıp Fyodor ile annesini öldürttüler. Bu olaydan hemen sonra Düzmece Dimitri Moskova’ya girerek Rusya tahtına çıktı.

 

I. Svyatoslav Biyografisi – I. Svyatoslav Hakkında
• Konbuyu başlatanHeulwen
• Başlangıç tarihi17 Eyl 2013

Heulwen
Kayıtlı Üye
• 17 Eyl 2013

• #1
I. Svyatoslav Biyografisi – I. Svyatoslav Hakkında

I. Svyatoslav (Ukraynaca: Святослав Ігорович, Svyatoslav Igorovič; Svetoslav; Rusça: Святослав Игоревич, Svyatoslav Igorevič) (d. 942 – ö. Mart 972); savaşçı Kiev knezi, I. İgor ve Olga’nın oğlu.

Oleg’in oğlu I. Svyatoslav, babası öldüğünde 18 yaşındaydı. Rus tarihinde Hıristiyanlığı ilk kabul eden ve bu yüzden de kilise tarafından “azizeler” arasında gösterilen annesi Olga’ya Kiev’in idaresini bırakarak 964 yılında o sırada Oka Irmağı boyunda oturan ve Hazarlara vergi veren Vyatiçler üzerine sefer yapıp başarı kazanmıştır.

 

III. Fyodor Biyografisi – III. Fyodor Hakkında
• Konbuyu başlatanHeulwen
• Başlangıç tarihi17 Eyl 2013

Heulwen
Kayıtlı Üye
• 17 Eyl 2013

• #1
III. Fyodor Biyografisi – III. Fyodor Hakkında

Fyodor Alekseyeviç Romanov (9 Haziran 1661, Moskova-7 Mayıs 1682, Moskova), 1676-1682 arasında Rus çarı. Rusya’da Batı kültürünün yayılmasını desteklemiş, yerine geçen I. Petro’nun Batı’yı örnek alan kapsamlı reformlar başlatmasının koşullarını hazırlamıştır.

 

Çar Aleksey Mihayloviç ile ilk karısı Marya Miloslavskaya’nın (hükümdarlığı 1645-76) en büyük oğluydu. Rusça ve Eski Slavca üzerinde geleneksel bir eğitim gördü. Ayrıca Kiev ve Polonya’da öğrenim görmüş önemli bir ilahiyatçı olan Simeon Polotski’den Lehçe ve Latince dersleri aldı. Aleksey’in ölmesinin ardından 29 Ocak 1676’da, on beş yaşında tahta çıktı. Yaşının küçüklüğü ve sağlığının bozukluğu nedeniyle devlet işlerinin yürütülmesine etkin olarak katılamadı. Onun çar olmasından sonra yönetimde ağırlık kazanan amcası İvan B. Miloslavski, kısa süre sonra İ.M. Yazikov ve A.T. Lihaçev adlı saray mensuplarınca hükümetten uzaklaştırıldı. Fyodor’la aynı eğitimi görmüş olan Yazikov ve Lihaçev, Ortodoks din adamlarının muhalefetine karşın, Rus soyluları arasında Leh adetlerini, Katolik öğretilerini ve Latince kitapları yaymaya başladılar. 1681’den sonra Fyodor yönetiminin en önemli kişisi Vasili V. Golitsin oldu. Golitsin’in etkisiyle geniş çaplı askeri reformlara girişildi. Önemli devlet görevlilerinin, soyluların, ailelerin boyarlar hiyerarşisindeki yerine göre göreve getirildikleri mestniçestvo sistemini 1682’de kaldırıdı. Babasının başlattığı Batı’ya açılma siyasetini destekledi ve 1687’de ablası Sofiya’nın naipliği sırasında Moskova’da açılan Slav-Yunan-Latin akademisi’ni kurma tasarısını onayladı.

1680’de Ukraynalı soylu bir ailenin kızı olan Simeonovna Gruşevskaya ile evlendi. Çariçe doğumdan üç gün sonra yaşamını kaybetti; yeni doğan kızı İlya Fyodoroviç de ancak 9 gün yaşayabildi. İlk karısının ölümünden 7 ay sonra Marfa Matveyevna Apraksina ile evlendi; ancak ikinci evliliğinden üç ay sonra yaşamını yitirdi. Çocuğu olmayan Fyodor’un ölümünden sonra, kimin çar olacağı konusunda anlaşmazlık doğdu. Sonunda V. İvan ve üvey kardeşi I. Petro birlikte tahta çıktılar. Fyodor’un ablası Sofiya Alekseyevna 1682-89 arasında naipliği yürüttü.

 

Boris Godunov Biyografisi – Boris Godunov Hakkında
• Konbuyu başlatanHeulwen
• Başlangıç tarihi17 Eyl 2013

Heulwen
Kayıtlı Üye
• 17 Eyl 2013

• #1
Boris Godunov Biyografisi – Boris Godunov Hakkında

Boris Fyodoroviç Godunov (Бори́с Фёдорович Годуно́в) (1551 – 13 Nisan 1605), Rus Rurik hanedanının sona ermesi üzerine 1598-1605 arasında hüküm süren Rus Çarı.Rus topraklarında yıkıcı etkileri olan Karışıklık Dönemi (1598-1613) Godunov’un hükümdarlığı sırasında başlamıştır.

14. yüzyılda Moskova’ya göç etmiş soylu Tatar ailesi Saburov-Gadunovlardan gelen Boris, devlet hizmetine IV. İvan’ın (Korkunç) sarayında başladı.1571’de çarın yakınlarından birinin kızıyla evlenerek İvan’ın koruması altına girdi; kız kardeşi İrina’yı da Veliaht Fyodor’la evlendirdi (1580).1580’de boyarlığa yükseldi.İvan 1584’te Godunov’u zekaca kusurlu olan Fyodor’un koruyuculuğuna getirdi; Fyodor kısa bir süre sonra tahta çıktı.Godunov’un bu konuma haksız biçimde geldiğine inanan bir grup boyarın komplo girişimi karşısında Godunov muhaliflerini sürgüne göndererek Rusya’nın perde arkasındaki gerçek yöneticisi oldu.

Moskova Büyük Prensliği’nin dış ilişkilerini tümüyle denetimi altına alan Godunov başarılı askeri seferler düzenledi; dış ticareti artırdı, savunma amacıyla çok sayıda kale yaptırdı, Moskova’nın egemenliğinden çıkmış olan Batı Sibirya’yı yeniden kolonileştirdi.Ayrıca Moskova Kilisesi’nin metropolitlikten patrikliğe yükselmesini sağladı (1589).Ülke içinde saray çevresinin çıkarlarını gözetti.

Fyodor varis bırakmadan ölünce (1598), din adamları ve saray görevlilerinin çoğunlukta olduğu zemski sobor (ülke meclisi) Boris Godunov’u tahta çıkardı (17 Şubat 1598).Kısa zamanda akıllı ve becerikli bir hükümdar olduğunu kanıtlayan Çar Boris, hukuk sistemine çeki düzen verdi, Batı Avrupa’ya öğrenci gönderdi, Rusya’da Protestan kiliselerinin kurulmasına izin verdi, Baltık Denizi’nde güç kazanmak amacıyla Livonya’nın Rusya’ya katılması için görüşmelee başladı.Öte yandan muhalif boyarların gücünü kırmak için Romanov ailesinin üyelerinin sürgüne yolladı.Geniş bir muhbir ağı kurarak, ihanetinden kuşkulandığı herkesi acımasızca cezalandırmaya başladı.Bu önlemleri boyarların Godunov’a karşı düşmanlığının artmasına yol açtı.Kıtlığın (1601-1603) ve ona eşlik eden salgınların yol açtığı sıkıntıları hafifletme çabası da etkisiz kalınca halkın hoşnutsuzluğu gitgide yükseldi.Bu koşullarda, Çar Fyodor’un (gerçekte 1591’de ölen) üvey kardeşi Prens Dimitri olduğunu öne süren biri, Kazaklar ile serüvenci Lehlerden kurulu bir orduyla Güney Rusya’ya girdiğinde (Ekim 1604) küçümsenmeyecek destek gördü.Çarın ordusu düzmece Dimitri’nin Moskova’ya doğru ilerlemesini durdurdu.Ama Boris’in ansızın ölmesi üzerine direniş kırıldı ve ülke Karışıklık Dönemi’ne girdi.Bu dönem, Fyodor Nikitiç Romanov’un oğlu Mihail Romanov’un 1613’te çar seçilmesine değin sürdü.

 

I. Fyodor Biyografisi – I. Fyodor Hakkında
• Konbuyu başlatanHeulwen
• Başlangıç tarihi17 Eyl 2013

Heulwen
Kayıtlı Üye
• 17 Eyl 2013

• #1
I. Fyodor Biyografisi – I. Fyodor Hakkında

 

 

Fyodor İvanoviç Rurik (d. 31 Mayıs 1557, Moskova – ö. 17 Ocak 1598, Moskova), 1584-98 arasında Rus çarı. Fyodor’un ölümüyle, Rusya’da Rurik hanedanının yönetimi son bulmuştur.

 

IV. İvan’ın (Korkunç İvan) ile ilk karısı Anastasiya Romanovna Zaharina-Yureva’nın oğluydu. 19 Mart 1584’te babasının ardından tahta çıktı. Aşırı sofu ve hem fiziksel, hem de zihinsel bakımdan zayıf olduğu için hükümet işlerine karışmadı. Ülkeyi, IV. İvan’ın ölümünden az önce kurduğu naipler konseyinin yardımıyla yönetti. Karısının kardeşi Boris Godunov, konseyin diğer üyelerini saf dışı bırakmayı başardı ve 1587’den sonra naipliği tek başına yürüttü.

Godunov, Fyodor’un hükümdarlık döneminde önemli işler başardı. 1589’da Rusya Metropolitliği patrikliğe yükseltildi. İsveç’in 1583’te ele geçirdiği Finlandiya Körfezi kıyılarındaki topraklar 1595’te geri alındı. Aynı dönemde Rusya’nın Sibirya’nın batısı ve Kafkasya üzerindeki denetimi güçlendi. Çocuğu olmayan Fyodor’un 1598’de ölmesiyle Rurik hanedanı son buldu. Fyodor’un yerine bir zemski sobor (ülke meclisi) tarafından çar seçilen Godunov geçti.

 

I. Katerina Biyografisi – I. Katerina Hakkında
• Konbuyu başlatanHeulwen
• Başlangıç tarihi17 Eyl 2013

Heulwen
Kayıtlı Üye
• 17 Eyl 2013

• #1
I. Katerina Biyografisi – I. Katerina Hakkında

Çariçe I. Katerina (Rusça: Екатерина I Алексеевна Yekaterina Alekseyevna) (15 Nisan 1684 – 17 Mayıs 1727) Rus Çariçesidir.

 

15 Nisan 1684 tarihinde Letonyalı bir köylü ailesinin kızı olarak Kurşas’ta dünyaya geldi. Doğduğu zamanki ismi Marta Elena Skavronska idi. Asıl adı Marta Skrovnovska olan Çariçe Katerina üç yaşında öksüz kaldı ve bir papaz tarafından büyütüldü. Ruslar, İsveç ile yaptıkları savaşlar sırasında Katerina’yı esir aldılar ve kimsesiz köylü kızı, Çar Petro’nun danışmanlarından birinin hizmetçiliğini yapmaya başladı. Görevi, danışmanın konağında çamaşırcılıktı. Katerina, bu arada efendisinin konağına sık sık gelen Çar’ın gönlünü çelmeyi başardı, 1703’te Çar’dan bir çocuk dünyaya getirince Ortodoks oldu, Ekaterina Aleksiyevna adını aldı ve 1712 Şubat’ında Çar ile resmen evlendi. 1724’te taç giydi, Petro’nun bir yıl sonra vâris bırakmadan ölmesi üzerine de asillerin muhalefetine rağmen saray muhafızlarının ve bazı askerlerin desteğiyle “Çariçe” ilân edildi. Devlet işlerini kocasının daha önce belirlemiş olduğu altı kişilik bir danışmanlar heyetine bırakan Katerina, dış politikada İngiltere, Fransa ve Prusya’nın oluşturduğu Hannover Birliği’ne karşı Avusturya ile İspanya’nın tarafını tuttu. Eğlenceye ve içkiye aşırı şekilde düşkün olan Katerina, 15 Nisan 1727’de içkiden öldü. 1703 yılında Rus Çarı I. Petro’nun sevgilisi oldu. 1705’de Ortodoks dinine geçti. 1712 yılı Şubatında Büyük Petro’yla evlendi. 11 çocukları oldu. Bunlardan sadece Anna ve Yelizaveta yaşadılar. Yelizaveta daha sonra Rusya’nın çariçesi oldu.

Katerina’nın Prut Savaşı sırasında barışı sağlamak bizzat Osmanlı sadrazamı Baltacı Mehmet Paşa’yla müzakerelere katıldığı ileri sürülmektedir. Savaşın bitmesinden sonra 1712 yılında I. Petro’yla evlendi. 1724 yılında da Çariçe ünvanını aldı. Büyük Petro 1725 yılında veliaht bırakmadan ölünce Rusya’nın tek hakimi oldu. 2 yıl hüküm sürdükten sonra 17 Mayıs 1727 tarihinde St. Petersburg’da öldü.

 

Düzmece Dimitri Biyografisi – Düzmece Dimitri Hakkında
• Konbuyu başlatanHeulwen
• Başlangıç tarihi17 Eyl 2013

Heulwen
Kayıtlı Üye
• 17 Eyl 2013

• #1
Düzmece Dimitri Biyografisi – Düzmece Dimitri Hakkında

Düzmece Dimitri (ö. 1606) Moskova Büyük Prensliği tahtında hak iddia edip, 1605’ten 1606’daki ölümüne kadar yaklaşık bir yıl boyunca I. Dimitri adıyla Rus çarı unvanını sürdürdü. Rurik hanedanının sona ermesiyle (1598) başlayan karışıklık sırasında, IV. İvan’ın 1591’de Ugliç’te esrarengiz biçimde ölen küçük yaştaki oğlu Dimitri İvanoviç olduğunu öne sürmüştür.

 

Düzmece Dimitri, Rurik hanedanının son çarı I. Fyodor’un ölümünün ardından eniştesi Boris Godunov’un tahta geçmesi üzerine ortaya çıktı ve Godunov’un tahta çıkışının geçersiz olduğunu ilan etti. Birçok tarihçiye göre Grigori (Yuri) Bogdanoviç Otrepyev adlı, sonradan keşişliğe başlamış, Romanovlara yakın bir soylu olan Dimitri, tahtın yasal varisi olduğuna içtenlikle inanıyordu. Moskova’da bulunduğu 1601-02 yıllarında Prens Dimitri olduğunu öne sürdü. Ama sürgünle tehdit edilince, 1603’te Litvanya’ya kaçtı. Burada Moskova Büyük Prensliği tahtını ele geçirmek için askeri bir sefer düzenlemek üzere destek aramaya başladı. Bazı Litvanyalı ve Polonyalı soyluların yanı sıra Cizvitlerden aldığı yardımlarla Kazaklardan ve serüvencilerden oluşan bir ordu topladı ve 1604 sonbaharında Rusya’ya girdi. Askeri yenilgiler almasına karşın, Rusya’nın güneyinde çok sayıda yandaş kazandı. Nisan 1605’te Çar Boris Godunov aniden ölünce, askerleri Düzmece Dimitri’nin safına geçti ve veliaht olan oğlu boyarlarca öldürüldü.

Haziran 1605’te Moskova’ya törenlerle giren Dimitri çar ilan edildi. Ama saray gelenek ve göreneklerine uymaması, Polonyalı bir aristokratın kızı olan karısı Marina Mniszek’in Polonyalıların etkisi altına girmesi ve Osmanlıları Avrupa’dan çıkarmak için Rusları büyük bir Hıristiyan ittifakına sokmaya çalışması, Ortodoks Rusya’yı Katolikleştirmeye çalışması yandaşlarının uzaklaşmasına yol açtı. Mayıs 1606’da boyarlardan Vasili Şuyski bir darbe yaparak Düzmece Dimitri’yi öldürdü ve çar oldu. Yakılan cesedinini külleri Polonya sınırına savruldu.

 

I. Mihail Biyografisi – I. Mihail Hakkında
• Konbuyu başlatanHeulwen
• Başlangıç tarihi17 Eyl 2013

Heulwen
Kayıtlı Üye
• 17 Eyl 2013

• #1
I. Mihail Biyografisi – I. Mihail Hakkında

Mihail Fyodoroviç Romanov [ Rusça: Михаи́л Фёдорович Рома́нов] (22 Temmuz 1596 – 23 Temmuz 1645, Moskova), 1613-1645 arasında Rus çarı. Rusya’da 1917’ye değin hüküm süren Romanov hanedanını başlatmıştır.

 

Hayatı ve hükümdarlığı

Fyodor Nikitiç Romanov’un (sonradan Rus Ortodoks Kilisesi patriği Philaretos) oğluydu. Dedesi Nikita Romanov, Rurik hanedanından gelen son çar olan I. Fyodor’un (hükümdarlığı 1584-98) dayısıydı. Rurik hanedanının çöküşünü izleyen Karışıklık Dönemi’nin ardından toplanan zemski sobor (ülke meclisi) tarafından Şubat 1613’te çar seçildi, böylece Romanov hanedanının kurucusu durumuna geldi.

21 Temmuz 1613’te taç giydiğinde henüz 16 yaşındaydı. Hükümdarlığının ilk on yılı sırasında sık sık toplanan zemskiy sobor’un yardımıyla, karışıklıklar dönemindeki savaşlar ve ayaklanmalar yüzünden yıkıma uğrayan Rusya’daki devlet gücünü ve toplumsal düzeni yeniden kurmaya çalıştı. Çarlığının ilk yıllarında yönetimde etkin konumlara gelen annesinin akrabaları, ülkede düzeni yeniden sağladılar, ayaklanmaları bastırdılar. İsveç’le yapılan Stolbovo Barışı’yla (1617), Novgorod, Rusya’ya geri verildi ve Finlandiya Körfezi kıyıları İsveç’e bırakıldı. Polonya’yla yaptığı Deulino Ateşkesi’ni (1618) imzalayarak savaşlara son verildi, Smolensk, Çernigov ve Novgorod Severskiy bölgeleri, Polonya’ya kaldı. Bununla birlikte, Polonya kralı IV. Władysław, Rusya tahtı üzerindeki iddialarından ancak 1634’te vazgeçti (Polianovo ya da Polanowo barışı).

Mihail’in Philaretos (Filaret) adıyla keşiş olmaya zorlanarak zorla Polonya’ya gönderilmiş olan babası, 1619’da serbest bırakıldı. Rusya’ya dönüşünde Moskova patrik yapılan Philaretos’un Mihail’le birlikte ülkeyi yönetmesi kararlaştırıldı. Philaretos’un yönetimde tam bir denetim kurduğu bu dönemde, Batı Avrupa’yla diplomatik, ticari ve kültürel ilişkiler geliştirildi; zemski sobor sık sık başvurulan bir danışma organı durumuna geldi. Rusya’nın mali sorunlarını çözmek için yoğun çaba harcandı, merkezi yönetimi güçlendirmek için yerel yönetim yapısında reform yapıldı ve serflik kurumu güçlendirildi. Philaretos’un 1633’te ölmesinden sonra Mihail’in annesinin akrabaları yönetime yeniden egemen oldular. Türkler ile bir savaşa girmemek için, 1637’de Azak kentini ele geçiren Don Kazakları’nı desteklemekten vazgeçmek zorunda kaldı.

1645’te ölen Mihail’in yerine oğlu Aleksey geçti.

 

Nejad Brankoviç
• Konbuyu başlatanMarea
• Başlangıç tarihi16 Ocak 2014

Marea
Bayan Üye
• 16 Ocak 2014

• #1

Bosna-Hersek Federasyonu (BHF) parlamentosu ana Boşnak Demokratik Hareket Partisi (SDA) üyesi Nejad Brankoviç’in BH’nin Müslüman Hırvat tarafının başbakanlığını 30 Mart 2007’de onayladı. Brankoviç göreve ülkede yapılan 1 Ekim 2006 genel seçimlerinden altı ay sonra atandı. Başbakan, federasyon hükümetini başında yine SDA üyesi Ahmet Hacıpasiç’in yerini aldı.

Brankoviç 28 Aralık 1962 tarıhında Bosna Hersek’in doğusundaki Visegrad kentinde doğdu. 1987 yılında Saraybosna Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Fakültesi’nden mezun oldu. Lisansüstü ve doktora diplomalarını sırasıyla 1999 ve 2006 yıllarında yine Saraybosna’dan aldı.

Brankoviç 1987 yılında Saraybosna’daki Ulaştırma Enstitüsü’ne katıldı. 1992 yılına kadar burada görev yaptı. Sonraki beş yıl boyunca Bosna Hersek’in kamu demiryolu kuruluşunda genel müdür oldu. 1998’den 2002’ye kadar da Saraybosna’daki Energoinvest Stock Co’un genel müdürü olarak görev yaptı. 2003 yılına kadar kuruluşun bir sonraki genel müdürüne danışmanlık yaptı. Aynı yıl Hacıpasiç’in kabinesinde ulaştırma ve haberleşme bakanlığı görevine atandı. Bu görevde dört yıllık görev süresini tamamladı.

Brankoviç, Saraybosna Üniversitesi Ulaştırma ve Haberleşme Fakültesi’nde yüksek eğitmen asistanı olarak görev yaptı.

Brankoviç 1992-1993 yılları boyunca Bosna Hersek Ordusu’na hizmet verdi. En yüksek askeri nişan olan “Altın Zambak” nişanına layık görüldü.

1990 yılından itibaren SDA’nın üst düzey mercilerinde görev yaptı. İki dönem Bosna Hersek Federasyonu parlamentosu Temsilciler Meclisi’nde üyelik yaptı.

Zeljeznicar futbol kulübü başkanlığı yaptı. Bosna Hersek Olimpiyat Komitesi üyeliği görevinde bulundu.

Ekim 2006 seçimlerinde SDA oyların %26’sını toplayarak BHF’nin birinci partisi olarak boy gösterdi. 17 Ocak 2007’de parti Brankoviç’i BHF başbakanlığına aday gösterdi.

Brankoviç’in önerdiği beş partili koalisyon hükümeti taraf parlamentosunun alt meclisi tarafından onaylanarak 22 Mart’ta and içti. Ancak ertesi gün, Yüksek Temsilci Christian Schwarz-Schilling içişleri bakanı adayı Fadıl Yaganyak’ın gerekli inceleme sürecinden geçmediğini öne sürerek hükümetin atanmasına ilişkin kararı geçersiz saydı. Parti bunun üzerine Amuhidin Aliç’i göreve yeni aday olarak atadı ve sekiz Boşnak, beş Hırvat ve üç de Sırp bakanın yer aldığı 16 üyeli hükümet 30 Mart’ta onaylandı.

Brankoviç Mayıs ayında, hükümet programının federasyondaki ekonomik ve mali koşulları iyileştirme amaçlı öncelikli projeler, karayolları yapım çalışmaları ve gazilere yönelik yükümlülüklerin yerine getirilmesine odaklanacağını söyledi.

Brankoviç evli ve iki çocuk babası.

 

Cenanizade Mehmed Kadri Paşa
• Konbuyu başlatanMarea
• Başlangıç tarihi23 Ocak 2014

Marea
Bayan Üye
• 23 Ocak 2014

• #1

Cenanizade Mehmet Kadri Paşa (d. 1832- ö. 1884), II. Abdülhamit saltanatında 9 Haziran 1880 – 12 Eylül 1880 tarihleri arasında üç ay üç gün sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamıdır. Ayrıca 6 Ağustos 1874 – 7 Eylül 1874 ve 11 Şubat 1876 – 4 Şubat 1877 tarihleri arasında İstanbul Şehremini (Belediye Başkanı) olmuştur.

Hayatı

Kıbrıs Mutasarrıfı İshak Paşa’nın oğludur. 1832 yılında Antep’te dünyaya gelmiştir. Temel eğitiminden sonra, İslami ilimleri, edebiyatı, Arapça ve Farsça’yı memleketinde öğrenmiş, İstanbul’a geldikten sonra Fransızca ve İngilizce ve çağdaş bilimleri tahsil etmiştir. Memuriyete Antep kazası nüfus mukayyıtlığı ile başlamış, burada nüfus nazırlığına geldikten sonra İstanbul’a taşınmıştır. Bir süre Tercüme Odası’nda çalışan Kadri Bey, 1864’te Mahkeme-i Ticaret-i Bahriye Reisliği’ne gelmiş, Meclis-i Ali-i Hazain Başkatipliği, Meclis-i İdare-i Bahriye Reisliği gibi görevlerden sonra Altıncı Belediye Dairesi reisliğine tayin edilmiştir.
Bir ara Nafia Nezaretinde müsteşarlık yapan ve sonradan tekrar Altıncı Belediye Dairesi’ne atanan Kadri Paşa, buradan Şehremaneti’ne (Belediye) tayin olunmuş, kısa bir süre Nafıa Nezareti’nde ve Bahriye Müsteşarlığı’nda bulunduktan sonra tekrar Şehremaneti görevine tekrar tayin edilmiştir. 1 sene kadar bu görevde kalan Kadri Paşa daha sonra 5 Şubat 1877-4 Şubat 1878 tarihlerinde Şura-yı Devlet Reisliği, Sivas ve Bağdat Valiliği yapmıştır. İstanbul’a Dahiliye Nazırı olarak dönen ve buradan Ticaret Nezareti’ne atanan Kadri Paşa daha sonra kısa bir süre için sadrazamlık yapmış, hemen ardından ise Edirne Valiliği’ne atanmış ve 11 Şubat 1884’te burada vefat etmiştir. Mezarı Sezai Dergahı civarındadır

 

Benito Mussolini Kimdir ?
• Konbuyu başlatanTarquin
• Başlangıç tarihi20 Haz 2009

Tarquin
Kayıtlı Üye
• 20 Haz 2009

• #1
1883’te Forli’de doğdu.Bir süre öğretmenlikle meşgul olduktan sonra 1902’de askerlik yapmamak için İsviçre’ye gitti.1904’te geri dönen Mussolini 10 sene boyunca gazetecilik yaptı.Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine orduya yazıldı ve savaşta aktif olarak görev yaptı.Savaşta yaralanan Mussolini Milano’ya döndü ve burada sağ görüşlü “Il Popolo d’Italia” gazetesinin editörü oldu.

1918’de savaş sona erdiğinde İtalya’da yıkım büyüktü.Ordudan geriye bir şey kalmamış, savaşta 460.000 kayıp verilmişti bununla beraber ekonomi de çökmüştü.Ayrıca savaş sonu antlaşmalarında toprak kazancı olacağını düşünen İtalya’yı İngiltere ve Fransa gözönüne dahi almadılar.Böylece İtalya Avrupa’da yalnızlığa itildi.İtalya’da siyasi krizde vardı, koalisyon hükümetleri başarılı olamıyordu. İşsizliğin giderek artması ve halkın gidişattan memnun olmaması komünistlerin büyük taraftar toplamalarına yol açtı.Bu sırada Mussolini ise çeşitli sağcı grupları kurduğu Faşist partisinin bünyesinde toplamıştı bile.Mussolini (halk arasındaki lakabıyla Il Duce “Duçe” ) ülkenin problemlerini çözeceğini vaat ediyor ve eski Roma İmparatorluğu’nu tekrar kuracağını söylüyordu.Nazi Almanya’sındaki SS ve SA gibi Mussolini’nde bir “Siyah Gömlekliler” grubu vardı.Bu grup parti karşıtlarıyla ve komünistlerle ilgileniyor, şiddete başvurmaktan kaçınmıyordu.Ülkede komünist düşmanlığı arttıkça ve siyasal istikrar sağlanamadıkça umutlar Duçe’ye bağlandı.Ekim 1922’de Mussolini Kral Viktor Emmanuel III’ü yönetimi kendisine devretmekle tehdit etti aksi takdirde 26.000 taraftarı ile Roma’ya yürüyecek ve bunu kendi yapacaktı.Komünist hareketinde önüne geçmek isteyen Kral bu teklifi kabul etti ve İtalya’da Duçe dönemi başladı.

Mussolini’nin başa geçmesiyle, kadınlar ev dışında çalışmaktansa ev kadını olmaya ve yapabildikleri kadar çocuk yapmaya teşvik edildi. Duçe tüm ülkeyi tren rayları ve otobanlarla adeta ördü.Çiftçiler sürekli teşvik edildi , tarım ve endüstride canlanma sağlandı, işsizlik azaldı.Tüm bunlar Mussolini’nin popülaritesini arttırdı.1930’ların başında o artık tüm ülkenin sevgilisiydi.

Fakat popülaritesini daha da arttırmak isteyen Mussolini 1935’te Habeşistan’ın işgaline başladı.Sonun başlangıcı böylece 1935 olarak saptanabilir, bu tarihten itibaren Mussolini’nin prestiji giderek zayıflayacaktır.Çünkü İtalyan halkı artık savaş istemiyordu, Birinci Dünya Savaşı’nın yaraları daha yeni sarılmıştı.Ama Duçe yoluna devam etti.1936’da Habeşistan’ın işgalini tamamladı ve aynı yıl Hitler’le Roma-Berlin mihverini kurdu.Bu tarihten sonra devamlı Hitler’in etkisinde kalan Duçe 10 Temmuz 1940’da Müttefiklere savaş ilan etti.Ama İtalyan Ordusu Kuzey Afrika ve Balkanlar seferlerinde rezil oldu, her seferinde imdada Almanlar yetişmese Yugoslavya ve Yunanistan’ın İtalya’nın işini bitirmesi içten bile değildi.
1943’te Müttefikler İtalya’ya çıkarma yaptılar.Kral Viktor Emmanuel III Mussolini’yi görevden aldı.Duçe tutuklandı ve hapsedildi.Ama en zor anında bile Führer imdadına yetişti.
Hitler, Mussolini’den sonra İtalya’nın teslim olmasından korkuyordu.Böyle bir durum Almanya’nın güneyini Müttefik saldırısına açık hale getirecekti.Eğer Mussolini kurtarılıp tekrar başa geçirilirse ona sadık kuvvetlerle İtalya’nın savunmasına devam edilebilirdi.

Mussolini’nin kurtarılması için SS Hauptsturmfuhrer Otto Skorzeny önderliğinde bir takım oluşturuldu.Takım üyeleri Hava Kavvetleri Luftwaffe’ye bağlı “Fallschirmjager” yani hava indirme birimine ait komandolardı.Bu arada Otto Skorzeny’den kısaca bahsetmek gerekirse o Almanya’nın en iyi yetiştirilmiş komandolarından biriydi ve Müttefik askeri çevrelerinde “Hitler’s Commando” sıfatıyla gayet iyi tanınıyordu.

Duçe 12 Eylül 1943’de Gran Sasso’da tutuklu bulunduğu otelden kurtarıldı ve uçakla Viyana’ya kaçırıldı.İtalya’da kendine bağlı birliklerle mücadeleyi sürdüren Mussolini Nisan 1945’de yani savaşın son günlerinde kaçmaya çalışırken İtalyan Mukavemeti mensupları tarafından öldürüldü.(28 Nisan 1945)

 

İsmail Cem Kimdir ?
• Konbuyu başlatanAsi Ruh
• Başlangıç tarihi29 Haz 2010
A
Asi Ruh
Kayıtlı Üye
• 29 Haz 2010

• #1
İSTANBUL – 1940, İhsan, Şerife – İstanbul Robert Kolejinden (1959) ve Lozan Üniversitesi Hukuk Fakültesinden (1963) mezun oldu. Paris Siyasal Bilgiler Enstitüsünde Siyaset Sosyolojisi dalında master yaptı (1981). 1963 yılından itibaren çeşitli gazetelerde Yazı İşleri Müdürlüğü, Genel Yayın Müdürlüğü yaptı. Yazarlığa devam etmektedir. Türkiye Gazeteciler Sendikası İstanbul Şubesi Başkanlığını yürüttü (1971-1974). Türkiye Radyo Televizyon Kurumu Genel Müdürlüğünde bulundu (1974-1975). 1987 ve 1991 seçimlerinde İstanbul’dan, 1995 seçimlerinde Kayseri’den milletvekili seçildi. DSP TBMM grup yönetim kurulu üyeliğine seçildi (1996). Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) ve Batı Avrupa Birliği (BAB) Asamblesi üyeliklerine seçildi (1987-1996). AKPM Sosyalist Grubu Başkanvekilliğine seçildi (1989-91), (1993-95). AKPM ve BAB Asamblesi Türk Parlamenter Grubu Başkanlığına seçildi (1996). Avrupa Medya Enstitüsü Danışma Kurulu üyeliğini yürütmektedir. 50. Hükümette Kültür Bakanlığı yaptı (1995). 30 Haziran 1997 tarihinde kurulan 55. Hükümette Dışişleri Bakanlığı görevine atandı. Evli, 2 Çocuk.

İsmail Cem, DSP’den ayrılarak Yeni Türkiye Partisi’ne girmiş ve partinin genel başkanı seçilmişti. YTP bilahare kendini feshederken, İsmail Cem de CHP’ye katıldı.

İsmail Cem, 24 Ocak 2007 tarihinde İstanbul’da vefat etti.

 

Bahriye Üçok Kimdir ?
• Konbuyu başlatanTarquin
• Başlangıç tarihi16 Haz 2009

Tarquin
Kayıtlı Üye
• 16 Haz 2009

• #1
Postayla Gelen Ölüm:
Bahriye Üçok

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bahriye Üçok, 6 Ekim 1990’da Ankara’daki evine gönderilen bir kitabın içine yerleştirilen bombanın patlaması sonucu yaşamını yitirdi.

İslam dininin yanlış yorumlandığını söyleyerek karşı çıkan Üçok, oruç tutmanın zorunlu olmadığını, İslam’da başörtüsü kavramının bulunmadığını konuşmalarında vurguluyordu.

Olaydan bir gün sonra polisin yaptığı araştırma sonucu, bombalı kitabın İstanbul’da Ekspres Kargo Perşembe Pazarı Şubesi’nden postalandığı ortaya çıktı. Şirketin teslim alma bölümünde görevli olan ve paketi teslim edenleri gören görevli Gülay Calap, ifadesinde zanlıların eşkallerini tarif etti ve kayıplara karıştı.

Calap, daha sonra İzmir’de yasadışı Türkiye Devrimci Halk Partisi’nin bölge sorumlusu olarak yakalandı. Ancak Üçok cinayetiyle ilgili umut olarak görülen Calap, yakalandıktan sonra verdiği ifadede bombalı paketi getirenleri tanımadığını söyledi.

Soruşturmanın ilk adımlarında, NATO menşeli olarak açıklanan patlayıcının cinsi sonradan yapılan açıklamalarda Ortadoğu kökenli örgütlerin kullandığı Çekoslovak malı C – 4 olarak değiştirildi.

Dokuz yıl boyunca diğer faili meçhul cinayetlerle birlikte aydınlatılamayan Bahriye Üçok cinayeti dosyası, 1999 Eylül ayında tekrar açıldı. Dönemin Ankara Emniyet Müdür Vekili Kemal İskender’in koordinatörlüğünde faili meçhul kalan olayların aydınlatılmasıyla ilgili “Faili Meçhul Olayları Analiz Birimi” adı verilen özel bir birim kuruldu.

Mayıs 2000’de Mumcu cinayetiyle ilgili başlatılan Umut operasyonu kapsamında ortaya çıkan ipuçları, Bahriye Üçok cinayetinin çözümüyle ilgili umut ışığı oldu.

Kışlalı cinayetinin çözümünde de ipucu olan zanlıların ifadeleri üzerinde yoğunlaşan polis, Üçok cinayetini çözmek için araştırma yapmaya başladı.

Soruşturmayı yürüten Ankara DGM Savcısı Hamza Keleş, Üçok cinayetinin de diğer faili meçhullere ilişkin olarak da zanlıların sorgulandığını söyledi.

İlk ipucu
Umut operasyonu sürerken Hizbullah örgütü üyelerini sorgulayan polis, Muammer Aksoy ve Üçok cinayetiyle ilgili önemli ipuçlarına ulaştı. Örgüt üyelerinin sorguları sonucunda İslami Hareket ve Mumcu eylem grubunun dışında “Kayserililer Grubu” adıyla yeni bir eylem grubunun varlığı ortaya çıktı.

Mumcu suikastıyla ilgili tutuklanan Mehmet Şahin, ifadesinde bombalı paketin patlamasıyla yaşamını yitiren Üçok’a gönderilen bombalı kitabı Ankara’da gördüğünü söyledi.

16 Mayıs 2000’de Ankara Emniyet Müdürlüğü ekiplerinin, gözaltında tutulan Hasan Kılıç, Necdet Yüksel, Ferhan Özmen adlı kişileri sorgulaması sonucu Üçok’a yapılan saldırı da aydınlatıldı.

Bir üst düzey yetkili, Üçok cinayetinin faillerinin belirlendiğini doğruladı. Konunun yine İran bağlantılı olduğunu belirten yetkili, yakalanan kişilerin olup olmadığı konusunda, “Biraz daha sabredin. Her şey ortaya çıkacak, bizi takip etmeye devam edin” diye konuştu.

Failler gözaltında
17 Mayıs’ta Umut operasyonu kapsamında Ankara Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde gözaltında tutulan “Kudüs Komandoları” üyesi Necdet Yüksel ve Ferhan Özmen’in sorgulanmaları sonucu, Üçok’a yapılan bombalı saldırının failleri ortaya çıkarıldı.

Olayla ilgisi olduğu bildirilen biri Ankara dışında olmak üzere, üç kişi 16 Mayıs gecesi yakalandı. Bilal Yurt, Celal Aytufan ve Mehmet Gürova adlı zanlıların yakalanmasının ardından, polis 17 Mayıs sabaha karşı da Mustafa Koca’yı ele geçirdi.

Emniyet yetkilileri, gözaltına alınan bu kişilerin sorgulanması sonucu olayla ilgili yeni isimlerin belirlendiğini, bu kişilerin yakalanması için geniş çaplı operasyonların sürdüğünü bildirdi.

18 Mayıs’ta Ankara Emniyet Müdürlüğü yetkilileri, Üçok cinayetiyle ilgili aralarında Mehmet Kasap’ın da bulunduğu beş kişinin gözaltında olduğu bildirdi. Bir operasyonda yakalanan Mehmet Kasap’ın Üçok cinayetiyle ilgili olmadığını, ancak gözaltına bulunan diğer zanlılarla ilişkisi olduğu gerekçesiyle gözaltına alındığını kaydetti.

Parmak izi örtüştü
19 Mayıs’ta Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde gözaltında bulunan “Tekin” kod adlı Ferhan Özmen’in parmak izi Üçok’un öldürülmesi olayında kullanılan pakette tespit edilen parmak iziyle örtüştü. Bu bulgu üzerine tekrar sorguya alınan Özmen, cinayeti ayrıntılarıyla anlatırken, cinayetle bağlantısı olan ve bu olayda kendisini yönlendirenle yardımcı olanların isimlerini verdi.

Emniyet yetkilileri, Üçok cinayetiyle ilgili tüm detayların ortaya çıkarıldığını, ancak olayla ilgili bazı kişilerin firarda olduğunu, bu kişilerin yakalanması için çalışıldığını kaydetti.

 

Necmettin Erbakan Kimdir ?
• Konbuyu başlatanpR$ ‘ DmReex ´
• Başlangıç tarihi18 May 2010

pR$ ‘ DmReex ´
Bayan Üye
• 18 May 2010

• #1

29 Ekim 1926 yılında Sinop’ta doğdu. Babası Adana’nın Kozan ve Saimbeyli bölgesinde yaşamış olan Kozanoğullarından Mehmet Sabri Erbakan. Ağır ceza reisi olan babasının birçok yerde görev yapmış olması dolayısıyla çocukluğu muhtelif Şehirlerde geçen ERBAKAN’ın annesi de Sinop’un tanınmış ailelerinden birinin kızı olan Kamer Hanım’dır.
Necmettin ERBAKAN ilkokul’a Kayseri Cumhuriyet İlkokulu’nda başladı, babasının Trabzon’a tayin olması dolayısıyla ilkokul öğrenimini burada okul birincisi olarak tamamladı. 1937 yılında ilk tahsilini tamamladıktan sonra aynı yıl İstanbul Erkek Lisesi’nde orta tahsiline başladı. İstanbul Erkek Lisesi’ni 1943 yılında birincilikle bitirdi.
1948 yılı yaz döneminde İTÜ Makine Fakültesi’nden mezun olan ERBAKAN aynı yılın 1 Temmuz’unda Makine Fakültesi Motorlar Kürsü’nde asistan olarak göreve başladı.
1948-1951 yılları arasındaki bu 3 yıllık asistanlık döneminde o zaman doktora tezine tekabül eden yeterlilik tezini hazırladı. Sınıflarda ders vermek doçent ve profesörlerin yetkisinde olmasına rağmen kendisi asistan olduğu halde ders vermesine izin verilmiştir. Yeterlilik tezindeki başarısından dolayı üniversite tarafından 1951 yılında Aachen Teknik Üniversitesi’nde ilmi araştırmalar yapmak, bilgi ve görgüsünü artırmak üzere Almanya’ya gönderilen ERBAKAN, Alman ordusu için araştırma yapan DVL araştırma merkezinde Profesör Schimit ile birlikte çok başarılı çalışmalar yaptı.
Aachen Teknik Üniversitesi’nde çalıştığı 1.5 yıl süre içerisinde, bir tanesi doktora tezi olmak üzere 3 tez hazırlayan ERBAKAN, Alman üniversitelerinde geçerli olan “DOKTOR” unvanını aldı.
Alman Ekonomi Bakanlığı için motorların daha az yakıt yakmaları konusunda araştırmalar yaparak rapor veren ve bu arada da doçentlik tezini hazırlayan ERBAKAN’ın “Dizel motorlarda püskürtülen yakıtın nasıl tutuştuğunu” matematiksel olarak izah eden bu tez, Alman ilim çevrelerinde büyük yankı uyandırdı. Tezin mecmualarda neşredilmesi üzerine o tarihte Almanya’nın en büyük motor fabrikası olan DEUTZ motor fabrikalarının umum müdürü Prof. Dr. FLATS tarafından Leopar tanklarının motorları ile ilgili araştırmalar yapmak üzere bu fabrikaya davet edildi. Alman Ekonomik Bakanlığı’nın RUHR sahasındaki fabrikalar üzerinde araştırma yapmak için görevlendirilen heyette kendisinin de yer almasının istenmesi üzerine 15 gün RUHR sahasındaki bütün Ağır Sanayi fabrikalarını gezip inceleme fırsatı buldu.
II. Dünya Harbi’nden sonra Alman üniversitelerinde ilk Türk ilim adamı olan ERBAKAN, 1953 yılında doçentlik imtihanını vermek üzere İstanbul’a döndü. İmtihan sonucunda 27 yaşında Türkiye’nin en genç doçenti olma başarısını gösteren Necmettin ERBAKAN, araştırmalar yapmak üzere tekrar Almanya’nın DEUTZ fabrikalarına gitti. Burada 6 ay süreyle motor araştırmaları başmühendisi olarak, Alman ordusu için yapılan araştırma çalışmalarına katıldı.
1953’ün Kasım ayında İstanbul Teknik Üniversitesi’ne dönen ERBAKAN, Mayıs 1954 – Ekim 1955 yılları arasında askerlik görevini ifa etti. İstanbul Kağıthane’deki 6 aylık yedek subay öğreniminden sonra Halıcıoğlu’ndaki istihkam bakım bölüğünde 6 ay asteğmen, 6 ay da teğmen olarak makinelerin bakım ve tamiratları kısmında görev yaptı.
Askerlik görevinden sonra tekrar üniversiteye dönen Necmettin ERBAKAN 1956 yılında Türkiye’de ilk yerli motoru imal edecek olan, 200 ortaklı Gümüş Motor A.Ş.’yi kurdu. ERBAKAN da böyle bir fabrika kurma fikri Almanya’da çalışmaları esnasında, Türkiye Zirai Donatım Kurumu’nun sipariş verdiği motorları görünce iyice uyanmıştı.
Yurda dönünce bu çalışmayı başlattı. Ve bugün Pancar Motor adı altında çalışan fabrikanın temelini 1 Temmuz 1956’da attı. Gümüş Motor fabrikasında seri imalat 1 Mart 1960 tarihinde başlamıştır. 1960 yılında Ankara’da yapılan Sanayi Kongresi’nde Gümüş Motor’un yaptığı imalatları sunan ERBAKAN “Yeni hedef otomobillerin Türkiye’de yapılmasıdır” fikrini ortaya atmış, o zaman yönetimde olan askerler tarafından revac bulan bu fikir üzerine Eskişehir Demiryolları CER atölyesinde “DEVRİM OTOMOBİLİ” adıyla ilk yerli otomobil ERBAKAN tarafından imal edilmiştir. Askeri yönetim Gümüş Motor fabrikasını gezmiş, büyük ilgi ve heyecan duymuşlar, bunun üzerine 200’e yakın General ve üst rütbeli subaya ERBAKAN tarafından bir Sanayi Konferansı verilmiştir.
1965 yılında profesör olan ERBAKAN, Şubat 1966’da Odalar Birliği Sanayi Dairesi Başkanlığına getirildi. Daha sonra Genel Sekreter olan ERBAKAN, 1968 Mayıs’ında Odalar Birliği İdare Heyeti Üyesi, Mayıs 1969’da da Odalar Birliği Başkanı oldu.
Necmettin ERBAKAN 1967 yılında evlendi. Sanayiye gerekli ilginin gösterilmemesi üzerine siyasete atılmaya karar verdi. ERBAKAN, 1969 seçimlerinde Konya’dan bağımsız olarak adaylığını koydu ve seçilerek Meclis’e girdi.
24 Ocak 1970 yılında Milli Görüş’ün ilk partisi olan Milli Nizam Partisi’ni kuran ERBAKAN, 1971 Nisan’ında ihtilal yönetiminin de baskısıyla, Milli Nizam Partisi kapatıldı. Daha sonra 11 Ekim 1972 tarihinde kurulan Milli Selamet Partisi, ERBAKAN liderliğinde girdiği 1973 seçimlerinde % 12 oyla 48 Milletvekilliği ve 3 Senatörlük kazanarak 51 parlamenterle Meclis’e girdi.
1974 yılı başında kurulan MSP-CHP koalisyonunun bozdurulmasından sonra kurulan dörtlü koalisyonda da yer alan MSP’nin Genel Başkanı yine Başbakan Yardımcılığı ve Ekonomik Kurul Başkanlığı görevlerini üstlendi. 5 Haziran 1977 seçimlerinden sonra kurulan 3’lü koalisyonda da bu görevini devam ettiren ERBAKAN liderliğindeki MSP, böylece toplam 4 yıl süreyle hükümet ortağı oldu.
1978 yılı başında 12 Eylül 1980’e kadar muhalefette kalan MSP’nin Genel Başkanlığını yürüten Necmettin ERBAKAN, 12 Eylül İhtilali’nin getirdiği yasaklarla Eylül 1987 yılına kadar politikadan uzak kaldı. Eylül 1987’deki referandumla yeniden siyasi haklarını elde eden ERBAKAN, 19 Temmuz 1983 tarihinde kurulmuş olan Refah Partisi’nin, 11 Ekim 1987 tarihinde yapılan kongresinde oy birliği ile Genel Başkanlığa seçilen Necmettin ERBAKAN 20 Ekim 1991 seçimlerinde Konya’dan yeniden Milletvekili seçildi.
1995 genel seçimlerinde tekrar Konya’dan Milletvekili seçilerek meclise girdi. Bu seçimlerde Refah Partisi %21.7 ile birinci olmuştur. Bunun üzerine 28 Haziran da hükümeti kurma görevini alarak 7 Temmuz da güvenoyuyla Türkiye’nin Başbakanı olmuştur. Koalisyon hükümeti sırasında halkın desteğini alan bir çok önemli başarının yanında uluslararası alanda gelişmekte olan 8 ülkenin işbirliğine öncülük yaparak büyük bir gayretle bir yıl gibi kısa bir sürede D-8 (Development-8) oluşumunu meydana getirmesi önemli bir olaydır.
1998 yılı Şubat ayında Genel Başkanı olduğu Refah Partisi’nin kapanmasıyla 5 yıl siyasi yasaklı hale gelen Erbakan 11 Mayıs 2003’te Saadet Partisi’ne Genel Başkan seçilmiştir.
Evli ve 3 çocuk babasıdır.
19 Ocak 2011’de ayağında nükseden damar iltihabı rahatsızlığı sebebiyle hastanede yoğun bakım altına alınarak bir süre tedavi görerek taburcu edilmesinin ardından, kısa süre sonra solunum ve kalp yetmezliği rahatsızlığı sebebiyle kaldırıldığı Ankara’daki Güven Hastanesi’nde yoğun bakım altında uygulanan tüm tedavilere rağmen solunum yetmezliğine bağlı, kalp ve çoklu organ yetmezliği sebebiyle 27 Şubat 2011 sabahı saat 8:50’de doktorlarının muayenesi esnasında koroner arter rahatsızlığı sonucu şuurunu yitirerek komaya girmiş, saatler aynı sabahın 11:40’ını gösterirken doktorların tüm müdahaleleri ile yaşamsal işlevlerinin desteklenmesine rağmen yaşamını yitirmiştir.

 

Turgut Özal Kimdir ?
• Konbuyu başlatanRuThLeSs
• Başlangıç tarihi28 Mar 2010
R
RuThLeSs
Kayıtlı Üye
• 28 Mar 2010

• #1
1927 yılında Malatya’da doğdu. 1950 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’ni Elektrik Mühendisi olarak bitirdi. 1952 yılında A.B.D’ne giderek ekonomi tahsili gördü. Türkiye’ye döndükten sonra Elektrik İşleri Etüd İdaresi Genel Müdür Yardımcılığı’na atandı. 1961-1962 yıllarında askerlik hizmetini, Milli Savunma Bakanlığı Bilimsel Danışma Kurulu üyesi olarak yaptı ve Devlet Planlama Teşkilatı’nın kurulmasına katkıda bulundu. Bu sırada, Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde ders verdi.
Bir süre Başbakanlık Teknik Uzmanlar Kurulu Üyesi olarak çalıştı ve 1967-1971 yıllarında Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı görevini yürüttü. Ekonomik Koordinasyon Kurulu, Para ve Kredi Kurulu, RCD Koordinasyon Kurulu ve AET Koordinasyon Kurulu başkanlıklarında bulundu.
1971-1973 yıllarında Dünya Bankası’nda danışman olarak görev yaptı. Türkiye’ye döndükten sonra çeşitli sınai kuruluşlarında çalıştı ve 1979 yılı sonlarına doğru Başbakanlık Müsteşarı olarak atandı. Aynı dönemde Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı görevini de vekaleten yürüttü.
12 Eylül 1980 müdahalesinden sonra kurulan Hükümete ekonomik işlerden sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak atandı. 1982 yılında bu görevinden istifa etti. 1983 yılında Anavatan Partisi’ni kurdu ve aynı yıl yapılan genel seçimlerde partisinin birinci gelmesi üzerine hükûmeti kurmakla görevlendirildi ve böylece Türkiye’nin 19. Başbakanı oldu. 1987 seçimleri sonrasında tekrar hükümet kurdu ve başbakan olarak görev yaptı.
31 Ekim 1989’da Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye Cumhuriyeti’nin sekizinci Cumhurbaşkanı olarak seçildi ve 9 Kasım 1989 gününde bu görevine başladı.
17 Nisan 1993 gününde geçirdiği bir rahatsızlık sonucu görevi sırasında vefat etti.
1954’de Semra Hanım’la evlenen Turgut Özal’ın üç çocuğu bulunuyordu.

 

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.


HIZLI YORUM YAP

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.