Srebrenitsa Katliamı
Öldürülen Boşnak sivillerden birisi olan, 13 yaşındaki Sadık Ömer Hüseinoviç’in mezarı
465 sivilin defnedilişi (11 Temmuz 2007)
Şehitlik taşının üstünde 8.372 rakamı yazılıdır
Srebrenitsa Katliamı ya da Srebrenitsa Soykırımı,1991-1995 Yugoslavya İç Savaşı (Hırvatistan Savaşı ve Bosna Savaşı)’nda Srpska Cumhuriyeti Ordusu’nun Srebrenitsa’ya karşı giriştiği Krivaya ’95 Harekâtı esnasında Temmuz 1995’te yaşanan ve en az 8.372 Boşnak’ın Bosna-Hersek’in Srebrenitsa kentinde general Ratko Mladiç komutasindaki ağır silahlarla donatılmış Bosna Sırp ordusu tarafından öldürülmesine verilen addır.
Katliamda bir kısım kadın ve küçük yaşta çocuğun da öldürüldüğü, belgelerle kanıtlanmıştır.
Bosna Sırp ordusunun dışında katliama “Akrepler” olarak tanınan Sırbistan özel güvenlik güçleri de katılmıştır.
Birleşmiş Milletler Srebrenitsa’yı güvenli bölge ilan etmiş olmasına karşın 400 silahlı Hollanda barış gücü askerinin varlığı katliamı önlememiştir.
Srebrenitsa katliami II. Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’da gerçekleşmiş en büyük toplu insan kıyımı olması ve Avrupa’daki hukuksal olarak ilk kez belgelenmiş soykırım olması açısından da önem taşır.
Ön bilgi
Katliamın gelişimi
Yugoslavya’nın çöküşü üzerine 1992 yılında Sırpların Bosna’da başlattıkları soykırımın ardından bölgeye zoraki olarak müdahale eden Birleşmiş Milletler’in güvenli bölge ilan edilen 6 bölge arasında Srebrenitsa da bulunmaktaydı.
Savaştan önce nüfüsu 24 bin civarı olan kentin nüfusu diğer bölgelerden gelen mülteci göçleriyle 60 bin civarına gelmişti.
Artık Srebrenitsa ‘açlık’ ve ‘hastalıklar’ ile mücadele eden bir ‘toplama kampı’na dönüşmüştü.
Müslümanların elindeki silahlar BM Barış Gücü tarafından koruma gerekçesiyle toplanmıştı.
Ratko Mladiç komutasındaki Sırplar Srebrenitsa’ya olan saldırılarını sıklaştırdıklarında müslümanların toplanan silahlarını geri almak için yaptıkları başvuru , sorumlu Hollanda komutanı Thom Karremans tarafından reddedildi. BM yalnızca iki F16’yı kent üzerinde bir uçuş yaptırmakla yetindi.
Hollandalı askerler bir gece yarısı Bosna’daki BM Barış Gücü komutanı Fransız generalden aldıkları emir doğrultusunda kenti boşalttılar.
Savaş sırasında şehrin güvenliğinden sorumlu olan Hollandalı Komutan Thom Karremans kendisine sığınan 25 bin mülteciyi ve şehri Sırplara teslim etti.
Daha sonra orataya çıkan bir video kasedinde Sırp generalin kenti boşaltan Hollandalı komutana bir hediye verirken görüntüleri çekilecekti.
Bir hafta süren katliam II. Dünya Savaşı’ından sonra insanlığa yapılan en büyük suç olarak arşivlerde yer aldı.
Lahey Adalet Divanı bir hafta süren katliamın bir ‘soykırım’ olarak kabul etti; ancak Sırbistan’ın sorumlu tutulmayacağına karar verdi.
Bosna’nın doğusundaki çatışmalar
1992 Etnik Kıyım
Srebrenitsa Katliamı ve Müslümanların Toplu Şekilde Kıyımı
1992 Bosna Savaşı’ndan sonra Sırbistan, Bosna-Hersek’in stratejik alanı haline geldi.
Özellikle ülkenin doğu tarafı Avrupa Birliği tarafından Yasak Bölge ilan edildi. Bu bölge içinde Sırbistan’ın o zamanki başkenti Srebrenitsa da vardı.
Bu da Bosna Hersek Silahlı Kuvvetleri için bir fırsat olarak değerlendirildi.
Ayrıca Bosna Hersek’in bütün maddi varlığı olan en büyük maden ocakları da ülkenin tek geçim kaynağıydı.
Bu da Sırplar için bir araç olarak değerlendirildi.
Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu ve Sırp zulmüne karşı yetersiz imkânlarla karşı koymaya çalışan Srebrenitsa’nın Tanjarz Kırsalı’nda tam 10000 kişiyi esir alan askeri grup Mladiç’in emriyle esirleri öldürmeye başladı.
Sırp vahşeti Avrupa’dan yüz bularak doruğa çıktı ve tam 5 gün süren katliamda 8300 kişi öldürüldü.
Kalan 2700 kişi serbest bırakıldı. Öldürülen bu 8300 kişinin cesetleri parçalanıp iskeletleri çıkarttırıldı ve bu cesetler krematoryumda yakıldıktan sonra Lahey Mezarlığı’na gömüldüler.
Katliamdan yaklaşık 13 yıl sonra Bosnalı Sırp komutan Ratko Mladiç kaçak olarak yaşadığı Sırbistan’ın Sermiyan köyünde Radovan Karadzic ile beraber yakalanarak tutuklanmış ve Lahey Uluslararası Ağır Ceza Mahkemesi’nde 1 hafta yargılandıktan sonra haklarında tutuklama kararı çıkmıştır, ayrıca Mladiç’in cezası müebbet hapis olarak belirlenmiştir.
Lahey’deki uluslararası savaş suçları mahkemesince 16 yıldır aranan Mladiç’in yakalanmasına yönelik Sırp istihbaratının çalışmalarının ardından özel polis birlikleri, Zrenyanin kenti yakınlarında Lazarevo köyüne operasyon düzenledi.
Operasyonda “Milorad Komadiç” sahte kimliğini kullanan Ratko Mladiç yakalandı.
BM Güvenlik Konseyi kararıyla kurulan Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi’nce yapılan açıklamada, Mladiç’in, Sırbistan’ın iç hukuku gereğince yerine getirilmesi gereken hukuki süreç tamamlandıktan sonra Lahey’e sevkedileceği, bu transferin sabırsızlıkla beklendiği belirtildi.
Srebrenitsa Güvenlik Bölgesi
Soykırımdan sorumlu isimler
11 Temmuz 1995 günü Ratko Mladiç silahlarından arındırılmış kente hiç zorlanmadan girdi. Sonra da Sırp askerler Müslüman Boşnakları yolarda, dağlarda öldürdüler.
Sırp askerler cesetlerin kimlikleri tespit edilmesin diye cesetleri parçalayarak sayıları 64’ü bulan toplu mezarlara gömdüler.
Uluslararası Savaş Suçluları Mahkemesi Tarafından Srebrenitsa Soykırımından Dolayı Aranan, Yargılanan ve Mahkum Olan Sırp Üst Subaylar ve Siyasilerin listesidir.
Momčilo Krajišnik
Bilyana Plavsiç
Ratko Mladiç
Zdravko Tolimir
Srebrenitsa Katliamı
Srebrenitsa Katliamı ya da Srebrenitsa Soykırımı 1991-1995 Yugoslavya İç Savaşı (Hırvatistan Savaşı ve Bosna Savaşı)’nda Srpska Cumhuriyeti Ordusu’nun Srebrenica’ya karşı giriştiği Krivaya ’95 Harekâtı esnasında Temmuz 1995’te yaşanan ve en az 8300[ Boşnak’ın Bosna-Hersek’in Srebrenitza kentinde general Ratko Mladiç komutasindaki ağır silahlarla donatılmış Bosna Sırp ordusu tarafından öldürülmesine verilen addır.
Katliamda bir kısım kadın ve küçük yaşta çocuğun da öldürüldüğü belgelerle kanıtlanmıştır. Bosna Sırp ordusunun dışında katliama “Akrepler” olarak tanınan Sırbistan özel güvenlik güçleri de katılmıştır.
Birleşmiş Milletler Srebrenica’yı güvenli bölge ilan etmiş olmasına karşın 400 silahlı Hollanda barışgücü askerinin varlığı katliamı önlememiştir.
Srebrenitsa katliami II. Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’da gerçekleşmiş en büyük toplu insan kıyımı olması ve Avrupa’daki hukuksal olarak ilk kez belgelenmiş soykırım olması açısından da önem taşır.
Katliamın Gelişimi
Yugoslavya’nın çöküşü üzerine 1992 yılında Sırpların Bosna’da başlattıkları soykırımın ardından bölgeye zoraki olarak müdahele eden Birleşmiş Milletler’in güvenli bölge ilan edilen 6 bölge arasında Srebrenica’da bulunmaktaydı.
Savaştan önce nüfüsu 24 bin civarı olan kentin nüfusu diğer bölgelerden gelen mülteci göçleriyle 60 bin civarına gelmişti.Artık Srebrenica ‘açlık’ ve ‘hastalıklar’ ile mücadele eden bir ‘toplama kampı’na dönüşmüştü.Müslümanların elindeki silahlar BM Barış Gücü tarafından koruma gerekçesiyle toplanmıştı.
Ratko Mladiç komutasındaki Sırplar Srebrenica’ya olan saldırılarını sıklaştırdıklarında Müslümanlar’ın toplanan silahlarını geri almak için yaptıkları basvuru sorumlu Hollanda komutanı Thom Karremans tarafından reddedildi. BM yalnızca iki F16’yı kent üzerinde bir uçuş yaptırmakla yetindi.
Hollandalı askerler bir gece yarısı Bosna’daki BM Barış Gücü komutanı Fransız generalden aldıkları emir doğrultusunda kenti boşalttılar.
Savaş sırasında şehrin güvenliğinden sorumlu olan Hollandalı Komutan Thom Karremans kendisine sığınan 25 bin mülteciyi ve şehri Sırplara teslim etti.
11 Temmuz 1995 günü Ratko Mladiç silahlarından arındırılmış kente hiç zorlanmadan girdi. Sonra da Sırp askerler Müslüman Boşnakları yolarda dağlarda öldürdüler.
Sırp askerler cesetlerin kimlikleri tespit edilmesin diye cesetleri parçalayarak sayıları 64’ü bulan toplu mezarlara gömdüler.
Daha sonra orataya çıkan bir video kasedinde Sırp generalin kenti boşaltan Hollandalı komutana bir hediye verirken görüntüleri çekilecekti.
Bir hafta süren katliam II. Dünya Savaşı’ından sonra insanlığa yapılan en büyük suç olarak arşivlerde yer aldı.
Lahey Adalet Divanı bir hafta süren katliamın bir ‘soykırım’ olarak kabul etti; ancak Sırbistan’ın sorumlu tutulmayacağına karar verdi.
Srebrenitza Katliamı ve Müslümanların Toplu Şekilde Kıyımı
1992 Bosna Savaşı’ndan sonra Sırbistan Bosna-Hersek’in stratejik alanı haline geldi. Özellikle ülkenin doğu tarafı Avrupa Birliği tarafından Yasak Bölge ilan edildi. Bu bölge içinde Sırbistan’ın o zamanki başkenti Srebrenica da vardı.
Bu da Bosna Hersek Silahlı Kuvvetleri için bir fırsat olarak değerlendirildi. Ayrıca Bosna Hersek’in bütün maddi varlığı olan en büyük maden ocakları da ülkenin tek geçim kaynağıydı. Bu da Sırplar için bir araç olarak değerlendirildi.
Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu ve Sırp zulmüne karşı yetersiz imkânlarla karşı koymaya çalışan Srebrenica’nın Tanjarz Kırsalı’nda tam 10000 kişiyi esir alan askeri grup Mladiç’in emriyle esirleri öldürmeye başladı.
Sırp vahşetinin Avrupa’dan yüz bularak doruğa çıktı ve tam 5 gün süren katliamda 8300 kişi öldürüldü. Kalan 2700 kişi serbest bırakıldı.
Öldürülen bu 8300 kişinin cesetleri parçalanıp iskeletleri çıkarttırıldı ve bu cesetler krematoryumda yakıldıktan sonra Lahey Mezarlığı’na gömüldüler.
Katliamdan yaklaşık 13 yıl sonra Bosnalı Sırp komutan Ratko Mladiç kaçak olarak yaşadığı Sırbistan’ın Sermiyan köyünde Radovan Karadzic ile beraber yakalanarak tutuklanmış ve Lahey Uluslararası Ağır Ceza Mahkemesi’nde 1 hafta yargılandıktan sonra haklarında tutuklama kararı çıkmıştır ayrıca Mladiç’in cezası müebbet hapis olarak belirlenmiştir.
Ancak Ratko Mladiç’in cezası infaz edilememektedir; çünkü kendisi Sırbistan Rusya gibi ülkelerin korumasında bir yaşam sürmektedir.
Soykırımdan Sorumlu İsimler
Uluslararası Savaş Suçluları Mahkemesi Tarafından Srebrenica Soykırımından Dolayı Aranan Yargılanan ve Mahkum Olan Sırp Üst Subaylar ve Siyasilerin listesidir.
Momcilo Krajisnik Bir savaş suçlusu ve eski Bosnalı Sırp politikacı 20 Ocak 1945 Saraybosna doğdu.1990 ve 1992 yılları arasında Bosna-Hersek Millet Meclisinde milletvekili olarak bulundu.
1992-1995 yılları arasında Bosna genelinde başta Srebrenica olmak üzere işlenen cinayet toplu katliam ve tecavüzler sonucu işlenen Soykırım suçunun baş sorumlularından biri olarak arandığı ilan edildi.
3 Nisan 2000 tarihinde SFOR’un Fransız komandası tarafından tutuklandı ve Lahey’de eski Yugoslavya için oluşturulan (ICTY) Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne teslim edildi.
27 Eylül 2006 tarihinde BM Lahey Savaş suçluları Mahkemesi tarafından 27 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 17 Mart 2009 cezasını 20 yıla düşürüldü.
Momcilo Krajinsnik mahkemede Miloseviç ve Kardziç’ten sonra yargılanan en üst düzey siyasi yetkililerden birisiydi.
Bilyana Plavsiç 7 Temmuz 1930’da Bosna-Hersek’in Tuzla Şehrinde doğdu. Politikaya üniversite yıllarında başladı. Çok hırslı bir kadın olarak hedefini şöyle açıklamıştı; “En yüksek rütbeli Sırp siyasetçisi olmak benim hedefimdir.
En büyük arzum “Büyük Sırbistanı” görmektir. Sırp Demokrat Partisi SDS’nin ilk kadın üyesi oldu. Bağımsızlık ilanından sonra ilan edilen Bosna-Hersek Sırp Cumhuriyetinin öncü kurucuları arasında yer aldı.
Bosna-Sırp Cumhuriyetinde iki yıl cumhurbaşkanlığı yaptı. 1992-1995 yılları arasında Radovan Karadziç ve Momcilo Krajisnik ile birlikte “Müslüman ve Hırvatlardan Arındırılmış Bosna” projesinin çerçevesinde “etnik arındırma” uygulamalarını katılmak insanlığa karşı suç sayılan soykırıma dönüşen imha cinayet siyasi dini ve ırksal nedenlerle zülum sürgün alternatif olarak insanlık dışı eylemlere katıldığı gerekçesiyle Lahey’deki BM Savaş Suçluları Mahkemesi ICTY’ye tarafından 10 Ocak 2001 tarihinde suçlu bulunduğu duyuruldu.
Yaptıklarını halkı için yaptığına dair açıklamalarda bulunsa da anlattıkları ikna edici gelmediğinden ötürü 11 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 26 Haziran 2003 tarihinde Kadınlar Hapishanesine nakledildi.
Aralık 2008’de İsveç Adalet Bakanlığı Plasiviç’in ilerleyen yaşını ve sağlık durumunu öne sürerek af talebinde bulundu. Fakat bu talep reddedildi.
Daha sonara cezasının üçte ikisini tamamladığı için yaş ve sağlık durumu dikkate alarak 27 ekim 2009’da serbest bırakıldı.
Ratko Mladiç 12 Mart 1942’de Bosna Hersek Kalinovik kasabasında doğdu. Bosna Sırp Cumhuriyetinin 1992 yılında Ordusu VRS’nin kurucularından oldu.
Orduya katılan sivil kişilere eğitim verdi. 12 Mayıs 1992’de Bosna Sırp Cumhuriyeti tarafından Ordunun başkomutanı olarak atandı. BU görevde 1996 yılına kadar kaldı.
6 Nisan 199^’de başlayan savaşta binlerce insanın öldürülmesinde yüzlerce kadına tecavüz edilmesinde yerleşim yerlerinin işgal edilmesinde dini mekanların yokedilmesinde etkili bir rol oynamıştır.
Tüm bunların sorumlusu olan Mladiç 22 Aralık 1996 tarihinden beri aranmaktadır.
Sırbistan’da olduğuna dair ciddi belgeler olmasına rağmen Hükümet tarafından bu durum reddedilmiştir.
Fakat 2009’da Mladiç’in bir düğünde çekilen fotoğraflarının basına yansıması ile hükümet zor duruma girmiştir.
Bu durum akabinde Sırp Hükümeti BM Amerika ve AB üyesi ülkeler Bosna Herkes devlet yetkilileri tarafından suçlamıştır.
Hala aranmakta olan Mladiç’in ortaya çıkması halinde mahkemedeki sorgulanması durumunda yapması ihtimal itirafların Sırp Hükümetini de sorumlu kılacağından yine hükümet tarafından saklandığına ve korunduğuna dair bilgiler verilmektedir.
Zdravko Tolimir 27 Kasım 1948’de Bosna Hersek Glamoc Kasabasında dünyaya geldi. Sırp Cumhuriyeti Genelkurmay Başkan Yardımcısı ve istihbarat ve güvenlik şefi olarak görev yaptı.
Direnen Boşnak Ordusu Nasıl Teslim Alınır? başlıklı raporunda ; Savaşan Boşnakların yakınlarının bir araya getirilerek diğerlerinin gözlerinin önünde kimyasal silahlarla yok edilmesini eğer teslim olma durumu gerçekleşmez ise tüm boşnakların aynı yöntemle öldürülmesi; teslim olma durumu olursa kendileri ile birlikte ailelerinin müslüman bölgelere güvenli bir şekilde nakledileceğine dair tekliflerde bulunmuştur.
Bu teklifi dolayısıyla Sırplar arasında ” Kimyasal Tolimir” olarak anılmıştır. 31 Mayıs 2007’den beri tutuklu bulunmaktadır.
Bosna genelinde olduğu gibi Srebrenica insanlık faciasına öncülük etmek kadın ve çocukların zorla göç ettirilip erkeklerin yok edilmesine katılmak sebeplerinden yargılanmıştır.
rebrenica Katliamı’nın Canlı Tanığı Hasan Nuhanoviç’in Anlattıkları.
Bu noktada yaşanan bütün bu olaylara kuşatma altında geçen zorlu yıllara ve ve sonrasında katliama bizzat tanıklık eden Hasan Nuhanoviç•in anlattıkları yaşanan vahşeti ve ihaneti tüm çıplaklığıyla ortaya koymakta oldukça çarpıcı ve ilginç bilgiler içermektedir.
Savaş başladığında 27 yaşında olan ve Sarajevo’da** makine mühendisliği eğitimi görmekte olan Hasan öğrenimini yarıda bırakarak ailesinin yanına geldi. Hasan ve ailesi savaş başladığı sırada Bosna’nın doğusunda bulunan Vlasenica adlı bir kasabada yaşamaktadır ve babası önemli mevkide görev yapan bir devlet görevlisidir.
Yaşadıkları kasaba Sırp askerleri tarafından ele geçirilince Hasan ve ailesi 1992 yılında Srebrenica’ya sığınmak zorunda kaldılar. Burada terkedilmiş bir eve yerleşen Nuhanoviç ailesi uzun süre salgın hastalıkla yiyecek ve su yokluğuyla başa çıkmaya çalıştılar.
Hasan önce gönüllü olarak yaklaşık altı ay daha sonra da resmi olarak BM’de tercüman olarak görev yapmaya başladı. Bu görevini Srebrenica kuşatması sırasında ve Potoçari kampında sürdürdü.
Böylece NATO için çalıştığı 3 yıl boyunca Sırp askerleriyle BM askerleri arasındaki tartışmalara pazarlıklara ve işbirliğine birinci elden tanıklık etti.
Hasan Srebrenica’ya ilk gelişlerinde yaşadıkları durumu şöyle anlatıyor: “Srebrenica’ya bir mülteci olarak geldik.
Srebrenica’da bizim gibi evlerinden köylerinden kaçıp sığınmış binlerce insanla karşılaştık. Evleri yerle bir edilmiş bu insanlar en azından yaşadıklarına şükrediyorlardı.
En büyük problem yiyecek yokluğuydu. Alışveriş yapacak bir dükkan yoktu elektrikler kesikti su bulmak neredeyse imkansızdı. 1992’nin sonu ve 1993’ün başlarında insanlar açlıktan ölmeye başladılar. Ailem ve ben tarif edilmez sıkıntılar içindeydik.”
1993 yılında Hasan ve ailesi Srebrenica’ya gelen Barış Koruma Misyonunun kendilerini kurtaracağına inanarak umutlandılar.
Ancak 1995 yılına kadar bir gelişme olmadı hatta mültecilerin durumu gittikçe daha da kötüleşti.
Hasan durumu şöyle anlatıyor: “Üç buçuk yıldır devam eden bu kuşatmadan sonra 1995 yılının baharında en dirayetli liderler bile Srebrenica’nın başka bir kasabayla değiş tokuş edilerek bu cehennemden kurtulmayı düşünmeye başladılar.
Pek çokları tarafından hoş karşılanmasa da bir başka çözüm önerisi de gerekirse çok kuvvetli bir yarma harekatıyla bu çemberi kırıp buradan çıkmaktı. İnsanlar ölümü göze alıp bunu gerçekleştirmeye hazırdı.
Bütün bu şartlar altında birşeyler yapmaya çalışırken 25 Mayıs’ta önemli bir olay oldu.
Sırplar uzun bir aradan sonra kasabaya roket ve füze ateşine başladılar. Bir çok insan öldü ve işlerin daha da kötüleştiği anlaşıldı.
Daha sonra Sırplar Srebrenica’nın güneyinde konuşlanmış olan Hollanda Askeri Gözlem Noktasına (Echo) saldırdılar. NATO bu saldırıya tepki göstermedi.
Uluslararası kuruluşlar sürekli sözler veriyorlar bizi koruyacaklarını söylüyorlardı.”
Hasan tercümanlık yaptığı her toplantıda Hollandalı komutanlara Boşnakların şu soruyu sorduklarını söylüyor: “Sırplar Srebrenica’ya saldırdıklarında burayı nasıl savunmayı düşünüyorsunuz?” Hollandalılar her seferinde şu cevabı vermektedir: “NATO uçakları Bosna’nın her tarafında keşif uçuşları yapıyorlar ve onları çağırdığımız takdirde bir-iki dakika içinde buraya gelerek Güvenli Bölgeyi Sırp saldırılarından koruyacaklardır.” Hasan’a göre “Hollandalılar sahip oldukları imkanlarla burasını savunamayacaklarını biliyorlardı ancak tam hava desteğine sahip olduklarını söyleyerek bizi ikna etmeye çalışıyorlardı.” Hasan Boşnakların kendilerini koruyan BM askerlerine güvenmekle büyük hata ettiğini belirterek “Sırplar adım adım şehre yakın köyleri alıyor kenti bombalıyorlardı.
Bunlar olurken BM komutanları ‘Korkmayın siyasi çözüm bulununcaya kadar korumamız altındasınız. Sırplar saldırırsa uçaklarımızla onları bombalarız.’ diyordu. Ama 6 Temmuz’da dört bir taraftan şehre saldırdılar. BM askerleri tek kurşun bile atmadı.
Üstelik kendini savunmak isteyen Boşnaklara engel oldular az sayıdaki silaha da el koydular.” demektedir.
Hasan Nuhanoviç Sırpların gelişmiş tank ve toplarına rağmen şehirdeki Boşnakların bir top ve sadece 56 mermileri olduğunu BM askerlerinin bu topu Sırp askerlerine bildirerek imha etmelerine göz yumduğunu söylüyor.
Sırp saldırıları başlayınca Hollandalılar biraz daha gerileyerek yeni bir gözlem noktası daha kurmaktan başka birşey yapmadılar. Hasan daha sonra yaşananları şöyle anlatıyor: “Uzun bir aradan sonra kasabadakiler ilk defa silahlanmaya başladılar.
Ve kendi kendilerine dediler ki bakın BM kendi askeri gözlem noktasını korumaktan aciz ve Sırplar yavaş yavaş kasabayı ele geçirmeye başlıyorlar.
Öyleyse silahlarımızı alıp çıkalım ve kendimizi savunalım.” Durum gittkçe kötüleşmektedir.
“Haziran’da Sırplar Gözlem Noktasını ele geçirdiler.
Bu BM’e karşı açık bir saldırıydı. Şimdiye kadar atılan roketlerle veya Sırp keskin nişancıların ateşiyle bir çok insan hayatını kaybetmişti.
Fakat BM karşı yapılan bu aleni saldırı insanlara şu mesajı veriyordu: Kendi Gözlem noktasını koruyamayan BM buradaki insanları nasıl korusun.”
BM’in kararsız tutumundan cesaret alan Sırplar saldırılarını iyice sıklaştırmaya başlarlar. “Ve 20 Haziran’da ve 5 Temmuz’da Sırplardan yeni tehdit mesajları geldi. Çok güzel bir yaz sabahı kasabanın güneyinden ağır top atışı başladı.
Patlama sesleri o kadar yoğundu ki aynen savaşın tüm şiddetiyle devam ettiği 1992 yılını andırıyordu. Bu kasabayı büyük bir ihtimalle kaybedecektik.
Fakat kısa zaman sonra bu cehennemden çıkacaktık. Zaten insanların kafasında burasını kurtarmak gibi bir düşünce kalmamıştı.”
Sırplar kasabayı ele geçirmek için kararlı olduklarını göstermek için saldırılarını yoğunlaştırarak sürdürüyorlardı. “İlk 2-3 gün Sırplar saldırılarını daha çok kasabanın güneyinde yoğunlaştırdılar. Bütün bölge ağır bir tank ve roket atışı altındaydı.
İnsanlar sokaklarda kuş gibi öldürülüyordu. Sokakta yürümek imkansızdı.”
Srebrenica’nın etrafındaki Sırp kuşatmasını kırmak için NATO’nun gerçekleştirdiği göstermelik hava saldırılarından sonra Hasan geçirdikleri korkunç sabahın ürpertici havasını şu cümleyle özetliyordu: “Beklemek üzerimize ateş açılmasından çok daha berbat bir durumdu.”
Ancak Sırp güçleri Srebrenica’ya doğru hızla ilerlerken BM hâlâ bir hava saldırısı yapalım mı yapmayalım mı tartışmasını sürdürüyordu. BM Özel temsilcisi Yasuski Akaşi de Janvier gibi hava saldırısına karşı çıkıyordu.
Kuşatma esnasında Hasan’ın şahit olduğu bir ilginç ayrıntı Srebrenica’da yaşananların başka bir boyutunu ortaya koyması açısından anlamlı.
Srebrenica’yı kuşatan Sırpların arasında Ukrayna Romanya Bulgaristan Rusya ve hatta Yunanistan’dan gelerek Sırplara yardım eden ve kendi ulusal üniformalarını giymekten çekinmeyen askerler boy göstermektedirler.
Gerçekten de Ratko Mladiç’in silâhlı kuvvetlerine yaklaşık yüz kişilik Yunanlı ve belli bir miktar Rus ve Ukraynalı gönüllünün yardımcı olduğu sonraki yıllarda açığa çıkmıştır.
Asker ve silah sevkiyatı dışında Yunanistan’dan kara yoluyla Rusya ile Ukrayna’dan ise Tuna nehri yoluyla o sıralarda BM ambargosu altında olan Sırbistan’a ve Bosnalı Sırplara petrol ve diğer yardımların sevkiyatı yapılmıştır.
Şimdi bu ateş çemberinin ortasında ve dünyanın vurdumduymazlığı karşısında Hasan ve orada bulunan insanlar şu ızdırap verici soru soruyordu: “BM neden Güvenli Bölge ilan ettiği bir yeri içindeki 25.000 mülteci ile birlikte korumasız bir şekilde kendi kaderlerine terkediyor?” Oysa bu soruların cevabı yoktu daha doğrusu kimse bu cevapları konuşmak istemiyordu.
Sırpların saldırıları sıklaştıkça toplanan silahların kendilerini geri verilmesini isteyen Boşnaklar’a karşı çıkan Albay Karremans NATO’nun uçaklarla bir hava saldırısı başlatacağını söylüyordu.
Ancak bu saldırı hiç gerçekleşmediği gibi Sırpların saldırısı daha da yoğunlaştı. Sonunda Hollandalı askerler Janvier’den aldıkları emir doğrultusunda tek bir kurşun ile atmadan kasabayı boşaltarak yakındaki Potoçari kampına çekilmeye karar verdi.
Srebrenica’nın Düşmesi
11 Temmuz 1995 sıcak bir yaz sabahı Ratko Mladiç Holllanda askeri gücün hiçbir direnişiyle karşılaşmadan büyük bir zafer kazanmış komutan edasıyla Srebrenica’ya girdi. Silahlardan arındırılmış kenti ele geçirmek Sırplar hiç de zor olmamıştı.
Şehrin düştüğü akşam katliamlar devam ederken New York da bulunan BM Barış Koruma Misyonu Şefi Kofi Annan’a durumu yazılı olarak bildiren BM Özel temsilcisi Akashi raporunda şu tuhaf ifadeye yer veriyordu: “Konvoy halinde ilerlemeye çalışan Boşnakların yakınlarında patlayan bazı patlayıcılar grup içerisinde paniğe yolaçıyor.” Oysa bu esnada insanlar dağlarda ve yollarda vahşi hayvanlar gibi kıtır kıtır doğranıyordu.
Potoçari Ölüm Kampı
Felaket yalnızca Srebrenica’nın düşmesiyle kalmadı. Şehrin düşmesinden sonra yaklaşık 25.000 kişi büyük bir korku içinde Srebrenica yakınlarındaki Potoçari köyündeki BM Hollanda askeri kampına doğru kaçmaya başladılar.
Bunlardan 6.000 kadarı kampa girmeyi başarırken geri kalanı ya kampın çevresinde toplandılar veya Tuzla’ya gitmek üzere dağlara kaçtılar.
Srebrenica’dan kaçan bu insanların peşinden yarım saat sonra kampın kapısına kadar gelen General Mladiç “Kimseye bir kötülük yapılmayacak zarar verilmeyecek!” diyor ve elindeki çikolataları Sırp kameraları önünde Boşnak çocuklara dağıtıyordu.
Potoçari kampında ve çevresinde toplananbinlerce Boşnak korku içerisinde bekleşiyordu.
Hollandalıların Srebrenica’yı hiç bir zorluk çıkarmadan teslim ettiğini gören Mladiç Albay Karremans’la yaptığı bir toplantıda aşağılayıcı bir üslupla kampın içindeki ve etrafındaki Boşnakların bir an önce kendisine teslim edilmesini istiyor aksi takdirde kampı bombalayacağı blöfünü yapıyordu.
Mladiç adil bir yargılamadan sonra savaş suçu işlemeyen erkeklerin serbest bırakılacağını kadınlarla çocukları sağ salim Tuzla’ya ulaştıracaklarını söyledi.
Sonunda korkulan oldu ve Hollandalılar mültecileri kampı büyük bir kuşatma altında tutan Sırplara teslim etmeye karar verdi.
Bundan sonra kampta bulunan tüm Boşnaklar Hollandalı BM askerleri tarafından silah zoruyla dışarı çıkmaya zorlandılar.
Kendilerinin Sırplara teslim edildiğinde öldürüleceklerini söyleyen Boşnakların feryatlarına ve çığlıklarına aldırış etmeden onları zorla Sırpların ellerine teslim ettiler.
Bu insanlara hiçbir şey yapmayacağını söyleyen Sırplar 11 Temmuz 1995 ile 17 Temmuz 1995 tarihleri arasında kadınları ve çocukları ayırdederek yaklaşık 8 binden fazlagenç ve yetişkin erkeği katlettiler.
En büyük katliamın 11-12 Temmuz 1995’te yaşandığını dile getiren Nuhanoviç dünyanın üç günde 10 bine yakın insanın katledilmesine inanmak istemediğini; fakat Srebrenica’da tarihin gördüğü en büyük katliamın yaşandığını hatırlatıyor: “Şehri ele geçiren Sırp askerleri bir merkezde topladıkları kadın ve erkekleri önce ayırdı. Sonra erkekleri dışarı çıkardılar.
Bir kısmını hemen orada öldürdüler bir kısmını da ormana doğru götürdüler. Kadınların otobüs ve kamyonlara doğru koşmasını istediler. Yaşananlar tam anlamıyla trajediydi.”
Potoçari kampından zorla dışarı çıkarılıp Sırplara teslim edilen Srebrenicalı erkekler ya derhal kampın yakınlarında öldürülüyorlar ya da Bratunaç Nova Kasaba gibi en yakın yerleşim yerlerine götürüp orada katlediliyorlardı.
Sırplar öldürülmeyi bekleyen insanlara namluların gölgesinde önce çukur kazdırıyorlar sonra kazdırdıkları çukura topluca öldürdükleri insanları bazen de diri diri bu insanları doldururarak gömüyorlardı.
Yaptıkları katliam daha sonra ortaya çıkmasın diye cesetleri tanınmaz hale getiriyorlar ayakkabılarını ve diğer giysilerini topluyorlardı.
İşledikleri cinayetlere ortak etmek için kamyon ve otobüs şoförlerini de kurbanların üzerine ateş etmeye zorluyorlardı. Görgü tanıkları bunun gibi yüzlerce inanılmaz vahşet öyküleri anlatıyorlardı.
Mevludin Oriç ve Hurem Suljiç cesetlerin altında kaldıklarından öldü zannedilip katliamdan kurtulmayı başaran ender insanlardan ikisi. Mevludin’in anlattıklarına göre her kimde en ufak bir hayat belirtisi görülürse hemen ateş edip öldürüyorlardı.
Çukurlara doldurdukları cesetlerin üzerinde dolaşarak hâlâ canlı kalan olup olmadığını kontrol ediyorlar bazen cesetlere bile defalarca hınçla ateş ediyorlardı.
Böylece Bosna savaşının belki de en hunhar katliamları bu insanların güvenliklerini sağlamakla yükümlü BM yetkililerinin gözleri önünde ve onların desteği ve onayı ile gerçekleştiriliyordu.
Daha sonraki yıllarda Hollandalı generallerin katliam devam ederken Sırp generallerle birlikte yemek yediklerinin içki kadehi tokuşturduklarının ve sohbet ettiklerinin görüntülendiği kasetlerin basına yansıması olayın danışıklı dövüş olduğu şüphesini doğuruyordu.
Hollandalılar mültecileri Sırplara teslim etmekle yetinmemiş onlara her türlü yardımı yapmış hatta Sırp askeri araçlarına yakıt bile sağlamışlardı.
Bu ölüm kampında yaşananları gerçek boyutlarını hikayemizin kahramanı Hasan’dan dinlemeye devam edelim. “NATO’nun göstermelik hava saldırısının ardından Srebrenica’yı rahatlıkla ele geçiren Mladiç ve askerleri şimdi bu kampın kapısına dayanmış burada bulunan mültecilerin kendisine teslim edilmesini talep ediyordu.
Bu amaçla Mladiç Albay Karremans’la birkaç defa yemek yeyip görüştükten sonra nihayet bir anlaşmaya vardılar.
13 Temmuz 1995’de Hollanda Birliği yapılan anlaşma gereği Sırplara teslim edilecek mültecilerin ve BM adına çalışanların listesini verdi.
Mladiç sadece mültecilerin değil tüm yaralıların ve tercümanların da kendisine teslim edilmesini istiyordu.
Bu arada kampın dışında bulunan erkeklerin katledildiğine dair haberler kampın içine ulaşıyordu.
Kampın komutan yardımcısı Binbaşı Franken böyle bir şeyin olmadığı yalanını söyleyerek ertesi günü kamptan uzaklaştıracakları insanları sakinleştirmeye çalışıyordu.”
Hollandalılar kampı boşaltmaya karar verince bunu sığınmacılara duyurma görevini Hasan’a verdiler.
Hasan eline tutuşturulan bir megafonla orada bulunan Boşnaklara şu duyuruyu yapmak zorunda kalmıştı: “Sizden kampı boşaltmanızı istiyorlar.” Mültecilere kamyon ve otobüslerle konvoy halinde Tuzla Serbest Bölgesine götürüleceklerini ve kendilerinin güvenlikte olacakları söylendi.
Ancak Sırpların özellikle erkek mültecilerin gitmesine izin vermeyeceğini kampın dışına çıkmanın onların ölümü olacağını herkes biliyordu.
Mülteciler dışarı çıktıklarında akıbetlerinin ne olacağını sorduğunda Franken herşeyin yolunda olduğunu Sırpların kimseye zarar veremeyeceğini çünkü burada bulunan insanların isimlerinin Cenova Lahey ve daha başka adreslere bildirildiği yalanını söylüyordu.
Boşnakların Sırplara teslim edilmesine karar veren asıl sorumlu kişi kampın komutanı Albay Karremans’dı.
Bir süre onun tercümanlığını da yapan Hasan’ın anlattığı şu ilginç anekdot onun Boşnaklara bakış açısını oldukça güzel yansıtmaktadır: “Kamp boşaltılmadan önceki son Ramazan Bayramı’nda Karremans’ı bizimle Rakıja* içmeye davet ettik.
Bu teklifi götürdüğümüzde Karremans’ı belki de ilk defa gülümserken görmüştüm.
Ancak cevabı gülümsemesiyle aynı samimiyette değildi: Bu mültecilerin hepsi birer pislik.”** BM’nin bir nevi koruması altında olacakları düşüncesiyle kampa sığınan bu insanlar burada geçirdikleri 2 gün 2 geceden sonra şimdi zorla cellatlarına teslim ediliyordu.
Hasan bu alçakca kararın niçin alındığını hala çözememektedir: “Bu insanlar niçin zorla kampın dışına atılması için hiçbir sebep ve zorlama yoktu.
Çünkü Sırplar kampa girmeye çalışmadılar hatta bunu denemediler bile.
Yani Sırplardan Hollandalılara sığınmacıların teslim edilmesi yönünde bariz bir tehdit de yoktu.
Bu sorunun cevabını asla bulamadım. Kampın içinde olup bitenler hakkında şimdiye kadar hiçbir soruşturma yapılmadı bile.”
Gerek Sebrenica’nın düşmesinde gerekse Potoçari kampının savunulmasında Sırplara karşı hiçbir şekilde silah kullanmayan Hollandalı askerler kampın boşaltılmasında Sırpların işlerini kolaylaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar mültecilerin tek sıra halinde düzenli olarak yürümelerini sağlıyorlardı.
Hasan bu sahneyi şöyle anlatıyor: “Askerler kampı boşaltmak için herşeyi dört dörtlük planlamışlardı.
Mültecilerin sırayı bozmadan çıkmalarını sağlamak üzere kampın çıkışına naylon şeritler bile çekmişlerdi. İnsanlara sadece bir hayvan sürüsü gibi kapıya doğru yürümelerini emrediyorlardı.
Boşnakları korumakla sorumlu Hollanda askerleri Sırp Çetniklerden emir alıyordu. Sırpların bir kısmı BM üniforması giymişti.
13 Temmuz’da içinde kardeşimin de olduğu 5 bine yakın Boşnak’ı toplama merkezinden çıkardılar.
Merkezin önünde erkekleri öldürdüler. Aynı gün aynı yerde hem annemi hem kardeşimi kaybettim.
Hollanda askerlerinin Boşnaklara yaptığı en büyük kötülük olup bitenleri gizlemeleriydi.
Dünya burada ne olduğunu uzun süre öğrenemedi.” Hasan Nuhanoviç’e göre Potaçari’de katliamlar yaşanırken şehirde BM ve Hollanda bayrakları dalgalanıyordu.
Sırplar dışarı çıkan erkekleri ayırdedip çok uzağa gitmeden kampın yakınlarında öldürmeye başlamışlardı.
Bütün bu olup bitenleri gören ve başlarına gelecekleri anlayan mülteciler korkuyla çığlıklar atıyor ve Hollandalı askerlere yalvarıyorlardı.
Mültecilere kampı terketmenin dışında hiçbir alternatif bırakmayan askerler ise bir şey yapmak şöyle dursun insanlara cevap vermeye bile tenezzül etmiyorlardı.
Kampı çığlık feryat ve yalvarmanın birbirine karıştığı bir uğultu kaplamıştı.
Birçok mülteci Sırplara teslim olmaktansa intihar etmeyi seçiyor intihar edecek gücü bulamayanlar ise kendilerini öldürmeleri için arkadaşlarına yalvarıyorlardı.
Kamp etrafında vahşi hayvanlar gibi boğazlanan insanların feryatları gece boyunca devam etti.
Anneler sıkı sıkı sarıldıkları oğullarını bu feci akıbetten korumak için çırpınıp duruyorlardı.
Kampın boşaltılmaya başlanmasından sonra kampta bulunan herkes gibi Hasan da büyük bir endişeye kapılmıştı.
Her ne kadar kendisi kampta kalma hakkına sahip olsa da ailesinin Sırplara teslim edilmesi ihtimali onu çılgına çevirmiştir.
Bu nedenle ailesini kurtarmak için bir plan yaptı ve listeyi hazırlamakla görevli Hollandalı asker De Haan’la birlikte kardeşinin adını belli etmeden BM çalışanların arasına dahil etti. “De Haan ve ben bu yeni listeyi askeri Karargah binasına götürdük.
Masanın başında bazı haritalara bakmakta olan Binbaşı Franken bizi görünce ayağa kalktı.
Listeyi masanın üzerine koyduk o da haritaları eliyle bir kenara itti. İlk önce listeye uzunca baktı.
Büyük bir ihtimalle listede kendisine çok tutarlı gelmeyen bazı isimler görmüştü.
Sıra bizim isimlerimize gelince altına bir sandalye çekti ve listeyi isim isim incelemeye başladı.
Bakışları aşağıya doğru kaydı ve listenin en altındaki bir isme takıldı.
Geriye doğru yaslandı kolunu havaya kaldırdı ve işaret parmağıyla uzatarak ‘Bu kim’ diye sordu.
İkimiz de aynı anda bunun yeni alınan temizlikçi olduğunu söyledik.
De Haan çok ciddi bir ifadeyle bu şahsın iki hafta önce işe başladığını ancak Sırp saldırılarından dolayı formaliteleri yerine getiremediklerini söyledi.
Franken ise ‘Hayır bu doğru değil bu burada çalışmıyor.’ diye bağırdı. De Haan utancından kıpkırmızı kesilmişti.
Yalan söylediği meydana çıkmıştı ancak bir gencin hayatını kurtarmak için yalan söylemek zorunda kaldığını söyledi.
Franken listeyi tekrar masanın üstüne koydu ellerini uzatarak pembe renkli bir işaretleme kalemi aldı –niçin pembe seçtiğini anlayabilmiş değilim belki de siyah bir kalem almalıydı- ve bir insanın ismini daha doğrusu hayatını çizmiş oldu.
Muhammed Nuhanoviç 19 yaşındaydı Bugün bile hala niçin onun ismini listenin altına ekledik diye kendimi suçluyorum.
Onun adını listenin ortasına bir yerlere bizim isimlerimizin arasına koysak Franken belki de farketmeyecek belki de yaşıyor olacaktı.
Ben de bugün farkında olmadan birisinin ölümüne sebep olmanın ızdırabını yaşamayacaktım.
Yaşadığım olayın tesiriyle hissiz ve donmuş bir şekilde toplantı odasından ayrıldım.” Hasan ve De Haan odadan çıktıktan sonra bilgisayarda listenin son şeklini yazmaya başladılar.
Bir daha asla geri getiremeyecekleri önemli bir şeyi kaybediyor olmanın ızdırabıyla kafası allak bullak olan Hasan’ın tüm geçmiş yaşantısı bir film şeridi gözünün önünden akıp gidiyor donmuş gibi De Haan’a bakıyor sürekli Frankeni öldüreceğini tekrarlayıp duruyordu.
De Haan da ‘Bu benim suçum değil Franken’in kararı hala vakit varken git onunla konuş.’ diyordu.
De Haan’ın yanından ayrıldıktan sonra olup bitenleri tek başına bir masada izlemekte olan Hasan’ın birden kafası yeşil yağ tabakası kaplı tahta masanın üzerine düştü.
Çaresizliğin ve bir şey yapmamanın verdiği ızdırapla kendini kaybeden Hasan masaya yığılıp kalmıştı.
Ancak ailesini ve diğer mültecileri kurtarmak için mücadelesinden vazgeçmeyen Hasan kampta mülteciler arasında bulunan babası İbro ve bazı mültecilerle bir şeyler yapmaya çalışmaktadır:
“Potoçari kampında bulunan herkes mülteciler ve Hollandalılar BM kampının dışına çıkan herkesin öldürüleceğini biliyordu.
Babam ben ve arabulucu olarak görev yapan bir diğer kişi Nesip Manciç birlikte bir plan yaptık.
Dünya medyası Potoçari’deki durumdan haberdar edilmeden askeri bir müzakere timi ve gazeteciler gelmeden kampı boşaltmayacağımızı şart koşalım.
Mülteciler ancak UNPROFOR askerleri nezaretinde güvenli bir bölgeye nakledilsin…” Oysa tahliye çoktan başlamıştı bile.
Hollandalı askerler mültecileri hayvan sürüleri gibi yönlendirip kampın dışına çıkarıyor kadınlar ve çocuklar dışarıda bekleyen Sırp askeri araçlarına bindiriliyordu. Ortalıkta hiçbir erkek gözükmüyordu.
Hasan’ın babası istediği takdirde kamptan ayrılmama hakkına sahipti çünkü Sırplarla yapılan müzakerelerde arabuluculuk görevini o üstlenmişti.
Ancak Hollandalılar küçük oğlu Muhammed ve karısının kalmasına izin vermeyince o da onlarla birlikte kamptan ayrılmaya karar verdi.
Hasan bu arada çılgınlar gibi ailesini kurtarmak için sağa sola koşturmakta askerlere adeta yalvarmaktadır.
Orada bulunan Hollandalı askerler ısrarla onun ailesinin de Sırplara teslim edileceğini söylerler.
O da son bir defa daha Binbaşı Franken’e yalvarır:
“Ona son bir defa daha kardeşimin kampta kalıp kalmayacağını sordum.
Fakat müsaade etmedi. Hiçbir Hollandalı asker beni dinlemiyordu bile.”
Umutları iyice tükenen Hasan da ailesi ile birlikte kamptan ayrılmaya karar verdi.
Ancak babası ve kardeşi ona kampa geri dönmesini böylelikle ailelerinden en az birisinin hayatta kalacağına ve tüm dünyaya Sırpların yaptıklarını anlatacağına emin olmak istediklerini söylediler.
Hasan ailesiyle yaptığı uzun bir tartışmadan sonra göz yaşları içerisinde ister istemez kampta kalmaya karar verdi.
Hasan’ın babası kendi ölümüne doğru adımlarını atarken birden geriye döndü ve Franken’e sarılıp öptü.
Böylelikle kendisinin Hollanda Birliği ile iyi ilişkiler içinde ve onlarla çalışan birisi olduğunu gösterip ailesini korumayı hesaplıyordu. “Kardeşim annem babam arkalarında bir grup Sırp askerle birlikte gözlerimin önünde çıkıp gittiler.
Annemi en son bir otobüse bindirilirken gördüm. Bense hala BM’in ailemi koruyacağını sanıyordum.”
Hasan afallamış bir vaziyette ağlayarak kampa geri döndü.
Ancak kampta ikinci bir şok daha yaşayacaktır.
Orada bulunan bir kapıyı açtığında karşısında ailelerini teslim etmeyip onlarla birlikte kalan diğer BM çalışanlarını görünce beyninden vurulmuşa döndü.
Onlar emirlere uymayıp bir kumar oynamış ve kalmaya karar vermişti.
Kendini kaybeden Hasan içine düştüğü suçluluk psikolojisinden ve ailesini kaybetmenin acısından kurtulmak için kutu hap içerek intihara teşebbüs etti ancak kurtarıldı.
Mültecilerin hepsi Sırplara teslim edilip tahliye işlemi bittikten sonra Hollandalı askerler ve tercümanlar kampta yaklaşık bir hafta daha kaldılar. Bu arada kampa 2-3 kamyonet dolusu bira ve sigara getirilerek bir kutlama partisi verildi.
Onlar müzik eşliğinde dans ederken Hasan hala ailesinin akıbetini düşünmektedir. Birlik daha sonra 21 Temmuz’da tüm yiyecek ilaç ve silahları kampta bırakarak bir konvoy eşliğinde Zagreb’e nakledildi.
Burada da Hollanda’dan özel uçakla getirtilen bir orkestra eşliğinde çılgınlar gibi eğlenen Hollandalı askerler körkütük sarhoş oluncaya kadar içtiler.
Onlar eğlencelerine devam ederken katliamdan kurtulmak için dağlara kaçan ve Tuzlaya ulaşmaya çalışan binlerce insan hala dağlarda vahşi hayvanlar gibi boğazlanmaktadır.
Hasan buradan ayrıldıktan hemen sonra ulaşabildiği tüm uluslararası kuruluşlardan kamptan alınan insanların akıbetleri hakkında bilgi edinmeye çalıştı.
Ancak bütün kuruluşlar sözleşmiş gibi böyle bir olay hakkında bilgileri olmadığını veya mültecilerin nerede olduğunu bilmediklerini söylüyordu.
Hasan’ın ailesinden ve 8 binden fazla müslümandan bir daha haber alınamadı.
Hasan’ın Bitmeyen Mücadelesi
Hasan için Srebrenica artık bir kabustur. “Bu bir kabustu hala da bir kabus olarak devam ediyor.
Ancak bitmemiş bir kabus çünkü hala aileme ne olduğunu bilmiyorum. Öldürülmüş veya bir yerlerde hapsedilmiş olabilirler.
En ufak bilgi kırıntısına bile ihtiyacım var.
Bunu elde etmeden hayatımın sonuna kadar huzura kavuşmayacağım.” Hasan uzun araştırmalardan sonra pek kesin olmayan bazı bilgiler toplayı başardı.
Buna göre annesi Sırplar tarafından bir otobüse bindirilmiş ancak yolda küçük oğlu Muhammed’in adını sayıklayarak otobüsten inmiş ve gerisin geriye oğlunu aramak için Srebrenica’ya dönmüştür.
Hasan daha sonra bir Sırp’tan annesinin önce hapsedilip sonra da öldürüldüğünü öğrendiğini kendisine bu bilgiyi veren Sırp’a teşekkür ettiğini çünkü şimdi en azından annesinin ölmüş olduğunu bildiğini söylemektedir.
Hasan daha sonra Tuzla’da yeniden BM’de tercüman olarak çalışmaya başladı. Hasan’ın asıl zorlu mücadelesi bundan sonra başlıyordu.
Gerek BM’in resmi kanallarını kullanarak gerekse şahsi girişimleriyle katliamla ve ailesinin akıbeti ile ilgili bilgilere ulaşmaya çalıştı.
Olayın tanıklarının ifadelerini topladı katliamdan kurtulanlarla görüştü.
Srebrenica’da görev yapmış bazı Hollandalı askerlere ulaşarak onları ifade vermeye ikna etmeyi başardı.
Hollanda Savunma Bakanlığı’na defalarca mektup yazdı.
Bakanlık Hasan’a gönderdiği cevap yazısında Srebrenica’da kaybolan insanlarla ilgili kendisine yardım edemiyeceklerini bundan sonra kendilerine mektup yazmamasını ve başka soruları varsa Sarajevo’daki Hollanda Büyükelçiliği ile temas kurmasını söylediler.
Temasa geçtiği Büyükelçi ise Bosna’daki siyasi durumun böyle bir konuyu araştırmak için uygun olmadığını ülkede istikrar sağlanmadan sağlıklı bir araştırma yapılamayacağını söyleyerek sorumluluktan kaçıyordu.
Hasan Sarajevo’da bulunan BM karargahı’na da birçok mektup yazarak yardım talebinde bulundu.
Gelen cevaplarda kayıp insanlar ve mülteciler konusunda çalışan kuruluşlarla irtibata geçmesi salık veriliyordu.
Ancak bu kuruluşlar da yapacak fazla bir şeyleri olmadığını söylüyordu.
Bütün bu olumsuz cevaplara rağmen Hasan mücadelesinden asla vazgeçmedi.
Onlarca defa uluslararası toplantılara konferanslara panellere katılarak Srebrenica’da yapılan katliamı bütün dünyaya anlatmaya başladı.
Çoğu zaman basın yayın organlarında boy gösteriyor katliamdan sorumlu BM’i ve Hollanda hükümetini suçlayıcı konuşmalar yapıyordu.
Bu mücadelesini yaparken halen BM’de çalışan bir tercüman olması nedeniyle onun bu konuşmaları BM yetkililerini çok rahatsız ediyordu.
Bir çok defa Sarajevo’daki BM Karagahına çağrılarak üstü kapalı veya doğrudan tehdit ve ikazlarda bulunuldu.
Ancak BM yetkilileri Hasan’ı işten attıklarında Srebrenica’dan çıkarılmış ve şu anda Bosna’nın her tarafında mülteci olarak yaşayan binlerce Srebrenica’lı mültecinin ve dünya medyasının tepkisinden de çekiniyordu.
Hasan’ın mücadelesinden rahatsız olan sadece BM değildi.
Bir çok defa Hollanda’ya davet edilen Hasan radio ve televizyonlarda toplantı ve panellerde açıkca ve hiç lafını esirgemeden Hollanda Hükümetini ve BM’yi suçlayıcı konuşmalar yapıyordu.
Hollanda içerisinden gelen tepkilerinin yanısıra birçok kuruluş siyasi parti veya sivil toplum kuruluşu ona açık bir destek verdiler.
Hasan’ın bu çabaları konuyu sürekli gündemde tutuyor ve Hollanda hükümetinin suçunu kabul etmesi ve Srebrenica halkı için birşeyler yapması gerektiği mesajı gerekli yerlere iletiliyordu.
Hasan bu çabalarından çoğu zaman beklediği oranda maddi ve manevi yardım göremese de Hollanda’nın suçluluğunu tüm dünyaya kabul ettirmeyi başarmıştı.
2003 yılında Hollanda hükümetinin Srebrenica katliamındaki sorumluluğunu kabul edip istifa etmesinde Hasan’ın bu yılmak bilmeyen çabalarının payı büyüktür.
Hasan’ın yaptığı suçlama ve eleştirilerden Amerikalılar da payını alıyordu.
ABD’de birçok defa toplantı ve konferanslara katılan Hasan katliamı önlemede isteksiz davranmasından dolayı doğrudan ABD’yi suçlayıcı beyanlar veriyordu.
Amerika’nın gerek katliamdan önce gerekse katliam esnasında yaşanan herşeyden haberi vardı.
Ancak anlaşılmaz bir umursamazlık ve isteksizlikle olayları seyretmişti. Ona göre ABD’nin bu isteksiz ve yetersiz çabası savaştan sonra da devam etmektedir.
Örneğin katliamın yapıldığı ve toplu mezarların bulunduğu bölge savaştan sonra bu bölgeye konuşlandırılan Amerikan SFOR (Stabilization Forces ) Birliklerinin sorumluluk alanında kalmaktadır.
Ancak bu toplu mezarlar yeterince korunmamakta gerekli araştırma yapılmamakta Sırplar tarafından tahrip edilmekte ve katliamın izleri yok edilmeye çalışılmaktadır.
Hasan bu konuda temasa geçtiği bir çok Amerikan askeri yetkiliye durumu izah ettiğini ama şimdiye kadar olumlu bir cevap alamadığını söylemektedir.
Hasan’ın anlattığı bir başka olay Amerikalıların bu isteksizliğinin açık bir göstergesiydi. Hasan elinde bulunan bir video kasetini Amerikan askerlerine vererek gereken yapılmasını talep eder.
Srebrenica’nın düşmesinden sonra çekilen bu kasette katliam sırasında Mladiç’le birlikte gözüken birisi vardır ve bu kişi savaştan sonra Zvornik adlı kasabada polis şefi olarak çalışmaktadır.
Amerikalı askerler bu kasedi umursamazlar bile.
Hasan bu durumu şöyle ifade ediyor:
“Srebrenica’nın polis şefi Mane Curiç BM askerlerinin gözü önünde ölüme gönderilecekleri seçen kişiydi. Savaş bitti ama o Srebrenica’nın güvenlik şefi olarak kaldı.
Ne ABD ne de AB bu konuda bir şey yapmadı.” Oysa bu bölgeden kaçmak zorunda olan binlerce Boşnak evlerine dönmek istediklerinde savaş sırasında katliama bizzat katılan bu polis şefinin sorumluluk alanına gireceklerinin bunun da mantıksızlığının farkındadır.
Sadece bu polis şefi değil katliam sırasında görev yapan bir çok devlet görevlisi hala aynı konumlarını muhafaza etmektedir.
Amerikalı askerler de ironik bir şekilde sürekli bu insanlarla biraraya gelip toplantılar yapmakta bölgenin sorunlarına çözüm bulmaya çalışmaktadırlar.
Bugün Amerikan askerleri etrafı insan kemikleriyle çevrili yollarda hergün devriye gezmeye devam etmektedir.
Hasan’ın suçladığı bir diğer uluslararası kuruluş olan UNHCR• hakkındaki ilginç iddiası da şöyle: “Potoçari kampı zorla boşaltılırken dışarıda Sırp kamyon ve otobüslerinin yanında bekleyen iki tane UNHCR kamyonu vardı.
Kampta geriye kalan bir kaç yüz insan daha vardı. Bu UNHCR görevlileri Hollandalılara geriye kalan bu mültecileri taşımayı teklif dahi etmediler.
Katliamdan sonra bizzat tanıdığım bu insanlara ve UNHCR’ın Sarajevo’daki şefine ulaşarak kamptan götürülen insanların nereye götürüldüğüne dair bilgileri olup olmadığını sordum.
Olay sırasında hiçbir UNHCR mensubunun orada olmadığını söyleyerek herşeyi inkar ettiler.”
Hasan ABD’de de katıldığı bir konferansta kendisine bir kongre üyesi tarafından yöneltilen: “Sence neden BM Barış gücü askerleri ve UNHCR kamptaki mültecilerin boşaltılmasında kendi kamyon otobüs veya diğer vasıtaları kullanmadılar da bu insanları Sırpların eline teslim ettiler?
Yani bunlar Mladiç’in bu insanlara hiçbir şey yapmayacağını mı zannettiler yoksa bir beceriksizlik miydi veya daha mı kötüsü?” sorusuna “Zannediyorum oradaki insanlar kimsenin umurunda değildi.
Hollandalı askerler diğer ülke askeri temsilcileri ve UNHCR yetkilileri Potoçari kampı boşaltılırken birkaç saat orada durdular ve bu sivil insanları korumak için kıllarını bile kıpırdatmadılar.
Yani hiçkimse aldırış bile etmedi. Herkes sadece eşyalarını toplayıp oradan ayrılmayı bekliyordu.
Hepsi bu. Ve bu cehennemi orada bırakıp çekip gittiler.”19 Hasan “1998 ve 2000’de Amerikan Kongresi’nde ifade verip yaşananları anlattım. Ama Batı dünyası görmek istemediği için bütün anlattıklarım havada kaldı.” diyor.
Pek çok olayı yaşamasına rağmen Savaş Suçları Mahkemesi’ne tanık olarak çağrılmadığını kendisini dinleyecek makam bulmakta zorlandığını belirten Hasan’ın cevabını bulamadığı ve anlayamadığı sorular bunlardan ibaret değildi. “11 Temmuz’da Srebrenica düştü.
12 ve 13 Temmuzda binlerce insan Potoçari kampından alınarak katledildi.
13 Temmuz ile 15 Temmuz arasında neler yaşandığını kimse tam olarak bilmiyor.
Ancak 15 Temmuz’da yani Potoçari olayından iki gün sonra Belgrat’ta bir toplantı gerçekleştirildi.
Bu toplantıya katılan BM yetkilileri ve Uluslararası kuruluş temsilcilerinin hayatta kalan ve kurtarılması mümkün olan insanlar için birşeyler yapması umuluyordu.
Oysa konuşulanlar tam tersini gösteriyor. Bu toplantı hakkında mevcut resmi belgede Akashi şunları yazıyor: ‘Sn. Carl Bildt Sn. Stoltenberg ve kendim 15 Temmuz’da Devlet Başkanı Miloşeviç ile Belgrat’ta buluştuk.
Bu buluşmaya General Rupert Smith ve Miloşeviç’in yanısıra Bildt’in ricası üzerine General Mladiç de katıldı. Mladiç ve Smith uzun uzun tartıştılar.
Bir kaç nokta üzerinde anlaşmamalarına rağmen bu toplantı iki general arasındaki diyalog’un tekrar tesis edilmesini sağladı.
Toplantının sonunda iki general arasında resmi olmayan bir anlaşmaya varıldı daha sonra 19 Temmuzda tertip edilecek bir başka toplantıda bu anlaşma teyit edilecektir.
Mladiç’in bu toplantıya iştirak etmesinden dolayı kamuoyunda oluşacak hassayiyeti bertaraf etmek için bu toplantı taraflarca kamuoyuna aksettirilmeyecektir.’ Hasan toplantı hakkında şunları söylüyor: “Evet bu bir gizli toplantıydı.
Bu uluslararası şahsiyetlerin yerine ben orada olsaydım Mladiç ve Miloşeviç’e Potoçari kampından götürülen binlerce insanın akıbetinin ne olduğunu sorardım.
Uluslararası gözlemcilerinin gözü önünde binlerce insan katlediliyor ve kimse bunu sormuyor.
Bundan daha berbatı ise toplantının ertesi günü 16 Temmuz’da Sırplar Pilica denilen bir yerde 1500 erkek ve çocuğu daha katlettiler.
Bu şahitler tarafından ortaya konan ve Hague’de savaş suçundan hüküm giyen Drazen Erdemoviç’in* tanıklığıyla ispatlanmış bir katliamdır.
Bütün bunlar gösteriyor ki bu toplantıyı yapanların bu insanları kurtarmak gibi dertleri yoktu. Toplantıda bu gündeme bile gelmedi.”