Bağışıklık sistemimizin yüzde 80’ini oluşturan bağırsak mikrobiyotası, sağlıklı bir yaşamın temel unsuru. Bağırsak mikrobiyotasının yüzde 85’lik kısmı dost bakterilerden (probiyotik) oluşuyor. Bu faydalı probiyotikler, yiyeceklerle aldığımız hastalık yapıcı mikroorganizmaların bağırsak duvarından içeri geçmesini engelleyerek bizi iltihaplı bağırsak hastalıkları, ishal, obezite, karaciğer yağlanması ve kolon kanseri gibi birçok hastalıktan koruyor.
Vücudumuzda bizimle beraber yaşayan mikroorganizmalar mikrobiyota olarak adlandırılıyor. Bunların çoğunu bakteriler oluşturuyor ve oranlarının insan hücrelerinin 10 katı kadar olduğuna dikkat çekiliyor. Vücudun deri, ağız, vajina, bağırsaklar gibi çeşitli bölgelerinde yerleşmiş bu bakterilere o bölgenin ‘florası’, yeni adıyla, ‘mikrobiyota’ deniyor. Vücudumuzdaki bakterilerin yaklaşık yüzde 90’ı bağırsaklarımızda yaşıyor ve 2 kilo ağırlığındaki bağırsak mikrobiyotamız, hem işlevi hem de ağırlığı nedeniyle artık bir organ olarak kabul ediliyor. Medical Park Ankara Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Hakan Alagözlü, son dönemde adını daha sık duyduğumuz yeni organımızla ilgili bilinmesi gerekenleri anlattı.
1000’den fazla bakteri türüyle yaşıyoruz
Bağırsak mikrobiyotasında en az 1000 tür bakteri bulunuyor. Bunlar vücudumuzda fizyolojik, metabolik ve immün sistem üzerinde oldukça kompleks ve aktif görevler üstleniyor. Mide ve incebağırsak tarafından sindirilemeyen besinlerin sindirimine yardım eden, B ve K vitaminlerinin yapımını sağlayan, hastalık yapabilecek (patojen) bakterilerin yerleşmesine engel olan bu bakterilerin en önemli özelliğinin bağırsak duvarında bir bariyer görevi görmesi olduğu belirtiliyor. Bağırsakta conta görevi yaparak bizi birçok hastalıktan ve patojen mikroorganizmalardan koruyan bakterilere dost bakteriler veya ‘probiyotik bağırsak bakterileri’ adı veriliyor. ‘Probiyotik’ olarak adlandırılan sağlığa faydalı bakteriler, eczanelerde kapsül, toz veya tablet şeklinde bulunuyor
1000’den fazla bakteri türüyle yaşıyoruz
Bağırsak mikrobiyotasında en az 1000 tür bakteri bulunuyor. Bunlar vücudumuzda fizyolojik, metabolik ve immün sistem üzerinde oldukça kompleks ve aktif görevler üstleniyor. Mide ve incebağırsak tarafından sindirilemeyen besinlerin sindirimine yardım eden, B ve K vitaminlerinin yapımını sağlayan, hastalık yapabilecek (patojen) bakterilerin yerleşmesine engel olan bu bakterilerin en önemli özelliğinin bağırsak duvarında bir bariyer görevi görmesi olduğu belirtiliyor. Bağırsakta conta görevi yaparak bizi birçok hastalıktan ve patojen mikroorganizmalardan koruyan bakterilere dost bakteriler veya ‘probiyotik bağırsak bakterileri’ adı veriliyor. ‘Probiyotik’ olarak adlandırılan sağlığa faydalı bakteriler, eczanelerde kapsül, toz veya tablet şeklinde bulunuyor.
İlişkili birçok hastalık bulunuyor
Bağırsak mikrobiyotasının dengesi zaman içinde bozulursa, vücut bazı hastalıklara karşı savunmasız kalıyor. Bağırsak epiteli normalde zararlı mikropların toksik maddelerini geçirmiyor. Bunda bağırsakta ‘probiyotik’ adı verilen dost bakterilerin rolü bulunuyor. Bu bakteriler, bağırsak sızdırmazlığı sağlayarak bir conta görevi yapıyorlar. Bağırsak bakterilerindeki en ufak bozulma, hastalık yapıcı bakterilerin veya toksinlerinin kan dolaşımına karışmasına ve bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden oluyor. Buna ‘sızdıran bağırsak’ veya ‘geçirgen bağırsak’ sendromu adı veriliyor. Bağırsak bakteri bozukluğuyla ilişkili birçok hastalık bulunuyor. Fonksiyonel ishal (diyare), enfeksiyöz ishal, fonksiyonel kabızlık, huzursuz bağırsak sendromu, gıda alerjileri, iltihaplı bağırsak hastalıkları, obezite, karaciğer yağlanması (hepatosteatoz), kolon kanseri, çölyak gibi birçok hastalıkta probiyotiklerin yararlı etkisini bu hastalıkların bağırsak bakterileriyle ilişkili olduğunu gösteren birçok makale yayımlanıyor. Otizm, depresyon, panik atak, kaygı bozuklukları, Parkinson, Alzheimer, multiple skleroz gibi hastalıkların da bağırsak mikrobiyotasıyla ilişkili olduğuna dair sonuçlar yayımlanıyor.
Bağırsaklarımız mutluluk kaynağımız
Bağırsaklarımız ve bağırsak bakterilerimiz bazı nörokimyasallar üreterek beynin ruh, hafıza ve öğrenme durumunu etkiliyor. Mutluluk hormonu olarak bilinen ‘serotonin’ eksikliğinde; huzursuzluk, stres, kaygı, sinirlilik, depresyon gibi belirtiler ve hastalıklar görü- lüyor. Serotonin, beynimizdeki sinir ve sindirim sisteminde bulunuyor. ‘Probiyotik’ adı verilen bağırsak bakterileri, bağırsak fonksiyonunu düzenleyerek serotonin üzerinden ruh sağlığımızı da düzeltiyor. Vücuttaki toplam serotonin düzeyinin yüzde 80’i bağırsak duvarından salgılanıyor ve serotonin görevini sinirler yoluyla beyne ileterek tamamlıyor. Bu nedenle bağırsaklarımız mutluluk kaynağımız olarak tanımlanıyor.
Mikrobiyota testini kimler yaptırmalı?
Bağırsak mikrobiyota testinin, dışkı alışkanlıklarında en az 6 ay süreyle bozulma olanlar, fonksiyonel kabızlık, fonksiyonel ishal, huzursuz bağırsak sendromu sorunu yaşayanlar, inflamatuvar bağırsak hastalıkları ve obeziteyle mücadele edenler tarafından yaptırılması gerekiyor. Bu test, alerji, otizm, depresyon, panik atak, multiple skleroz, şeker hastalığı (diyabetes mellitus), kandidiyazis, tekrarlayan kolon polipleri, ağız kokusu, gaz ve şiş- kinlik gibi durumlarda da istenebiliyor.
Obezitenin çaresi mikrobiyota diyeti
Yapılan çalışmalarda diyet ve beslenmenin mikrobiyotayı değiştirdiği, hatta genlerimizin ifadesini etkilediği gerçeği gün geçtikçe kuvvetleniyor. Tek taraflı protein ağırlıklı beslenmede bağırsak mikrobiyotası bozuluyor. Bozulan bağırsak mikrobiyotası sonucu, verilen kilolar hızla geri alınıyor ve sonrasında ortaya zayıflamaya dirençli bir obezite hastalığı çıkıyor. Obezitede artık kalori hesaplamalarının çok gerçekçi olmadığı ve bağırsak mikrobiyotasının kilo değişikliklerinde önemli olduğu gerçeği gün geçtikçe daha kuvvetli kanıtlar buluyor. Yapılan araştırmalarda, obez kişilerin bağırsaklarında sindirilmeyen lifleri ve karbonhidratları parçalayabilen bakterilerin daha fazla olduğu belirtiliyor. Sindirilmeyen liflerden elde edilen kısa zincirli yağ asitlerinden yüzde 15 daha fazla kalori elde edilmesi obez ve kilolu kişilerin gıdalardan enerji elde etme kapasitelerinin zayıflardan daha yüksek olduğunu gösteriyor. Bu, şu anlama geliyor: Obez hasta bir öğün yemekte 750 kalori alırken, sağlıklı kişi aynı öğünden 500 kalori alıyor. Bu nedenle ‘şablon diyetler’ yerine mikrobiyota esaslı (kişiye özel) diyetlerin uygulanması gerekiyor. Bu tür diyetin esasını dışkı mikrobiyota analizi yapmak oluşturuyor. Bunun dışında kişide kan parametrelerini incelemenin de olumlu etkileri olduğuna kesin gözüyle bakılıyor.