Karantina Adası
Aleksandros’un M.ö. 334’deki Granikos savaşının arkasından Anadolu’daki Pers egemenliğine son vermesi ile Klazomenaililerin de bir daha geri dönmemek üzere anakarayı terkedip yaşamlarını adada sürdürmeleri eş zamanlı gibi görünmektedir . Aleksandros’un başka kentlerde yaptığı gibi Klazomenai’de de imar faaliyeti planladığı başta Pausanias olmak üzere antik yazarlar tarafından vurgulanmıştır. Bu imar projelerinden bazıları örneğin Çeşme Yarımadası’nın iki tarafından açılacak kanallarla Mimas’ı Erythrai ile birlikte adaya dönüştürme fikri hayata geçirilememiştir. Ancak Klazomenai kentinin üzerinde yer aldığı adanın bir yol ile (khoma) karaya bağlanması ve böylece kentin bir yarımada haline getirilmesi Aleksandros döneminde uygulanabilmiştir. Kalıntıları çağdaş yolun batısında kısmen su içinde izlenebilen antik yo kentin hem karayla ulaşımını rahatlatmış hem de bir ada kenti olmasının sağladığı yararları sürdürebilmesine olanak tanımıştır.
Adada yer alan Hellenistik kentin incelenmesine yönelik kazılar henüz yapılmamış olmakla birlikte yüzey seramiği kentin yerinin tartışılmaz biçimde belirlenmesini sağlamaktadır. Adanın kuzey tepesindeki Athena Polias tapınağı civarında ele geçen kısmen arkaik geleneği sürdüren Hellenistik karakterdeki pişmiş toprak figürinler kayda değer buluntulardır. Adanın eğimli arazisinin yapılaşmaya uygun hale getirilmesi için teraslama çalışmalarının M.ö. 5. yüzyıldan itibaren yapılageldiği anlaşılmaktadır. Kuzey tepesinin yamacındaki bir terasa bitişik evin tabanından gelen malzeme ortaya çıkarılan bir grup aaagah ağırlığından yola çıkarak M.ö. 4-3. yüzyıllara verilebilir. Adadaki Roma dönemine ait peristylli bir evin içinde yapılan sondajlarda M.ö. 4. yüzyıl ortalarına tarihlenen iki duvar arasındaki bir çukura özenle saklanmış durumda bulunan bronz thymiaterion erken Hellenistik dönemin önemli buluntuları arasındadır . Restorasyonu Ankara Üniversitesi’nden H. Kökten tarafından gerçekleştirilen buhurdanlığın gövdesi üç masif bronz döküm ayak üzerine oturtulmuştur . Her bir ayak halka kaideler üzerinde aslan pençeleri ve kanatlı bir siren figüründen oluşmaktadır. İçbüaaa bir silindirden meydana gelen gövdenin alt kısmı lesbos kymationlu bir band ile bezenmiştir. Düz bir çanak şeklindeki tütsü yakma yerinin dışa dönük dudaklarında ince bir İon kymationu bandı yer alır. Bu kısma iki kulp yerleştirilmiştir. Kapağın yan yüzleri ise geometrik şekiller oluşturan deliklerle bezenmiştir.
M.ö. 188 tarihli Apameia barışı sonrasında Klazomenai Romalılar tarafından özgür bırakılan kentler arasında yer almaktadır ve Drymoussa (Bugünkü Uzunada) adasının da kent topraklarına katılmasına izin verilmiştir. M.ö. 85’deki Dardanos barışında da Sulla bu kısmi özgürlüğü sürdürür ve M.ö. 43’de kent Brutus’un idaresine geçer. Kentin Augustus dönemi sikkelerinde imparatora verilen kristes ünvanı olasılıkla bir depremle tahrip olan kentin yeniden imarı için imparatorun verdiği maddi destekle ilişkilidir. Öte yandan aynı ünvanın Hadrianus’a da verilmesi bu döneme ait bir deprem bilinmediğine göre imparatorun tüm Batı Anadolu’da desteklediği imar faaliyetlerinden kaynaklanıyor olmalıdır. İmparatorluk döneminde görece küçük bir kent olarak kalan Klazomenai’nin sikkelerinde imparator portresi yanısıra hem eskiden beri kullanılan kanatlı domuz ve koç figürleri hem de Dionysos Asklepios Kybele Zeus ve filozof Anaksagoras gibi özgün figürler yer almaktadır.
M.s. 5. yüzyılda adadaki kentin terkedildiği anlaşılmaktadır. M.s. 451’deki Khalkedon konseyi M.s. 530’daki Hierokles listeleri ve daha sonraki bazı piskoposluk listelerinde adı anılan kentin bu dönemlerde bir kilise yıkıntısı ve Bizans çağı yazıtları saptanan Gülbahçe Köyü’nde yer alması mümkün görünmektedir.
Kalıntıları günümüzde Karantina Adası üzerinde yer alan Hellenistik ve Roma çağı Klazomenai’sinin mimari dokusu kalıntılarının yüzyıllarca süren yapı taşı olarak kullanılmak üzere yağmalanması nedeniyle oldukça zayıftır. Gezgin Chandler’in oturma sıralarından bir kısmını görebildiği tiyatronun bugün yalnızca kuzey tepesinin kuzey yamacındaki yeri belirlenebilmektedir. Erken dönemlerden beri kullanıldığı anlaşılan kuzey tepesi üstündeki tapınak alanında ilk kazıları Oikonomos yapmıştır. Kayada düzleştirilmiş platform ve yapının tam konumunun kavranmasına izin vermeyecek ölçüde izlenebilen temel oyukları dışında kalıntı yoktur ve anakayanın yüzeyde olmasından dolayı tabakalanma yoktur. Kaya platformları arasında çakıl taşından siyah-beyaz opus signinum mozaik izleri ve gene siyah-beyaz tessera’lı mozaik ayırdedilebilmektedir. Yüzey buluntuları arasında daha önce bahsedilen ve adak sunuları olmaları muhtemel çoğu oturan kadın şeklinde betimlenmiş pişmiş toprak figürinlerin yanısıra siyah firnisli seramik parçaları megara kaselerine ait parçalar ve terra-sigillata kap parçaları alanın uzun bir süre boyunca kullanıldığına işaret etmektedirler.
Oikonomos tarafından 1921 yılında kazılan büyük bir bina kısmen açığa çıkarılmıştır. Açığa çıkarılan iki odadan birinde izlenen taban mozaiği M.s. 400 civarına tarihlenebilmektedir. Diğer odanın altında daha eski bir yapının da yer aldığı anlaşılmaktadır.
1989 ve 1990 yılı çalışmalarında ortaya çıkarılan büyük bir peristylli villaya ait mimari izler dikkat çekicidir. Peristylin güney ve doğu koridorlarının bir kısmıyla batı koridoru köşesi açığa çıkarılabilmiştir [resim 08-05]. Güneyde peristyle açılan iki oda büyük ölçüde araştırılmış doğuda mozaik döşeli bir başka odanın izi gözlenmiştir. Doğu-batı yönünde yaklaşık 65 m.ye ulaşan ve kuzey-güney yönünde de en az bu kadar genişlikteki avlu ve odalardan birinin yaklaşık 4 x 55 m.lik boyutları evin toplam büyüklüğü hakkında fikir verebilmektedir. Ele geçen in situ seramiklerin çoğunun günlük kullanım kapları olması ayrıntılı tarihlendirmeyi zorlaştırmaktaysa da evin yaklaşık M.s. 200 civarında herhangi bir yıkım izi gözlenmeden terkedildiği anlaşılmaktadır. Ev içinde ele geçen ve M.ö. 4. yüzyıla tarihlenen 11 sikke aynı alanda erken yapıların da varlığına işaret etmektedir.
Adanın doğu sahilinde kısmen su içine gömülmüş çoğunda mozaik ve fresko izleri görülen Roma yapıları izlenebilmektedir.
Kuzey-batı kıyısındaki kayaya oyulmuş seramik fırınlarının kesin tarihlemesi şimdilik mümkün görünmemektedir. Bu fırınlarda Klazomenai’de M.ö. 4. yüzyıl ortalarına kadar kullanıldığı bilinen armut şekilli planın yerine dikdörtgen bir plan kullanılmıştır. Adanın batısında orta kesimindeki girinti içinde su altında antik limana ait dalgakıran ve rıhtımın izleri görülebilmektedir.
Adada içine basamaklarla inilen bir mağarayı 17. yüzyılda gezgin B.Randolph da görmüştür. Bu mağara Pausanias’ın andığı (VII.5.11) nympha mağarası değildir. Çoban Pyrrhos’un annesi olan Nympha’nın mağarası anakarada kırsal bir alanda aranmalıdır.
Adayolunun karayla birleştiği noktada PTT telefon hattının döşenmesi sırasında Roma dönemine ait bir yapının izlerine rastlanmıştır. Antik adayoluna ait büyük mimari bloklara benzer malzeme bu yapıda devşirme yapı taşı olarak tekrar kullanılmıştır. Konstrüksiyonunda Urla taşı blokların da kullanıldığı apsisli bir duvarı olan yapının pembemsi bir sıvayla kaplandığı tabanının üstüste iki sıra halinde döşeme tuğlalarıyla döşendiği anlaşılmaktadır. Yapının duvarı ve tuğla döşemeler arasında ele geçen yeşil sırlı kase ve imparator Gratianus dönemine ait 4 bronz sikke yapının M.s. 4. yüzyıl sonlarına kadar kullanımda kaldığına işaret etmektedir. Kısmen yapının tuğla tabanı üstünde yer alan dört duvarı pembemsi sıvayla kaplı mezar içinde 30 yaşlarında bir kadının iskeleti yanısıra pişmiş toprak bir aphrodite figürini bronz iğneler ve tellerin eşkenar dörtgenler oluşturacak şekilde düzenlenmesiyle oluşturulmuş bir süs bandı ele geçmiştir. Figürinden yola çıkılarak bu mezar için M.s. 400 dolayları önerilebilmektedir. Mezar içinde ikincil gömüler de vardır. Bunun yanısıra aynı alanda ele geçen çatı kiremitleri ile yapılmış bir mezar ve tabanı kiremitleriyle kaplı tuğla ile inşa edilmiş diğer bir mezar kentin bu kısmının Geç Roma döneminde nekropolis alanı olarak kullanıldığına işaret etmektedir.
Anakarada Limantepe’de bulunan bir sarnıç FGT sektöründe açığa çıkarılan dikdörtgen bir mekandan oluşan büyük bir yapı ve yanındaki kare planlı su kuyusu HBT sektöründe M.ö. 4. yüzyıl sarayının kısmen üstüne gelen duvarları gözlenebilen diğer bir yapı ve arkaik zeytinyağı işliğinin geç evre deposu içinde kurulmuş armut şekilli merdivenli sarnıç Roma/erken Bizans döneminde M.s. 7. yüzyıla kadar bu alanların tarımsal amaçlarla kullanılmaya devam edildiğini ve buralarda tarıma yönelik arazide dağınık konuşlandırılmış “çiftlik” yapılarının inşa edildiğini göstermektedirler.