Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ,
Çukurova Üniversitesi,
Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü
iortas@cu.edu.tr
Antroposen kavramı son dönemlerde çok duyulmaktadır. İtalyan jeolog Antonio Stoppani, 1873 yılında insanların dünya ekolojisi üzerindeki giderek artan etkisine atıfta bulunarak "antroposen çağ" terimini ortaya atmıştır. Ancak insanın doğa üzerindeki etkisi o dönemde çok hissedilmiş olmalı ki sonradan yeni jeolojik dönemin adı olarak Antroposen olarak önerilmiştir. Peki Antroposen ne anlama geliyor? İnsan faaliyetinin iklim ve çevre üzerinde baskın etki oluşturduğu dönem olarak görülen jeolojik çağı ifade etmektedir. Evet, maalesef çok az kişi insanlığın jeoloji ve iklim değişimleri üzerindeki etkileri konusunda mevcut bilgiye dayalı öngörü ve/veya kavrayışa sahiptir. Son dönemlerde artan iklim değişiklikleri yanında depremlerden ve özellikle de biyoçeşitlilikten, tarımdan yararlanan ve insan ilişkilerini kapsayan antroposen kavramını daha çok konuşur olduk. Ancak çoğumuz jeoloji ve jeomorfoloji ile iklim değişimleri üzerlerindeki insanın etkilerini çok derinlemesine bilemiyoruz. Buna karşın yer yüzeyinin oluşumu ve 4.5 milyar yıllık değişiminin geldiği yerin tarihsel verileri yer yüzeyinin derinliklerinde jeolojik katmanlarda kayıtlı olduğundan değerli bilgiler sağlamaktadır. Yeryüzünden yerin derinlerine doğru yapılacak bir kazı kesitin profilindeki her katmanın yapısı yanında geçmişte yaşanmış iklim ve benzeri doğa olaylarının kaydı niteliğinde bilgi vermektedir. İşte bu nedenle sanayi devrimi sonrası yaşanan değişimlerin etkisinin bilinmesi konunun geleceğimiz açısından önemini daha da artırmaktadır.
Mevcut bilimsel bilgilerimiz, doğanın tarihsel kimliği ve jeolojik katmanların varlığı ile sınırlıdır. Yeni araştırmalar ortaya çıktıkça bilgimiz daha da genişlemektedir, ancak insanın doğa ve jeoloji üzerindeki etkileri konusundaki bilgilerimiz, son bir kaç yıl öncesine göre çok daha fazladır. Bilimsel araştırmalar günden güne önümüzü açıyor ve teknoloji daha çok bilgi sahibi olmamızı sağlıyor.
Antroposenin Başlangıç Tarihi Ne Zamandır?
Amerika Birleşik Devletleri'nden paleoiklim uzmanı Dr. William Ruddiman, bundan yaklaşık 12 bin yıl önce tarımın icat edilmesiyle Antroposen'in başladığını ifade ediyor. Bu görüşe göre, insanların tarımsal faaliyete geçişlerinin dünyayı etkilediği varsayılmaktadır. Bir diğer ifade ile insanların tarım yapması ile başlayan yeni yaşam tarzı olan “Tarım Devrimi” çağı ile bitkisel ve hayvansal ürünlerin insan tarafından üretilmesi için doğal alanlar ve ormanlıklar tahrip edilmesi kaçınılmazdı, sonucunda da yaşam alanlarını kaybeden canlıların bir kısmı da yok oldu. Tarım bilimcileri olarak biz daha halen tarımın doğa üzerindeki etkilerinin tam olarak ne zaman, nasıl ve hangi etkin(en)in sonucunda başladığını tam olarak bilmiyoruz. Yakın geçmişe kadar bilinenin ötesindeki Antroposen bilgileri günümüzden en az 12-13 bin yıl öncesine ait olan ve Güneydoğu Anadolu'da Göbeklitepe kazıları ile elde edilebildi ve biraz daha anlaşılır oldu. Harvard üniversitesinde Prof. Dr. David Reich, insanoğlunun 3 milyon yıllık avcı toplayıcılık düzeninden tarıma geçişini, ilk olarak Mezopotamya veya bereketli hilâl olarak adlandırılan bölgenin bugünkü Güneydoğu Anadolu'daki Harran bölgesinde başladığını belirtiyor. Bu bölgenin dünyanın diğer bölgelerinden en ayırt edici farklı özelliği, günümüzde insan gıdasının çoğunu oluşturan tarımsal ürünlerin yabani formlarının çoğunun bu bölgede var olmasıdır. Yanı sıra, Güneydoğu’nun içinde olduğu Mezopotamya ve Harran ovasının verimli toprak yapısını sağlayan Dicle ve Fırat nehirlerinin alüvyonları bölgeyi tarım alanlarına dönüştürmüştür. İklimin normalleşmesi ile bölgede yaşam alanı bulan bitki hayvan toplulukları yanında insanda bölgede kullanabileceği uygun bir yaşam alanında tarım yapma yetkinliğine erişti. Tarımın başlaması ile de halk göçebelikten yerleşik toplumlara geçiş yaparak gelişmiş ve tarım ile doğaya müdahale ederek doğayı değiştirmeye başlamışlardır. Zamanla yapay seçilim ve klasik ıslah yöntemleriyle tarım ürünlerinde genetik değişimlere de yol açtılar. Giderek türlerin yabani formları ile kültür formları arasında farklılıklar oluşmaya başladı. Tarım toplumunda metalin işlenmesi ile tarım alet ve ekipmanlardaki gelişmeler yanında, silah teknolojisinin gelişimini de koşulladı.
Artan nüfusun yaratığı gıda güvencesi talebi, doğanın yaslarının yavaş yavaş deşifre edilerek anlaşılması ile bilimsel bilginin artması ile tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş sağlandı. İnsanlığın son 12-13 bin yıllık tarım kültürü birikimi doğa üzerinde çok fazla baskı yapmadı. Sonunda bundan yaklaşık 200 yıl kadar önce endüstrinin gelişmesiyle yer altındaki milyarlarca ton fosil kömür ve petrolün yakılması sonucu olarak da atmosferdeki 140 ppm’lik sera gazları artışı yaşadığımız birçok çevre ve sağlık sorununun kaynağı haline geldi.
Son birkaç bin yıllık insanlık tarihinde insanın tek taraflı çıkarının doğa üzerindeki baskısının artık taşınamaz boyutlara ulaşması, bizleri doğa kaynakları üzerinde daha dikkatli seçimler yapmamız için zorlamaya başladı. Yeraltındaki fosil yakıtlar ve madenlerin çıkartılması, işlenme prosesleri ve tüketilmesinin iklim ve çevre üzerinde baskın etki yarattığı dönem olarak görüldüğü bu jeolojik çağın farkında olunması/bilinmesi önemlidir. Biraz daha insanlık tarihinin geçmişine bakılacak olursa, bazı toplumların dünyayı daha hızlı ve sistemli bir şekilde etkilediği görülecektir. Prof. Dr. Jared Diamond’ın yazdığı Tüfek Mikrop-Çelik kitabından edindiğimiz bilgiler ışığında yeryüzünde büyük uygarlıkları kuran toplumların doğa ile etkileşiminin daha erken başlamasa da daha fazla olduğu söylenebilir. İklimin tarım için uygun olduğu buzul çağı sonrası Mezopotamya’da çok geniş bitki topluluklarının bulunduğu ortamdaki Sümerler ve Asurların çocukları değil, ancak kışın zorlu koşulları altındaki Avrupalılar doğanın zorlukları ile mücadele etmede daha sistematik bilgi edinme yöntemleri ve uygulama teknikleri geliştirdiler.
Her ne kadar doğanın gücünün farkında olsak da ekosistemin bütünlüğünün yarattığı etkilere karşı koymak mümkün değildir. Doğanın gücünün farkında olan insanın doğa ile ilişkisi temelde doğanın yapısını bozmadan dönüşümlere ayak uydurmayı gerektirir. İnsanın doğal süreçlere müdahil olması dönem dönem yer yüzeyinde toprak erozyonlarını arttırmakta ve biyoçeşitlilik kayıplarına neden olmaktadır. Kuşkusuz insan faaliyetinden kaynaklanmayan, önlenemez doğal erozyon ve iklim değişiklikleri de kendiliğinden kayıplara neden olabilmektedir ama onların zararlarının büyümesine de yol açılmış olunabilmektedir.
İnsanın Doğaya Etkisi Neden Sanayi devrimi Sonrası Artı
Dünyanın tarihsel sürecine baktığımızda, Antroposen döneminin; endüstri çağının başlaması ve giderek artan fosil yakıt tüketimiyle son üç yüzyılda giderek daha yıkıcı olan bir gelişme sürecine tanık olmaktayız. Hatta insanın doğaya çok daha büyük değişimler için müdahil oluğunu görmekteyiz. Bilim insanları, antroposen çağını yeni bir çağ olarak tanımlarken, insan dâhil dünya üzerindeki canlı varlıkların geri dönülemez bir yok olma sürecine evrildiğini iddia ediyor. Tarım devriminden yaklaşık 12 bin küsür yıl sonra sanayi devrimi ile insanın doğaya müdahalesi daha da artmaya başladı. Sanayi devrimi öncesi havadaki CO2 280 ppm idi 200 yıl sonra yani bugün 421 ppm seviyesine geldi. Atmosferde artan karbondioksit beraberinde küresel anlamda ısınmayı +1.2 ile 1.3 0C artışa neden olmuştur. Bunun sonucu kuzey ve güney kutuplarında buzların önemli derecede erimelerin yaşandığı ölçülerek belirlendi. Ancak şunu da not etmek gerekir ki, dünyanın bugün artık taşınamayan ve iklim, ekoloji krizleri olarak tanımlanan sorunlardan bilim ve teknolojinin gelişmesiyle ortaya çıkan medeniyet ve toplumsal düzen değil, her şeyi kâr olgusuna dayandıran ve bunu fütursuzca kullanan rekabetçi neoliberal kapitalist politikalar ve onların yandaşları sorumludur.
Temelde ekosistemin temel yasası olan “enerjinin ve yoğunlaşmış enerjiden oluşan maddenin sakımı yasası gibi temel değişmezlerin ilkesi "hiç bir şey yoktan var olmaz, var olan da yok olamaz" gerçeğidir Ancak doğadan öğrendiklerimiz ile doğanın korunması ve geliştirilmesi konusuna katkı sağlayabiliriz. Ayrıca doğanın yasalarını bilmek doğaya uygun yaşamayı da gerektirir; örneğin, iklim değişikliklerine karşı önerdiğimiz uygulamalar doğanın korunmasına da doğrudan katkıda bulunacaktır.
Sonuç olarak doğal işleyişi veya ekosistemin varlığını bütünlüklü kavramak için başlatılan insan aktiviteleri doğa üzerinde beklenenden çok daha fazla tahribat yaratmıştır. İnsanlığın son birkaç yüzyıllık sanayi devrimi ve iletişim çağında doğaya müdahalesi daha da artmış ve bugün SOS verir duruma gelmiştir. Gidişat Prof. Dr. Ali Demirsoy hocanın ifadesi ile “sona yaklaşmıştır”. Dünyanın içine düştüğü bu durum bir doğal sarmalın sonucu değilse artık geri dönülemez bir süreçteyiz ve çok fazla zamanda kalmamıştır görülüyor. Doğanın karbon döngüsüne uygun yapıya uygun yeni mekanizmalar ve yöntemler bulmak zorundayız. Yapılacak şey biline bilgi ışığında enerji üretiminde kullanılan fosil yakıtlar yerine yenilenebilir kaynak kullanımına yöneltilmeli. Atmosfere karbondioksit salımı başta olmak üzere, insan aktivitesi sonucu doğaya ve iklime zarar veren her faaliyetten radikal bir biçimde vazgeçilmelidir.
Pandemide iki hafta dünyada sokağa çıma yasağı sağlandığı sürede bir çok ver atmosfere salınan sera gazlarının azaldığı, çevrenin daha az kirlendiği ve kentlerin içlerine kuşların ve diğer doğal canlıların geldiği belirtildi. Kısa süreli yaşanmış bu tecrübe ne yapacağımızın göstergesi oldu!
8 Mayıs 2024, Adana