AYÇA ÖZTORUN
Mahallenin dayısı sistemin belalısı Musto, hafta sonunu annesi ve babası ile geçirmeye karar verdi. Babası Bombacı Çerden, oğlunun ziyaretine sevinmiş bahçede mangal yapmak için hazırlığını tamamlamıştı.
Mis gibi kebabın yanında da evde damıttığı mastika rakıyı buzlu buzlu servis ettiğinde ondan mutlusu yoktu. Çünkü karısı Badem Hanım ancak oğlu geldiği zamanlar kocasının içmesine izin veriyordu. Müzik setinin sesini de açan Çerden, “Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime” diye şarkı okuyan sanatçıya eşlik ederek mangal kömürünü yelliyordu.
Etler mangala atıldı. Masa kuruldu, patlıcan söğüşler, kırmızıbiberler közleniyordu.
Bahçe kapısının az ilerisinde gürültülü bir egzoz sesi ile araba eskisi durdu. Arabanın önünde vida ile dübellenmiş Mercedes amblemi vardı. Dört tekerin jantları cıncık gibiydi. Dikiz aynasına taktığı CD’ler yalım yalım parlıyordu. Arabanın arkasında tüplü ve öfkeli yazıyordu.
Musto arabayı görünce; namı diğer jet İbo’nun geldiğini anladı. Babasına Tanrı misafiri geldi dedi ve bahçe kapısını açtı. İbo’nun suratından düşen bin parçaydı.
Musto; ‘hoş geldin İbo’ dedi.
İbo mahallenin belalısı Musto’nun eline eğildi, öpeyim dedi. Musto izin vermedi ve İbo’yu sofraya
oturttu, ‘Ne bu hâlin’ diye sordu.
‘Halim batsın, kurban yaklaşıyor diye meyhaneye kimse gelmiyor’ dedi İbo.
Musto kahkaha attı. ‘Lan oğlum meyhane benim. Ben düşmüyorum derdine, sana ne oluyor’ dedi.
İbo; ‘Babamıza gelen zarar bize de gelir’ diyerek boynunu büktü.
Çerden bey etleri pişirdi ve masaya koydu. Herkes tabağına birer parça et koyarken İbo geriye kalan etin tamamını anında silip süpürdü. Ardından kaburga eti geldi. Masaya inen et, İbo’nun midesine bindi. Çerden Bey ve Badem Hanım’ın çatalları havada kaldı.
Musto İbo’yu gülerek izledi.
Badem kocasına, et kaldı mı? diye sordu.
Çerden kalmadı dercesine kaşını yukarı kaldırdı; ‘Git içerden kavun karpuz peynir getir’ dedi.
Badem Hanım; ‘ben kavun karpuz kesene kadar, sen de kasap kapanmadan et al gel’ dedi.
Çerden, ‘tamam’ dedi ve bir yudum mastika rakı alıp kasabın yolunu tuttu.
Musto; ‘kurban bayramı haftaya değil mi?’ diye sordu.
İbo bir yandan kaburgayı kemiriyor, bir yandan da laf yetiştiriyordu. ‘He haftaya. Biz kurbanda kapıyı üstümüze kilitleyeceğiz, gelene de kapıyı açmayacağız’ dedi.
Musto şaşırdı, ‘niye lan?’ dedi.
İbo başladı anlatmaya; ‘Biz her kurban bayramında etli bulmaca oyunu oynuyorduk. Bu oyunun adı Kurban puzzle. Geçen sene oyunumuzu, parça eksikliği yüzünden tamamlayamamıştık. (K)oyunun parçaları eksik olduğu için puzzle oynamaktan vazgeçtik.
Bu yıl sürekli kapı zili sesinden mustarip olmayalım diye, kurban bayramı boyunca kapıya evde yokuz diye bir not bırakacağız. Gerçi hiçbir kurban bayramında dişe dokunur bir şekilde kapımızın zili çalmadı. Kurban eti dağıtmaya gelenler değil, kurban kestiniz mi diye sorarak pay isteyenler geldi kapımıza. Bana bu soruyu soran olduğunda bizden âlâ kurban mı var diyesim geliyor.
Kurban bayramının ilk günü bulmacanın parçalarını birleştirmek için ortaya küçük bir leğen koymuştuk. Leğeni de bulmaca tahtası gibi görmüştük. Bayramın ilk günü, akşam olmuştu, ne gelen vardı, ne de giden!
Akşam kapımızın zili çaldı. Annem; “Ben size demedim mi, millet akşama kadar kurbanı kesecek, paylara bölecek, dinlenecek, ardından paylar dağıtılacak. Ancak akşamı bulur bu iş, dedim mi, demedim mi?” diyerek, kapıyı açtı.
Gelen komşumuz peynirci Hasan emminin eşi Hatice teyzeydi. Küçük bir poşete sarılı olan kurban payını anneme uzattı. Annemle bayramlaştı. Bizim çocuklar sıraya girdi ve Hatice teyzenin şişman elinden öptü. İki kelam sonra gitti.
Ben poşeti kaptım ve koyunun ilk parçası geldi, bilin bakalım neresi diye kardeşlerime sordum. Kardeşim, koyunun budunun üst kısmından bir parçadır dedi. Poşeti açtım, herkeste meraklı bir sessizlik! Gelen pay, koyunun kuyruğunun çeyreğinin çeyreği bir yağ parçası ve içinde bir tike et! Kebap şişine taksan bir kuşbaşı parçacığı!
Diğer kardeşim; “Yağ mı lan o?” diye sordu.
Annem güldü. ‘Oh, oh ne güzel! Yağı eritirim, dolma içine bir parça koyarım, mis gibi kokar yemek.’ dedi ve yağı elimden alıp, leğene koydu. Yarına kadar puzzle tamamlanır dedi.
Bayramın üçüncü günü olmuştu. Küçük leğenin içinde koyunun bir başı, bir de kuyruğunun çeyreğinin çeyreği vardı. Kriminoloji uzmanlarını çağırsak, gövdesine dair bir delil bulamazdı. Dışardan mis gibi mangalda pişmiş et kokuları geldikçe Allah bizi mükâfatlandırmak için nefsimizi sınıyor diyenlere kes lan diyesim geliyor. Çünkü her kurbanda biri yiyor biri bakıyor. Ama vallahi kıyamet de yiyenden kopuyor.
İşte bu nedenle ben Ateist oldum! Millete, artık siz düşün kaygısına diyorum. Kardeşlerimde Deist oldu. Bu yılın sonunda da Ateist olacaklar. Annem de seneye peşimizden gelir. Belki din olgusundan uzaklaşmamak için Hrıstiyan da olabilir.
Din konusunda annemin ağzını yokladım. “Evin içinde birinin Allah korkusu olması lazım” dedi. Bazen kafası karışıyor. “Hrıstiyanlar’da kurban kesmek yokmuş” diyor. Bakacağız artık, neye karar verecek!
Bu yıl kurbanlığın en ucuzu dört bin TL’den başlıyormuş. Asgari ücretli bir vatandaş nasıl kessin kurbanı diye söylendim. Elektrik, su, doğal gaz, telefon faturası derken, millet mokuyla boncuk oynama durumuna gelmiş, ne kurbanı?
Ekmeğin aslanın ağzında olması edebiyatı vardı ya bir ara! Gözü kara halkımızın, aslanın ağzından ekmeği de alırız felsefesinin doğurduğu zamlara direniriz psikolojisi de tükendi. Lokma artık çakalın götünde saklı lan! Hadi onu da çıkar oradan da gör tokmağı! Kolun gider yeminle...
Peygamber oğlunu kesmesin diye melek son dakika kurban yetiştireceğine hem peygambere o acıyı yaşatmasa, hem de kesilmek üzere olan oğula korku dolu adrenalin yaşatmasa olmaz mıydı? Neredeyse evlat katil olacaktı Peygamber!
Korku filmi yazarı olan Stephen King’in aklına gelmez böyle bir adrenalin!
Zenginlerin Güdük Ayşe’si de ayol demiş, amaç kan akıtmaksa bir dücace kesin demiş. Annem telaşla eve geldi. “Oğlum dücace ne demek?” dedi. “Dücace keselim” dedi. Gittim sözlüğe baktım dücace Osmanlıca bir kelime, tavuk demekmiş. Çıldırmak üzereyim! Hangi Milat’a ışınlandık oğlum dedim kendi kendime! Artık Türkçe de konuşmuyor millet! Tavuğa dücace diyor. Din için birbiriniz keseceksiniz deseler, Dinimiz âmin diyecekler!
Zenginin yoksulun ağzına bir parmak bal çalmak mı adalet? Bırakın bu sevap kebap işlerini! Biz açlık sınırını jet hızıyla yakaladık. Sınırı da geçtik açlık girdabında apışıp kaldık.
Bizi yaşarken Araf’ta bıraktınız lan diye eylem yapasım geliyor! Kurban bizsek, cehennem sizsiniz! Bir gün siz de biteceksiniz, durum ortada bu nedenle bizimle değilsiniz diye isyan edesim geliyor Musto baba’
Musto, ‘tamam İbo’m, sakin ol. Aşacağız bunları.’ diyerek İbo’yu teselli etti.
Badem Hanım da İbo’nun isyanına tanık olmuş gözyaşlarını tutamamıştı. Çerden Bey elinde et paketi ile bahçeden içeriye girdi.
Badem Hanım et paketini aldı İbo’ya uzattı, ‘götür bunu annene’ dedi. İbo et paketini aldı ve Badem’in elini öptü, paketi alıp gitti.
Çerden’in şaşkın bir şekilde; “Yahu bir gram et yemedik, kasap da kapandı ne olacak şimdi” diyerek sinirle bir kadeh mastika rakı doldurdu.
Badem Hanım kocasına kızdı, ‘ete hasret kalmışlar sen ne diyorsun Allah aşkına’ diye söylendi.
Musto ben gider diğer mahallenin kasabından istediğiniz eti alırım dedi.
Çerden; ‘lan oğlum artık açlık felsefesi yapanın hangisi doğru hangisi yalan ben de bilmiyorum ki! Elin adamı yüzük edebiyatı yaptı inanan da büzük de kalmadı’ diyerek dikti başına dubleyi.