Farklı yapıdaki kayaçların önce fiziksel olarak parçalanması daha sonrada kimyasal olarak ayrışması ile oluşan ve kara yüzeyini farklı biçimde saran bitkilere besin sağlayan canlı bir ortam olarak belirtilen toprak örtüsü, ülkemizde görülen büyük iklim farklılıkları nedeniyle çok çeşitli tiplerde karşımıza çıkar. Genel olarak Türkiye’daki toprak tiplerini iklim ve bitki örtüsüne bağlı olarak ortaya çıkan zonal, litolojik jeomorfolojik yapıya bağlı olarak beliren intrazonal ve de horizonlaşma göstermeyen taşınmış azonal olmak üzere başlıca üç grupta ele alabiliriz. Bunlardan ülkemizde en fazla yayılış alanına sahip olanlar zonal topraklardır. Kimi yerde kalın, kimi yerde ince bir tabaka halinde yüzeyi kaplayan topraklarımız ülkemiz reliyef şartlarındaki olumsuzluk nedeniyle şiddetli olmak üzere erezyon tehlikesi ile karşı karşıyadır. Buna bağlı olarak arazinin verim değeri düşmekte, barajlarımızın dolması hızlanmakta dolayısıyla doğal denge bozulmaktadır.
Erezyonunun önlenmesi için yapılan çalışmalar ülkemizde henüz yetersizdir, bunda başlıca neden reliyef koşullarıdır. Ancak alınacak bir dizi köklü tedbirler ile şiddetli olan bu hareket yer yer yavaşlatılabilir, kısmende ortadan kaldırılabilir. Ülkemizde tar ım, hayvancılık ve ormancılık gibi ekonomik faaliyetler üzerinde etkili olan toprak örtüsü, anakayanın dış amiller etkisi altında zaman süresi içinde ufalanması neticesinde bulunduğu bio-klımatik ortamda gelişme göstererek meydana gelen kimyasal bir terkiptir. Bu bakımdan toprak örtüsünün tam olarak ortaya çıkmasında, diğer bir değişle toprak oluşumunda “Pedojenez” öncelikle bir taraftan onu meydana getiren kayanın tabiatı, yerleştiği zeminin eğimi ve iklim elemanları (sıcaklık, yağış) çok önemlidir. Ayrıca anakayanın parçalanması ile ufalanmış elemanların kimyasal ayrışması gereklidir. Bunun içinde bitki örtüsüne ihtiyaç vardır.
Bu nedenle bitki örtüsünün fakir olduğu alanlarda toprak oluşumu çok geç ve zayıf olurken örtüsünün gür, sık olduğu yerlerde oluşum kuvvetli ve daha çabuktur. Ülkemiz coğrafi bölgelerinde yer alan topraklar birbirinden farklı özellikler gösteren tiplerde karşımıza çıkar. Ülkemizde farklı toprak tiplerinin ortaya çıkışında başlıca etken ise iklimdir.
Toprak Tipleri
Türkiye’de topraklar genel olarak zonal, azonal ve intrazonal topraklar olmak üzere üç ana grupta ele alınır. Zonal topraklar iklim ve bitki örtüsüne bağlı olarak zonlaşma gösterecek şekilde yayılırlar. İntrazonal topraklar anakaya yapısına jeomorfolojik şartlara ve drenaja bağlı olarak teşekkül ederler. Azonal topraklar ise horizonlaşma göstermeyen dış etkenler ile taşınmış alüvyon, kil ve moren depoları gibi dolgu maddelerinden meydana gelmiş topraklardır.
1. Zonal Topraklar
Zonal toprak tipleri ülkemizde en geniş bir yayılma alanına sahiptir. Anadolu yarımadasının kuzey, batı ve güneyinde diğer bir değişle Karadeniz, Ege, Akdeniz coğrafi bölgelerimizde oldukça belirgin bir şekilde karşımıza çıkarlar. Bu topraklar fazla yıkanmış suda eriyen kimyasal maddesi az, yer yer silisli potzalleşmiş yer yerde demir oksit ve aliminyum oksit bileşiklerinin fazla olduğu lateritik asit karakterlidir. Bu toprakların bir kısmı daha nemli olan kuzeydoğu ve güneybatı bölgelerimizde değişik özellikler gösterecek şekilde (Pedalfer) görülürken bir kısmıda az asit fakat kuvvetli alkalin şekilde (Podzol) yağışların daha az olduğu batı ve güney kesimlerde dikkati çekerler.
Zonal topraklar ülkemizde kahverengi orman topraklar, kızıl kahverengi potzolik topraklar ve kızıl renkli Akdeniz “Terra Rossa” toprak tiplerinden oluşurlar.
1.1. Kahverengi Orman Toprakları
Karadeniz bölgemizde, Trakya kuzey batısında Istrancalarda, İç Batı Anadolu eşiği üzerindeki dağlık yüksek alanlarda Güneydoğu Toroslar üzerinde dikkati çeken bu tip topraklar ormanlık alanlarda görülürler. Koyu renkli olup organik madde bakımından zengin olan bu topraklar asit reaksiyon gösterirler.
1.2. Kızıl Kahverengi Podzolojik Topraklar
Bu tip genelde orman örtüsü ile kaplı dağların yüksek kısımlarında karşımıza çıkar. Doğu Karadeniz dağlarında, Bolu dağlarının Aladağlar ile Alaçam dağlarında nemli soğuk ortamlarda sarıçam, ladin ve kayın ormanları altında yaygınlık gösterirler.
Kuvvetli asit karakterli olan bu topraklar yıkanmış olduğundan besin maddeleri yönünden fakirdir.
1.3. Kızıl Renkli Akdeniz “Terra-Rossa” Toprakları
Kalker, marn, kil ve serpantinlerden oluşan kayaçlar üzerinde ve genelde güney Marmara bölümü, Ege, Akdeniz bölgelerinde yayılma gösteren Terra-Rossa Toprakları kil ve demiroksitler bakımından zengin topraklardır. Kayalık kalker arazi üzerinde yer yer dikkati çeken uvala ile polye tabanlarında görülen bu toprakların genelde Toros dağlarının 1000 m.’in üzerinde olan kesimlerinde organik maddelerin fazla yer tutması nedeniyle renkler çok daha koyu kırmızıdır. Bu topraklar yer yer verimli ziraat topraklarını meydana getirirler.
Ülkemizde yaygın olan bu zonal toprak tipleri dışında ayrıca daha küçük alanlarda dikkati çeken zonal topraklar ile de karşılaşılır. Bunlar İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde dikkati çekerler. Bunların başlıcaları; Kireçsiz kahverengi topraklar, kırmızımsı kahverengi topraklar, çernozyom, sierozem, kahverengi step toprakları ve kestane renkli kırmızımsı topraklardır. Bu tip toprakların görüldükleri alanlarda yağışlar 300-600 mm. arasındadır. Bu topraklar organik madde bakımından fakirdir. Bu topraklar alkalen karakterli olup; renkleri koyu kahve ile sarımsı kahverengi arasındadır. Genelde kuru tarımın yoğun olarak yapıldığı ve toprakların Erzurum-Kars yaylalar sahasında derinlikleri 1m.’yi bulan ve alt horizonlarında yoğun kireç birikimi olanlar, çernozyumlar ise üzerinde boyları 1 m’yi geçen otlar ile hayvancılık ekonomisinin geliştiği alanlar olarak karşımıza çıkar.
2. Azonal Topraklar
Bu topraklar ülkemizde pek fazla geniş alanlar kaplamazlar. Toplam yözölçümde ancak % 10 kadar saha azonal toprak alanıdır. Vadi tabanları, delta sahaları ve hafif eğimli yamaçlarda çökelmiş depo dolgularından meydana gelen bu topraklarda horizonlaşma gözükmez.
Ülkemizde bu toprakların görüldüğü başlıca yerler; Çarşamba, Bafra, Seyhan, Ceyhan, Asi, Göksu, Sakarya deltaları ile Küçük, Büyük Menderes ve Gediz, Bakırçay, vadi olukları Muş, Erba, Niksar, Erzurum ovalarıdır. Bu sahalarda yer alan toprakların fiziksel ve kimyasal özellikleri ise tamamen akarsuyun taşıdığı ana malzeme ile yakından ilgilidir. Bu topraklar genelde iyi drene olmuş verim kabiliyeti yüksek tarıma elverişli topraklardır. Bunun dışında dağların eteklerinde yamaçlar önlerinde üst seviyelerden taşınan malzemenin biriktiği koluviyal depolar, ince ve iri unsurların bir arada görüldüğü topraklar olarak dikkat çeker. Bu topraklarda yapı yamaç gerisindeki yüksek kütlenin özelliklerini taşır. Bu sahalarda yer alan topraklarda aşınmanın kuvveti dikey yönlü gelişmelerde önemli rol oynar, aşınmanın durduğu dönemlerde büyük ölçüde ince unsurların birikimi sağlanır. Bu toprakların bulunduğu alanlar ağaç tarımının yapıldığı alanlar ile ormanlık sahalar olarak karşımıza çıkar. Ayrıca ülkemizde daha dar alanlarda görülen başka azonal toprak tipleride vardır. Bunlar kolüvyol depolar halinde çökelmiş kıyı ve kara kumulllarına tekabül ederler, kıyılarda ve iç kesimlerde görülürler.
3. İntrozonal Topraklar
Ülkemizde oldukça sınırlı alanlarda ortaya çıkan bu topraklar genelde aşınmanın devamlı olduğu yüksek alanlar ile birikmenin fazla olduğu kesimlerde, yer yer kapalı havzalarda taban suyunun yüksek olduğu alanlarda yer yerde ana kayaya bağlı olarak görülürler.
Ülkemiz yüzölçümünün % 2’sini kaplayan bu toprakların yüksek yamaçlar önünde uzananlar kumlu, çakıllı olarak filiş serileri ile volkanik sahalar üzerinde gelişme gösterirler. Toros dağlarının eteklerinde İç Anadolu bölgesinde (Karacadağ, Ürgüp, Nevşehir) göller yöresinde (Gölcük) İzmir-Foça çevresinde belirgin bir şekilde karşımıza çıkan topraklarda Kum oranı çok yüksektir. Anakayaya bağlı olarak gelişenleri ise rendzina “kalker” ve grumusol “kil marn” toprakları olarak belirlenirler. Rendzina toprakları ülkemizde yumuşak kireç taşının yaygın olduğu alanlarda görülür.
İç Anadolu, Ege ve Doğu Anadolu bölgelerinde en fazla dikkati çeken bu topraklar genellikle tahıl üretimi için çok elverişlidir. Grumusol topraklar ise killi, kireçli, marnlı depolara bağlı olarak gelişme gösterirler. Türkiye’de dikkati çektikleri alanlar ise Trakya’da Ergene havzası Güney Marmara bölümünde Bursa-Karacabey arası, Muş ovası ve Konya havzasının bazı kesimleridir.Kil oran ının yüksek olduğu bu topraklar aynı zamanda koyu renkli ağır bünyelidir. Yaz döneminde kuruduklarında bu topraklarda yer 2-3 cm. genişliğinde ve 50-75 cm. derinliğinde çatlaklar meydana gelir. Organik madde bakımından zengin olan grumusol topraklar tarımsal faaliyetler için elverişlidir.
Bunun dışında ülkemizdeki diğer intrazonal topraklar ise kurak iklim şartları ile kapalı drenaj sisteminin bulunduğu yerlerde ve anakayada tuz oranının fazla olduğu kesimlerde gelişme gösterirler. Bu tip topraklar içinde en fazla yer kaplayan ve dikkati çekenler solonçak “Tuzlu Toprak” lardır. İç Anadoluda Konya havzasında Akgöl, Çumura çevrelerinde, Erzurum ovasının merkezi kesimde Küçük ve Büyük Menderes deltalarının denize yakın olan bölümlerinde görülürler. Bu sahalarda topraklarda taban suyundaki sülfat ve klorür tuzlarının kapilerite ile yüzeye çıkması sonucunda yer yer beyaz renkli lekeler görülür. Ayrıca toprak yüzeyinde şişmeden dolayı ortaya çıkan kabarıklıklarda dikkati çeker. Diğer İntrazonal topraklar içinde dar sahalarda görülenler ise bileşimlerinde genelde sodyum ve karbonatların hakim olduğu alkali topraklar çorak “Tuzlu-Alkalı” topraklar tabansuyu seviyesinin yüksek olduğu hidromorfik topraklar yüksek dağlık alanlarda orman sınırının üzerindeki dağ çayırları ve göl kenarlarında görülen turbabalık topraklar olmak üzere belirlenir.
Toprak Erezyonu
Günümüzde ülkemizdeki toprakları çok yakından ilgilendiren en önemli konu erezyondur. Bu bakımdan Türkiye dünya ülkeleri içinde erezyonun en fazla görüldüğü memleketlerden birisidir. Ülkemiz topraklarının yarısına, yakın bölümü ereyon ile karşı karşıyadır. Toprakların aşınıp süpürülmesi anlamına gelen erezyon olayında en önemli etken ülkemizin arızalı ve eğim değerleri çok yüksek bir jeomorfolojik yapıya sahip olmasıdır. Eğimli alanlarda çok hızlı hareket eden sel suları önce doğal bitki örtüsünü daha sonrada zaten ince olan toprak tabakasını da kolaylıkla tahrip eder. Aşağı seviyelerde gelişi güzel bir şekilde biriken bu maddeler akarsular vasıtası ile de denizlere taşınır ki ülkemizde her yıl bu şekilde kaybolan toprağın miktarı 400 milyon ton civarındadır.
Ayrıca az yağışlı ve kurak devreleri uzun olan İç ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde görülen şiddetli rüzgarlarda toprağın süpürülmesine erezyona uğramasına neden olur. Bu bakımdan ülkemizde erezyonu oluşturan nedenleri reliyef şartları, yanlış arazi kullanımı, doğal bitki örtüsünün bilinçsizce tahribi, iklim, anakayanın yapısı olarak özetliyebiliriz.
İşte bu nedenler neticesinde ortaya çıkan erezyon ülkemiz arazilerinde verimin düşmesine, barajlarımızın siltasyon ile kısa süre içinde dolmasına, topobiyo-klımatik ortamın bozulmasına neden olur.
Bütün bunların dışında erezyonun ülkemizde bu derecede şiddetlenmesinin bir başka nedeninin son yıllarda görülen nüfus artış hızındaki fazlalık olduğunuda belirtemiz gerekir. Gerçekten ülkemiz topraklarımız üzerindeki erezyon nüfus artışı ile doğru orantılı olarak artmıştır. Nüfusun artması ile yeni tarım alanları ile mera sahaları için özellikle ormanlardan, eğimli sahalardan çevirmeler yapılarak yamaçlar kullanıma açılmış ve böylecede erezyon hızlandırılmıştır. Diğer taraftan artan nüfus için yeni yerleşim alanlarına ihtiyaç duyulması beraberinde çarpık bir yerleşim biçimini (gece kondu) getirmiş doğanın dengesi bozulmuştur. Topraklarımızı tehdit eden bu büyük tehlikelerden kurtulmak için öncelikle toprak arazi kabiliyet sınıflarının tesbit edilmesi ve kullanım biçiminin ona göre yeniden düzenlenmesi gereklidir. Sulamanın mümkün olamayacağı kesinleşmiş araziler mutlak olarak mera haline getirilmeli aşırı otlatma ordan kaldırılmalıdır. Bunun dışında köylünün tarım arazilerini kullanma şekilleri modern metotlar ve erezyonun zararları ehliyetli kişilerce kırsal kesimde yaşayanlara anlatılmalıdır. Ayrıca ağaçlandırma çalışmalarına kamu ve özel kuruluşlarca büyük destekler verilmelidir.
Özet
Bitkilerin büyük çoğunluğu için gerekli olan toprak örtüsü ülkemizde farklı tipler gösterecek şekilde karşımıza çıkar. Bunun başlıca nedeni kaya tabiatı, reliyef ve iklim özellikleridir. Ülkemizde yerküre üzerinde görülen başlıca toprak tiplerinin hemen hepsi mevcuttur. Türkiye’de zonal toprak tipleri alan bakımından en geniş sahayı kaplar. Zonal toprak tiplerinden pedalferler daha nemli olan kıyı bölgelerimizde dikkat çekerken pedolkerler ise klimatik bakımdan daha kurak alanlarda görülürler. Toprak örtüsünün oluşumu ve bu örtünün kalınlığı inceliği diğer bir değişle horizonlaşma pedojenez şartlarına ve süresine bağlıdır. Topraklar genelde A.B.C. olmak üzere üç horizondan meydana gelirler. A horizonu yıkanma zonu olarak karşımıza çıkar. Çürümüş yaprak ve organik enkazın oluşturduğu ortam koyu bir renktedir. Buraya üst toprak adı da verilir. B horizonu birikme zonudur ve alt toprak diğer bir değişle esas toprak olarak belirlenir. C horizonu çözülmeye uğramış fakat gerçek toprak haline geçememiş anakayayı gösterir. C horizonun altında anakayaya geçilir. Bitkileri besleyen A horizyonudur, bu zonun herhangi bir nedenle tahrip edilerek ortadan kalkması toprakların ile fakirleşmesine yol açar. İşte bu noktada topraklarımız için çok büyük bir tehlike olan erezyon olayı ile karşı karşıya kalınır. Türkiye bu konuda dünya ülkeleri arasında önde gelenler arasındadır.
Bu nedenle de toprağımızı koruma yöntemlerine büyük önem vermemiz gerekir.