Bir milletin toplumsal yapısı ve yaşayış biçimi ile edebiyatı arasında sıkı bir ilgi vardır. Toplumsal yapıdaki değişmeler doğrudan edebiyata yansır.
Türkler, eski çağlarda büyük çoğunluğuyla göçebe (konar-göçer) idiler. Göçebe Türkler, 5. yüzyılda, Hun devletinin çöküşü ile bugünkü Moğolistan’dan (Altay ve Sayan dağlarının güney yamaçlarından) batıya ve güney batıya doğru yayıldılar.
Moğolistan’dan, Hazar Denizi’ne, Volga’ya İran’a, Mezopotamya’ya, Anadolu’ya, Suriye’ye, Filistin’e vb. Yerlere yayılan Türkler, gittikleri yerlerde iktidarı ele geçirerek, yeni Türk devletleri kurdular. Böylece göçebe hayattan yerleşik hayata geçilmiş oldu.
Türklerin, yerleşik hayata geçmeden önce zengin bir sözlü edebiyat gelenekleri vardı. Bu sözlü edebiyatları, daha sonra oluşan yazılı edebiyatlarını büyük ölçüde etkilemiştir.
Türkler, 7. yüzyılın sonları ile 8. yüzyılın başlarında özellikle Horasan ve Maveraünnehir’de İslam ordularıyla karşılaştılar. Önceleri İslam ordularına karşı koydular ise de daha sonra kitleler halinde İslamiyet’i benimsediler.
İslamiyet’i benimseyiş, göçebelikten yerleşik hayata geçiş, Türk toplum hayatında köklü değişmelere zemin hazırlar. Bu değişim, Türk edebiyatını gerek biçim, gerekse içerik bakımından etkilemiştir.
Türk Kültürü ve İslamiyet arasındaki ilişkiler:
Büyük çoğunluğuyla göçebe olan Türkler, yaşayışlarını, gelenek ve göreneklerini, ahlak anlayışlarını bu hayat tarzının gereklerine göre düzenliyorlardı. Türkler, verdikleri sözü tutan mert ve yüksek bir ahlak seviyesine ulaşmış bir kavimdi.
İslamiyet’i kabul etmeden önce, medeni bir toplum olma yönünde epeyce yol almış olan Türkler, İslamiyet’in kabulü ile birlikte kendi kültür ve medeniyetlerini, İslam kültür ve medeniyeti ile kaynaştırmasını bilmişlerdir.
İslamiyet ve Türk edebiyatı: Türkler, İslamiyet’i kabul etmeden önce halk arasında görüş, düşünüş ve duyuş bakımından belirgin bir ayrılık yoktu. Halkın ortak duygularından doğan bu kavmi edebiyat, İslamiyet’in kabulü ile birlikte yeni bir gelişme çizgisi içine girmiştir.
İslamiyet’in kabulü ile birlikte özellikle Fars (İran) edebiyatının nazım şekilleri ve ölçü birimi kullanılmaya başlanmıştır. Eski edebiyat geleneklerine bağlı kalmakla birlikte İslami motifler de edebiyatımıza girmeye başlamıştır.
Orta Asya’da birlikte yaşayan Türk toplulukları, daha sonra Doğu ve Batı Türkleri olmak üzere ikiye ayrılmışlardır. Doğu Türkleri, Orta Asya ve civarında kalırken, Batı Türkleri, 1000 yıllarından sonra batıya doğru ilerlemeye devam etmişler, Anadolu’ya kadar ulaşmışlardır.
İslamiyet’in kabulünden sonra Türk dili iki ayrı coğrafyada, iki ayrı lehçe olarak gelişmeye başlar.
1. Doğu Türkçesi (Hakaniye Türkçesi)
Doğu Türklerinin lehçesidir. Tarihteki ilk Müslüman Türk devleti olan Karahanlılar sahasında konuşulup yazıldığı için Karahanlı Türkçesi olarak da bilinir. Doğu Türkçesi, 14. yüzyıldan itibaren Çağatayca adını almıştır.
2. Batı Türkçesi (Oğuzca)
Göktürkçe’nin bir devamı olan bu lehçe, Oğuz Türklerinin dilidir. Gelişimini Anadolu’da sürdüren Oğuzca, 14. – 15. yüzyıldan sonra Türkiye lehçesi ve Azeri lehçesi olmak üzere iki koldan gelişmiştir. Bu iki lehçe arasında büyük bir ayrılık yoktur.
İslami devir Türk edebiyatının ilk ürünleri, tarihteki ilk Müslüman Türk devleti olan Karahanlılar sahasında ortaya çıkmıştır(11.yüzyıl).
Anadolu’da islami devir Türk edebiyatı, ilk ürünlerini 13. yüzyıldan itibaren vermeye başlar. Bu edebiyat başlangıçta Orta Asya Türk edebiyatı geleneğine bağlı olarak gelişir.
İslami devir Türk edebiyatı 11. yüzyıldan başlayarak, 19. yüzyılın ortalarına kadar sürmüştür.