1948 yılında Ankara’da doğdu. Ankara’daki ilkokul yıllarını, Talas-Kayseri ve Tarsus’ta ortaöğretim dönemi izledi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Diplomasi ve Dış Münasebetler bölümünden 1970’de mezun oldu. ODTÜ İdari İlimler Fakültesi’nde Uluslararası İlişkiler Asistanı olarak akademik kariyeri kısa sürdü. 68 kuşağı gençlik hareketindeki eylemciliğinden ve SBF Öğrenci Derneği Başkanı olarak faaliyetlerinden ötürü 12 Mart askeri müdahalesinin ertesinde başı belaya girdi. Filistin direnme hareketinin bünyesinde kısa bir süre Şam’da, uzunca bir süre Beyrut’ta ve daha sonra kısa sürelerle Cenevre, Paris ve Amsterdam’da yaşadıktan sonra 1974’te Türkiye’ye döndü. 1976’da Vatan Gazetesi’nde Dış Haberler Şefi ve dış politika yorumcusu olarak gazetecilik mesleğine adımını attı.
Vatan’da başlayan gazeteciliği, Türk Haberler Ajansı, Cumhuriyet, Hürriyet, Güneş ve halen çalıştığı Sabah gazeteleriyle devam etti. Gazeteciliğe başladıktan kısa süre içinde Ortadoğu uzmanı, Savaş Muhabiri gibi sıfatlarla anılır oldu. 80’li yılların ilk yarısının önemli bir bölümünü Lübnan’da, defalarca gittiği İran ve Ortadoğu’nun diğer merkezlerinde geçirdi. 80’li yılların ikinci yarısında Doğu Avrupa’ya ve eski Sovyetler Birliği’ne yöneldi. Geniş bir coğrafyada turladı. 1991 ile 1993’teki ölümüne dek Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın özel danışmanı ve en yakınlarından biri olarak görev yaptı. 1993-95 arasında gönlünü ve beynini Bosna başta, Balkanlar’a çevirdi. Aynı yıllara Yeni Demokrasi Hareketi kurucu üyeliği ve örgütlenme sorumluluğunu sıkıştırdı. 1997-1999 arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Orta Doğu Tarihi ve Orta Doğu Politikası dersleri verdi. 1999-2000 yıllarını Washington’da Amerika’nın önemli araştırma merkezlerinde, “21.Yüzyıl Türkiye’si” üzerine çalışma yapmaya Türkiye’den davet edilen ilk kişi olarak geçirdi. 80’li ve 90’lı yıllara ait çeşitli gazetecilik ve haber başarı ödülleri ile özellikle önemsediği Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü ile Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın Hoşgörü Ödülüne sahip (1995). Fenerbahçe Spor Kulübü üyesi. Uluslararası Balkan Konferanslarının örgütleyicilerinden. Evli ve bir kız çocuğu babası.
ESERLERİ: Direnen Filistin (1976), Dünden Yarına İran (1981), Ortadoğu Çıkmazı (1983), Tarihle Randevu (1983) ve Güneşin Yedi Rengi (1987) Benim Şehirlerim İz Y.(2000)
Kod adı
Osman Öğretmen
Cemal A. Kalyoncu
Aksiyon 2 aralık 2000
Sakin bir çocukken, sistemin zaman zaman yolunu tıkaması ile yer altına inen, Filistin’le Türk kimliği arasında gidip gelen, gazetecilikte önemli başarılara imza atan, ülkenin en ciddi kurumlarından birinin elemanı tarafından üzerine çamur sıçratılan, gazetesi tarafından jurnallenen 52 yıllık bir adamın öyküsü
Cengiz Çandar. Bu isim son yıllarda Tarkan, Çevik Bir, Hakan Şükür kadar Türkiye’nin en çok konuşulan isimlerinden birisi oldu. Çocukluğunda oldukça sakin bir kişi olan Çandar, bugünlere, ‘haksızlık ve adaletsizliğe karşı’ olma duygusu sayesinde geldi desek yanılmış sayılmayız. Çandar’ın 52 yıla yayılan birçok kişiye nasip olmayacak kadar karmaşık ve bir o kadar da renkli hikayesinde, Türkiye’de düzenin insanları nasıl yer altına ittiğini, sol hareketin ülkeyi bir dönem nasıl etkilediğini, torpille neler yapılabileceğini, hepsinden önemlisi Türkiye’de düzene başkaldıran ‘asi’ denebilecek bir kişinin Avrupa’da aslında hukuk devleti talebinde bulunan sıradan bir kişi anlamına geldiğini bulacaksınız.
Cengiz Çandar, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin kayınpederi Şeyh Edebali ile bacanak olan ve I. Murad’ın sadrazamlığını yapan Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa’nın torunudur. İmparatorlukta sadrazamlık yapan sadece Çandarlı Hayreddin Paşa değildir. Babadan oğula geçmese de onun büyük oğlu Çandarlı Ali Paşa da sadrazamlık yapmıştır Osmanlı’da. Kosova Meydan Muharebesinde 1. Murad öldürüldükten sonra Yıldırım Beyazıt’ı tahta çıkaran odur. Ali Paşa’nın kardeşi Çandarlı İbrahim Paşa, ailede sadrazamlık yapan bir başka isimdir. Onun oğlu, büyükbabası ile aynı ismi taşıyan Çandarlı Halil Paşa ailenin çıkardığı bir diğer sadrazamdır. Halil Paşa, Osmanlı’dan bu yana bakıldığında Türk tarihinde Menderes’ten evvel asılan ilk başbakandır. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethinden hemen sonra Bizans’tan rüşvet aldığı söylentileri üzerine Çandarlı Halil Paşa’yı İstanbul veya Edirne’de idam ettirmiştir. II. Beyazıt zamanında sadrazamlık yapan onun oğlu Çandarlı İbrahim Paşa ise ailenin son sadrazam temsilcisi olarak tarihe geçer.
Çandarlı ailesi, bu tarihten sonra İznik’e yerleşerek toprak sahibi olur: “Çandarlı Halil Paşa’nın idamı çok büyük bir travmaya sebep olur. İmparatorluk kurucusu, kazasker, ulema, ahilikten gelen ve böyle bir asker ailesi… İşte bu aile geliyor İznik’te, Türkiye’de milyonlarcası görülebilecek mütevazı kasabalı bir aileye dönüşüyor.” Aileye yeniden popülarite kazandıran ise Cengiz Çandar olacaktır: “Alçakgönüllülüğü ihlal ederek söyleyeyim, içlerinde en cinsleri benim. Çünkü ben yeniden ihya ettim kavramı.” Cengiz Çandar’ın soyu ise Fatih Sultan Mehmet tarafından idam ettirilen Çandarlı Halil Paşa’nın kardeşi, devletteki en yüksek görevi Bolu Mutasarrıflığı olan, bir Sırbistan seferinde esir düşen, yapılan anlaşmanın maddelerinden birisi de onu kurtarmaya yönelik olan I. Mehmed Çelebi’nin dokuz kızından biri II. Murad’ın kızkardeşi, Fatih’in de halası olan Hafsa Hatun’la evlenen Mahmud Çelebi’ye dayanmaktadır: “Padişahın kızkardeşi ile evli olduğu için en azından bazı kuşak ve kademelerde Osmanlı ve Çandarlı aileleri akrabadır.” Ailede bu koldan gelenler Çandar soyadını taşırken, diğer koldan gelenler Çandaroğlu soyadını kullanmaktadır. Osmanlı tarihinde Köprülü ailesi gibi birkaç tane sadrazam çıkaran Çandarlı ailesinin bir ferdi olan Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı Çandarlı, Vezir Ailesi adıyla yaptığı çalışmada soyağacını Cengiz Bey’in 1920’li yıllarda İznik Belediye Başkanlığı yapmış büyükbabası Ali Çandar’ın büyükbabası Mahmud Celalettin’e dayandırmaktadır: “O yüzden bazı toplantılarda Türklüğü’nde karışıklık ve spekülasyon olmayacak birisi de benim diye gardımı alırım.” İznik’te bir sokağa adı verilen Cengiz Çandar’ın büyükbabası Ali Çandar’ın Sıdıka Hanım’la evliliğinden Necmiye, Meziyet ve İhsan adında üç çocuğu gelir dünyaya. Ailede İznik dışına ilk çıkan Cengiz Çandar’ın da babası olan İhsan Bey olur. İhsan, Ankara Hukuk Fakültesi eğitiminden sonra Malatya, Niğde Aksaray ve Ankara’da savcılık ve hakimlikten sonra Et Balık Kurumu’nun beş kurucusundan biri olur ve genel müdürlüğünü yapar.
İhsan Çandar, Malatya’da savcı yardımcısı iken hayat arkadaşını bulur: “Eşraf birbirini tanıyor. Babam Malatya’da savcı yardımcısı, dedem de İnhisarlar İdaresi (Tekel) Müdürü. Selanikliler’in nedense tütüne yakın bir şeyi var.” Yedi kuşak Selanikli olan Hakkı Sayar (evde Mehmet) İttihat Terakki bursuyla Budapeşte’de şimendifer mühendisliği okur. Selanik’te tüccarlık yapan Mehmet Hakkı, Mustafa Kemal’i Selanik’ten tanımaktadır: “Selanik’te tekkede toplanırlar, dedem de onlara çay—kahve servisi yapardı. Mustafa Kemal onun için Mustaabi ya da Gazi’dir. Onun ağzından ben Mustafa Kemal veya Atatürk lafı duymadım.” Birinci Dünya Savaşı’nda Suriye, Filistin Cephesi’nde görev alan Mehmet Hakkı Bey, Yunanlılar tarafından savaş sonuna kadar Volos şehrinde hapishanede tutulur. Savaştan sonra mübadele olunca eşi Zeliha ve büyük kızı Şekibe (TİP Yönetim Kurulu eski üyesi ve Çağdaş Hukukçular Derneği Başkanı ünlü avukat Halit Çelenk ile evli) Hanım’la birlikte Anadolu’nun yolunu tutar. İkinci çocuğu Saffet Hanım ise İstanbul’da doğacaktır. İşte bu Saffet Hanım’la İhsan Çandar 1945’te evlenir. Ancak Saffet Hanım İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi eğitimini tamamlamaya kararlıdır: “O da babam gibi devlet memuru idi. Önce Yem Sanayii’nin sonra da Toprak Mahsulleri Ofisi’nin Ankara ve ardından İstanbul’da avukatlığını yaptı. Annem Selanikli İttihatçı bir aileden geldiği ve aile Halk Partili olduğu için Kızılay’daki işyerinden çıkar bütün gösterilere katılırdı.”
İşte bu çiftin ilk çocuğu olarak Cengiz Çandar 1948 yılında Ankara’da doğar: “Benim asıl adım Osman’dır. Sakin bir çocuktum. Yetişkin hayatımdaki ‘afacanlıklarımın’ hiçbirisi yoktu o yıllarda.” Malatya’da görev yaptığı için İsmet İnönü hariç, CHP’nin bütün Malatyalı milletvekilleri baba İhsan Bey’in yakın arkadaş çevresini oluşturmaktadır. Aile Osman Cengiz’in doğduğu bu yıllarda Ankara’dadır, ama İstanbul sık sık ziyaret edilmektedir: “Annemin Rumeli ve Valikonağı Caddesi’nde iki üç adımda bir akrabaları vardı. Küçüklüğümde Selanikli olmak kuvvetli bir referanstı. Çocukluğumda o kadar çok Selanik lafı ile doldu ki kulaklarım, bir tek Selanik biliyor bir de ben biliyorum karşılıklı aiditeyitimizi. Selanik’i 1984’te daha uzaktan ilk gördüğümde gözlerimden yaşlar inmeye başladı. Onun için Selanikliyim diyen Yunanlılar’la karşılaştığımda ‘o şehirde oturuyor’ diye düşünüyorum. Selanikli değilsin sen, benim.”
Eğitimine Ankara Namık Kemal İlkokulu’nda başlayan Çandar, 11 yaşında iken Kayseri—Talas’taki Amerikan Okulu’na keydedilir: “O sırada Ankara bürokrasisinin gözde okulu orası idi. Ankara Koleji de vardı ama annem ‘züppe’ olmasın diye oraya gitmemi istemedi.” Derslerinde iyi bir öğrenci olan Çandar burada, daha sonraki yıllarda Türkiye’nin tanıyacağı bir çok kişi ile birlikte okuyacaktır. Üst sınıfların alt sınıflardakileri himaye ettiği bir okuldur burası. Çandar’ın birkaç tane koruyucusu olur: “Son sınıftan Hazım Kantarcı ve benden iki sınıf büyük Uluç Gürkan beni himaye altına aldılar.” Okuldaki bir olay uslu çocuk Cengiz Çandar’ın ‘afacanlaşmasına’ vesile olacaktır. Ziyaret yasağı olan bir saatte revirde Amerikalı hocası tarafından yakalanıp, hocasının söz vermesine rağmen ihtar cezasını ailesine göndermesi onu ‘afacan’laştırır: “Verilmiş söze uymamanın getirdiği müthiş bir adalet duygum vardır benim. Bunun üzerine disiplin sicilim kabardı.” Bu yüzden genel ahlak notu 9 gelince Tarsus Amerikan Koleji’ne, CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek’in araya girmesi ile ancak kayıt yaptırabildiğinde yıl 1963’tür. Uluç Gürkan, İstemihan Talay, Erkut Yücaoğlu ile arkadaşlık ederek okuyan Çandar, ailede herkes ama herkes hukukçu olduğu için tepkisel olarak Mülkiye’ye (Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi) gitmeye karar verir. Amacı diplomat olmaktır. Ancak ondan önce, o zaman ODTÜ merkezi sınav harici öğrenci alarak ODTÜ İdari Bilimler Fakültesi’ni kazanan Çandar, Siyasal Bilgiler’i kazandığını görünce, sevmediği Kalkülüs (yüksek matematik) dersi yüzünden okulu bırakır.
Cengiz Çandar, 1966 yılında zamanın en hareketli okullarından olacak Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne adımını atar. Okul çeşitli görüşteki öğrencilerin temsil edildiği kulüplere bölünmüştü. Mahir Çayan’ın başkanı olduğu Sosyalist Fikir Kulübü, Hasan Celal Güzel’in başkanı olduğu AP’ye yakın gençlerin bulunduğu Hür Düşünce Kulübü. Mesut Yılmaz da buradadır. Uluç Gürkan, listesine Tarsus Amerikan Koleji’nden arkadaşı İstemihan Talay’ı da alarak ortanın solu hareketini temsil etmektedir. Öğrenci Derneği Başkanlığı için hiç sınıf kaybetmemiş olmak ve üçüncü sınıf öğrencisi olmak gerekmektedir: “Uluç Gürkan geldi ‘Sen gelecek vadeden birisisin. Üçüncü sınıfa gelince başkan olacak adam sensin, şimdiden seçim kaybederek kendini harcama’ dedi. Vay o ne demek? Ben bunu ahlaksız teklif olarak gördüğüm için sosyalistler grubuna yakındım, gittim onların listesinden girdim. Mahir Çayan kulüp başkanı idi. O kulüpten kimler çıkmadı ki. İlber Ortaylı, Baskın Oran, Kutlay Ebiri, Halil Ergün, Oral Çalışlar.” Cengiz Çandar, tekrar öğrenci siyasetinin içinde bulur kendisini: “Bunun anlamı diplomatlık hülyasının sona ermesidir. İyi de oldu, benim gibi bir adama bundan büyük zulüm yapılabilir miydi?” Çandar, 1969—70 başkanlık seçimlerinde, CHP’li Parti Meclisi üyesi hocalarının aleyhlerinde propaganda yapmalarına rağmen 501’e 444 oyla başkan olur: “Ben başkan seçildikten kısa süre sonra sol hareket parçalandı. Yönetim kurulundaki arkadaşların çoğu daha sonraki Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi’nin kurucu kadrolarını oluşturdular. Benden gayri kendi yönetim kurulumda beni iki kişi, biri Savaş Dizdar biri de vefat eden İMKB Başkanı Tuncay Artun destekliyordu.”
Çandar SBF’den mezun olduktan sonra ODTÜ’de asistanlık için açılan imtihana katılmaya karar verir: “Devletler özel hukuku dersinin hocası da bizim dekanımız İlhan Onat’tı. Ona gidip, hocam sınav açıyormuşsunuz dediğimde şok geçirdi. Çünkü o tarihe kadar boykot veya işgal komitesi başkanı olarak defalarca görüşmüşüz. Böyle hayta bir gelenekten gelen bir adam asistan olacak, hem de kendi kürsüsünde.” Cengiz Çandar, Doğan Avcıoğlu’nun o meşhur Devrim dergisi ile de irtibatlıdır tabii: “27 Mayıs, işte yarım kalmış gibi bir duygu içinde, bizim öğrenci hareketinin kullanılması amaçlı idi. 27 Mayısvari bir müdahaleden yanaydık açıkçası. Avcıoğlu ihtilal planını bize anlatmıyor ama yapılan işi destekliyordu.”
Mülkiye Marşı’ndaki gibi “Ey vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz” derken de, yapılan bütün eylemlere katılırken de aynı heyecanı duyar, bütün diğerleri gibi. Çandar’ın o dönemde bilerek katılmadığı öğrenci eylemi yoktur: “Gecikme sebebiyle katılmadıklarım oldu. Mesela İstanbul’daki bir Dev—Genç kongresinden otobüslerle döndük. ODTÜ’de arkadaşlar (Robert) Komer’in arabasını yakmışlar. Orada bulunamadığımdan hayıflanmıştım. Geçen yıl Amerika’da iken Komer öldü. İkimizi de bilen Amerikalı diplomatlar ‘Sen var mıydın orada?’ dediler. Ben de bir saatle kaçırmışım, yoksa mutlaka olurdum dedim. Eylemde fena değildik. Fakat ben hiç silah taşımadım. Ve benim yer aldığım akım silahlı öğrenci eylemlerine karşı idi. Dev—Genç çoğunluğunu elinde bulunduran arkadaşlar bizi suçlardı o sıralar ama biz daha çok köylüleri ve işçileri örgütlemekle meşguldük.” Çandar, 1970 yılında bugünkü eşi Emekli Deniz Albay Bülent—Leman çiftinin kızı Tuba Hanım’la nişanlanır. (Daha sonra ikisi de ayrı yollardan gider ve birer evlilik yaparlar. Yolları ancak 1986’da kesişir. Şimdi Defne adında bir kızları vardır: “Erkek çocuğum olmadığı için —kardeşimin de yok— o yüzden bittik.”) Nişanlandıktan üç gün sonra köylüleri örgütlemek için yollara düşer: “Söke’de arkadaşlarla buluşup bütün Aydın Ovası’nı, iki kez de Polatlı Ovası’nı yaya dolaştım. O sırada ODTÜ’de asistandım. Deniz Gezmiş de aranıyordu. Üstümden ODTÜ kimliği çıktı, beni Deniz Gezmiş zannetmişler. Yakalayıp ertesi gün mahkemeye çıkardılar. Bir ay sonra da 12 Mart oldu. Hakim beni salıvermeseydi 12 Mart’ı içerde karşılayacaktım ve 1974’e kadar içerde kalacaktım.” Yıllar ilerledikçe Çandar’ın hayatı da hızlanacaktır. 12 Mart’tan bir süre sonra 11 ilde sıkıyönetim ilan edilmesi ile onun hayatında yeni bir dönem başlayacak ve Çandar yer altına inecektir: “1967 yılında Uluç Gürkan Öğrenci Derneği Başkanı iken benden yazı istedi. Ben de Che Guevara ölmüştü onunla ilgili bir yazı yazdım. Fakat yazıda imzamın çıkması unutulmuştu. Uluç, daha sonra o yazıdan dolayı yazı işleri müdürü olarak 3 ay hapis yattı.” 1970 yılının sonları ile 71 yılının başları arasında birkaç aylık sürede Çandar, Doğu Perinçek’in de bulunduğu grubun çıkardığı Proleter Devrimci Aydınlık (PDA) dergisinin yazı işleri müdürüdür: “Babam hukukçu. Birçok yerde tanıdıkları ve arkadaşları vardı. Ben yazı işleri müdürü olursam daha kolay hallolur vaziyetler diye…” Bu sefer de Çandar, Şahin Alpay’ın bir yazısı yüzünden 7,5 yıl hapse mahkûm olur. Olay 11 ilde sıkıyönetim ilan edilmesinin ertesi günü gerçekleşir: “26 Nisan’da sıkıyönetim ilan edildi. Ajanstan duydum haberi, eve geldim. Evde ailenin yakın dostu Prof. Bahri Savcı da var. Ben el çabukluğu ile birtakım evrakları banyoda yakmaya başladım. Muammer Aksoy ve Bahri Savcı’dan bilirkişi raporu vardı beraat edecektim, mahkûm oldum. Türkiye’de kimse bana yargı bağımsızdır diyemez. Bulutların cinsine göre değişir bizde yargı. 7,5 yıl hapis, 2,5 yıl da Kastamonu’da emniyet nezaretinde bulundurulma cezası yedik.”
Kartları Nuri Çolakoğlu yaptı
Çandar 26 Nisan’da, yakabildiği belgeleri yakar ve yola çıkar: “O gece halama (Meziyat) gittim. Sabaha karşı ev basıldı.” Cengiz Çandar, iki ay da, daha sonra CHP’de genel sekreter olup İsmet İnönü’yü deviren grubun lideri olacak olan Kamil Kırıkoğlu’nun evinde saklanır: “Kırıkoğlu yüreğimin en dibinden sevdiğim birkaç insanın başında geliyor. 1971 Haziran sonunda evden çıktım. Nereye gittiğimi bir o bir de nişanlım biliyordu.” Cengiz Çandar, Şahin Alpay ve Afa Yayınları’nın sahibi Atıl Ant’la beraber sabaha karşı Antep’e gider, oradan da bir taksi ile Urfa’ya geçip sabaha karşı Harran Ovası’ndan sınırı geçerler: “Yolda sıkı kontroller vardı. Kartlarımızı Nuri Çolakoğlu yaptı. Çok beceriklidir Nuri.” Çandar ve arkadaşları 1971 yılının Temmuz ayı başlarında Filistin’e ulaşır: “Ayrıca Filistin hareketi ile de ilgileniyordum. Bu yazı işleri müdürlüğü nedeniyle davalar olduğu için başımın belaya sarılması ihtimali vardı. Zaten mahkûmiyet de var. Yurtdışına çıkmamın uygun olacağına karar verdim ve Filistinli Demokratik Cephe Mensubu bazı öğrencilerle temas kurdum.” Plan aksaksız işler, Halep’e ulaşılır. Oradan Demokratik Cephe’nin merkezine gidilir. Kartları çıkarılır ve Şam’a sevk edilirler. Sonra Şam’ın 70—80 km yukarısında ilk Hıristiyanların saklandığı Suriye’nin en tarihi yerlerinden biri olan Maalule’de 1,5 ay süren bir eğitim alırlar. Ardından Golan. Suriye ile Filistinliler’in arası iyi olmadığı için Güney Lübnan’da Reşadiye Kampı’na sevk gerçekleşir. Sonrasında ise Bekaa ve Kuzey Lübnan’da Trablusşam yakınlarında bir kamp. Ardından Beyrut: “Biz hangi kampta isek garip bir ilahi sözleşme gibi oradan ayrıldıktan birkaç gün sonra İsrail bombaladı oraları.” En son ikamet yeri ise Beyrut’ta havaalanının dibindeki en büyük mülteci kampı olan Bourj al Barajne’dir. Burada kamp değil halkın içindedirler. Birçokları gelir gider, Cengiz Çandar hâlâ oradadır: “Ben de dönecektim Türkiye’ye. İşte Türkiye’de mücadeleye başlayacağız dağlarda. Fakat Deniz’ler idam edildi. Mahir’ler öldürüldü, herkes tutuklandı. Temas edebileceğim herkes ya hapiste ya öldürüldü. O zaman böyle durulmaz, bari kimlik değiştirip Filistinli olayım kararı aldım. Kendimi Filistinli gibi hissedeyim diye. Bir sene sonra a***** görüntüsünde idim. Filistin davasına böyle çok ek bir katkı sağlamıyorum. Kimliğimi bir tayin edeyim, Türk müyüm, Filistinli miyim? Türk olduğum kararını verince Avrupa’ya gideyim dedim.”
Osman Öğretmen
Çandar, 1973 Nisanının ortalarında İtalya’dan Avrupa’ya giriş yapar: “Pasaport bakımından İtalya en gevşek yerdi.” Çandar, Avrupa’da da bir çok yer dolaşır. İsviçre’ye geçer: “Orada şu an İstanbul Baro Başkanı olan Yücel Sayman ve Prof. Bülent Tanör’le beraber aynı evde yaşadık.” Çandar ardından da Paris’e gider. Orada da arkadaşı Sabetay Varol’la karşılaşır. Bir süre sonra Avrupa’daki son durağı Hollanda’ya geçip siyasi iltica talebinde bulunur. Sorbon Üniversitesi’nde doktora kaydı yaptırır, Amsterdam’da da bir üniversitede burs bularak master çalışmasına başlar. Amsterdam Belediyesi Türk çocuklarına yönelik Türkçe dersleri eğitimi vermektedir: “Genel olarak Hollanda’daki ama özel olarak Amsterdam’daki Türk camiası içinde Osman Öğretmen olarak ün yaptık.” Daha önce komünist rejimlerden kaçanların siyasi iltica talebinde bulunduğu Hollanda makamları, komünizm propagandasından ötürü mahkûm olmuş birisinin başvurusu ile ilk defa karşılaştıklarından, emsal teşkil eder diye Çandar’ın beklediği cevabı vermeyi geciktirirler. Bu arada Türkiye’de de 1794 genel affı yürürlüğe girer: “Ekim 1974’te Türkiye’ye geldim. DGM’ye ifade vereceğiz, fiilin af kapsamına girdiği saptanacak ve dosya kaldırılacak. Normalleşeceğiz. Bu sefer de üç sene aranmış adamı kimse teslim almıyor, savcı tatile gitmiş. Onun üzerine babam Yüksek Hakimler Kurulu’ndaki sınıf arkadaşlarından birisi vasıtasıyla bir nöbetçi savcı atattırdı bana. Yani torpil yapıldı ve böylece affa girdik.” Çandar ailesi tam bu sırada, birincisinden ağızları yandığı için üniversiteyi kazanan ikinci çocukları Volkan’ı (1954’te doğdu. Milano’da uluslararası bir şirkette kimya mühendisi olarak çalışmaktadır) yurt köşelerinde heder etmemek amacıyla Ankara’dan İstanbul’a taşınır: “Diplomasi okumuşum, diplomat olamıyorsun. Türkiye’den ayrılırken asistan idik, üniversiteye dönmem mümkün değil. Prangalı eşek gibiyiz.” Çandar iki yıl işsiz dolaşır. Çandar işsiz kaldığı bu sürede 1975 yılında Çanakkale’de ilk 4 aylıklardan olarak vatani görevini yapar: “Askerliğin ilk bölümünü firarda geçirdik, Çanakkale’nin bütün sahillerinde denize girdik. Ceza da gördük, hapis de yattık. İçtimalarda bizim manga üç kişi ile temsil edilirdi. En önde Zafer Toprak, onun arkasında kuralcı olduğu için Şahin Alpay, bir de en arkada bölük çantasına gönüllü olarak talip olduğu için —küçük bir evrak çantası zannetmiş, kendinden daha büyük bir sandıktı— İlnur Çevik.” Askerde öğrendiği on parmak daktilo sayesinde Direnen Filistin kitabını yazar.
Askerden sonra arkadaşı Prof. Bülent Tanör’e “Vatan gazetesi yeni organize oluyor, eşine dostuna söyle yazı versin” diye bir haber gelir. O da Çandar’ı arar. Time veya Newsveek’ten birinde (Kissinger’in yardımcısı Helmut) Sonnenfelt Doktrini diye bir yazı ile karşılaşır: “Sonnenfelt’le geçen yıl Amerika’da bulunduğum think thank kuruluşunda beraber çalışma imkanı bulduk. Sen benim gazeteciliğe başlamamın sebebisin dedim Sonnenfelt’e. Adam hiç bir şey anlamadı ama…” Vatan’da işe başlar. Arkadaşı Sabetay Varol, Alp Kuran tarafından Vatan’dan çıkarılınca, Çandar yine en önde yerini alır: “Patron Numan Esin bize karşı harekete geçti. Ankara’dakilerin başı Zafer Mutlu, İstanbul’da da Can Ataklı.” Bu olay sonucunda Vatan çalışanları sendikalı olur. O olayda sıkıntıya soktuğu Milli Birlikçi Numan Esin, daha sonraki andıç olayında Çandar’ın yanında yer alır. Ardından bir süre Türk Haberler Ajansı’nda çalıştıktan sonra Çandar’ın hocalık merakı yine depreşir. İçeriden destekli bir şekilde sınava girmesine rağmen asistanlık hevesi de kursağında kalır: “Cumhuriyet’te çalışmaya başladıktan sonra akademik hayata geri dönmemiş olmama hergün şükrediyorum.” 1979’da Oktay Kurtböke’nin davetiyle Cumhuriyet’e girer. İran devrimi, Lübnan’da iç savaş, İran—Irak Savaşı, tam da onun uzmanı olduğu konulardır. Gelişmeler ard arda patlak verir. Gazetecilikte öne çıkmaya başlar, ne yaparsa Cumhuriyet’te Hasan Cemal’in de desteği ile birinci sayfadan duyurulur. Bir süre sonra uzmanlık alanında konuşmalara çağrılır, mülâkatlar yapar. Bu durumdan rahatsız olanlar da artar tabii. Cumhuriyet’ten istifa ettikten sonra hem Milliyet hem de Hürriyet ister Çandar’ı: “Mehmet Ali’ye (Birand) ‘Arkadaşımsın, sen ne dersin?’ dedim, o da ‘Milliyet’te aynen devam edersin. Ne yaparsan birinci sayfadan girer.
Hürriyet’te çok örselerler seni. Bir sene canına okurlar. Bir sene dayanırsan alır başını gidersin. Seçimini sen yap’ dedi. Ben de Hürriyet dedim.” Hürriyet’te haftada iki gün de köşe yazmaya başlar. Bu arada patron Erol Simavi, Çetin Emeç’in yerine Rahmi Turan’ı getirince Ankara Ertuğrul Özkök liderliğinde ayaklanır: “Bunlar beni aradı, İstanbul’daki ayaklanmayı organize et ve başına geç diye. İstifa edenler, ne oldu?’ diyor. Ertuğrul Özkök aradı, ‘İkimizin de çıkarına mı?’ dedi. ‘Değil, ama bir kere ayağa kalktık, mecburuz. Bir de sen başlattın’ dedim. ‘Ne zaman edeceksin?’ dedi. Dizim yayınlanıyordu. Bitti, istifa ettik. Ondan birkaç ay sonra da Ertuğrul Özkök Genel Yayın Yönetmeni oldu.” Çandar, 198991 arasında da Asil Nadir’in çıkardığı Güneş’ten ayrılınca Özal’dan bir telefon gelir: “Yüzümü kızartarak sizden bir talepte bulunmak istiyorum. Amerika’da çok prestijli durumdasınız. Hamil—i kart yakînimdir gibi bir araştırma veya think thank kuruluşuna tavsiye mektubu yazarsanız onun açamayacağı kapı yoktur’ dedim. O da ‘Ben sana benimle çalışmanı önerecektim’ dedi. ” Fakat Çandar, Özal danışmanlığından aldığı para ile geçinemediğinden bir süre sonra basına tekrar dönmek ister. Özal, çok gönüllü değildir, aradaki mahrem bilgileri okuyucularıyla paylaşacağından endişelenir: “Daha önce uğramadığım Sabah vardı. Sabah da o sırada azgın muhalefet halinde. Turgut Özal’ı kemiriyor.” Çandar, 1991 Haziran’ında Sabah’ta başlar, fakat Özal iki ay boyunca onunla görüşmez. “O güven öyle kuvvetle geri geldi ki, daha sonra eşinden de duydum en güvendiği adam ben olmuşum. Haberlerimde de rutin olayları yazdım. Yavuz Donat, o sıralarda ‘Köşk Faresi, masaların altında ayakları dolaşır’ falan diye yazılar yazdı. Özköşk diye adı çıktı Ertuğrul’un. Benimki çok yakın bir ilişki idi ama yalakalık ilişkisi değildi.”
1997’de herkesin malûmu Çevik Bir’in önayak olduğu bir ‘andıç’la PKK destekçisi olma ile suçlanınca, kendi gazetesi tarafından savunulmayı bırakın, bile bile suçlanan Cengiz Çandar Kasım 2000’e kadar, Türk okurlarının beğenerek takip ettiği bir yazar olarak Sabah’ta yazılarına devam eder: “Sabah yöneticilerinin bana söyledikleri 1997’de işte o yazıları basmazsak bu, başına daha büyük çorap örülmesine sebep olur, tutuklarlar, birtakım daha ağır ithamlara maruz kalırsın.” Fakat bu sefer de yazısı Sabah’ta sansürlenmeden kısa bir süre önce Etibank’a el atan Sabah’ın sahibi Dinç Bilgin tarafından kalemi elinden alınır: “Çok yaygın olan kanaat, askerlerin bu bankalar operasyonun arkasında olduğu ve dolayısıyla o tür bir jurnalleme ile de askerlere bir bağlılık deklarasyonu olarak benim yazılarımı sansürlediler. Benim algılamam böyle.”
Lisede iyi futbol oynayan Çandar, Mülkiyeliler Birliği ve Fenerbahçe Kongre üyesidir: “Parasız adamı yönetim kurulu üyesi yapmazlar.” Kamil Kırıkoğlu, Emil Galip Sandalcı, 1971’de Filistin kamplarında tanıştığı ve ayrı kaldıkları sürede benzer süreçlerde yol aldığını düşündüğü şimdilerde Lübnan’da Müstakbel gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü yapan Michael Naufal, okul arkadaşı Cem Duna, “Şu ana kadar olan ilişkimizde olduğu gibi hiç bir dediğine uymadığım, uymayacağımı bilerek tavsiyelerini sürdüren” dediği Şahin Alpay, “Son 15 yılda ilişkilerinin iptila halinde bir dostluğa dönüştüğünü” söylediği Fehmi Koru ve askerlik arkadaşı İlnur Çevik’in hayatında ayrı yerleri olduğunu belirten Cengiz Çandar’ın en önemli pişmanlığı da geçmişinde Doğu Perinçek’le beraber anılan bir döneminin olmasıdır: “Sol hareketin bölünme döneminde Perinçek’le aynı grup içinde bulunmayı, hafızalar silinebilse de yok edebilsem. Benim adımın Doğu Perinçek ismi ile herhangi bir şekilde irtibatlandırılabileceği bir biyografi pasajı olmasa. O bölünme döneminde keşke Deniz Gezmiş’in bulunduğu grupta olsa idim. Yakalanana kadar ilişkimiz devam etti Deniz’le. Ben ODTÜ’de asistan iken ODTÜ’de saklanırdı. Onun idamını engellemek için yapabileceğim herşeyi yaptım. Jean Paul Sartre’a kadar ulaşıp onun imzasını alacak şekilde müthiş bir imza kampanyasını Lübnan’da kendim kaçak bir ad***en organize ettim.”
Alın size müthiş bir film konusu. Sakin bir çocukken, sistemin zaman zaman yolunu tıkaması (üniversitede iken diplomasi yolunun kapanması, asistan olamamak gibi) ile yer altına inen, Filistin’le Türk kimliği arasında gidip gelen, gazetecilikte önemli başarılara imza atan, ülkenin en ciddi kurumlarından birinin elemanı tarafından üzerine çamur sıçratılan, gazetesi tarafından jurnallenen 52 yıllık bir adamın öyküsü. Amerika’da olsa Hollywood kaçırmazdı ama..