Bırakın insanlar “sevinebilmeyi” yaşasın!
Sevinemeyeli öyle çok oldu ki! Düğün havasında, bayram güzelliğinde sevinçler yaşamayı öyle özledik ki! Aslında “küçük bir ışık” yansa, karanlığın içinde bir “ateş böceği” etrafı aydınlatsa öyle güzel olacak ki… Sokaklar, pazar yerleri, ürün veren tarlalar, sınıf sıraları, fabrikalardan yükselen “umut” sesleri öyle güzel gelecek ki insanlara…
Olmuyor, oldurulmuyor, kırıp/ dökmeyi alışkanlık edenler “huylarından” uzak durmuyor! Başta birinin “bir küçük”, bir sözcüğü yetiyor! Ardından mantar gibi çoğalıyor! “Aydınlanmaya” fırsat aralayan “aydınlık” kırılmaya çalışılıyor! Öyle “aklı zorlayan” sözler/ deyim/ tümceler oluşuyor ki; içinde yitip gitmemek olanaksız! İşin en üzücü yanı da “yönetimden” güç alabiliyor, avazları çıktığında “sevinçleri” tıkamalarının önünde “engeller” silinip kalıyor!
***
Yaşanan onlarca sıkıntının arasından tutup, böylesine “hadsiz/ yersiz/ gereksiz” bir konuda yazmakta hoşuma gitmiyor! Bireyin “işine” bakıyorum, üstlendiği “ödevi” yerine getirip/ getirmediğine bakıyorum! Bireyin “özel yaşamı/ inancı/ kimliği” üzerinde durmak istemediğim konular! Öyle değil mi de? Kim “özel yaşamına/ inancına/ kimliğine” dokunulsun ister? Yaşadığı sürecin, yaptığı işin, toplumsal sorumluluğun gereklerini yerine getirmenin dışına çıkmadıkça, yapılması gerekeni yaptıkça, üstelik yaptıklarıyla toplumun “sevinç” yaşamasını sağladıkça kimin/ ne hakla söz hakkı olabilir ki?
Bir politikacı, bir gazeteci, bir din görevlisi, bir sporcu, bir üretici, bir… Kendi işlerine yoğunlaşıp, “toplumsal sevinçlere” neden olacak çalışmalar yapmaları gerekirken, sanki “kendi işlerinde” başarılar sağlamışlar/ yurttaşları içinde bulundukları kaygılardan/ ikirciklerden korumuşlar gibi, yurttaşı “yarın” konusunda rahatlatmışlar gibi, eğitimi/ sağlığı/ yaşamı/ güveni sağlamışlar gibi, başarılarına “bir yenisini” ekleyen, yurda “sevinç” kaynağı olan, yüreklere “ilkyaz” umudu yaşatan “filenin sultanlarına” saldırmaktan geri kalmıyor; iyi mi?
***
Dedim ya “üstlendiği ödevi yerine getirip/ getirmediğine” bakıyorum. Birinin, “özel yaşamı/ inancı/ kimliği” konusunda “kimsenin” yorum hakkı olmadığına inanıyorum! Yeter ki kendine “ özel” olan “hakkıyla” bir başkasının yaşamını “düzenlemeye” kalkışmasın, yeter ki kendine “özel” olan “hakkıyla” bireylerin üzerinde egemenlik kurmaya kalkışmasın! Bunu toplum olarak yaşadık; unutmayalım!
A Milli Kadın Voleybol Takımı, daha Sırbistan karşısında çıkmadan sosyal medyada irili/ ufaklı, oyunculara ilişkin açıklamalara tanık olduk! Oyuncu kadro dışı bırakılmalıymış, alınacak sonuç “başarı değil, zillet”miş! Yine birisi alınacak “kupayı” ret ediyormuş! Bir başkası “tebrik etmektense, canı” alınmalıymış! Tüm bunların nedeni takımdaki oyuncuklardan birinin “özel yaşamı/ inancı/ kimliği”…
***
“Özel yaşam/ inanç/ kimlik” konusu aslında “iktidarın” da zaman zaman eşelediği bir konu! Bu konuların kaşınmasını seviyor! Her ne denli “kendi özel yaşamlarına” toz kondurmasalar da, “başkalarının özeliyle” oynamayı, onlara ayar vermeyi, herkesi “kendileri biri yapmayı” seviyorlar! Bu da “toplumsal sevinmeleri” zedeliyor! A Milli Kadın Voleybol Takımı, Sırbistan ile karşılaşmış, utkuyla dönmüş; bırakın insanlar sevinsin, bırakın onlarca sıkıntı/ kaygı arasında “sevinebilmeyi” yaşasın!
Bıraksalar, herkes işini yapsa, sporcu kendini maçına odaklasa, öğrenci dersine, üretici tarlasına, bilim insanı önündeki bulgulara yoğunlaşsa, “düzeysizliklerden/ hadsizliklerden” uzak durulsa, yurttaşın “sevinç kaynakları” engellenmese güzel olacak da… Üstlerindeki “kara lekeleri” görme yetenekleri olmayanlar, toplumsal yaşamı kanıksayamayanlar var; onlar “hep ”sevinmelere, umuda karşılar!