OKTAY EROL
“Konuk odasında” ağırlanır gibi…
Bilirsiniz, evlerin “konuk odaları” olur! Burada, pek evinize gelmeyen, pek de görüşmediğiniz, “utandık yüzler” diye tanımlananlar ağırlanır! “Konuk odalarının” koltukları daha puftur, eşyalar daha az kullanılmıştır… Her zaman yüz yüze geldiğiniz, ekmeğinizi/ sofranızı/ gizlinizi paylaştıklarınızı da “konuk odasında” değil; her zaman için açık/ günlük kullandığınız “oturma odasında” ağırlarsınız! Üstelik buna “ağırlama” da denilmez; “konuk” odasında” ağırlananlar için tüm gün hazırlıklar yaparsınız, “oturma odasında” karşılayacaklarınız için “ne varsa” onu tüketirsiniz!
Evlerin “böyle” bir odası olduğuna tanık olan çokları vardır! Belki o da “sistemin” bir parçası olarak yaygınlaştırılmıştır! Bugün, cep telefonu/ ev interneti kullanmayan yok gibidir! Süreniz dolduğunda arayanların “eski müşterimiz olduğunuz için size indirim yapıyoruz” diyeni duymuş olamazsınız! Ancak “bir başka operatörden geliyorsanız indirimden yararlanabilirsiniz” demeyeni duymamış olamazsınız! Operatörler bildik/ tanıdık müşterileri elinde tutmayı değil, başka operatörden müşteri çekmeyi amaçlamaktadır! İndirim “yeni müşteriler” içindir! Tıpkı, pek evinize uğramayan “konuğu” ağırlarken uzun/ özel hazırlıklar yaptığınız gibi…
***
Seçmenin/ yurttaşın “yukarıya çıkmak” için kullanılmasını hiçbir zaman hoş bulmadım! Kim öyle bir eylemler içindeyse de kınadım! Son günlerde art arda “parti değiştiren” isimlere, özellikle de “dünyaya bakışıyla uzaktan/ yakından ilgisi olmayan partilere kayışlara tanık olunca “onca” rahatsızlığımın arasına “bir de” bunlar eklendi! İnsanın “dün” paradarları savunurken, bugün kalkıp “emeğe” toz kondurmaması benim tanımlamamda “ikilemdir”!
Adana’da Bilici ailesini bilmeyen yoktur; özellikle 12 Eylül sonrasının siyasallaşmasını izleyenler ANAP’ta hangi kurgular içinde yer aldıklarını çok iyi bilir! Milenyumdan bu yana da AKP “iktidarına” yakınlığını… Son kırk/ kırkbeş yıldır, Bilici ailesi siyasetin sağ kanadında yer almıştır! İYİP’li Bilal Bilici’nin babası Mehmet Ali Bilici, ANAP’tan 3 dönem milletvekilliği ile il başkanlığı yapmıştır. Ardından ANAP’ın DYP ile birleşmesinden sonra sırasıyla MHP’li, DP’li olmuş, kurulduğundan bu yana da Akp içerisinde…
***
Buraya dek “denecek söz” yok! Birbirine benzeyen milliyetçi/ muhafazakar, yerine göre demokrat/ İslamcı partiler bunlar! Kurtuluş Savaşı’nın özüne, büyük önder Atatürk’e saldırmak, emeğe/ bilime/ insana kötü söz söylemek “sağ partilerde” rahatsızlık uyandırmaz! Yıllardır ne diyanetin ulusal günlerde Atatürk’ü sansürlemesi, ne de bu ulusun topraklarında sığınmacıların özgürlüğün tadını çıkarmalarından rahatsızlık duymalar! Buna ülkeyi terk eden “genç işgücünü” de ekleyebilirsiniz!
İYİP’li Bilal Bilici’nin, Akp’ye geçeceği/ görüşmelerin sürdüğü ileri sürülürken “u” dönüşlü Chp’ye katılması bazılarını sevindirmiş olsa da, “üzülenlerden” olduğumu söyleyebilirim! Üstelik, genel başkan yardımcısı Burhanettin Bulut’un “baba ocağına döndü” diyecek kadar tabandan kopuk olduğunu göstermesi, bir de bu “yanlışa” Özgür Özel’i ortak etmesi hoş görülecek bir olgu değil!
***
Birkaç gün önce Adana İl Örgütündeydim! Kalabalıktı! Belli ki yönetim toplantısı yapılacak! Bir süre sonra kalabalığın hareketlendiğine tanık oldum! Yanlışlarıyla/ eksikleriyle Burhanettin Bulut’un geldiğini düşündüm, ya da Anakent Belediye Başkanı Zeydan Karalar’ın… Neden olmasındı ki?
Merdivenlerden çıkarken ayakkabı sesi duyulacak biçimdeydi ortam… Tik/ tak/ tik /tak… Aklımdan geçenler değildi! Oturanların hepsi ayaktaydı, kim olduğunu bilmiyorum; aramızda iki/ üç kişi kalınca ayağa kalktım, tokalaştık, yerime geri oturdum! Sonra da koltukta yanımda oturana kim olduğun sordum! “Bilmem gerekiyormuş” gibi gözlerime bakarak, “Chp’ye katılan Bilal Bilici” dedi! Öyle ya İyip’ten gelmişti Chp’ye; ilgi de ondandı! “Konuk odasında” ağırlanan “utandık/ bilinmedik” yüzler gibiydi… Ya da cep telefonu operatörünün “yeni müşteriye” gösterdiği “ilgi” gibi! İnsanın yaşamına “emek” veren dostları olduğu gibi, bu partinin ayakta durması için hiçbir özveriden geri durmayan “emekçilerine” de bu denli sarılsanız ya; üstelik hiçbir pazarlık içinde olmadan/ gönülden yanınızda soluyanları bilseniz ya… Olmaz mı?