Yiğit bir Türkmen Aşireti: CERİTLER (CERİDLER)

Yiğit bir Türkmen Aşireti: CERİTLER (CERİDLER)

ABONE OL
Aralık 8, 2023 19:05
Yiğit bir Türkmen Aşireti: CERİTLER (CERİDLER)
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Ali Alper ÇETİN

Çukurova’da… Kırıkkale’de, Keskin’de, Ankara’da İç Anadolu’da bir bozlak yankılanır:

Cerit Irakka’dan sökün edince

Açılsın Urum’a yolu Cerit’in

Silsüpüroğlu Fettah Beğ de ölünce

Kırıldı kanadı kolu Cerit’in

 

Bir zamanlar Oyma Ağaç’ta kalalım

Toplansın aşiret sonun alalım

Konuşalım bir karara varalım

Esiyor serimde yolu Cerit’in

 

Yüz atlınız daim ileri gitsin

Sağına soluna çok dikkat etsin

Piliçka (rüşvet, avanta) vermeden menzile yetsin

Bozulmadan gitsin ili Cerit’in

diyerek inletir koyakları…Ozan Kul Yusuf’tan dökülür bu bozlak…[1]

Türkmenlerin Cerit oymağı sürgün yıllarını tamamlamış, Halep’in Rakka yöresinden Çukurova’ya ve oradan da Toroslara doğru hareket etmiştir. Rakka sürgünü, aşirette de çok derin izler bırakmıştır…. Şimdi yayla (yaylak) zamanı gelmiştir. Avşarlar, Tecirliler de onlarla birlikte yayla yolunu tutmuştur…

Kimdir Bu Ceritler?

Cerid kelimesinin anlamı hakkında çeşitli sözlüklerde farklı anlamlar verilmektedir. Cerid; yiğit, cesur, ata iyi binen, at oyunlarında usta, cirit atan, eli çabuk, becerikli, sopa, kuru hurma dalı, cirit sopası, “kuru verimsiz toprak” gibi anlamlara gelmektedir. Yaygın bilinen ise “cirit atan” anlamıdır. Binicilik aşiret hayatında çok önemli yer tutmaktadır.

Cerit Türkmen aşiretlerinin, Oğuzların 24 boyundan Beydili (Beğdili) boyuna mensup oldukları bilinmektedir. Beydili Boyu, Anadolu’ya geldikten sonra Urfa Karacadağ bölgesine yerleşmiş, Osmanlı hâkimiyetine girdikten sonra Dulkadirli Türkmenlerini (Ulusu) oluşturan boyların arasında yer almıştır. Dolayısıyla Cerit aşireti, XIV. yüzyılda Dulkadirli Türkmenlerini oluşturan boylar arasında isimleri zikredilmektedir.[2]

Ceritlerin soy kökü ise Oğuzların Bozok koluna (Bozulus) bağlı olduğu bildirilmektedir. Yerleştikleri yer olarak da Dulkadir Beyliğinin sınırları içi olduğu değişik kaynaklarda belirtilmektedirDulkadir veya Zülkadriye denen yer 1831 yılında Maraş adını almıştır.

XVII. yüzyıldan itibaren Türkmen aşiretlerinin iskân bölgesi olan Çukurova’da konar-göçer hayat tarzı sürdüren birçok Türkmen aşireti vardı. Bölgenin bugünkü yapısı içinde varlıklarını koruyanları göz önüne alırsak bu aşiretlerin belli başlıları şunlardır: Cerit, Avşar, Tecirli (Tacirlu), Bozdoğan, Sırkıntılı, Varsak ve Ulaşlı.

Ceritler, Dülkadirli Beyliğine bağlı görünmektedir. Cerit Türkmenleri aşiretine bağlı oymak ve obalar yaşadıkları yer ve zamana göre çeşitli isimler alıyordu. Cerit aşiretinin Dülkadirli Beyliğindeki ana kolunun Bayır-Cerid, Kara-Hasanlı, Oruç Gazilu ve Mamulu isimli obaları vardı. Boz-Ulus arasında yaşayan Ceritler ise Sultan Hacılu adını taşıyordu.

Çukurova Bölgesinde kurulmuş bugünkü Cerit Türkmen köylerinde yaşayan yaşlılardan edindiğimiz bilgilere göre; Ceritler çok eski zamanlarda Baykal gölü kıyısında yaşarlarmış. Kuraklığın baş göstermesiyle birlikte ırmakların suları azalınca, hayvancılıkla uğraştıkları için elverişli bir yer aramaya başlamışlar, konar-göçer sürüleriyle Anadolu yaylalarına gelmişler. Bilinen ve hatırlanan ilk dolaşım alanları Rakka ile Çukurova (kışlak) ve Binboğa Dağları (yaylak) olmuştur. Daha sonra Cerit Türkmenleri Çukurova’nın Ceyhan ırmağı kıyısına, Ceyhan-Kadirli-Osmaniye ovasına yerleşmişlerdir.

Orta Asya’dan kuraklık sebebiyle göç ederek Ceyhan Irmağı kıyısına gelen Ceritlerin o dönemde geçim kaynağı hayvancılıktan ibarettir. XIX yüzyılda sadece ikiyüz çadırlık Cerit Türkmen aşiretinin otuzyedibin koyuna, otuzbeşbin keçiye ve yirmibeş bin sığıra sahip olduğunu, Osmanlı’nın Tapu Tahrir defterlerinden biliyoruz. Hayvancılığa çok elverişli olduğu için Çukurova’ya yerleşmişlerdir. Yurt tutma sebebiyle de Cerit-Avşar kavgaları başlamıştır.

Anadolu’daki Türkmen oymaklarından “Cerit” aşiretini, diğer bir deyişle Ceritlerin yaşam biçimleri, örf ve adetleri, gelenek ve görenekleri inceleyip, ayrıca Ceritlerin sözlü geleneklerinden de manzum olarak bahsedeceğiz. Ceritler 1692 yılında Urfa ve civarında yaşamış, 19. yüzyılda Anadolu’nun çeşitli yerlerin de iskânları (Osmanlının dayatması, zoraki) tamamlanmıştır. Fırka-ı İslâhiye. Islah Ordusu…

Orta Asya’dan gelip Anadolu’yu yurt tutan 230 oymak1500’u aşiret ve 5800‘ü de cemaat olmak üzere 7230 dolayında Türkmen oymak, aşiret ve cemaat bulunmaktadır. Kırşehir ve yöresini yurt tutmuş irili ufaklı 450 Türkmen aşiretinden biride Oğuzların Bozok koluna mensup Beydili (Beğ-dili) boyudur. Dulkadirli Beyliğini teşkil eden cemaatlerin çoğunluğu Bayat, Avşar, Cerit ve Beydili boylarından idi. 1520 – 1570 tarihlerinde Beydili, aralarında Ceritlerin de olduğu birçok obayı barındırmaktadır.

Anadolu’ya geldikten sonra şimdiki Şanlıurfa’nın Karacadağ yöresinde ilk önce Akkoyunlu devletine, daha sonra da Dulkadir Beyliğine bağlı olan Beydili, Bozulus’un 1613 yılında dağılması üzerine, bir kolu Gaziantep, Maraş, Kayseri üzerinden, diğer bir kolu da Toroslardan Adana, Karaman, Aksaray’ı takip ederek Kırşehir merkez olmak üzere tekrar Orta Anadolu’ya ulaşmışlardır[2].

Ali Rıza Yalgın Cenupta Türkmen Oymakları Cilt:2’de Cerit aşiretlerini;

“Cerid ve Tecirli aşiretleri, Dulkadir Türkmenlerini oluşturan boylardan ikisi olup, Maraş-Antakya taraflarında dolaşmaktadırlar. XVI. yüzyıl sonlarında Çukurova’da kışlamaya başlayan Cerid ve Tecirliler, gerek kışlaklarında gerekse yaylaya gidiş dönüşlerinde çevreye büyük zarar vermeye başlarlar. Bu nedenle Osmanlı idarecileri, XVII ve XVIII. yüzyılda bu iki aşireti iskân etmek için büyük gayret gösterirler, fakat başarılı olamazlar. XIX. yüzyıl ortalarında Cerid ve Tecirli aşiretlerinin sebep olduğu problemler ve devletin iskân teşebbüsleri devam eder. Bilhassa 1855-1865 yılları arasında Osmaniye’de iskânları için bir hayli gayret gösterilir. Kısmî başarı elde edilse de, özellikle Tecirli aşiretinin zararları önlenemez. Nihayet 1865 yılında Fırka-i Islahiye adı verilen ve İstanbul’da hazırlanan bir ordu Çukurova’ya gönderilir. Fırka-i Islahiye bölgedeki göçebe aşiretleri iskân ederek devlet otoritesini yeniden sağlamıştır. Bu iskân faaliyetleri sırasında Cerid ve Tecirli aşiretleri “kadim kışlakları” olan Osmaniye, Ceyhan ve çevresine yerleşmek zorunda kalırlar. Yaylaya çıkmaları yasaklanarak, köyler inşa ettirilir ve çiftçilik yapmaya mecbur bırakılırlar. Günümüzde Osmaniye-Ceyhan-Kadirli-Düziçi bölgesinde yaşayan nüfusun büyük kısmı Cerid ve Tecirli Türkmenlerine mensuptur.” diye anlatır. [3]

Prof. Dr. Faruk Sümer, Türk tarih Kurumları, İçtimai Hayat eserinde;

Ceridler de Tecirliler gibi Akkoyunlu boyuna bağlı bir aşirettir. Anadolu’nun birçok yerine dağılmış olan Ceridlerin büyük çoğunluğu Ceyhan nehri kıyısında Tecirli aşireti ile aynı yerde kışlayıp yazın Elbistan, Zamantı ve Uzunyayla taraflarına çıkarlardı. Nehrin doğu tarafı Cerit ve Tecirli aşiretinin hâkimiyetinde idi. 19. Yüzyılda 1200 çadır civarında olan Ceridler 14 obadan meydana geliyordu. Bu obaları sayacak olursak: Tararlı, Altıgöz, Azizli, Bekirli, Veysiye, İmran, Hamdilli, Değirmendere, İseli, Hürüuşağı, Cihanbekirli , Almagölü, Yalak, Mustafabeyli.

Bu Ceritlerden başka, ayrıca Keskin kazasında ve Kırşehir’de Silsüpür Ceridi, Maraş’ta ise Kuşçu Ceridi ve Çağlayan Ceridi bulunuyordu. Gâvurdağı civarındaki Ceridler de Tecirli aşireti gibi Baçburnu civarında köyler ve haneler oluşturularak iskân edilmişler ve zirai üretime başlamışlardır. [4]

Çukurova’nın her yerinde ise “Ben Cerit’im” diyenlere rastlanır. Ama onların yoğun olarak yaşadıkları köyler, Ceyhan ilçesi kuzey kıyılarındaki köylerdir. Cerit Aşireti’nin yaşlılarının hafızalarında kalan bir hatıra vardır: –Bizler Horasan’dan göç ederek gelmişiz.. Horasan’dan göç etme olayının tarihini kimse tam olarak bilemez. Orta Asya’nın İran’a bakan sınır bölgesinin de adıdır Horasan… Kısa boylu, hızlı kaçan Arap atları ile yapılan göçlerde “at oyunlarını” en iyi bilenler olduğunu da düşünebiliriz.

Ceritler, Anadolu tarihinin gündemine Dulkadirli Türkmenleri içine Yörük topluluğu olarak girdiler. Moğol saldırıları esnasında Suriye sahillerine sığınan onbinlerce çadırlık Bozok’lu Türkmenler içinde Ceritlerde vardı. Dulkadir beylerinin l290’lı yıllarda Elbistan’ı ele geçirerek kendi beyliklerinin temellerini atmaları, daha sonra da Maraş’ı ele geçirip büyümeleri arkasından da Memluklu Devleti’nin beraberlerinde Halep Türkmenlerini de alarak “Ceyhan nehrini fetih” politikalarını yürürlüğe koymaları üzerine Çukurova’yı Ermenilerden ele geçirmek için kanlı mücadeleler başladı. 1340 ve 50’li yıllarda Ceyhan nehri sahilleri, Tell Hamdun olarak da bilinen Toprakkale Türkmenlerinin eline geçti. Çukurova’nın ortayeri Sis-Anavarza, Toprakkale 14. yy ortalarında Dulkadirli ile Ramazanlı arasında adeta sınır gibiydi. Çukurova’nın kuzeyini Bozoklar, güneyini de Üçoklar’dan Yüreğir Bey ve kendisine bağlı aşiretler ele geçirdiler.

1975 yılında İstanbul’daki Osmanlı Arşivi’ne araştırmalar yapan Tarihçi Cezmi yurtsever şöyle anlatıyor;

“998 no’lu Anadolu’nun bu arada Maraş ve Adana yöresi aşiretlerinin kayıtlarının yer aldığı defter önüme geldiğinde ne kadar heyecanlanmıştım. Koyu sarı kağıtlar üzerinde parlayan simsiyah mürekkep yazıları…Ve kağıtların kenarlarında beliren kahverenkli benekler, defteri kaplayan siyah deri cilt nerede ise 500 yıl gibi uzun bir zamandır bilgilerin yok olmamasını sağlamıştı. 1530 yılında yazılan defterdeki bilgiler Adana ve Maraş bölgesinin sosyal yapısını aydınlatıyordu. Aynı defterin 451 ve 452’ sayfalarında yer alan Cerid Taifesi (obalar topluluğu) yanında Zülkadir yörükleri oldukları da belirtilmişti. Yörük, mevsim şartlarına göre devamlı hareket eden… Kış aylarında daha ılıman buldukları Çukurova’ya, Anavarza dağı eteklerine, Ceyhan nehri kıyısına inen… Yaz bahar ayları geldiğinde Andırın veya Kozan dağlarından Toros dağlarının serin sulu yaylalarına göç eden insanlar… Onlar için “konar-göçer” tabiri de yapılır. Çobanlarının kepenekleri, develerinin çanları, köpeklerin boyunlarına takılan tasmalar, güzellerin başlarına taktıkları akçalı pul pul paralar, aynalı kemerler… Bazan dokuz direkli, ünlenmek içinde kırk direkli olarak yapılan aşiretin bey çadırı… Avlanmak için kafeslerde tutulan keklikler… Oklar, kılıçlar, kargılar, cidavlar… Kadınların “ekmek yaptıkları eta’lar… Velhasıl davarları, köpekleri, insanları, atları ile göç yapan Ceritler’in göçüne 54 oba, 1636 nefer katılıyordu. Göç esnasında din hizmetlerini sürdüren 5 İmamları, devlet ile ilişkileri sürdüren 9 muhtarları (kethüdalar) vardı. O günlerin Maraş ve Adana kanunnameleri (yasalar) de Yörüklerin, Türkmenlerin, köylülerin ilişkilerine göre düzenlenmişti.” Davar tahıla girerse ne olur? Sorusuna cevap arayan kadılar, gerekli deliller ve şahitler huzurunda zarar ziyanı hesap ettirir, sahibine de ödetirdi.

Cerit yörüklerinin oba isimleri deftere şöylece kaydedilmişti: Kocahacılı, Bağlular, Diğerbalı, Keçili, Arbanlı, Tabaklı, Zeytinli, Küçükhacılı, Sofuluoğlu, Sultanhacılı, Kulak, Cerid (Küçükkuzgun köyü), Delili, Kamalı, İbişli, Dalkılıç, Söylemezli, Sarıoğlu, Koşmazlı, Karamallı, Zekirbalı, Karlak, Arbanlı, Bozatlı, Ferşuran, Şeyhfehimler, Ceridbayır, Diğerbayır Ceridi, Turali, Ferişderenli, Bayramlı, Bağzablı, Karahasanlı, Baraklar, Sablı Hacı, Ceridler, Almalı, Maskaroğlu, Küçükalioğlu, Çekim, Katipoğlu, Arablı, Çeldemli, Gökkadını, Dedehacılı, Şekerbeyoğlanları, Çandarlı, Kondurlu, Veledan… Devlet hesabına da her yıl 83220 akça vergi vereceklerdi. Ceritler, hangi Oğuz/Türkmen boyundan olduklarını unutmuşlardı. Sadece yaylak, kışlak yurt yerleri arasında konup göçüyorlardı… Ve onlara da Yörük deniliyordu.[7]

XIX. yüzyılda Çukurova bölgesi, göçer aşiretlerin kışladığı, şehirlerde yaşayan ailelerin hâkim olduğu devlet otoritesinden yoksun bir vaziyete gelmiştir. “Tanzimat Dönemi” politikalarının gereği olarak merkezi otoritenin güçlendirilmesi, vergi ve asker alımının düzenlenmesi, ayanların ortadan kaldırılması, konar-göçer aşiretlerin iskân edilmesi gibi faaliyetler yapılmıştır. Özellikle göçebe aşiretlerin iskânı devletin önemle ele aldığı konulardan biridir. Aşiretlerin iskânını gerektiren temel sebepler, onların vergilerini ödememeleri, askerlik hizmetini yerine getirmemeleri, yaylaya gidip gelirken yerli ahaliye verdikleri zarar ve ziyanlar, birbirleri ile olan mücadeleleri gibi önemli hususlardı. Ayrıca yol kesme, hırsızlık, gasp, adam öldürme, ekinliklere ve zirai alanlara verdikleri zararlar nedeniyle bulundukları bölgenin asayiş ve emniyeti tehlikeye düşürmektedirler. Ülkenin en verimli arazileri terk edilmiş durumdadır ve buralarda aşiretler başıboş dolaşmaktadır.   Göçebe aşiretler bu boş arazilere yerleştirilerek buralar “şenlendirilecek”, devlet otoritesi tesis edilmiş olacaktır.

Aşiretlerle ilgili bir başka sorun, Kırım ve Kafkas muhacirlerinin, Cerid ve Tecirli’nin yaylak ve kışlaklarına yerleştirilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Kafkasya’dan göç eden bir bölük Nogay muhaciri Ceyhan yakınlarına yerleştirilir, bu ise aşiretlerle Nogaylar arasında çatışmaları beraberinde getirir. Aynı şekilde Göksun taraflarına, Ceyhan’a Çerkezler yerleştirilir. Oysa buralar Cerit ve Tecirlinin yaylakları olduğundan iki taraf arasında kanlı olaylar yaşanmaya başlar. Aşiretler arasında hırsızlık, öldürme gibi olaylar eksik olmamaktadır. Ceyhan Nehrinin sağ tarafında bulunan Afşar ve Bozdoğan aşiretleri nehrin sol tarafındaki Tecirli ve Cerid aşiretleri ile her zaman mücadele halindedir. [6]

Yerleşik düzene geçmiş halkın şikâyetleri üzerine 1690-1691 yılında Beydili boyu, bütün obaları ile birlikte şimdiki Suriye bölgesine sürülmüşlerdir. Rakka bölgesindeki köyleri harap eden yağmacı Tay ve Urban Araplarına karşı Anadolu’daki Beydili obalarını Belih ırmağının Harran altındaki Akca-Kale’den Rakka’ya kadar uzanan bölgeye yerleştiren Osmanlı; Beydili ile diğer birçok oymakları da Urfa’nın doğusundaki Colab ırmağı kıyıları ile Boz-âbad ve Urfa’nın diğer bölgelerine yerleştirdi. Böylece kendisine boyun eğmeyen bu Türkmenlerden kurtulmuş oldu.

Musacalu, Cerid, Avşar, Köşekli, Boynuinceli ve Karacayurt Türkmen oymakları da bunlar arasındaydı. Devlet sert ve ciddi tedbirler almasına rağmen, bütün bu oymaklar aynı yıl içerisinde Anadolu’ya geri kaçtılar. Çünkü bu bölgeler, Türk oymaklarının yerleşebileceği Anadolu’daki serin yaylaların coğrafi yapısında bir yer değildi. Toprağı verimsiz kuru ve susuz olduğu gibi, kavurucu çöl sıcaklarının hüküm sürdüğü bir yerdi. Rakka bölgesi Arap kabileleriyle Türkmenler arasında geçen savaş türküleriyle dolu olduğu gibi, Türkmen oymaklarının adeta bir sürgün yeri idi.

Bu sürgünde en büyük ızdırabı Beydili ve ona bağlı oymaklar çekmiştir. Yine bu olaya dair acı hatıralar, Kırşehir başta olmak üzere Keskin yöresinde hâla yaşatılmaktadır. Aşağıdaki bozlak bunun acı bir kanıtıdır:

Toplandık aşiret geldik Colab’a

Başmızda esen boran değil mi?

Şahin Bey, Karaca konduk yanyana

Hacı Ali’nin yurdu Seylan değil mi?

 

Urumdan öteye yığnak düzüldü

Aşiretler isim isim yazıldı

Koca Berk Ağa’nın bendi bozuldu

Cerit onu tozlu duman değil mi?

 

Kurt Karaca Ulaşlı’nın beyine

O da kondu Şahin Bey’in sağına

Firkat girdi Ağca-Kale dağına

Yusuf Paşa cana kıyan değil mi?

 

Misis’ten göçünce Irakka yolu

Anavarza üstü Bayındır eli

Perişan düştü de koca Beğdili

İstanbul belimiz kıran değil mi?

 

Süleyman’ım haymalarım kurulsun

Çekilsin sancaklar aşret derilsin

Gündeşlioğlu destan olsun çığrılsın

Firuz Bey’in yurdu Ören değil mi?

1696’da ikinci kez Rakka’ya sürgün edilen Türkmenler, şimdiki Suriye çöllerinin sıcağına dayanamayıp tekrar Anadolu`ya geri kaçtılar. Rakka beylerbeyi Ahmed Paşa Türkmenlerle baş edemeyince görevinden alındı ve Bozok-Çorum Sancak beyliğine atandı. Rakka valiliğine “Başkomutan” payesi verilen Anadolu müfettişi Yusuf Paşa tayin edildi.

Yusuf Paşa, büyük bir askeri birlikle yerlerini terk eden Türkmenleri Rakka’ya geri göndermek için harekete geçti. Yusuf Paşa,   Kadıoğlu namıyla bilinen Kürtlerden Bektaş Bey’in oğlunu Türkmenlere gönderip “Rakka’ya iskân giderlerse ne ala, gitmezlerse padişahtan gelen ferman gereği hepsinin kılıçtan geçirileceğini” bildirdi.

Rakka’ya iskân edilmeyi reddeden Beydililer düzenli Osmanlı ordusunun üzerlerine geldiğini görünce direnmek için isyan ettiler. Yusuf Paşa’nın kuvvetleriyle savaştılar. Beydiliye destek veren Mamali aşiret reisi Deveci Ali ile Paylı namıyla bilinen Rişvanli Halil Bey’in arasına nifak sokan Yusuf Paşa, Payli Halil Bey’e Mamali aşiret reisi Deveci Ali’yi tuzağa düşürtüp öldürttü. İç çekişmelerden zayıf düşen Beydili aşireti Yusuf Paşa’ya yenildi. 17 yy. Türkmen aşiretleri arasında yaşayan Ozan Budala bu olayı bir bozlakla dile getirmiştir:

Seksen bin haneyle isyan edince
Anadolu benim dedi Beğdili
Kadoğluyla Yusuf  Paşa gelince
Paylı Mamalı’yı vurdu Beğdili

Kara bayrak salak kanlı salaca
Aşiretin ucu vardı Maraş’a
Yetişti imdada beğ Kurd Karaca
Zor ile yollara durdu Beğdili

Davullar döğündü çekildi sancak
Koç yiğit atına bağlandı ponçak
Deveci Ali öldü kırıldı kolcak
Eylenip Colap’ta kaldı Beğdili

Ali Beyim on batman gürz atardı
Kurd Karaca bir orduya yeterdi
Cerid Bekir al kanlara katardı
Nice alayları yardı Beğdili

Suluca Karahöyük belli yurtlan
Aldı beni Beğdili’nin dertleri
Çöle düştü Beğdili’nin kurtları
Rakka çölünün kurdu Beğdili


Taylı uğrun uğrun çaldı kalemi
Urbanoglu Yusuf Paşa gulamı
Beğdili’nin name tuttu alemi
Zorunan Rakka’ya vardi Beğdili

Budala’m der ne olacak hâlimiz
Ara yerde telef oldu elimiz
Bundan sonra Rakka’dır yolumuz
Rakka’ya sürgün oldu Beğdili

Ahmet Cevdet Paşa, Çukurova için;

“Her tarafından kalkıp uçan turaç kuşları ve ceylan sürüleri bu kuş cennetine letâfet verirdi” diyor. Hatıralarında böyle anlatıyor.

Ahmet Cevdet Paşa, Kozan’dan Uzunyayla’ya kadar olan bölgeye “Şarki Kozan” (Doğu Kozan), Kozan’dan Adana’ya kadar olan bölgeye de “Garbi Kozan” (Batı Kozan) diyor.

Doğu Kozan, Kozanoğlu Yusuf Ağa’nın yönetimindedir. Koca Osmanlı ordusu Derviş Paşa’nın yönetiminde Türkmenler’i ıslah ve iskân etmek için ta İstanbul’dan Çukurova’ya gelir. Fakat halkı kavgaya teşvik eden aşiret beyleriyle pazarlık yapmak zorunda kalır; Kozanoğlu Yusuf Ağa 2500 akçe aylıkla Maraş’ta kalmak ister. Daha sonra bu istekten vaz geçer. Sivas’a gitmek ister, oğlu Ali Bey’in de Mekteb-i Harbiye’ye (Harp Okuluna) alınmasını şart koşar. Yusuf Ağa’nın tüm bu istekleri Derviş Paşa tarafından kabul edilir.

Ama Yusuf Ağa yine de isyan eder, sonunda hile ile yakalanır, hapse atılır. Yusuf Ağa gece hapisten firar eder. Sonunda askerler tarafından vurularak yakalanır ve yaralı yaralı idam edilir.

Avşarlar Yusuf Ağa’ya Yusuf Paşa diyor. Gerçekten bu bozlak büyük bir kavga sonunda söylendiği belli olmaktadır. Aşiretin de çok perişan bir durumda olduğu da bu bozlak da açıkça görülmektedir.

Dadaloğlu ise Yusuf Paşa ile kavgayı şöyle dile, tele döküyor:

Aşağıdan Yusuf Paşa’m geliyor
Düşmanına karşı koyan mert olur
Şahin kocasa da vermez avını
Aslı kurt yavrusu gene kurt olur 
(Aslı kurttur, Kurt eniği kurt olur)

Arap atlar yağma oldu arada
Fitiller işliyor azgın yarada
Bana derler ne gezersin burada
Ölene dek yüreğimde dert olur

Küheylanım yedim yedim yederler
Olanca malımı talan ederler
Heves güves yaptırdığım odalar
Korkarım ki düşman konar yurt olur

Dadaloğlu der ki göründü dağlar
Aşiret kavgasın görenler ağlar
Ben de öldüğüme kayırmam beyler
Zalim düşman üstümüze mert olur

Bozlak da adları geçenlerin dışında, bu dönemde Beydili içindeki obaların başında tespit edebildiğimiz şu beyler bulunuyordu. Firuz Beyoğlu Şahin Bey, Cafer Bey, Kenan Bey, Kurd Bey, Ömer Bey, Hasan Bey, Murtaza Bey, Ganem Bey, Karakoyunlu Battal Bey. İsyanın elebaşıları olduğu bildirilen Otuz Türkmen beyi idam edildi. İdam edilenler arasında Şahin Bey’in olduğunu Şık Süleyman şu mısralarla dile getirmektedir.

Yusuf Paşa tuğlu fermanlı vezir

Sâf tutmuş ordusu emrine hazır

Bağlandı derbentler bulundu kusur

Uyan Şahin Beyim dön bak ardına

Hoyrat girdi aslanların yurduna

 

Duman almış şu görünen dağları

Zalim kırmış goncaları gülleri

İpe gitti obaların beyleri

Uyan Şahin Beyim dön bak ardına

Hoyrat girdi aslanların yurduna

 

Hilebaz feleğin bize mi kasti

Aslana sığar mı tilkinin postu

Aşiret direği kara gün dostu

Uyan Şahin Beyim dön bak ardına

Hoyrat girdi aslanların yurduna

 

Rakka’dan Colab’a döküldük yola

Kesilen kelleler gelmiyor dile

Suçumuz ne idi sürüldük çöle

Uyan Şahin Beyim dön bak ardına

Hoyrat girdi aslanların yurduna

 

Süleyman’ım ne olacak hâlimiz

Urumeli bekler oldu yolumuz,

Kırıldı belimiz Firuz Beyimiz

Uyan Şahin Beyim dön bak ardına

Hoyrat girdi aslanların yurduna

Bazı Türkmen beylerini yanına çeken Yusuf Paşa, Beydilileri önüne katarak mal, yiyecek ve davarlarıyla birlikte tekrar Rakka’ya sürgün eyledi. Halk bu konuda şöyle bir destan anlatır.

Türkmen beyleri kılıçtan geçirilmiştir. Bu sırada kocası öldürülen Beydili aşiret reisinin hanımı üçüz oğlan doğurmuştur. Çocukların öldürüleceğinden endişe duyan kadın, sürgüne gitmeden önce çocukları dağdaki bir mağaraya götürür bırakır. Bir kaç yıl sonra Beydili aşireti, sürgünden eski yurtlarına döner. Kadın, hizmetçisi kadınla birlikte çocukları bıraktığı mağaraya gider, gördüğü manzara karşısında gözlerine inanamaz. Üç oğlu da ellerinin başparmağını emerek sıhhatli bir şekilde yaşamaktadır. Çocukların kimler tarafından korunup beslendiğini öğrenmek isteyen kadın, bir kenara gizlenir beklemeye başlar. Gün batarken bir kurt ağzında yiyecekle gelir ve çocukları besler. Üç oğlunu alıp çadırına dönen ana, karayağız kıllı oğluna Kurd Karaca, ince uzun sırım gibi oğluna Cerid, kafası iri boynu ince oğluna da Boynuince diye isim verir. Daha sonra Türkmen obaları içinde bu üç kardeşin obaları; ‘Boynuinceli’, ‘Karacakurd’ ve ‘Cerid’ olarak anılır. Konumuz olan Ceritler’in soyunun bu koldan geldiği söylenir. Ozan Kul Sadun, Rakka’dan Anadolu’ya gelenlerden aşiretleri şöyle sual eder.

Rakka çöllerinde gelen gaziler

Acep Karacayurt geri döndü mü?

Yenile bit haber duydum oradan

Cerid Bekir öldü derler öldü mü?

 

Cerid Bekir öldüyse kırıldı kilit

Çöktü üstümüze bit kara bulut

Köçekli Kerim’le, Bayındır Halit

Kolu bağlı cellatlara durdu mu?

 

Kul Sadun’um bize çok oldu cefa

Hükmümüz geçerdi şu kaftan kafa

Ulaşlı’nın oğlu Hacı Mustafa

Alayları bölük bölük böldü mü?

Suriye’nin Halep vilâyeti Rakka ilçesine sürgün edilen Türkmenler’in Cerit oymağı, çölün sıcağına dayanamayıp Orta Anadolu’daki eski yurtlarına dönmeyi arzulamaktadır. Bu sırada Osmanlı idarecilerine sırtını dayayan Urban Araplarının reisi, Ceritler’den Fettah Beyi’n kızına talip olmuştur.

Rakka’dan Toroslara, oradan da Kırşehir’e doğru yola çıkan Silsüpüroğlu aşiretinin mensup olduğu Ceritler, önlerine çıkan Urban Araplarını yenip yollarına devam etmişler. Antakya Reyhanlı Türkmen beylerinden Mürseloğlu namıyla bilinen bir bey, Ceritlerden yol geçit parası (piliçka) istemiştir. Fettah Bey’in, biz fakir aşiretiz paramız yok demesi üzerine Mürseloğlu, “paranız yoksa Ceritlerin güzel kızları olur, para yerine kız verin” demiş. Fettah Bey, biz Araba kız vermemek için nice savaşlar verdik deyip öneriyi reddetmiş ve savaşa başlamıştır. Âşık Kul Sadun, bu olay şöyle dile getirmiştir:

Gel edek gavgayı etme bahane
Kuzgunun cırnağı değmez Şahana
Mürseloğlu sığdırmazlar cihana
Kolu bantlı delilerim var iken

Döndün mü dönesi benden yüzünü
Fettah beyim kara yazar yazını
Mürseloğlu ister Cerit kızını
Aslan gibi yiğitlerim var iken

Kul Sadun’um seçelim mi yozları
Dar edeyim şu konduğun düzleri
Sana yar olur mu Cerit kızları?
Gözü kanlı Ceritlerim var iken

Mürseloğlu’nu yenilgiye uğratan Ceritler, yolda Fettah Bey’i yitirmelerine, kaybetmelerine rağmen, yollarına devam etmişlerdir. Çarpışmaların birinde hafif yaralanan Fettah Bey, aldığı yarayı onuruna yediremediği için, kendini Ceyhan Irmağına atıp öldürdüğü söylenir. Fettah Bey’in ölümü aşirette derin üzüntüye neden olmuş, onun için birçok ağıtlar söylenmiştir.

Atım var atlar içinde
Demir nalları kıçında
Eller göç etti gidiyor
Fettah Beyim yok içinde

Kara saçı burmayınan
Sicim bıyık sırmayınan
Adam kendini suya m’atar
Demir tene değmeyinen

Bölgede yaşayan bazı Kürt gruplarla da birkaç kez savaşa girip galip gelen Ceritler, Kırşehir başta olmak üzere Orta Anadolu’ya gelip yerleşmişlerdir. Türkmenlerin Cerit oymağına mensup Ozan Kul Yusuf bu olayları aşağıdaki dörtlüklerinde bize şöyle aktarmıştır:

Cerid Rakka’dan sökün edince

Açılsın Urum’a yolu Cerid’in

Silsüpüroğlu Fettah Beyim ölünce

Kırıldı kanadı kolu Cerid’in

 

Toplansın aşiret birlik olalım

Biz bir zaman Elbeyli’de kalalım

Konuşalım bir karara varalım

Bozulmadan gitsin eli Cerid’in

 

Yüz atlımız daim ileri gitsin

Sağına soluna çok dikkat etsin

Pılışka vermeden menzile yetsin

Ziyarette aşsın yolu Cerid’in

 

Çekin göçü de Uruma dönün

Birecik altından Fırata inin

Azgındır suları keleğe binin

Bozaklıda akar seli Cerid’in

 

Sineği çok Nizip ovasına varmayın

Pusu vardır Şar dağına girmeyin

Urbanoğlu kız istiyor vermeyin

Koklatman yadlara gülü Cerid’in

 

Koç dağına çıktığımız duyarlar

Her tarafa çaşıt pusu kurarlar

Mürseloğlu seni neye sayarlar

O zaten ezelden kulu Cerid’in

 

Berikanlı Terikanlı semtimize gelemez

Kılıç çalıp önümüzde duramaz

Yolumuza çıkıp bacın alamaz

Onlardan sorulmaz halı Cerid’in

 

Seyfe’nin karşısı koca Cebel’dir

Cebeli aşınca seyfü seferdir

Yüz atlımız bin atlıya bedeldir

Dönerse silaha eli Cerid’in

 

Pusuya düşmeyin düz edin yolu

Sıcağa vurmayın evlad ayalı

Varıp konacağın Kırşehir eli

Keskin’de yayılır malı Cerid’in

 

Fettah Beyin köşek gibi gözleri

Ali Beyin pek tatlıdır sözleri

Burnu hızmalı da Cerid kızları

Deli etti Kul Yusuf’u dili Cerid’in

Cerit aşiretinden Silsüpüroğlu Fettah Bey’in oğulları bir müddet Orta Anadolu’da kaldıktan sonra devlet tarafından tekrar Toroslara sürülmüşlerdir. Ceyhan yöresinin havasını beğenmeyen Fettah Bey’in oğlu Ali Bey, kardeşi Mithat’tan ayrılarak Yozgat’ın Müminli köyüne yerleşmek istemiştir. Buna rıza göstermeyen yöre hâlkı olayı Çapanoğlu Ali Rıza Bey’e şikâyet etmişler, Çapanoğlu, Silsüpüroğlu Ali Bey’e bölgeyi derhâl terk etmeleri için bir mektup yazmış, mektubu kendisine bağlı 50-60 kişilik bir kolluk kuvvetiyle göndermiştir. Mektubu getiren Çapanoğlu’nun adamları tehditkâr bir tavırla, “Derhâl burada dağılın” diye ihtarda bulunmuşlar. Ali Bey de, “Biz ünlu bir aşiretiz eskiden beri buralar bizim babalarımızın yurdu, biz yurtsuz yuvasız kimseler değiliz, Çapanoğlu’na söyleyin bize bir yer göstersin de orada oturalım.” demiş ise de gelen adamlar “Biz sizi dağıtmasını biliriz” deyip Ali Bey’in üzerine yürümüş, Bunu gören Ali Bey ve adamları kilylarına sarılıp bunlan perişan etmişler. Kanlı çarpışmadan kaçıp kurtulanlar durumu Çapanoğlu’na haber vermiş, Çapanoğlu büyük bir kuvvet yollayarak “Bunları bu bölgeden atın darmadağın edin” demiş, Bir kaç gün sonra Müminli köyüne (Şimdiki Ceritmüminli: Kırıkkale-Keskin bağlı köy) gelen Çapanoğlu’nun adamları, Silsüpüroğlu Ali Bey’in Denek dağının Kuşburnu yaylasına gittiğini öğrenince, Ali Bey’i takip edip kuşatıyorlar. Bir kaç yüz adamıyla kavgaya giren Ali Bey, önüne kattığı Çapanoğlu’nun kuvvetlerini kıra kıra Delice ırmağının yakınındaki Azgın dağına kadar takip etmiştir.

Ali Bey, Kuşburnu yaylasında iken Köşekli aşiretiyle birleşip Çapanoğlu’nun kuvvetlerini bir ziyafet esnasında basıp perişan etmiş, kaçanlardan ilk varanlar Çapanoğlu’na durumu olduğu gibi anlatmışlar, ikinci kol ise Çapanoğlu’na yaranmak için hiç bir şeyden habersiz yaşlı Köşekli Kadir Bey’i öldürüp, başını da bir Çapanoğlu’na getirmişlerdir. İki tarafı da dinleyen Çapanoğlu, gerçeği öğrenince ihtiyar Kadir Bey’in başını getiren gruba “Yaşlı bir adamı öldürmek erkeklik değil.” deyip hepsinin oracıkta başını, kellesini vurdurmuştur.

Kendisi için tehlikeli gördüğü Silsüpüroğlu Ali Bey’i Padişaha şikâyet eden Çapanoğlu, bir bahane ile aşiretin bu bölgede sürgün edilmesini Padişaha arz etmiştir. Şam’daki isyanı bastırmakla görevlendirilen Ali Bey, Padişahın gönderdiği fermanı alınca derhâl yola koyulmuş, Şam isyanın bastıran Ali Bey ve aşiretinin beğendiği topraklarda oturmasını padişah o günden sonra serbest bırakmıştır. Silsüpüroğlu Ali Bey’in başkanlığında eski yurtlarına dönen Ceritler, Kırşehir’in Hamit köyü merkez olmak üzere Keskin ve civarını yurt tutmuşlardır. Bir Türkmen topluluğu olan bu aşiret, tarihte birçok ünlü adamlar çıkartmıştır. Bunlardan birisi de Hamit’li Rıza Bey’dir.

Bu sırada toplu ölümlerin olduğu bir hastalıktan Silsüpür Ali ve Mehmet Beyler vefat etmiş. Mehmet Bey’in hanımı ve Köşekli aşiret reisi Hamza Bey’in bacısı Hüsne kadın, ölen beyler ve yetim kalan oğlu Halil için şu ağıdı yakmıştır:

Şu görünen bebrininin höyüğü

Ali bey, Mehmet bey aşret büyüğü

Kara kaş altında sırma bıyığı

Ağlatman Halil’imin Türkmen anasın

Pencereden düşen ayın ışığı

Irgalanır Halil’imin beşiği

Bu yıl beylerde mi olum keşiği

Ağlatman Halil’imin Türkmen anasın

 

Bakın gözümün yayına

Keklik olup ötüşüme

Ağa yarim at oynatır

Şu dağların yokuşuna

 

Öremedim dor atının örkünü

Sayamadım ben beyimin kırkını

Sandığa bastım da samur kürkünü

Ağlatman Halil’imin Türkmen anasın

Yüce dağ başında bir kuzu meler

Kuzunun firkati bağrımı deler

Halil’im pek küçük kim çözer beler

Ağlatman Halil’imin Türkmen anasın

 

Acı poyraz esti kokumu soktu

Bir tek dikmemin de boynunu büktü

Aşiret içinde lift beyler tekti

Ağlatman Halil’imin Türkmen anasın

 

Evimizin onu kulluk

Siyah saçım örgü belik

Kurban olam anam bacım

Yakışırmı bana dulluk

 

Değirmene varsam nöbet alamam

Dilim varıp beyler oldu diyemem

Başım sığıp konaklara giremem

Ağlatman Halil’imin Türkmen anasın

 

Beyimin bıyığı karalı simden

Camadan giymiş de sırf safi yünden

Hevesim almadım şu ölen beyden

Ağlatman Halil’imin Türkmen anasın

 

Al elma dalında san zerdali

Bulamadım yapışacak bir dalı

Halil’im küçük te Urhuya’m yeni

Ağlatman Halil’imin Türkmen anasın

Ağıtta adı geçen Halil Bey, Ankara valisi Muhittin’i yakalayıp Atatürk’e gönderen Hamitli Rıza Bey’in babasıdır.

Cerit aşiretini anlatırken Avşar aşireti ile birlikte anlatılmazsa eksik kalır. Onların kavgaları bu aşiretleri daha iyi tanıtır. Dadaloğlu bu anlatımın bir parçasıdır…

Türkmen aşiretleri, göç ettikleri yerlerde de gelenekleriyle, görenekleriyle türküleriyle, bozlaklarıyla varlıklarını korumuşlardır. Türk Kültürünü yaşatan da bu Türkmen aşiretleridir. Aslında birbirinden yiğit Cerit ve Avşar aşiretleri, akraba aşiretlerdir. Dulkadirli beyliğinin çoğu Bayat, Avşar, Beydili obalarından oluşuyordu. Avşar ve Ceritler, ikisi de Türkmen aşireti, ikisi de Oğuzların Bozoklar kolundandır. Beydili; Ceritlerinde olduğu birçok obayı barındırmaktaydı. “Avşar” ve“ Beydili” (Beğ-Dili). Cerit obası Beydili boyuna mensuptur… Ne yazık ki bu kavgalar kardeş kavgasıydı…

Toros dağlarının başı dumanlandı mı bir kez, Türkmenlerinde bir telâş başlardı. Kışı zorlu olurdu Torosların…

O geçit vermez bayırlar karla dolar, Toroslar yaşanmaz olurdu. O zaman da Torosların güneyine, Çukurova’ya inerler, kışı burada geçirirlerdi. Bu, onların yüzyıllardır süregelen değişmez yaşayışlarıydı.

Çukurova’da aşiret kavgaları amansızca devam ettiği 1865 yılında, Ondokuzuncu yüzyılın ortalarında, ne olduysa oldu, bir ferman çıktı Osmanlı Sarayı’ndan… Bundan böyle göç olmayacak! Fırka-i İslâhiye; Ahmet Cevdet Paşa ve Derviş Paşa’nın Islah Ordusu (Reform Ordusu)…İskân, zorla yerleşik hayata geçiş… Bütün aşiretler gibi Avşar (Afşar) Türkmenleri Çukurova’da mıhlanıp kalacaklardı. Yazın Torosların kekik kokulu yamaçlarına göçemeyeceklerdi. “(Olur mu böyle şey?… Kimin kime zararı var, Toroslara çıkmaz, koyun sürülerini dağların doruğunda otlatmazlarsa n’olurdu Avşar hâli? Cerit, Tecirli, Bozdoğan gibi, tüm Türkmen aşiretleri de aynı durumdaydı… Çekilir miydi Çukurova’nın kavurucu yaz sıcağı?)” demeye kalmadı. Askerler gönderildi üzerlerine… Çarpışmalar oldu, ocaklar söndü. Avşar Oymağı’nın beyi Kozanoğlu’da öldürüldü bu döğüşlerde ama; Avşar, Cerit, Tecirli, Bozdoğan aşiretleri ve diğer Türkmen aşiretleri Toroslardan kopmadı, geleneğini sürdürdü, durdu.

Fırka-ı İslâhiye fermanı ile (1865) ; Çukurova, Amik Ovası ve Halep çevresinde kışlayan Avşarlar (Afşar), Cerit (Cerid), Tecirli, Farsak (Varsak), Bozdoğan, Sırkıntılı, Ulaşlı, Kırıntılı, Lek (Lekvanik), Tatarlı, Yağbasan, Akçakoyunlu, Bayındır, Bayat, Beğ-Dili, Eymürlü, Kınık ve Düğer’e bağlı Türkmen aşiretleri devletin buyruğu altına alınmıştır.[8]

14 Mart 1864 tarihli Adana valisinin sadarete gönderdiği bir belgeden, bu yıl da Cerit ve Tecirli aşiretinin yaylaya gitmesine engel olmak için askeri tedbirler alındığını anlıyoruz. Çukurova’da iskânı ve yaylaya çıkmalarına engel olunmasını ısrarla istenmektedir. [6]

Uzun süren aşiret kavgalarının sonunda harap köyler, kasabalar, şehirler ortaya çıkar. O günlerin ızdırabını Dadaloğlu şöyle dile getirir:

Okuduğun tutmaz oldu âlimler,

Kalktı da obalar arttı zulümler

Terlemeden mal kazanan zalimler

Can verirken soluması zor imiş.

Cerit – Avşar kavgaları tüm şiddeti ile devam etmektedir. Ozan Dadaloğlu şu dizelerle dile getirir.

Cerid’in göçü de üğründü geldi

Avşar’ın gafleti sinemi deldi

Gözü kanlı yiğit komadı kırdı

Boz Kartal’a pay pay oldu ölümüz.

 

Cerid’in uyluğu duruyor atta

Avşar’ın hopuru çıktı Yarsuvat’ta

Biz bu öğüt ile kurtulmak dertte

Nerde kaldı akıllımız delimiz.

 

Dadaloğlu bu iş böyle olmadı

Akıllımız delimize uymadı

Bre Cerid burda yerin kalmadı

Urumeli Kırşehir’dir yolunuz.

Dadaloğlu’nu şu deyişlerinden Avşar aşiretinin Ceritlere karşı Kozanoğlu’ndan yardım istediğini görüyoruz;

Yiğit olan yiğit dönmez sözünden
Sözünün üstünde dur Kozanoğlu
Yiğit ikrarında katı sayılır
Yiğitliğin hak’kın ver Kozanoğlu

Namert kulsun dünkü sözde durmazsan
Kötü kulsun ileriye varmazsan
Ben vururum sen Cerit’e vurmazsan
Bari beş on atlı ver Kozanoğlu

Cerit sardı çöl ovayı bayırı
Dölek yüzü Zıngarlık’ın çayırı
Ho diyenin hoyuk kadar hayırı
Gel gitme yerinde dur Kozanoğlu

Davlumbazlar koygun vurdu havayı
Koç yiğitler Hakk’a etsin duayı
Cerit’e vermeyek Çukurova’yı
Bura kan dökecek yer Kozanoğl

Dadaloğlu’m der ki aslım nereli
Bizde ölen şehit gazi yaralı
Haydin aslanlarım haydin ileri
Seyret kavgayı da gök Kozanoğlu

Cerit – Avşar aşiretlerinin en kanlı kavgalarından biri de, 1785 yılında Ceyhan nehri kıyısında geçmiştir. Aşiretlerin birbirleri ile savaşına binlerce atlı karışır. Tüfenk, tabanca, ok, kılıç, piştov, cidav her ne buldularsa karşılıklı olarak savaşan Avşarlar ile Ceritlerin, kayıpları büyük olur. Ocaklar söner. Avşar’dan çok sayıda cansız beden savaş meydanını doldurur. Yarsuvat (Ceyhan) nehri kıyısında yaşanan savaşı Dadaloğlu sazının tellerine dokunarak, içli bir şekilde anlatır:

Elem geldi elde değil gaziler                                   

Akar gözüm yaşı çağlar neyleyim

Sağ selamet geçticeğim Binboğa

Sual eyler benden dağlar ne deyim

 

Deh bire, deh bire nazlı kıratım

Yarsuvat’ta kaldı, atım pusatım

Gelinler dul kaldı, yavrular yetim

Gelir babam diye ağlar ne deyim

 

Elde gezer çok yiğidin cıdası

Kara geldi bin iki yüz (1785) senesi

Koçaslan Kenan’ın Elif anası

Çıkar yollarımı bağlar ne deyim

 

Gelin yarenlerim yanıma gelin

Beni sağ komayın bir kılıç çalın

Sekiz yüz çadırda sekiz yüz gelin

Al çıkarır kara bağlar ne deyim

 

Der Dadal’ım yoramadım düşleri

Dikemedim şehidime taşları

Yarsuvat’ta olup biten işleri

Sual eyler benden Sağlar ne deyim

Yıl 1875, Yarsuvat – Ceyhan. Ceyhan nehri kıyısındaki büyük kavgada Ceritler Avşarları bozguna uğratmış. Avşarlar dokuz yüz atlı ile kavgaya girmiş. Çok can kaybı olmuş. Sekiz yüz çadırında sekiz yüz geline al çıkarıp kara bağlatacak kadar kanlı geçen kavganın sonucu tam manasıyla bir “yok oluşu” karşımıza çıkarmış.

Osmanlı yönetimi Cerit aşiretinin beyi Osman’ı yakalayarak 1828 yılında idam etti. Devletin aldığı sert tedbirler bile Ceritleri korkutmadı. Aşiret kendi içinden çıkardığı yeni beyler ile kaç-göç hayatına devam etti. Cerit aşiretinin yaylaya göçü de uzunca bir süre unutulmadı.[2]

Çok canlar yanmış. Köyler, kasabalar, şehirler harap olmuştur. Hüzün, gözyaşı… Acılar ağıtlara dökülmüştür… Avşarlarda olduğu gibi Cerit Oymağı için de çok ağıt yakılmıştır… Kendisi de Cerit olan, Ozan Kul Yusuf şöyle dillendiriyor; “Ceritler Rakka’da sökün edince”. Baş tarafta verdiğimiz koşmasıyla Ceritleri koçaklıyor.

Konar-göçer ve “iskân olayları” döneminde Türkmenlerin ölüsüne ağlayacak zamanı bile olmamıştır. Halk, acısını içine atmış, acıya tevekkülle dayanmayı bilmiştir…

-Dileğimiz; Allah, bir daha milletimize topluca ağıt söyletecek acılı günler göstermesin.-

Aşiret kavgaları, yıllarca bitmek bilmemiş. En büyük kavga ise Avşar aşireti ile Cerit aşiretinin kavgasıdır. Osmanlı yöneticileri tarafından kandırılan Avşarlar, Ceritler’in önünü kesmek için Nizip yakınlarında pusu kurmuşlardır. Osmaniye-Bahçe ilçeleri arasında Ceritler’i takip eden Avşarlar, Ceritler’e saldırmış, çıkan kavgada Avşarlar büyük kayıplar vermişlerdir. Nice canlar yanmış, çok kan dökülmüştür… Kanlıgeçit’te ki bu büyük kanlı kavgada, Ceritler galip gelmiştir. Cerit – Avşar Türkmenlerinin kavgasına sahne olan Osmaniye’nin üstünde ki bu geçide, o gün bugün hâlen “Kanlıgeçit” denilmektedir. [7]

Avşarlar Kanlıgeçit’te büyük bir bozguna uğrayınca Sivas, Aziziye – Kayseri, Sarız, Pınarbaşı, Tomarza yörelerine çekilmeye başlamıştır. Kendisi de Avşar aşiretine mensup olan Dadaloğlu, çok üzülmüştür. Avşarların Çukurova’dan çekilişi, kopuşu büyük bir matem olmuştur…

Bu olayları yaşayan Dadaloğlu aldı sazı eline, arı-duru Türkçesiyle erkekçe seslendi:

Kalktı göç eyledi Avşar illeri

Ağır ağır giden eller bizimdir.

Arap atlar yakın eyler ırağı

Yüce dağdan aşan yollar bizimdir.

 

Belimizde kılıcımız kirmanî

Taşı deler mızrağımız temreni.

Sultan, hakkımızda etmiş fermanı,

Ferman padişahın dağlar bizimdir.

 

Dadaloğlu’m yarın kavga kurulur

Öter tüfek, davlumbazlar vurulur

Nice koçyiğitler yere serilir

Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir.

 

Dadaloğlu’nun nerede, hangi yıl doğduğunu kesin olarak bilen yok. Kozan’da mı, Erzin’de mi, Payas’ta mı belli değil. Ama bunların tümünü içine alan Çukurova’da doğduğu bir gerçek. Birçok araştırıcı, onun 1785’li yıllarda doğduğunu söyler. Asıl adı Veli, babası da Dadaloğlu Âşık Musa adlı halk şairidir. Avşar beylerinden Küçük Alioğlu ile Kozanoğlu’nun yanında imamlık, kâtiplik yapar. Sözlü kaynaklara göre ölümü 1868 yılıdır.

Dadaloğlu, aşiretlerin göçerlik koşullarını, Osmanlı’ya karşı aşiretlerin direnişini ve Anadolu’da hüküm süren aşiret kavgaları üzerine yazılmış şiirlerinde bu tarihî ve sosyal olayları işlemiştir. Koşma, türkü, semai, varsağı, destanlar yazmış olan, ama asıl kişiliğini türkülerinde gösteren bir halk ozanıdır. Yazış bakımından Karacaoğlan’la Köroğlu’nu hatırlatır. Dili, Anadolu Türkmen boylarının kullandığı halk Türkçesidir. Asıl ününü yiğitlik türküleri ile yapar. Dili, yiğitlik şiirlerinde sert, pervasız; aşk, sevgi, doğa ve tabiat şiirlerinde ise içli, samimi, ama hepsinde katıksız ve saf bir halk dilidir.

Dadaloğlu, göçebe Avşarlar arasında yetişmiş ve onların sözcüsü olmuş bir âşıktır. Bugün elimizde bulunan 130 kadar şiirinin tamamı hece vezniyledir. Bunların büyük bir kısmı Avşarlardan yapılan derlemelerle ortaya çıkmıştır. Çok az bir kısmı da yazılı kaynaklarda (cönk) tespit edilmiştir.

Dadaloğlu’nun şiirleri yazılı kaynaklar aracılığıyla değil sözlü gelenek sayesinde bugüne ulaşmıştır. 19. yüzyılın öteki halk şairleri (Dertli, Seyrani, Emrah…) divan şiiri etkisinden kurtulamadıkları hâlde, Dadaloğlu şehir hayatından uzakta bulunduğu için yalnız kendi çevresinin duygu ve düşüncelerini dile getirmiş, dolayısıyla Divan şiirinin etkilerini şiirine taşımamıştır.

Dadaloğlu’nun okuyup yazma bildiği şiirlerinden anlaşılıyor. O da öteki ozanlar gibi omuzunda sazı Anadolu’yu karış karış gezmiş, gittiği yerlerdeki ozanlarla atışmış, Anadolu’nun gönlü ve dili olmuştur.[10]

Ozan Dadaloğlu, gezdiği şehirleri arı-duru Türkçesiyle şöyle anlatır:

Çıktım yücesine seyran eyledim,

Cebel önü çayır çimen görünür

Bir firkat geldi de coştum ağladım,

Al yeşil bahçeli Kaman görünür

 

Şaştım hey Allah’ın ben de pek şaştım

Devrettim Akdağ’ı Bozok’a düştüm,

Yozgad’ın üstünde bir ateş seçtim

Yanar oylum oylum, duman görünür

 

Biter Kırşehir’in gülleri biter

Çığrışır dalında bülbüller öter

Ufacık güzeller hep seni yeter

Güzelin kaşında keman görünür

 

Gönüller arzuladı Niğde’yi, Bor’u

Gün günden artmakta yiğidin zârı

Çifte bedestenli Koca Kayseri

Erciyes karşısında yaman örünür

 

Dadaloğlu da der zatından zatı

Çekin eğerleyin gökçe kır atı

Geçmek değil bizim ilin muradı

Ak yere gitmemiz güman görünür

 

Dadaloğlu, “Kırat” dedi ve hatırımıza geldi. Ozanımız da, Köroğlu gibi kırata âşıktır. Onsuz bir yere gitmez, onu görmese edemez. Sevgilisiyle bir tutar kıratını.

Şu yalan dünyaya geldim geleli

Severim kır atı, bir de güzeli.

Değip onbeşime kendim bileli

Severim kır atı, bir de güzeli

 

Atın beli kısa, boynu uzunu,

Kuru suratlısı elma gözünü

Kızın iplik iplik süt beyazını

Severim kır atı, bir de güzeli

 

Dadaloğlu asıl şöhretini, mensup olduğu Avşar Türkmen Oymağı’nın Çukurova’da yerleşik hayata geçmemek için giriştiği direnişler sırasında yaptı. O günlerde yiğitçe koşmalar söyledi. Sonunda Avşar Oymağı Sivas’ın Aziziye-Kayseri Sarız, Pınarbaşı Tomarza ilçelerine yerleştirilmişti ama Dadaloğlu burada kalmamış yine Çukurova’ya dönmüş, Güneyin şehir ve kasabalarını tek tek dolaşmıştı. Onun bu dönemdeki şiirlerinde, güney Anadolu’nun tüm coğrafyası özlemlerle dile gelir.

Atım kalk gidelim sılaya doğru

Tırnağını taşa vurmam düzünen,

Koç yiğitler gurbet ele düşerse

Yanar bağrı ateşinen közünen

       *

Bilirdim Kilis’i ezel ezeli

Çok olur oranın okur yazarı

Şirin olur Antep ili güzeli

Eğler koç yiğidi cilve nazınan

     *

Ahırdağ’ın erken geçin ağalar

Alışır çevresi bahçeler bağlar

Kısığ’ın yöresi şol ulu dağlar

Karı yatar namlı namlı buzunan

 

Dadaloğlu Anadolu’yu aydınlatan Anadolu ozanları arasında, ocağına gönül vermiş, gurbette onun özlemiyle yanan yiğit bir ses, yanık bir nefes olmuştur.

Son demlerini sazı ile Çukurova Türkmenleri arasında geçirdiği biliniyor. 1868’li yıllarda öldüğü söylenirse de, birçok Anadolu ozanı gibi onun da mezarının nerde olduğu tartışma konusu olmaktadır. Ne var ki o, Çukurova’nın gönlünde yatmakta, karış karış Çukurova toprakları onun mezarı sayılmaktadır.

Anadolu ozanları arasında düzgün, katıksız Türkçe söyleyişi, sanat yetenekleri ile Dadaloğlu, çağının Köroğlu’su, Karacaoğlan’ıdır. Dadaloğlu aydınlık Anadolu’nun sıcak-ışıklı güneşlerinden biri olarak her zaman dile getirilecektir.

Aşiretin döğüş etti duydun mu?

Çukurova Türkmenleri içinde bir Bekir Ağa vardır. Cerit Bekir Ağa aşireti tarafından çok sevilen ve sayılan bir kişidir.

Henüz bilinmeyen bir nedenle Bekir Ağa, padişah tarafından Halep’in Rakka ilçesine sürgün edilmiştir. O zamanlar Halep Osmanlı topraklan içindedir. Bekir Ağa orada tam on beş yıl sürgün kalır. Günü tamamlanınca da oradan ayrılır.

Ama beri taraftan bu on beş yılda çok şeyler değişmiştir. Bekir Ağanın kendisinden başka beş erkek kardeşi daha vardır. Bir aşiret kavgasında bu beşkardeşten dördü öldürülmüştür. Aşiret bu dört ölüyü Bekir Ağa’ya nasıl duyuracak. Aralarında tartışmalar olur. Sonunda bu görevi Dadaloğlu üstlenir.

Bekir Ağanın sürgün yılları dolmuştur. Kendisi; Akbez, Haltanlı (İslahiye güneyinde bir köy), İslahiye, Hacı Osmanlı (Osmaniye), Akyar (Osmaniye’de bir köy), Toprakkale, Mustafabeyli. Mustafabeyli’den Hürüuşağı (Türk Şükrüye-Yeni Kent) yönüne doğru Ceyhan ilçesinin şimdiki Tatarlı köyünün bulunduğu yere gelir.

Tatarlı Köyü-Ceyhan

Bekir Ağa’nın aşireti de o zamana kadar Tatarlı‘ya gelmiştir. Burada karşılaşılır. Hal, hatır sorulur, hoşbeş edilir. Bekir Ağa bir de bakar ki aşirette bir durgunluk var…

Hele kardeşlerinden dördünü de orada göremeyince merak içinde kalır ve Dadaloğlu’na sorar:

— Dadaloğlu, aşiretteki bu durgunluk nedir? Bana bir haberin yok mu?

Dadaloğlu da heyecanlanır, cevap verir:

— Ağa, telden mi söyleyim, dilden mi?

Bekir Ağa:

— Dadaloğlu telden söyle ki hem kasavetim dağılsın hem de durumu anlıyayım, der. Bunun üzerine Dadaloğlu sazını eline alır ve şöyle söyler:

Esti poyraz yeli bulandı hava

Zatıdan gamlısın sen Çukurova

Atına bin gel de ey Bekir Ağa

Aşiretin döğüş etti duydun mu?

 

Çekildi kılıçlar çok indi başa

Kartallar kuzgunlar indi üleşe

İkisi boy beyi bir Miktat Paşa

Döğüşü döğüşü öldü duydun mu?

 

Hayfın(ı) alır m’ola bunun sağları

Mızrakları deldi geçti dağları

Boynu uzun İrecepli Beyleri

Çark elinde kavga etti duydun mu?

Parladı kılıçlar bindi kılıca

Atın yavuz olan çıkıyor uca

Çukurova girdi kılıç kılıca

Kanl(ı) üleşe kartal indi duydun mu?

 

Der Dadal’ım söyler sözün merdini

Yavru şahin ıssız koymaz yurdunu

Biz de verdik beş kardeşin dördünü

Bu işimiz böyle oldu duydun mu?

Bekir Ağa Aşiretin döğüş etti duydun mu?

Türkü bitince Bekir Ağa uzun bir “ah!” çeker.

— Ey Dadaloğlu. Eğer böyle olduğunu bilseydim, dönüp de buralara gelmezdim, der.

Ceyhan’ın şimdiki Altıgözbekirli köyü ile Ceyhanbekirli köyü işte o Bekir Ağanın adından gelir. Her iki köy de aynı aşirettendir. Bekir Ağa’nın torunları dahi Altıgözbekirli köyü mezarlığında yatarlar. Altıgözbekirli köyünün şimdiki halkı ise 1865 iskânından sonra oraya yerleşmiş Cerit Türkmenleridir.

Zatıdan: Zaten, eskiden, esasen.

Üleş: Leş, burada insan ölüsü, ceset.

Miktat Paşa: Bekir Ağa’nın kardeşlerinden biri.

Hayf: İntikam, öç.

Bu bozlak; 1954 yılında Sarızlı Amber Eroğlu ile Ceyhan Hürüuşağı (Türk Şükrüye-Yeni Kent) köyünden Hürü Oğlu İsmail (İsmail Halis Çelik) ‘den derlenmiştir.

Çel atın başını Kırım’a doğru

1865 iskânından önce Çukurova’da sayıları 26’ya varan oymak, oba ve aileler yaşardı. Avşarlar, Ceritler, Tecirliler, Bozdoğanlar, Sırkıntıoğulları, Menemenciler, Gökvelioğulları, Mürseloğulları… Bu Türkmen oymakları arasında bazen kavgalar da olurdu. Fakat illa da Ceritler ile Avşarlar birbirleriyle daha çok kavga yaparlardı. Kavgaların baş nedeni otlak meselesiydi. Kışlak yurt olarak Ceyhan nehri, iki Türkmen aşireti arasında sınır sayılırdı. Yaylak yurt olarak da Avşarlar; Uzunyayla, Pınarbaşı, Sarız, Zamantı kıyıları; Ceritler de Binboğa dağlarının batı kısmına yaylaya çıkarlardı.

Bozlakta, Dadaloğlu bir Cerit Beyi ile atışmaktadır. Aslında Cerit Beyini konuşturan da yine Dadaloğlu’dur.

Dadaloğlu:

Cerit Rakiye’den sökün eyledi
Bir firkat geldi de serime doğru
Altı arap atlı Avşar beyleri
Çek altın başını Urum’a doğru

Cerit Rakiye’den arayı açın
Murad’ın altından Kined’i geçin
Sarardı benziniz yaylaya göçün
Çek atın başını Urum’a doğru

Dolanayım Yarsuvat’ın yolundan
İçen ölmez Binboğa’nın gölünden
Arslan Bey’im Sar’aslan yolundan
Çek atın başını Urum’a doğru

Dadaloğlu’m der de ne söylesem hak
Şükr olsun Mevlaya yüzümüz ak
Bize bu illerde devir günü yok
Çek altın başını Urum’a doğru

Dadaloğlu:

Ceritler Rakka’dan sökün eyledi. Çek atın başını Urum’a doğru. Urum’da Avşar var öldürür seni. Çek atın başını Kırım’a doğru.

Cerit Beyi:

Dadaloğlu bu tehdidin bana mı? Benim çöl ovaya inmek niyetim. Yarın gör kavga sana mı, bana mı? Çöl ovada bir harp etmek niyetim.

Dadaloğlu:

Gel edek kavgayı etme bahane. Karganı derneği olmaz Şahana, susundan ölsen de girme Cihan’a. Örkleme atını koruma doğru

Cerit Beyi:

Gel edek gavgayı etme bahane. Karganın Derneği (nasıl) olur Şahan’a. Malayım olmaz, girmezsem Cihan’a. Akan suyu takım etmek niyetim.

Dadaloğlu:

Ceridoğlu bu sözümü tutmazsan. Benim sözüme riayet etmezsen. Eğer dönüp sen Kırım’a gitmezsen. Çeviririm yönünü geriye doğru.

Cerit Beyi:

Altmış bin piyade, doksan bin atlı. Çakmaklı tüfekler yalım barutlu. Önde Bozdoğan, artta Ceridli. Çöl ovada bir harp etmek niyetim.

Dadaloğlu:

Dadaloğlu’m bura bizim yurdumuz. Zulkadiroğlu asıl kurdumuz. Kozanoğlu, Kadiroğlu dördümüz. Yoksull ak kondururum serine doğru.

Cerit Beyi:

Der Ceritoğlu kim girer yasa. Kendine güvenmeyen eylesin tasa. Güvenmeyen Beyler sözde hülasa. Dördünüze birden vurmak niyetim.

(Bozlak, 1982 yılında Adana-Kadirli ilçesinin Azaplı (Avşarlar) köyünden Mahmut Taşkaya’dan derlenmiştir.)

Yurt edinme ile ilgili kavgalar, Avşar Türkmen’i olan saz şairi, ozan Dadaloğlu tarafından dile getirilmiştir. Çukurova Türkmen aşiretleri arasında bu türkü asırdan aşıra, kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze kadar gelmiştir. Dadaloğlu’nun, Cerit ve Avşar Türkmenleri arasında yurt tutma yüzünden çıkan kavgayı “Cerid Rakiye’den sökün eyledi” ile tasvir edişidir.

Derviş Paşa, Cerit ve Avşar aşiretlerine yaylaya gitmeyi yasaklamıştır. Tıpkı kış mevsimlerinde olduğu gibi o yıl ilkbaharı da yazı da Çukurova’da geçirirler.
Ama Çukurova yazın çok sıcaktır. Sulan içilmez, üvezi var, mucuğu var, sıtması var. O yıl hastalıktan, sıtmadan çok sayıda kız, gelin ölür. Erkekler, tüm aşiret perişan olur…

Dadaloğlu, Ceyhan nehri kıyısında bulunan Hemite Kalesi’ne (Yaşar Kemal’in köyü Gökçedam’ın bitişi) bakarak eski günleri, yaylaları, o görkemli göç günlerini anar ve bu türküyü söyler:

Göründü de Hemite’nin kalesi
Hiç gitmiyor aşiretin belası
Yıkılıp Yarsuvat’ın viran kalası
Bu yıllık da burda kalsın elimiz

Eser garbisi de adamı yakar
İçilmez suları yosunlu kokar
Yatılmaz gecesi mucuğu çokar
Sehillemiş açılmıyor gülümüz

Gün burnuna İmeli’den inerdik
Sallanır da Saçaklı’ya konardık
Şihret için yiğit ata binerdik
Çakmaklı tüfekli bizim zorumuz

Devemiz gelirdi tütülü bazlı
Tülünün sesi de bülbül avazlı
Aşığımız vardı kucağı sazlı
Bahşişine cömert idi elimiz

Melik Ejder evliyalar yatağı
Ahir Dağı yaylamızın eteği
Bayazıtlı elimizin tuzağı
Cihan köprüsünden bağlı yolumuz

Arabistan atlarına binerdik
Al kabutu al kendire atardık
Her birimiz bir orduya yeterdik
Alışkan tüfekli bizim zorumuz

Kavrık’a varınca semah dönerdik
Genişleyip Suçatı’na konardık
Ha deyince bin gök atlı binerdik
Mertlik köprüsünden geçer yolumuz

Karadik’ten öte Narnı’nın düzü
Oturmuş beyler de ediyor sözü
Fettahlı beyleri (yük) kim’edek nazı
Enden enden kırık bizim yolumuz

Der Dadalı’m der de bu sitem yeter
Yaylaya çıkınca gukkular öter
Kız gelin kalmadı hep hasta yatar
Döğüşerek ölemedik birimiz

Afşar Türkmen’i büyük halk ozanı olan Dadaloğlu’nun “Katlı göç eyledi Afşar illeri” diye bilinen meşhur şiirin bir dörtlüğünde:

“Ilgıt, ılgıt seher yeli esiyor

Gâvur dağlarının başı dumanlı.

Gönül binmiş aşk atına aşıyor.

Bre beyler cununluğun zaman’mı?”

Derken, bir diğer dörtlüğünde ise;

“Aşağıdan iskân evi geliyor

Bezirgânlar koç yiğide gülüyor.

Kitabın dediği günler oluyor

Yoksa devir döndü ahir zaman’mı?”

Diyerek duygularını dile getirmektedir…

Sözün özü; Bu yiğit Türkmen aşiretine yürek yürek selam olsun!..

***

Cerit aşiretinden bir kahramanlık…Bir aşk öyküsü…

Araştırma yazımızı Ceritlerden Bir Kadın Kahramanımızın hikâyesi olan; Çukurovalı Kara Fatma (Osmaniyeli Cerit Kızı Asiye Hatun) Öyküsü ve İnce Hacı’nın Ağıtı-3 (2. Kez düzeltmelerle) Cerit-Avşar aşiretleri kavgaları döneminde bu bölgede geçen hazin bir aşk öyküsü ile bitirelim

**

Çukurovalı Kara Fatma (Osmaniyeli Cerit Kızı Asiye Hatun) Öyküsü

Çukurova ve Torosların ünlü kadın kahramanı Namık Kemal ve Atatürk’ün ilham kaynağı bir Türkmen kadının efsaneleşen hayat hikâyesi… Bu hikâye, gerçeğe çok yakın bir öyküdür…

O yiğit insanlar o beyaz atlara bindiler ve gittiler. Dolu dizgin, dört nala… Ceyhan nehri kıyıları ve Anavarza kalesi eteklerine yerleşen Cerit Aşiretinin çadırları uzaktan bakıldığında ipil ipil parlıyor. Aşiret beyinin çadırı biraz daha görkemli, süslemeli. Kerimoğlu Hacı Osman Bey derler adına, aşiret beyinin. Yüzyıllar önce aşireti Yörük diyarından Aydın elinden binlerce çadırı, yılkıları, davar sürüleri ile gelmişler Çukurova’ya… Tarsus ovası, Adana, Ceyhan, Osmaniye, Karaisalı, Karataş yöresinde çadır kurmuş, bir zaman sonra Anavarza sahrası olarak bilinen Anavarza eteklerindeki sazlık bataklık, büklük, çalıların bulunduğu yere yerleşmişler. Bahsi geçen yerler, kış mevsiminin sonralına doğru elvan çeşit çiçeklerin açtığı, her tarafın gür otlarla kaplandığı cennet misali yer olur. Hayvanlar, koyunlar keçiler burada otlatılır. Bir zaman sonra sıcaklar bastırdığında aşiret develeri hazırlanır. Yaylaya göç başlar…

Develerin çan sesleri, davarların ayaklarından çıkan sesler, tozlar, bir birine karışır. Çobanların “Ho ha” sesleri, köpeklerin uluması ile birlikte binlerce çadır, sayıları on bini nerede ise bulan insan bir sel misali yayla yoluna düşer. Kars (Kadirli) şehrinin kıyısından Akarca yolunu izleyerek, Nürpet, Çokak yakınlarından geçip, Savrun vadisine Mazgaç beline ulaşılır. Önce aşiret beyi için 40 direkli çadır kurulur. Beraberinde “alayçık” adı verilen ottan, çalıdan, daldan yapılan yayla evleri yapılır. Cerit aşiretlerinin Dulkadirli Beyliğinde; Rakka’dan sonra ilk iskân yerleri Maraş olup, Çukurova’yı kışlak olarak yurt tutarlar. Çukurova’ya ilk yerleşen Cerit aşiretleridir.

Hacı Osman Beyin kızı Asiye, Cerit kızı Asiye Hatun, daha 20 yaşını bile bulmamıştı ki, karakaşlı, ceylan bakışlı, mor belikli güzel mi güzel… Arzı endamı böyle olsa da bakışları ile düşmanına ok atan kavgacı bir savaşçıyı andırır. Boş bulunduğu zamanlarda ata biner, ok kullanır. Kendi yaşıtları ile güreş bile yapar. Onu görenler “anasından dişi doğdu, erkek gibi” derler. Asiye’nin kavgacılığına bakanlar onun için “Gara Fatma” lakabını takarlar.

Bir de beyi vardır, ol havalinin, Köse Kalender Paşa derler adına. Maraş’ın tekmil Göksün, Andırın, Pazarcık, Geben yöresinin de beyidir. Osmanlı’nın Maraş’a hâkim olduğu zamandan beridir Beyazıtoğulları ailesi bölgede nüfuz sahibidir. Osmanlı, Bayazıtlı beylerine sadece “devlete bağlılık göstersinler, algıyı vergiyi bir düzene koysunlar” istemektedir. Kalender hem akıllı, hem de cesur bir beydir. Osmanlı’nın düşmanla savaşlarına Maraş yöresinden katılır. Kargısı, pala bıçağı, tüfenkleri ile Maraşlı’nın düşman üzerine “Allah Allah” nidaları ile saldırmaları bir başkadır. Osmanlı Kalender’i beylikten “Paşalığa” terfi ettirir. Kalender Paşa’nın, Maraş askeri ile Filistin topraklarında Napolyon ile savaşı dillere destan olmuştur. O dünyayı titreten, Avrupa’yı ihtilal ateşleriyle karıştıran Napolyon’un mağrur ordusu Kudüs yakınlarındaki Akka kalesinde yenilgiye uğratılırken, Kalender Paşa’da Maraşlı askerleriyle ile birlikte mevzilerini ölümüne savunmuştur. Arkasından Osmanlı’nın Rusya ile savaşında da görev alır Kalender Paşa. Ne var ki talihi yaver gitmez. Kutuzof kumandasındaki Rus askerlerinin eline esir düşer. Bir müddet sonra serbest bırakılır…

1810’lu yıllar… Osmanlı Kalender Paşa’yı Maraş Valisi yapar. Halep’ten Adana’ya kadar, Maraş’ı çevreleyen geniş bir bölgenin idaresini eline alır Kalender Paşa. Aşar vergilerinin toplanması, Osmanlı’nın sefer-i hümayunu vaki olanda kendi kumandasında cepheye askeri ile gitmesi, Toros dağlarının kuytu bir köşesinde yaşayan Zeytun Ermenileri’nin isyanlarını bastırması öncelikli görevleri arasındadır. Yaşı da bir hayli ilerlemiştir. Ömrünü beyliğin paşalığın cengi-cidali ile geçiren, rahat yüzü görmeyen Kalender Paşa için bir hayat arkadaşının olması gerekir. Cesur mu cesur, bir Türkmen kadını, aynı zamanda vefakâr bir ana, bir hayat yoldaşı…

Kerimoğlu Hacı Osman Bey’in kızı Asiye Hatun’u görenler bilenler anlatır Kalender Paşa’ya… Çok geçmez düğürcüler araya girer. Asiye Hatun istenir. Görkemli bir düğün yapılır Maraş’ta. Reyhanlı’nın, Kılıçlı’nın, tekmil Çukurova’nın, Maraş’ın beyleri gelir düğüne. Dillere destan bir törenden sonra Kalender ile Asiye’nin yazgısı birleşir, karı koca olarak… Olayı hatırlayanlar anlatırlar ” Asiye Hatun, bir gece evli kalır. Kadınlığın bu kadar kötü olduğunu bilseydim evlenmezdim” der.

1817 yılı gelende kara bulutlar dolaşır Maraş ve Adana diyarında. Osmanlı baş edemez bölgedeki ayanlarla, aşiret beyleriyle, kısacası derebeyiler ile… Padişahın fermanıyla devlete asi durumdaki beylerin kelleleri istenmektedir. Tecirli’nin Cerit’in, Reyhanlı’nın, Fettahlı’nın beyleri hakkında fermanın gelmesi, yakalama ve infaz işinin de Kalender Paşa’ya verilmesi olacak iş değildir. Osmanlı “kanı kan ile yıkamak” düşüncesindedir. Her tarafta isyan vardır. İstanbul’da bile. Kalender Paşa, Maraş’ın Valisi olarak Fettahlı beylerinin idamına yanaşmaz, Padişahın fermanında istenilenleri de yerine getirmez. İşi ağırdan alır. Osmanlı, Kalender Paşa’ı görevinden alır, önce Sivas’a, daha sonra Girit Muhafızlığı görevine tayin eder. Kandiye kalesine gidecektir. Kısacası hakkında verilen karar “devlet emirlerini dinlememek, ağırdan almak” dolayısıyla padişaha karşı gelmektir. Ve Kalender Paşa, Maraş’tan ayrı kalmanın hasretine dayanamaz. Kuşadası’nda iken 1820 yılında vefat eder. Ege Denizi’ne bakar bir tepe üzerine mezarını yaparlar. Orada ebedi uykusunda yatar, Kalender Paşa… Bir sessizlik âleminde. Maraş’ kendi haline bırakır.

Kargı Elinde Kılıç Belinde Bir Kadın İstanbul’a Geliyor…

Cerit kızı Asiye Hatun kocasının ölümü üzerine Maraş’a döner. Bayazıtoğulları’nın, cümle aşiret beylerinin işlerine karışır. Dirlik ve düzenlik kalmamıştır Maraş yöresinde. Dağlarda eşkıyalar, köylerde hırsızlar kol gezer. Maraş Valisinin fazladan vergi ve rüşvet istekleri bir türlü bitmez. Devlet memurları da kendi havasındadır…

Asiye Hatun (Gara Fatma), Cerit aşiretinin göç yolu üzerindeki Kadirli’yi Andırın’dan ayıran Keşiş suyu kıyısındaki Kesim köyüne gelir. Kendisi için bey konağı yaptırır. Ve kendisini “bey ilan eder”… Yasalar, yasaklar koyar kendi başına. Hırsızlar, haramiler, her türlü kötü işler yapanlar amansızca cezalandırılacaktır. Kırbaçlama, dövme belki de kazığa oturtma cezasına çarptırılacaktır insanlar. Maraş Valisi, Asiye Hatunu “asi” ilan eder. Üzerine askerler gönderir. Andırın dağlarında askeri takibatlar, çatışmalar başlar. Asiye Hatun ismi kavgacı ve mücadeleci olmasından dolayı Kara Fatma (Gara Fatma)’ya dönüşür. Yöre köylüleri, “Gara Hatun” demeyi tercih ederler. Bir ara yakalanır, elleri zincirli bir halde Maraş’a getirilir. Cezaevine konulur. Yargılanır, biraz ceza alır, ama kısa sürede dışarı çıkar. Ve yıllar geçer…

Osmanlı Padişahı Abdülmecit, yenilikçi bir padişahtır ama kendi devrinde devleti de zor durumdadır. Ruslar, “hasta adam” olarak gördükleri Osmanlı topraklarını paylaşmak için savaş hazırlığı yapmaktadırlar. Beklenen olur, Balkanlar ve Kafkaslardan iki koldan Osmanlı topraklarına saldırır. Avrupalı Devletler, Fransa, İngiltere, Sardunya Krallığı, Rusya’nın eline düşen zayıf bir Osmanlı’nın parçalanmasını istemezler, Osmanlı’ya yardımcı olmak, topraklarını korumak amacıyla askerlerini yardıma gönderirler. Osmanlı ve müttefik askerler Kırım Yarımadasında Rus ordusu ile zorlu bir savaşa girer.

Maraş yöresinde Andırın ovasında Beylik köyünde yaşayan Gara Hatun, padişahın Ruslar karşısında zor durumda kaldığına dayanamaz. Yıllar öncesi kocası Kalender Paşa’nın mücadelesini hatırlar. Dini için, devleti için, milletinin geleceği için emrindeki adamlarıyla birlikte savaş meydanına gitmek ister. Yaşı da bir hayli ilerlemiş olmasına rağmen sayıları 300’ü bulan askerleri ile birlikte İstanbul’un yolunu tutar. Onun İstanbul’a gelişi kargı elinde, kılıç belinde bir savaşçı Türkmen kadını olarak devletin imdadına koşması en fazla padişah Abdülmeciti duygulandırır. İstanbul halkı Maraşlı Gara Hatun veya Kara Fatma‘yı görmek için peşine düşer. Boğazdan askerleri ile birlikte geçişini padişah saray penceresinden izler. Avrupalı gazeteciler, ressamlar da Kara Fatma’yı görüntülemek hakkında bilgi vermek için onun İstanbul’a gelişi ve savaşçı görüntüsünü izlerler. İngiltere’nin Resimli haberler (The İllustrated News) Dergisi 22 Nisan 1854 tarihli sayısında Kara Fatma’nın askerleri ile birlikte İstanbul’a gelişinin resmi ile birlikte şu açıklamayı yapar: “Çok sayıda katır ve develerle İstanbul sokaklarında görülen Kara Fatma, göründüğü her köşede başta kadınlar olmak üzere önemli sayıda kalabalığın dikkatini üzerine çekti. Fatma’nın kıyafeti geniş kollu çok kirli bir palto, beyaz bir pantolon var. Sarı çizmeler, belinde uzun namlulu tabancalar ve bir de elinde yatağan (uzun ve iki yanı keskin pala), ucunda koyu renkli bir bez parçası ile sancak havası veren mızrak var. Başörtüsü kafasına sarılı ve boynu etrafında dolandırılmış fakat yüzünü tamamen açıkta bırakan uzun bir bez parçasıdır.”    

Kara Fatma ve Maraşlı askerler halkın sevgi gösterilerine tebessümle karşılık verir. Türk kadınının yiğitliği, cesareti, gururu yansımaktadır. Davutpaşa kışlasına kadar geldiler. Osmanlı ordusunun savaşçı kuvvetleri arasında sefere katıldılar. Tuna nehri aşıldı. Romanya’nın kuzeyindeki Babadağı cephesinde Rus ordusu ile karşı karşıya geldiler.

Bombalar atıldı. Kılıçlar çekildi. Yüzlerce, binlerce asker karşılıklı savaşmaya başladı. Bomba, gülle ve kurşun sesleri arasında Kara Fatma Hatun ve askerleri “Allah Allah” sesleri ile hücuma katıldılar. Gözü pek bu yiğit askerler, vatanlarını düşman saldırısından korumak için ölümü göze alarak ilerlediler. Yürekleri bir volkan ateşi gibi kaynıyor “ya vatan, ya ölüm” sesleri ile yeri göğü inletiyorlardı. Önlerine, yanlarına daha sonra da üzerlerine doğru bombalar gelmeye başladı. Çok yakınlarına düşen bir bomba parçalara ayrıldı. Kara Fatma “vuruldum” dedi. Hemen yanı başında iki askeri sessizce yatıyordu. Onlarda vurulmuştu. Kara Fatma’nın ağzından kanlar gelmeye başladı. Dişlerinin kırıldığı belli idi. Onu kolundan tuttular. Geri çektiler. Sıhhiyeciler geldi. Sedye ile götürdüler. Savaş olanca şiddetiyle devam ediyordu. Osmanlı-Rus sınırında… Balkanlarda, Kırım ‘da, Kafkaslar ‘ da…

Kara Fatma yaralandı. Kumandanların da isteği üzerine cephe gerisine alındı. Tedavisi için İstanbul’a gönderildi. Yanında askerleri de vardı. Bir gün padişahın kapısına geldi. Hazırlamış olduğu arzuhali verdi. “Allah aşkına, peygamber isteğine uyarak, din için devlet için cihat yaptığını, bu uğurda yaralandığını açıklıyor… Padişahtan gazilik madalyası ile birlikte memleketine döndüğünde vergiden muaf tutularak kendisine maaş bağlanmasını” istiyordu. Padişah, Kara Fatma’nın dilekçesini inceledi. Bu cesur Türkmen savaşçısına “gazilik madalyası” verildi. Maaş bağlanması için de Adana Mal müdürlüğüne haber verildi. Kara Fatma’nın dilekçesini yazan memur dilekçenin sonuna “Üzeyir Sancağı, Cerit Aşiretinden Asiye Hatun” yazmıştır. Onun ilgili olarak “Kerimoğlu kızı” olarak belge bulunduğu iddiası da bilinmektedir… Oysa Cerit Kızı Asiye Hatun, Kerimoğlu Hacı Osman Bey’in kızıdır.

Çukurovalı Kara Fatma, gazilik madalyası ile birlikte Çukurova’ya geldi. Ömrünün son yıllarını Beylik köyünde geçirdi. Namık Kemal, onun hayatı ve mücadelesini, Kırım harbine katılması ve yiğitliğinden etkilenerek “Vatan yahut Silistre” piyesini yazdı. Hacı Osman Kızı Asiye Hatun namı diğer Kara Fatma veya köylülerin dilinde Gara Hatun Beylik köyündeki konağında öldü. Onu böğürtlen dikenlerinin, karaçalıların bol bulunduğu yol kıyısındaki bir mezara koydular. Murt çalıları, kepir taşları ile süslenen mezarındaki hece taşına ismi yazılmadı. Türk ve dünya tarihinin bu efsanevi kadın kahramanının mezarı kayboldu. Ama onu hatırlayan Andırın köylüleri yaptıklarını dilden dile anlattılar…

Bu Kadın kahramanımıza rahmet diliyor, hatırası önünde saygı ile eğiliyoruz. Ruhu şad olsun!..

(Çukurova Lobisi Dergisi Ocak 2012, sayı:31’den faydalanılmıştır.)

**

Ceritlerin hazin bir aşk öyküsü….

İnce Hacı’nın Ağıtı-3 (Cerit-Avşar aşiretleri öyküsü)

Ahmet Cevdet Paşa, Çukurova’yı anlattığı anılarında: ”Osmanlı yönetimi Cerit Aşiretinin beyi Osman’ı yakalayarak 1828 yılında idam etti. Devletin aldığı sert tedbirler bile Ceritleri korkutmadı. Aşiret kendi içinden çıkardığı yeni beyler ile kaç-göç hayatına devam etti. Cerit aşiretinin yaylaya göçü de uzunca bir süre unutulmadı.”

Fırka-ı İslâhiye, Islah Ordusu, Zorunlu iskân… Yurt edinme kavgalarının devam ettiği bu dönemde Ceyhan’ın Celiluşağı köyünde güzel mi güzel adı Zöhre olan bir Cerit kızı vardır. Zöhre nişanlıdır… Avşar İnce Hacı ise Sarız-Göksun tarafından mal tüccarlığı yani (hayvan ticareti) yani “celep” lik yapmaktadır. Sürek alır, sürek satar. Buralarda büyükbaş hayvan sürüsüne “sürek” denir. İnce Hacı, Sarızlı ve Bebek’in amcasının oğludur.

Günün birinde İnce Hacı’nın yolu Celiluşağı köyüne düşer. Orada Cerit Kızı Zöhre’yle tanışır. Dünyalar güzeli olan bu kız İnce Hacı’nın hoşuna gider. Nişanlı olduğu halde gönlünü ondan alamaz. Beri taraftan kız, Cerit aşireti ve yörenin hatırı sayılır belli bir ailesindendir. Babası Halil Ağa bir Cerit beyidir. Ama Zöhre’nin de İnce Hacı’ya gönlü düşer. Zöhre ile Hacı birbirlerine sevdalanırlar. Fakat her ikisi de nişanlıdırlar. Zöhre’nin nişanlısı Hürüuşağı köyünden, İnce Hacı’nın ki ise Sarız’dandır.

Bu sırada Ceritlerle Avşarların kavgası bütün vahametiyle devam etmektedir. Aşiretler birbirine düşmandır. O günlerde Avşar İnce Hacı, Celiluşağı köyüne gider. Cerit kızı Zöhre’nin uzun saçları belindedir. İnce Hacı, doru atının üstünde, Zöhre’nin saçlarından kaptığı gibi atının terkisine bindirir. (Eyerin arka bölümü) Doğru Ceyhan’ın Tatarlı köyüne. Celiluşağı-Tatarlı Köyü arası yaklaşık 15 Km. Doru at, çatlamasın diye Tatarlı köyündeki Tazılı Tepesinde bulunan ulu bir söğüt ağacının altında bir süre soluklanırlar. Onlar soluklanırken Cerit atlıları da Tazılı Tepesini çevirmiştir. Zöhre’nin altı erkek kardeşinin altısı ile birlikte 30’a yakın Cerit atlısı etrafı kuşatır. Bunu fark eden İnce Hacı, terkisinde Zöhre ile birlikte kaçmayı başarır.

Hacı çok atik ancak Cerit atlıları öyle zıpkın ki kovalamaca devam eder. Bu sefer kaçarken, Tatarlı’nın Bucağında çatışma başlar, kurşunların önünde Hacı ve Zöhre yine yakalanmadan sıyrılırlar…Zöhre işin vahametinin farkındadır. İnce Hacı teslim olmak istemez. Halil Ağa Zöhre’nin kaçışı yüreğine taş gibi oturmuş şaşkın. Altı oğlunun, kardeşleri Zöhre ile İnce Hacı’nın vakasını paklayacağından emindir.

Ceyhan’ın Tatarlı köyü doğal güzellikleriyle harikadır. Kaynak sularıyla çevrenin ve Ceyhan’ın tüm içme suyunu karşılar. Volkanik taşlardan oluşan Leçe bölgesi taşlıktır. Girişe Küçük Leçe, geri tarafa ise Büyük Leçe denir. Leçe’nin bazı yerlerinde yağmur sularıyla gölcükler oluşur. Hayıt otu, kır çiçekleri. Doyumsuz yeşillikler, elvan türlü endemik ve çiçekler gölü bir gelin gibi süslerlermiş.   İnsanlar; Taşlıkta nasıl çiçek olur diye şaşarlarmış. Şimdilerde ise, Leçe hâlâ “mera” olarak varlığını korumakta.

Berende, Tatarlı-Mustafabeyli arasında kireçtaşından oluşan Tatarlı köyü hudutları içinde bir tepe. Cerit atlıları İnce Hacı ve Zöhre’nin hala peşinde, fellik fellik sevdalıları aramakta. Aşiretin töresinde nişanlı bir kızın kaçırılması çok ağır bir ardır, namustur. İnce Hacı ve Zöhre Berende’nin bitişiğindeki “Leçe”de saklanmakta. Saklandıkları yer Tatarlı köyüne 2 Km. Köydeki Alliş Musa’nın (Musa Metin) anası Emine, diğer adıyla Çötten Garı. İnce Hacı ve Zöhre’ye gizlice azık (yemek) götürür. Azık götürme işi günlerce sürer. Fakat ne yazık ki… Ceritler Hacı’nın peşinde. Saklandığı yer ablukaya alınmış, etraf kıskıvrak çevrili.

Çatışma başlar, İnce Hacı’nın silahı (altıpatlar denen) ateş almaz. Bas bas yine ateş almaz. Tekrar tekrar… Sonunda tüfeği taşa çarpar. Taşta patlar. Kılıcı ise hiç iş yapmaz. Çaresizdir İnci Hacı…

(Diğer bir rivayete göre; Atını besiciye verdiği “Besici” de Zöhre’ye aşıktır. İnce Hacı ile Zöhre ile kaçtıklarında Besici’de onlarla birlikte gelir. Onların yanındadır…

Zöhre’nın babası Cerit Halil Ağa “Kızımı kim bulursa ona vereceğim” diyerek her tarafa haber gönderir. Bunu duyan besici, “Benimki daha iyi diyerek altıpatlar tabancasını İnce Hacı’ya verir. Gizlice de bu verdiği tabancasının iğnesini kırar…

Çatışma başladığında İnce Hacı’nın silahını çalar çalar ateş almayınca; hilenin besiciden olduğunu anlayıp kılıcıyla derhal onun bir kolunu ve bir kulağını düşürür…)

Zöhre ile beraber doru atla kaçmaya başlarlar. Koca Leçe onlara dar gelir. Yiğit, yaman Cerit atlıları, Avşar Türkmeni İnce Hacı ve Cerit Kızı Zöhre’yi at üstünde vururlar…At yaralı, sevdalılarla birlikte düşer. İnce Hacı ve Zöhre yaralanmış yerde nefes nefesedir. Onlarca kurşun yer, her kurşun yiyişte İnce Hacı’nın gövdesi zıplamaktadır. İnce Hacı her kurşun yediğinde doru atı ise başını sağa sola çevirmektedir. İnce Hacı oluk oluk ala kanlar içinde orada yaşamını yitirir. Ancak Cerit kızı Zöhre yaralıdır… Ne acıdır ki İnce Hacı’nın doru atı dahi öldürülür. Leçe bir sevdayı viran etmiştir.

İnce Hacı’nın cenazesini amcaları Sarız ilçesine götürülür. Arkasından yakılan ağıtlarla toprağa verilir…

Çatışmada vurulan Zöhre ise Babası Cerit Beyi Halil Ağa’nın evinde tedavi edilmeye çalışılır. Bir müddet sonra Zöhre iyileşir. Ancak ailesi ona yüz vermez. İnce Hacı’dan bir oğlu olur. Adını “Uruşan” koyar. Onu yoksulluk içinde büyütmeye çalışır…

(Uruşan’dan doğan ilk çocuğu Adana eski milletvekili Hasan Cerit’in anası olduğu söylenir.)

**

Günün birinde Avşar’dan yedi kişi babasının evini basıp Zöhre’yi oğlu Uruşan ile birlikte oradan kaçırır. Sarız- Göksun tarafına doğru yol alırlar. Kızın isteği üzerine İnce Hacı’nın mezarına götürürler…

Cerit kızı Zöhre İnce Hacı’nın başucunda ağıt yakmaya başlayınca gardaşları müdahale eder. Büyük gardaşı “bırakın istediği gibi ağlasın” deyince ağıta devam eder. Zöhre ağlaya ağlaya bu ağıtı söyler:

İnce Hacı’nın Ağıdı-3 (Ali Alper Çetin derlemesi))

Gara şalvar bacağında

Altı patlar gucağında

Av ediyor İnce Hacı’m

Tatarlı’nın[1] bucağında

 

Böök leçe güçcük [2] leçe

Çiçek aldım seçe seçe

Baktım gardaşlar geliyor

Gaça ha İnce Hacı’m gaç ha

 

Düşümde gördüm düşümde

Düzülü fişek döşünde

İnce Hacı’m harp ediyor

Berende’nin[3] üst başında

 

Kılıncını almışlar da

Kınını burda koymuşlar

Duydun mu ya Meryem dezze[4]

Atını da öldürmüşler

 

Gadanı alam Meryem dezze

Vurma dalıma dalıma

Gurban ollum[8] İnce Hacı’m

Düştüm Körezli[9] yoluna

 

Tatarlı’da[4] selbi söğüt

Dal dal oldu bitti mi ola

Avını almış İnce Hacı’m

Muradına yetti mi ola

 

Gıyık İnce Hacı’m Gıyık[2]

Ağ dudakta sümbül bıyık

Oraya ava giderdi

Yıkılasın Adahöyük[3]

 

Tazılı’da göğce tepe

Ben de geldim gopa gopa[5]

Öldürmüşler İnce Hacı’m

Dor- at başın serpe serpe

 

Yanıyorum, yanıyorum

Gögde[6] bulut dönüyorum

Nerede bir yamçılı görsem

Hacı’m gelik sanıyorum

 

Uluşanlara dolandım

Ala kanlara belendim

Senin için İnce Hacı’m

Eleğe kondum elendim

 

Yaran sarsın kar istiyor

Has bahçeden nar istiyor

Arkan yokmuydu gülüm

Uluşan[7] dan can istiyor

 

Hezerine[11] üzerine

Ben de geldim mezarına

Emmiler Doru’yu çekmiş

Adana’nın pazarına

 

Leçenin burnuna vardı
Beni de terkiye aldı
Kör olası emmilerim
Goltuktan goltuğa vurdu

 

Uruşan oldum Uruşan
Zor olur bu derde düşen
Ulaş beri gel gayınım

Hacı’nın hali perişan

 

Üzüm gara üzüm gara
Salkımları düzüm gara
Beni geri istiyollar
Ben varamam yüzüm gara

Al ata da vermem arpa
Biçeller de çala çarpa
Tez gel İnce Hacı’m tez gel
Uraşan’ım daha görpe


Not: Ali Alper Çetin tarafından Haziran-2018 derlenmiştir. 
İnce Hacı’nın Ağıtı-3 alarak yayınlanmıştır. Kaynak kişi: Ceyhan Tatarlı Köyü’nden Hacı Ahmet kızı Sebiha AKIN (91 yaş) ve Bekir oğlu Hüseyin KÖREZ


İnce Hacı’nı Ağıdı, daha önce Ağıd-1, Ağıd-2 şeklinde derlenmiştir. Başkaca ağıtcılar tarafından söylendiği tahmin edilen İnce Hacı’nın Ağıtı ardından başka ağıtlar da yakılmıştır.

Artık Cerit Kızı Zöhre Avşar ellerine emanettir…

Türkmen aşiretlerinin geleneğine göre askerde şehit düşen, ya da kaza sonucu vefat eden erkeğin hanımı kocasının kardeşine ya da akrabalarından biriyle evlendirilir. Amaç geride kalan çocukların yetim ve sahipsiz kalmasını önlemek, geçimini idame ettirmek, sıkıntı çekmesini engellemek için bu gelenek uygulanır. Bu geleneğe istinaden Zöhre, İnce Hacı’nın erkek kardeşi Uluşan ile evlendirilir.

Cerit ve Avşar Aşiretlerinin kavgaları, nice sevdaları, çok aşkları yakar. Sayısız canlar alır. Köyler, kasabalar, şehirler harap olur. Hüzün, gözyaşı… Acılar ağıtlara dökülür… İşte Cerit Kızı Zöhre ile Avşar Oğlu İnce Hacı’nın öyküsü ardından yakılan ağıtlarla dilden dile, telden tele bu günlere kadar uzanır.

Ali Alper ÇETİN

Araştırmacı

(alialpercetin@hotmail.com)

Kaynaklar

            Canlı Kaynak-1

Adı soyadı                             : Sabiha Akın

Baba adı                                : Hacı Ahmet

Doğum yeri – yılı                   : Ceyhan – Tatarlı Köyü- 1927

Ölüm yılı                                 : 2018 (91 yaş)

Nüfusta kayıtlı olduğu İl      : Adana

İlçe                                          : Ceyhan

Köy                                         : Tatarlı

Kaynak-2

Adı soyadı                              : Hüseyin Körez

Baba adı                                : Bekir

Doğum yeri – yılı                   : Ceyhan – Tatarlı Köyü -1933

Ölüm yılı                                : 2009 ( 76 yaş)

Nüfusta kayıtlı olduğu İl      : Adana

İlçe                                          : Ceyhan

Köy                                         : Tatarlı

Dipçe:

[1] Güçcük: Küçük   Böök: Büyük

[2] Kıyık: İyi giyimli, yakışıklı

[3] Tatarlı- Leçe’de bir höyük

[4] Tazılı: Ceyhan-Tatarlı Köyünde Hitit medeniyeti döneminden kalma toprak tepe

[5] Gopa gopa: Koşa koşa

[6] Gögde: Gökte

[7] Ulaşan: İnce Hacı’nın erkek kardeşi

(8) Uruşan: Zöhre’nin İnce Hacı’dan oğlu

[9] Ollum: Olurum

[10] Körezli: Ceyhan-Tatarlı Köyünde Cerit Muslu ve Bekir Ağa sülalesi

[11] Berende: Ceyhan Tatarlı- Mustafabeyli arasındaki kireçtaşı oluşumlu büyük tepe

[12] Hezerine: Çabuk, hızlı

 

** Cerit Kızı Zöhre’nin adı; Onlara, o zaman yardım eden Emine (Çötten Garı)’nın torununun torunu, Zöhre ismini taşımakta ve hala yaşamaktadır.

Kaynakça:

[1] Dr. Halil Atılgan, Rakka’dan Elmadağı’na -Yürüyerek Geldik Yaya,

cukurovader.org.tr

[2] Yusuf Halaçoğlu, Prof.Dr; XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, Ankara 1997

[3] Ali Rıza Yalman, Cenupta Türkmen Oymakları, Cilt II

[4] Faruk Sümer, Prof. Dr “Ceridler”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, S. 24, 1988, İçtimai Hayat, Türk Tarih Kurumu

[5] Baki Yaşar Altınok: Rakka ve Orta Anadolu Ekseninde Bir Oymağın Tarihi (Ceritler)

[6] M. Fatih Sansar, 19. Yüzyılda Çukurova Türkmen Aşiretleri: Cerid veTecirliler

Cilt: 3 Sayı: 5, 2013, Studies Of Ottoman Domain

[7] Cezmi Yurtsever: Çukurova Türkmenleri, İzdüşüm Yayınları, 2007

[8] Cemil Gök: Fırka-ı İslâhiye, cukurovader.org.tr

[9] F. Gülay Mirzaoğlu, Cerit Türkmenlerinde Halk Hikâyeciliği ve Hikâyeciler

[10] Ali Alper Çetin, Anadolu’nun Yiğit Sesi: DADALOĞLU, Çukurova Lobisi Aralık-2017 Sayı: 53

[11] Çukurova Lobisi Dergisi Ocak 2012, Sayı:31

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.


HIZLI YORUM YAP
teslabahis casinoport pashagaming betkom mislibet casino siteleri
istanbul eşya depolama