OKTAY EROL
Dünya nasıl kurtulacak; utanarak!
İnan, yaptığı yanlışlarından/ suçlarından/ haksız kazançlarından/ birine verdiği zararlardan dolayı “utanç” duyabilendir! Minicik yavruları katleden de, minicik yavruyu “nikaha” zorlayan olgularda/ göz yumanlar da/ korumaya çalışanlar da “utanması” gerekmiyor mu? Yıllar önce katledilen Leyla’nın ne olduğu belirsiz şu an, bir ayın üzerinde süre geçen Narin’i katledenler de öyle, daha dün görevi başında polis memuru Şeyda Yılmaz’ı katledilen daha yirmisinde bile olmayan gensin yüzünü gördünüz mü? Havalar ilkyaz serinliğinde sanki; ağaçlar ışkın vermiş/ çiçek açmış dallarında kuşlar gibi şenler, çaldıklarından/ yok ettiklerinden o denli hoşnutlar!
İnsan olmak böyle bir şey mi; “utanç” damarlarının işlevsizleşmesi mi yoksa… İsveçli sinema-tiyatro oyuncusu İngrid Bergman'a "gidişat çok kötü, dünya nasıl kurtulacak?" diye sormuşlar, "
utanç, demiş; dünyayı bir tek utanan insanlar kurtarabilir! Çünkü utanmak kibir denilen en büyük günahın panzehiridir. Yalanın, iftiranın, hırsızlığın, pişkinliğin, arsızlığın önündeki en büyük engeldir.”
***
Bilerek/ bilmeyerek yapılan “yanlışlardan” dolayı utanmayı/ başımızı eğmeyi unuttuk! Bir “iktidar” düşünün; yirmiüç yıldır ortaya koyduğu yokluk/ kaos/ korku/ açlık/ karmaşa konusunda “en küçük” bir sorumluluğu üzerine almasın! Yurttaşın ekmeği azalırken, yaşamı daralırken, alım gücü her gün biraz daha azalırken, sokaklar her geçen gün “can pazarına” dönerken, çocuklarına iyi eğitim aldıramazken, doyamazken, mülksüzleştirilirken bile umursamazlığı üzerinde olsun, şatafatlı yaşamıyla gündemden hiç düşmesin!
Altı yaşındaki çocuğa “nikah” kıyacak denli kafaları “ağlanmış” olanların “utanma” duyguları var mıdır sizce? Oyuncak bebelerle oynayacağı, daha belki de “yalancı memeden” yeni kesildiği dönemin hemen ardından hangi kafanın “
nikah” diye bir düşüncesi olur ki? Olmadı mı, olmuyor mu, bakanlığın bile “sivil toplum örgütü” dediği bir katman tarafından desteklenmedi mi ki? Bunlar olurken Leylaların, Narinlerin, daha birçoklarının yaşadıklarını/ bundan sonra yaşayacaklarını düşünerek “utanmak/ titremek/ başı yere eğmek” gerekmiyor mu?
***
Eğer, insanın “utanma” duygusu alınmışsa/ zedelenmişse ne oluyor biliyor musunuz? Başta “piyasa koşulu/ serbest piyasa/ gemisini kurtaran kaptan” türünden kapitalist anlayışlar daha da yaygınlaşıyor! En zor koşullar, birçok yurttaşın “yokluğu” anlamına gelmiş olsa bile “kazanca” dönüştürülebiliyor; ev kiraların, temel tüketim ürünlerin, yaşamsal besinlerin ederleri üçe/ beşe katlanabiliyor! Pazar sonlarının atıkları bekleniyormuş, kazançlarıyla iki oda ev bulamıyorlarmış, dargelirlilerin çocukları işsiz/ doyumsuz kalmış, uzun kuyruklar oluşturarak ucuz ekmek için bekliyormuş; kazananın umurunda olmuyor! O “yokluğun” nedeni oluşundan utanmayı bilmiyor!
Hani “fahiş fiyat” kazançlıların, yıllardır hiç vergi ödemeden fiyatları üçe katlayan gsm firmalarının, Narin’i katledenlerin, göz göre göre yurttaşın cebinden çalanların, başlarına yabancı paradan bugidi yapanların, yirmiüç yıldır ülkeyi iyi yönetemeyenlerin “utanması” gerekmiyor mu?
***
Bergman, "utancın” bir panzehir olduğunu ileri sürerek “yalanın, iftiranın, hırsızlığın, pişkinliğin, arsızlığın önündeki en büyük engeldir” diyor! “
Utanmak” denirken; sınıfta yanlışlıkla arkadaşına takılıp düşürenden başlanmadıkça hırsızı/ arsızı/ katledeni/ soyanı/ yalanı düzeltemezsiniz! Eğitim denilen olgu onun için önemlidir! Salt abece öğrenmek değil, öğrenilen abeceden “güzel sözcükler” üretebilmektir amaç. Birbirini anlayabilmek, “yanlış” yapıldığında görebilmek, gerektiğinde imece yöntemiyle “el uzatabilmektir” amaç! Yaşamın “bir” kendine özgü olmadığını, doğada var olan her şeyin “yaşama/ doyma/ düşündüğünü söyleme/ karar verme” haklarını olduğunu duyumsatabilmektir de “eğitim”! “Eğitim” korku yaymak için değil, “yanlışını” anlayıp önlemini almak içindir; dünyanın başka bit kurtuluş yolu da yok!