SELMA ERDAL
Ah Şu Almancılar!...
27 Mayıs 1960 sonrasında, planlı ekonomi politikaları izlendiği yıllarda; "işsizlik sorununa çözüm olarak dış ülkelere işçi ihracı" kararının alınmasının ardından ki bu dönem Morison Süleyman'ın Başbakan olarak iktidara geldiği yıllara denk gelir. Anadolu'nun kentlerinden, kasabalarından, köylerinden pek çok yurttaş; Almanya ile yapılan anlaşmalarla, davul-zurna eşliğinde, tahta bavulları ellerinde, Tarihi Sirkeci Garı'ndan Avrupa'ya yolcu edildiler. Bir bakıma çağdaş kölelik yapmak için gönüllü oldular. Onlar; en altta kaldılar, en kötü işlerde çalıştırıldılar, gettolarda bir bakıma izole edildiler, Alman halkının yaşam alanlarından dışlandılar.
Buna karşın yıllık izinlerinde; en zor koşullarda doydukları yerlerden, doğdukları yörelere geldiklerinde gidenlerle, gelenler sanki aynı kişiler değildiler. Başlarında Bavyera köylüsünün tüylü şapkası, ellerinde transistörlü radyo ile kasım, kasım sokaklarda gezdiler, hemşehrilerine tepeden bakarak...
O günlerden, bugünlere neredeyse üç nesil geçti. Onların bazıları ne oralı olabildiler, ne de buralı...
Onlar Türkiye'de yaşarken, yalnızca yaşadıkları yöreyi bildiler, Türkiye'nin Doğusu ile Batısı arasındaki en az 50 yıllık gelişmişlik farkının, farkına varamadan, Türkiye'nin Batısı'na göre de en az 50 yıllık gelişmişlik düzeyini yaşayan bu ülkelere geldiklerinde de büyük travmalar, çatışmalar yaşadılar. Ama Türkiye'nin genelini de gurbete çıkarken bıraktıkları yörelerin sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel durumuyla özdeşleştirdiler.
Kişiyi nasıl bilirsin?... Kendim gibi?...
Türkiye'yi nasıl bilirsin?.... Köyüm gibi !...
Ve şimdi Didim'de onların bazılarıyla yazdan, yaza komşuluk yapıyoruz bir aylığına olsa da... Nasıl ki İngiliz, İrlandalı, Galli komşularımız varsa, onlarla birlikte ekmeğini yurt dışında kazanıp da bize tepeden bakmaya pek hevesli komşularımız da var.
Birleşik Krallık'dan olan komşularımızla İngilizce konuştuğumuzda, işte o Almancı komşularımız soruyorlar:
- İngilizce konuşuyorsunuz, yoksa siz de İngiltere'de mi çalıştınız?...
Yanıtlıyoruz onları:
- Ne sizler gibi Almancıyız, ne de İngilizciyiz. Bu dili ülkemizin okullarında öğrendik ve evimizi de Türkiye'de çalışarak kazandığımız parayla aldık.
Şaşkın, şaşkın bakıyorlar yüzümüze...
Ardından başlıyor; Türkiye'yi küçümseyen konuşmalar...
Biz de karşılık veriyoruz, daha doğrusu ülkemize yönelik önyargılarını gidermek için onlara ülkemizi, halkımızı, toplumsal yapımızı anlatmaya başlıyoruz.
Başlangıçta her birinde; "sümüklü böcek kabuğundan çıkmış, kabuğunu beğenmemiş" tavrı var. Eleştiri bombası altında kalıyoruz, önce onları dinliyoruz ve sonra sazı da, sözü de biz alıyoruz.
Kadın cinayetleri diyorlar; aşiret, töre, gelenekçi yapı, Doğu'ya özgü, Doğulu bu kafa yapısını değiştirmedikçe bu bozuk düzen sürer gider diyoruz. Batılı kadın cinayetleri işlemiyor mu sanki diyorlar, oransal olarak daha az, çünkü değer yargıları çok daha başka diyoruz. Ne yazık ki iki Türkiye var bu ülkede; geleneksel yaşam biçimini sürdürenler, çağdaş ve eşitlikçi yaşam biçimini seçenler diye de açıklamalar yapıyoruz.
Her şey eğitimsizlikten, Devlet kızların okula gitmesini engelliyor diyorlar. Yanıtlıyoruz; Doğulu kızını okula gönderdi de, Devlet başına mı dikildi; "kızını okula gönderemezsin" diyerek ?...
Siz Batılısınız, şanslısınız diyorlar, diyoruz ki "insan kendi şansını, kendi yaratır" , bizim ana-babalarımız okula gitmemiz için bizleri zorlar, "kolunuza altın bilezik takacaksınız, mutlaka DİPLOMA alacaksınız" diye diretir. Ana-babalarına hesap soracaklarına, bizlere saldırmaya hazırlar.
Diyorlar ki ülkemize geldik; istediğimiz gibi yaşayacağız, çocuklarımız rahat etsin. Diyoruz ki oralarda istediğiniz gibi davranabiliyor musunuz, davranamıyorsunuz çünkü orada kurallar var. İşte bizim ülkemizde de kurallar var, yasalar var, AB üyesi olmasa da ülkemiz, AB Normları'na uymak için atılmış imzalar var, dolayısıyla aynı kurallar burada da var. Çocuklar gürültü yaptığında; Polis'e telefon ediliyor burada da ve koca, karısını dövdüğünde de komşusu hemen Polis çağırabiliyor ülkemizde de... Ama sizin çocuklarınızın bağrışmaları karşısında ses çıkarmıyorsak bu bizim anlayışlılığımız ve hoşgörülülüğümüz. Buna karşın sizlerin de "dilediğimi yaparım" tavrınız da sizin anlayışsızlığınız diyoruz (ama "görgüsüzlüğünüz" diyemiyoruz).
Diyoruz da ne değişiyor?... Ertesi gün; çocuk gürültüleri kaldığı yerden sürüp gidiyor, daha da artan bir şiddetle ve ortak alanda yaşarken başkalarına saygısızca, bencilce ve düşüncesizce davranışlar sergileniyor.
Bizler ne kadar hoşgörülü olsak da onlar yine de hoşnut olmuyorlar ve Türkiye'yi beğenmiyorlar, Türk halkını küçümsüyorlar; Batılı toplumlarda emeğini satıp, kazandığı dövizin Türk parası karşısındaki üstünlüğünü gördükçe, kendilerinin de "sınıf atladığı" kanısına varıyorlar.
Özentili davranışlarla; aralarında yabancı dille konuşma ısrarları karşısında da, "boşuna hırpalamayın kendinizi, ne konuştuğunuzu anlıyoruz" dediğimizde de biliyoruz onları oldukça kızdırdığımızı...
Ne yazık ki ülkemize, yaşadıkları ülkelerin önyargılarıyla gelen, oralardan ekmek yediği için ülkemizi küçümseyen bu Almancılar ya da İngilizciler... Geri kalmış buldukları ülkemizi bu durumlara düşürenleri, bizlere her geçen gün daha da zor koşulları hazırlayanları eleştireceklerine; seçim dönemlerinde sandıklara koşa, koşa giderek onlara oy veriyorlar. Çünkü onların oy verdiklerinin yönetimleri sayesinde; Türkün Lirası'nın ederi, her geçen gün daha da eziliyor yabanın Dolar'ı, Euro'su karşısında... Dolayısıyla o Almancılar ve İngilizciler daha kolay para harcıyor; ülkenin pazarında, çarşısında ve onlar; bencilce ve de cahilce günlük mutluluklarına ve kısa dönemli çıkarlarının getirisine bakıyorlar.
Ah o Almancılar ya da İngilizciler ah!...
Ne oralı, ne de buralı olamadığınız gibi, bir de nesnel (objektif) olamayıp; önyargılı bakış açılarınızla, ülkemizi yabancılardan daha çok karalıyorsunuz.
Unutmayınız ve kurnaz tilkilik yapmayınız ki zorda kaldığınızda dönüp, dolaşıp geleceğiniz kürkçü dükkanı burasıdır.