Ali Alper ÇETİN
Altın kulelerden yine kuşlar
Tekrârını ömrün eder i’lân.
Kuşlar mıdır onlar ki her akşam
Âlemlerimizden sefer eyler?
Akşam, yine akşam, yine akşam
Bir sırma kemerdir suya baksam
Üstümde semâ kavs-i mutalsam!
Akşam, yine akşam, yine akşam
Göllerde bu dem bir kamış olsam!
diyen, “Göl Saatleri” yahut “Piyâle” şairi Ahmet Haşim, sanat gergefinde kelimelerden dokuduğu şiirlerini anlaşılmak için yazmadığını hep söyler. Ahmet Haşim’e göre: “Şiir, nesre çevrilmeyen nazım biçimidir. Şiir, hikâye değil, sessiz şarkıdır. Şiirde, her şeyden önce önemli olan kelimenin anlamı değil, cümledeki telâffuz değeridir. En güzel şiirler, anlamını okuyucunun ruhundan alan şiirlerdir.” Ona göre şiir, bir “duyarlık” tır. Müzikle söz arasında, sözden daha çok müziğe yakın ortalama bir dildir. İnsanoğlunun adım adım yaşlılığa doğru ilerleyişini dile getiren “Merdiven” şirini hatırlarsınız:
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak…
Sular sarardı…yüzün perde perde solmakta
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta…
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
Bu bir lisân-ı hafîdir ki rûha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…
1883 yılında Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yer alan Bağdat’ta doğdu. Öz şiirin (saf şiir) büyük ustalarından Ahmet Haşim, 1908 Meşrutiyet’inden sonra adını duyurmaya başladı. Cumhuriyet dönemine kadar, edebî topluluklarda göründü, şiirlerini bu toplulukların çıkardığı dergilerde yayınlandı. Daha sonra sembolizm doğrultusunda saf şiiri arayan tutumuyla, kendine özgü bir şair olarak tanındı. Cumhuriyet döneminde dilini gittikçe sadeleştirdi. Sonbahar adlı şu dörtlüğünü okuyalım:
Bir taraf bahçe, bir taraf dere
Gel uzan sevgilim benimle yere
Suyu yakuta döndüren bu hazan
Bizi gark eyliyor düşüncelere…
Bilinen ilk manzumesi “Leyâl-i Aşkım” 1901’de “Mecmua-i Edebiyye”de yayınlandı. Bu dönemde Muallim Naci, Abdülhak Hâmid, Tevfik Fikret ve Cenap Şahabettin’in tesiri altında kalmıştır. Son sınıfta iken Fransız şiirini ve sembolistleri tanıdı. Bundan sonra kendi şahsiyetini gösterdi ve ilk şiirlerini kitaplarına almadı. 1905-1908 yılları arasında yazdığı ve daha sonra Piyâle kitabına aldığı “Şii’r-i Kamer” serisindeki şiirleri hayal zenginliği, iç ahenkteki kuvvet ve büyük telkin kabiliyeti ile dikkat çekti ve beğenildi.
1909’da kurulan Fecr-i Ati topluluğuna girmiştir. “Edebiyatı ideolojinin değil, estetiğin emrine vermek” prensibinden hareket eden Fecr-i Ati topluluğunun yayın organı olan Servet-i Fünûn dergisinde şiirleri yayımlanmıştır. Servet-i Fünûn Edebiyatına yapılan hücumlara makaleleriyle katılmıştır. Türk sembolistlerinin öncülerindendir. 1911’de yayımlanan Göl Saatleri adlı şiirleriyle haklı bir şöhret kazanmıştır. Fecr-i Ati topluluğu dağıldıktan sonra siyasî ve edebî akımların dışında kendisine has bir şiir ve nesir anlayışının tek temsilcisi olarak kalmıştır. Milli Edebiyat döneminde eser vermeye devam eden sanatçı, Yahya Kemal’le birlikte “saf (öz) şiirin” de en önemli temsilcisi olur.
Türk edebiyatında “Saf Şiir” (Öz Şiir) eğilimi Ahmet Haşim’in “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar” adlı makalesiyle (Türk edebiyatında ilk poetika örneği kabul edilir.) başlar. Sanatın bir form sorunu olduğuna inanan bu şairler için önemli olan iyi ve güzel şiir yazmaktır. Bu ise;
Ahmet Haşim, çeşitli sebeplerle Paris’e ve Frankfurt’a yaptığı gezilerini, bir dizi hatıralarda değerlendirdi. Frankfurt Seyahatnamesi’ni yazdı. Aslında şiirleri kadar nesirleri de güçlüydü Ahmet Haşim’in…
Onun edebî söyleşi ve hatıralarını bir araya getiren Bize Göre adlı eserini yayınladığı zaman, tanınmış edebiyatçı Abdülhak Şinasi Hisar, şu cümleleri yazmaktan kendini alamamıştır: “Ahmet Haşim’in ince, zarif, nükteli, sanatlı, işlenmiş kadife gibi yumuşak ve açılmış çiçekler gibi olgun nesrini övmek için ne söylense belki az gelir. Ekseriyetle pek zeki ve bazen de için için müstehzi olan bu nesir gerçekten ne güzeldi. Ahmet Haşim bunlarla “Bize Göre” hisler ve fikirler yazmıştı…”
Böyle söylüyordu Hisar.. “Bize Göre” adlı eser gazetelerde parça parça yayınlandıktan sonra birkaç kez kitap hâline getirildi. Onun bu eserinden Gazi başlıklı bir bölümünü birlikte okuyalım:
“Yeni harflere dair ilk defa fikir teatisi için Dolmabahçe Sarayı’na davet edilenler içinde Gazi’yi bizzat görmeye gidenlerden biri de bendim.
Heyecanım çoktu.
Fotoğraf adresine zerre kadar itimadım yoktur. Bundan dolayı, fotoğraf âletinin keşfiyle “portre” ressamının vazifesine nihayet bulmuş gözüyle bakanlara hak vermek bence müşküldür. Şekil ve madde, ışığın akislerine göre her an değişir. Bu itibarla hiçbir çehrenin, vasıfları belirli, bir tek görünüşü yoktur. Fırça sanatkârı, resmedeceği çehre üzerinde, uzun müddet hayatın iniş çıkışını gözlemek ve onu birçok değişikliklerinde tespit etmek suretiyle, nihayet gerçek hüviyetin gizli hatlarını sezmeye ve görmeye muvaffak olur. Fotoğraf, bu zihnî tahlil ve terkip kudretine sahip değildir. Onun için, hassas cam üzerinde beliren şekle bir vesika kıymeti izafe edilemez.
Gördüğüm fotoğraflara göre biraz şişman, biraz yorgun, biraz hatları kalınlaşmış bir vücutla karşılaştığımı zannederken, kapıdan bir ışık dalgası hâlinde giren teksif edilmiş bir kuvvet ve hayat tecellisi ile birden gözlerim kamaştı: Göz bebekleri en garip ve esrarengiz madenlerden yapılmış bir çift gözün, mavi, sarı, yeşil ışıklarla aydınlandığı asabî bir çehre… Yüzde, alında, ellerde bir sıhhat ve bahar rengi… Muntazam taranmış, noksansız, sarı, genç saçlar… Bütün zemberekleri çelikten, ince, yumuşak, toplu, gerilmiş, genç ve taze bir uzviyet.
Altı yüz senelik bir devri bir anda ihtiyarlatan adamın çehresi, eski ilâhlarınki gibi, iğrenç yaşın hiçbir izini taşımıyor. Alevden coşkun bir nehir hâlinde, köhne tarihin bütün enkazını süpüren ve yeni bir âlemin meydanına gelmesine yol açan fikirler kaynağı başı, bir yanardağ zirvesi gibi, taşıdığı ateşe kayıtsız, mavi gök altında, sesiz ve gülümseyerek duruyor!
Kendi yarattığı şimşekli bulutlardan, fırtınalardan ve etrafına döktüğü feyizli çağlayanlardan yegâne müteessir olmayan, meğer onun genç başı imiş!
O günün benim için en büyük nimeti, o efsanevî başı yakından görmem olmuştur.”
Nesirleri de, şiirleri kadar süslü olan Ahmet Haşim Frankfurt Seyahatnamesi adlı eserinde, Batı’nın ilgi çekici görünümleriyle tablo çizer. Bu gezi sırasında böbreklerinden rahatsızdır. Yurda döndükten bir süre sonra 4 Haziran 1933’ te, Kadıköy’ündeki evinde hayata gözlerini kapar.
Ahmet Haşim’in Bize Göre ve Frankfurt Seyahatnamesi adlı eserlerin yanında Gurabahâne-i Lâklâkan adlı nesir denemelerini içine alan bir eseri daha vardır. Şiirleri; Piyâle ve Göl Saatleri adlı eserlerde toplanmışsa da, bu iki kitaba girmeyen ilk şiirleri, son yıllarda yeniden yayınlanmıştır. Eserleri;
Şiirleri
Göl Saatleri (1921)
Piyale (1926)
Bütün Şiirleri (1987)
Fıkraları
Gurabahane-i Laklakan (1928)
Bize Göre (1928)
Gezi Yazısı
Frankfurt Seyahatnamesi (1933)
Hilmi Yücebaş’tan Abdülhak Şinasi Hisar’a kadar çok ünlü yazar ve şairler Ahmet Haşim hakkında eserler yazmıştır. Bu nedenlerle;
Ahmet Haşim; Anadolu aydınlığında Kültürümüzün Yıldızları arasında saymak gerekir.
Ahmet Haşim, Anadolu aydınlığında, ışıl ışıl yanan, süslü bir biblo gibidir şiirleriyle. İnce, nârin, hassas…
Yazımızı onun Parıltı adlı şu güzel, şu pırıl pırıl ışıklı şiirleriyle tamamlayalım…
Âteş gibi bir nehr akıyordu
Ruhumla o ruhun arasından,
Bahsetti derinden ona hâlim
Aşkın bu onulmaz yarasından
Vurdukça bu nehrin ona aksi
Kaçtım o bakıştan, o dudaktan,
Baktım ona sessizce uzaktan,
Vurdukça bu aşkın ona aksi…
Ali Alper ÇETİN
Araştırmacı
alialpercetin@hotmail.com
Kaynakça:
www.diledebiyat.net
www.edebiyatogretmeni.org
Mehmet Önder: Anadolu’yu Aydınlatanlar, Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, 1998 Ankara
Ahmet Özdemir: Ahmet Haşim Hayatı, Sanatı, Eserleri, Boğaziçi Yayınları, 1.Basım, İstanbul 1997