OKTAY EROL
“Alt tarafı çiçek toplayıp/ hayvan sahiplenecektik…”
“Alt tarafı bir çiçek toplayıp/ bir hayvan sahiplenip/ birkaç insan tanıyıp/ sevip gidecektik bu dünyadan/ nasıl kötü bir zamana denk geldi ömrümüz/ vicdansızların/ sapıkların/ katillerin/ nefretin/ cehaletin ortasına düştük” diyor Nazım Hikmet bir şiirinde!
Hepsi bu değil miydi? Biraz gülecektik, biraz üzülecektik, biraz düşleri umut yerine koyacaktık… Ne anlamı sıyrılmış günler yaşıyoruz böyle? Öyle bir sıyrılmışlık ki; ne yaşam, ne gün, ne gece, ne yağmur, ne orman, ne sevilesi gözler bizim değil!
Her mevsim acı çığlıkları geliyor açlığın, her gün yeniden başlaması istenilmeyen yılgıyla karşı karşıya kadın, çocuk, emekçi… Sokak bambaşka bir karabasan herkese; yürümek zor, solumak başlı başına yurttaşa “ödünç” verilmiş bir olgu gibi, hava/ su/ yaşam birilerinin elinde tutu gibi…
***
Yaşam denilen olgu ne ki? Kimine göre “doğuştan” başlayan tutsaklık, kimine göre daha bıyıkları terlemeden yarışılacak kulvar, kimine öre içine erinç/ gönenç/ bolluk konulmamış koca bir boşluk! Aylardır “o sokak hayvanlarının suçu neydi” diye sorduk! Kırsalı boşaltmanın, insanları kentlere inmeye zorlamanın “bir sonucu” diyen olmadı! “Uyutma” gerekçesiyle; ormanları altın madenleri için bozar gibi/ zeytin ağaçlarını sanayi için söker gibi “toplu katliamlar” içilen su/ solunan hava gibi güncel konulardan sayıldı!
“Sokak hayvanlarını” konuşamadık daha! Daha önce “kaçını” konuşamadık; unuttuk bile! Narin’in eve dönüşte kaybolduğunu duyduk, küçük bir yerleşim bölgesinde! Yirmi gün oldu, tüm aramalar karşın bulunamadı! Daha sekiz yaşındaydı. Kırlardan arkadaşlarıyla papatya toplayıp saçlarına taç yapacaktı daha! Okul yolunda, çamurda ayağı kayacaktı/ düşecekti/ dizi kanayacaktı daha! Okul ziline geç kalacaktı, öğretmeni “neden geç kaldın” diyecekti daha! Gözleri “insan katliyle” dönmüşler izin vermedi; biraz daha kedi/ köpek sevmesine, biraz daha gülmesine…
***
Öyle gülebilen yüzü, öyle “günü” umut sayan gülüşün varlığını “sindirememek” nasıl bir şey ki? Bizde mi kaldı “duygusallık” yalnız? Bir televizyon dizisindeki sahneden dolayı gözleri dolan çoklarını biliyorum! Beyaz cama yansıyan görüntüye dokunamamış olsa bile, “o sahneden” bir tümcenin/ bir sözcüğün oluşturduğu “duygu” fırtınasından söz ediyorum!
Karıncayı ezmemek için yolunu değiştiren, arıya zarar vermemek için kendini koruma altına alan bildiklerim de çok! Yol kıyısına uzanmış sokak köpeklerini tekmeleyip “saldırdı” diyerek kaçan, “gözleri/ gelecekleri/ umutları” sevilesi çocukları “bilinmezliklere” gönderenler kimler öyleyse, onları koruma altına alanlar kimler?
***
Aylardır konuşuluyordu! Kara para akladıkları, dolandırıcılık yaptıkları gerekçesiyle Dilan- Engin Polat ile aralarında bulunan yirmisekiz kişi yargılanıyordu! Polatlar için kırkar yıl hapis isteniyordu! Neler yapmamışlardı ki öyle? Lüks yaşıyorlardı, yabancı paraları savuruyorlardı, ulaşılması zor armağanlar alıyorlardı! Yaşamlarının “her anını” sosyal medyada paylaşacak denli de açıktılar! Tüm “bu” yaşanmışlıklar, “kimine” göre kara para aklamanın bir yöntemi/ biçimi olarak değerlendiriliyordu!
Kırk yıl yatması istenen Polatlar “bir anda” özgürlüklerine kavuştular, lüks araçlarla karşılandılar, daha ilk dakikada/ araç içinde/ “enerji” yüklü paylaşımlarını yaptılar! İnsanlar donup kaldı! “İktidara” yakın Şamil Tayyar bile “suçsuzlarsa özür dileyin” dedi, bugüne değin yapılan suçlamaları sordu!
***
“Alt tarafı bir çiçek toplayıp/ bir hayvan sahiplenip/ birkaç insan tanıyıp/ sevip gidecektik bu dünyadan.” Onu da yapamıyor işte insanımızın büyük bir bölümü! Yaşananlar karşısında “apışıp” kalıyor! Neye yanmalı, neyin ucundan tutup çekmeli, neyin yanında durmalı; dün ile bugün arasındaki “aykırılığın” açıklaması olmalı! Sistemin başında olup da “ben biliyorum; açıklamam” diyen çok!