İBRAHİM FAİK BAYAV
Yunus Suresi'ne ad olan Yunus adlı zat ve onun kavmi, Sure'nin 98'nci ayetinde dikkate veriliyor. Geçmiş zamanda azaba uğramış topluluklar arasında, Yunus'un içinde bulunduğu topluluk azaptan kurtulmuş. Azaptan kurtulmalarının sebebi, o topluluğun gönderilen elçiye yani Yunus'a iman etmişliği gösteriliyor.
Hz. Muhammed, Mekke'de geçmiş zamana ait bu olayı duyurduğunda, Mekke toplumunun insanları ''masal'' deyip yüz çevirmişler. Anlatılan olaya 'masal' diyen Mekke toplumu, benzer bir belanın kendilerine geleceğini mümkün görmemişler. Azabın onlara da gelebileceği, Sure'nin 102'nci ayetinde
''fe entezıruu'' kelimesiyle ima ediliyor.
Yunus Suresin'deki geçmişe ait bu hatırlatma, o zamana olduğu gibi yüz yıllar sonrası zamana da mesaj veriyor. 103'ncü ayet ifadesinden anlaşılıyor ki, gelecek zamanlardaki topluluklar, gönderilen ya da kendi içlerinden çıkan uyarıcılara itibar etmediklerinde azaba uğrayacaklar; belki de uğradıkları beladan kurtulma imkanı bulamayacaklar.
Azaba uğrama veya uğramama, 'akıl' unsurunun işletilmesine bağlıdır.
Soru: Kurtarıldığı anlatılan toplum nasıl bir azaba uğratılmıştı? Azap veya bela, nasıl bir şeydi?
Saffat Suresi'nin 140'ncı ayetinde belirtildiğine göre, Yunus adlı zat, bir topluma uyarması için gönderilmiş. (Tevrat'ta oranın NİNOVA olduğu yazıyor) Fakat Yunus o topluma gitmek istememiş... Kaçmış... Gemiye binip iyice uzaklaşmak istemiş... Ancak başaramamış. Burada o topluma gitmek istememesinin ve kaçmasının sebebinin ne olduğu merak edilir. Sağlıklı bir kişi, bir topluma gitmeye çekiniyor ve kaçıyorsa, orada ya salgın hastalık vardır, ya da azınlık bir grup topluma tahakküm ediyordur. Ya da her ikisi...
Tevrat'ın Yunus'u anlatan ilk bölümünde, ilk ayetinde, Rabb'in, Yunus'a, ''kötülükler önüme kadar yükseldi'' dediğini yazıyor. Yani zararlı hareketler beldede çok yayılmış. Zararlı hareketlerin neler olduğu Tevrat'ta açıklanmadığı gibi Kur'an meallerinde de belirtilmiyor.
Yunus'un ulaşmaya çalıştığı yer deniz yoluyla Mersin'in Tarsus beldesi imiş ama ulaşmayı başaramamış. Başarısız kalan Yunus, karaya çıktığında, ''O toplumu uyarmaya git'' emrini ikinci defa almış. Bu sefer ubudiyetini belli etmiş Yunus. Emredilen beldeye gitmiş. Gittiği beldede uyarı yapmaya başladığında, büyükten küçüğe herkes Yunus'a kulak verir olmuş. Toplum fertleri, hakikatleri öğrendikten sonra, kendilerini saran azaptan çıkaracak yolu da görmeye başlamışlar. İyi ama, Yunus ne demiş, ne anlatmış ki, ona kulak vermeye başlamışlar? O toplum, nasıl bir azabın içindeydi; nasıl bir bela onları kaplamıştı, belli değil. Tevrat'ın Yunus bahsinin 3'ncü Bölümü'nde, belde kralının, Yunus'a inandığını, topluma ''herkes kötü yoldan ve zorbalıktan vaz geçsin'' emri verdiğini yazıyor. Kötü yol, nasıl bir kötü yoldu?.. Zorbalığı kimler kimlere yapıyordu?..
Kötülük, zararlı hareketler ise, 'zorbalık' toplumun belli bir kesiminin tüm topluma ve beldeye uyguladığı baskı olur. Toplum içinde gücü yetenin yetmeyene tahakkümü de zorbalıktır. Yine merak edilir: Nasıl bir zorbalıktır bu?.. Nasıl bir sonuç getirmiştir?
O azabın nasıl bir şey olduğunu anlamak için ayette geçen ''azabe'l-hızyî''عَذابَ اَلْخِزْىِ kelimesini irdeleyip anlamaya çalışalım:
Azab: عَذابَ Bu sözcük, doğal yaşamdan mahrumiyeti belirtir. Gerekli yaşam ihtiyaçları temin edilemez. Mahrumiyet genellikle doğal afetler sebebiyledir. Lakin Tevrat'taki ifadeden mahrumiyetin sosyal baskı sebebiyle olduğu anlaşılıyor. Yani gücü yeten birileri gasp ediyor, talan ediyor, toplumu mahrumiyete düşürüyor. Ortaya salgın hastalık çıkmış ise, bu, herkes için azab demektir.
Hızyi:خِزْىِ
Bu sözcük, rezillik, rüşvaylık ve utanmazlığı belirtir. Bu sözcüğün anlaşılmasını sağlayacak örnek, Hud Suresi'nin 78'nci ayetinde var. Hud adlı zata
''La tühzûni fi zayfi'' feryadını ettirecek olaydır bu. İğrençliktir. İğrençliğ oluşturmak için tehdit bile vardır. 'Hızyi' sözüğünün taşıdığı anlam bu olunca Yunus'un ''git'' emri verilen beldeye gitmekten çekinmesi ve kaçması yadırganamaz. Çünkü Hud adlı zata verilen emir de ''gece o beldeyi ailenle ve tabilerinle terk et'' şeklinde idi. Fakat Yunus'un bilmediği şey, Yunus'un kaçmaya çalıştığı toplumunun Hud'un terk ettiği toplum gibi anlayısız olmadığıdır. Rabb, uyarıyı anlayacaklarını bildiği için Yunus gibi bir zatı topluma gönderdi. Onlar da anladılar... Üzerlerine çökmüş azaptan kurtulmanın yolunu buldular.
O azabın, o beldeye nasıl geldiğini anlamak için Tevrat'taki konuya bakmaya devam edelim:
Tevtat'ın Yunus bahsinde, 3'üncü bölümünde, Yunus'un doğruluğuna inanan Kral'ın topluma şu buyruğu verdiğini yazıyor: ''Hiç bir insan ağzına bir şey koymayacak; içmeyecek. Hiç bir sığır ve davar otlamayacak; içmeyecek. Bütün insanlar ve hayvanlar çula sarınsın''.
Kralın kaftanını çıkarıp önce kendinin çula sarındığını ve küle oturduğunu da yazıyor Tevrat.
Bu ifadelerden toplumda çıplaklık olduğu anlaşılabilir. Öyleyse, herkes örtünecek. Sığırlar ve davarlar zaten çıplaktır. Çula sarınmalarıyla, acaba, onlar arasındaki ilişki mi önlenecekti? Otlamalarının yasaklanması, otlağın otlak vasfının bozulduğunu gösterir. Üzerine oturulan kül, yanan maddelerin kalıntısıdır lakin, toplumun -belki hayvanlarla beraber- o kadar kül oluşturacak odun yakmaları mümkün değildir. O zaman kül, bir yerden bir şekilde gelmiş olmalı. Mesela, nereden?..
TRT Haber, internet sayfasında, 11 Şubat 2022 yılında, İtalya'dan bir haber yayınladı: ''
Etna Yanardağı yeniden lav ve kül püskürttü''.
Haber metni içinde şu haber de var:
''Dağdan püsküren küllerin, ulaşım ve tarım gibi ekonomik faaliyetleri engellediği için çevre belediyeler açısından endişe kaynağı olduğu ifade edildi''.
Öğrendiğimiz bu haberden, Ninova denen bölgede, buna benzer olayın gerçekleştiği tahmin edilebilir. O zaman öyle olayın olabilmesi için oraya yakın volkanik dağ, Diyarbakır bölgesindedir.
Doğal olay, böyle. Bu doğal olay iğrenç sosyal olayla birleştiğinde, toplum fertlerinin çare sunacak birine mutlaka ihtiyaçları olacaktır. Yunus adlı zat uyarılarıyla o ihtiyacı gidermiştir; azap uzaklaştırılmıştır. Tabi, belirlenen bir vakte kadar.