“Enflasyona ezilmek” üzerine…

OKTAY EROL

Hükümetlerin, özellikle de yirmi yılı aşkın süredir devletin başında olan “iktidarların” ilk ödevi, ülkede yaşayan yurttaşların “can güvenliğini” korumak olduğu kadar, “doymasıdır/ yarına güvenmesidir/ gülebilmesidir/ yaşadığına inanmasıdır” da! Eğer yurttaş doymuyorsa, gelecek için güvenini yitirmişse, gülemiyorsa, “yaşıyorum” diyemiyorsa ortada “çok büyük” bir sorun var demektir! Siz, özellikle “iktidarın” zaman zaman yinelediği “har zaman dediğimiz gibi; çalışanlarımızı enflasyona ezdirmemek ilkesi bizim için temek ilkedir” sözün “doğru” olduğuna inanıyor musunuz? Gerçekten, sokağa çıktığınızda gördüğünüz bu mu? İnsanlar market/ pazar alışverişini yaparken gerek duydukları ürünü rahatça aldıklarını düşünüyor musunuz? Gerçekten merak ediyorum! Ev kirasının bir asgari ücretin üzerinde olduğu, bir yıl içerisinde zeytin ile yağının beşe katlandığı, birçok mevsimsel ürünün tadına bakan sayısının her geçen gün azaldığı, yaklaşan kış soğukları öncesinde birçok ailenin yakacak sorununu çözemediği bir süreçte gerçekten “çalışanların, emeklilerin enflasyon altında” ezilmediğine inanıyor musunuz? *** Nereden bakılıyor onu da “inanın” bilmiyorum! En şatafatlı pencereden de baksanız, gecekondu avlusunun kırık/ dökük çit duvarı arandan da baksanız, herhangi bir inancınız olmasa da, ya da “cemaat liderlerinin” lüks villalarında da yaşamış olsanız görülmeyecek bir olgu değil bu! Gözünüzü açtığınız, soluduğunuz, varlığınızın bilinmesini isteyeceğiniz her yerde insanların yaşamını sürdürebilmek için geceden kalkıp “kimi” ürünler için sıraya girdiğini, çoğu zaman sırası gelmesine karşın “ürünü” alamadığını/ eli boş evine döndüğünü “isterseniz” görebilir/ anlayabilirsiniz! İnsanlar geçim kaygısı içinde kıvranırken, “yok sizin her şeyiniz var, siz bu yaşadıklarınıza şükredin” anlayışından başka bir anlamı yok bunun! Daha da ötesinde yoksulun “yokluğuyla” alay etmekten başka anlam da taşımaz! *** İlençli (=beddualı) sözlerle pek işim olmaz! Yapılan haksızlıklara verecek “karşılıkları” olmayanların, sığınacak bir limanı gibidir, ilençli sözler! Derler ya “elin yüzün kurusun, yollarına cam kırıkları dizilsin, damla suyla boğulasın, engerek yılanlarına dolanasın” gibi bir sürü örnekleri var! Tüm bunlar bana göre değil, yalnız “yaşattıklarını yaşamalılar” demede sakınca görmüyorum! Eğer insanları sevindirebilmişlerse, enflasyon altında ezilmekten korumuşlarsa, molozların altından gelen canları yaşama kavuşturmuşlarsa, doğal yıkımda evsiz/ işsiz kalanlara geçmişlerini aratmayacak olanaklara kavuşturmuşlarsa, doyurmuşlarsa, kardan/ kıştan korumuşlarsa, tüm bunları “yaratılanı sevdim yaratandan ötürü” anlayışıyla yapmışlarsa “ne mutlu” değil mi; yaşattıklarını yaşasınlar! *** Öyle değil ama; ben başka şeyler görüyorum! Çalışanın, emeklinin bırakın enflasyonu/ bırakın yarını, bugünün gereksinmelerini karşılarken bile “kırk parçaya” bölündüğünü görüyorum! Bunu sokakta yürürken yanlışlıkla çarptığınız birinin yüzünde, trafikte yavaş gittiğinizden dolayı uzun uzun çalan korna sesinde, toplumdaki iletişim bozukluğunda tüm çıplaklığıyla görebiliyorsunuz! Açlığı olan canlı sinirli olur! Başlarda bunu belli etmek istemese de, sorun kalıtsallaştıkça sinir sistemini de bozar!  Anlayışı, eşduyuyu, hoşgörüyü de birlikteliğinde çürütür; belli olmuyor mu?
Benzer Videolar