OTUZ YILLIK ANIMSAMA

SELMA ERDAL

OTUZ YILLIK ANIMSAMA

Aldığımız harçlık elli kuruş Hamburger-cola değil ama Otuz kuruşa gazoz, yirmi kuruşa simit Düşlerimizde bin bir umut Biz zor günlerin çocuklarıydık… Ansızın bir sihirli değnek dokundu Yaşamın tüm renklerine Verildi bir yerlerden buyruk Düşlerimizden çok uzaklara savrulduk… Oysa bizler tören çocuklarıydık Yirmi üç Nisanlar’da, On dokuz Mayıslar’da Her birimiz kelebek, çiçek, böcek Günü geldiğinde ülkesi için ölecek… Giderek boşa çıktı umutlar Sorunlar göğsümüzde saplı kanlı bıçak Yükseldi acılar Anadolu’dan Biz buralardan başka yerlere göçek… İşsizlik diz boyu; ama kimin tasası ?... Yapıldı antlaşmalar devletler arası Çözüm diye sunuldu bir bilet parası… “Alaman” doktorlarca aynaya kondu akciğerler Sayıldı ağızda dişler, pazardan at seçer gibi Toplandı bavullar, buluşma yeri Sirkeci... Kalktı trenler Almanya’ya doğru Halay çekenlerin çığlıklarıyla Geride kalanların hıçkırıkları yarıştı, Kuşatmadan atlılar kentleri, Uçurmadan pala kılıçlar kelleri Osmanlı’nın yirminci yüzyıl beyleri Sokakları süpürmek, yaşamlarını sömürtmek için Yüzyıllarca sonra atalarından; işte Avrupa’daydı… Naylon gömleklerin, pilli radyoların Dancing ve restaurantların yaşamımıza karıştığı Yavan ekmekle beslenen köylümüzün Mercedes’le tanıştığı yılların ardından Ülkesine, ulusuna yabancılaşmış bir nesil Tanıdıkça Anadolulu başka halkları Çekişmeler, çatışmalar, çelişkiler Belirdi beyinlerde sorular Bu düzen değişmeli, ama nasıl ?... Böylece on yılda bir uyarıların yapıldığı Suçlunun, suçsuza katıldığı Düşünenin, düşüncesinin tutsak alındığı Günlere ulaştık… Yurt’da barış, Dünya’da barış yerine Yurt’da yarış, Dünya’da yarış Saçı bitmedik yetimi unut Her türlü yolsuzluğa karış çağına ulaştık… Türkün Lirası’yla birlikte, Töresiyle, yöresi de yitirdikçe değerini Köylü sattı tarlasını, davarını Çevirdi kaçak yapısının duvarını Kentin ormanına, dağına, taşına Kan katıldı, tatlı aşına… Tüm dindarlar oldu, halkına kindar Çeteler dağdan, düze indi Soygunculuk oldu en önde gelen hüner Böylesi düzene kargalar bile güler… Ve dünlerdeki yerini aldı; Çocuklara günde elli kuruşluk harçlık Bugünlerde toklar ülkesi Türkiye’de Arsızca kapıları çalıyor açlık Tanrım vermesin bu Devlet’e güçlük Diyenlerin soyları da bir, bir tükendi Doğruların yolları, erdemsizlerce tıkandı Köşedönücüler, işbitiriciler parayla yıkandı Yasalar ezildi, suçluların karşısında… Nereden, nereye ülkem, ulusum Nereden, nereye ?... Çakallar indi; kuzuların su içtiği dereye Buğday ambarı ülkem Avuç açtı, yabandaki darıya Bebelerin al, al yanakları soldu Boyandı sağlıksız bir sarıya Bütün bunlar nasıl sığdı Otuz yıllık bir süreye Almadı usum gitti bir türlü… *1966-1996 yılları için yazıldı bu dizlerim… Ne yazık ki son yıllarda, o yılları bile arar oldu gözlerim...
Benzer Videolar