İBRAHİM FAİK BAYAV
Casiye Suresi'nin 27'nci ayeti anlatılırken, göklerin, yeryüzünün ve denizlerin Allah'ın mülkü olduğu, insanların, Allah'ın mülkünü canlarının istediği biçimde kullanamayacağı belirtilmişti. Bu, insanların Allah'ın mülkünden mülk edinebiliyorlar, demekti.
Sad Suresi'nin 10'ncu ayeti,
''Em lehüm mülkü's-semâvâti ve'l-arzı ve beynehümâ; fe'l-yertekuu fî'l-esbâbi'' uyarısı verir. Yani, gökler, yeryüzü ve gök ile yer arası onların ise, onları yükseltecek sebepleri bulsunlar ve yükselsinler.
Bu ayetteki 'hüm' (onlar) diye anılanlar, 2'nci ayetteki ''ellezine keferuu'' kelimesiyle belirtilenlerdir. Hatırlatıcı ve uyarıcı bilgileri ret edenlerdir. Hatırlatıcı bilgi içinde kendilerinin de andığı Allah'ın TEK İLAH olduğu bilgisi de var. ''
fe'l-yertekuu fî'l-esbâbi'' kelimesi onlara, -Allah'ın TEK İLAH olduğunu anlamaları için- sebeplerini oluşturmaları, yeryüzünden yukarı yükselmeleri teşviği yapar.
Olabilir mi?.. Yükselebilirler mi?
O zamanda hatırlatıcı ve uyarıcı bilgileri ret ettikleri için yükselmeleri mümkün olmamıştır. Bu zamanda yükselebilmek için şartı var. Sad Suresi'nin 9'ncu ayetinde, o şartın ne olabileceği '
'Em ındehüm hazâinü rahmeti rabbike'' cümlesiyle ima ediliyor. Yani, yerden yukarıya yükselebilmeleri için Rabbin rahmet hazinelerine sahip olmaları gerekir. Bu ifade, o zamanda, öyle bir şey olmadığını da belirtiyor. Peki bu ifadeden, hiç bir zaman rahmet hazinelerine sahip olunamayacağı anlamı çıkıyor mu?
Bu sorunun cevabı, Sad Suresi'nin ilk ayetindeki
''ve'l-kur'ani zi'l-zikri'' kelimesinin anlaşılmasına bağlı.
Sözcükleri irdeleyelim. Ama önce Rahmet hazineleri ne demektir, onu anlayalım:
'Hazain': Türkçe'de bildiğimiz ve kullandığımız 'hazine' adının çoğuludur. Malların, paraların, dövizlerin, tahvillerin, senetlerin ve değerli madenlerin birktirildiği, ihtiyaç duyuldukça kullanıldığı-harcandığı yerlerdir. Fert bazında hanelerdeki veya bankalardaki 'kasalar' olarak bilinir. Devlet bazında ise, merkez bankalarıdır.
'Rahmet': Bu sözcük, hayr, iyilik ve nimet demektir. İnsanların veya toplumun kötü gelişmelere karşı korunması demektir. Koruma, üst makamlardan ve varlıklılardan alt makamdakilere ve avama olacaktır. Eski Mısır'da Firavun iktidarında Hz. Yusuf'un organizesi hatırlandı mı?
''Hazainü rahmet'' tamlaması, toplumun ileride düşeceği zorluğa karşı, mal, para veya değerli madenlerin yönetimlerce biriktirilmesi, depolanması ve saklamasıdır. 'Hazainü rahmet', toplumun veya ülkenin gelişmesi için bile sebeptir.
Ayetteki, ''Yoksa yanlarında rahmet hazineleri mi var'' sorusu, Mekke yöneticilerinde, toplumu düşünecek vicdan olmadığını ima eder.
Şimdi gelelim Sure'nin ilk ayetine:
'El zikr' terimi, anılan şey demek ise de, bu anılan şey hüccet-delil olacak şekilde anılan şeydir. Hüccet ve deliller ise, o zamanda, Allah'tan Hz. Muhammed'e bildirilen ve adına KUR'AN denilen oluşumun içindedir.
'Kur'an', içinde değişik bilgiler ve hükümler bulunan, bunları bilmek, hatırlamak, düşünmek için okunan şeydir. Bilmek, hatırlamak için okunan bir şey, her zamanda, her millette değişik olabilir. 'El Kur'an', Mekke'de Arapça konuşan ve yazan toplum için oluşan bilgiler ve hükümler manzumesidir. Arapça'dan başka dilde yazan ve okuyanlar için bilmelerini ve hatırlamalarını sağlayacak unsurlar mutlaka vardır.
Ellezine keferu: Bu kelime, yanlışın yanlış olduğunu gösteren delilleri ret edenleri gösterir. Yanlış olan şey, kuralsızlıktır; -yönetimce- toplumun azınlığının seçkin, çoğunluğunun âdî yapılmasıdır. Halbu ki seçkinlik, kurallar içinde gitmekle sağlanmalıdır.
izzet ve şikak: Bu iki sözcük, Mekke toplumunda bir grubun, kendilerini üstün, seskin, güçlü ve şerefli bilerek diğer gruptan ayırdığını anlatır. Kelimenin başındaki 'bel' edatı, onların, gösterilen hüccet ve delilleri, izzet ve şikak sebebiyle kabul etmediklerini gösterir. İleride kahrolacaklarının ve yıkılacaklarının sebebidir bu.
Şu zamanda hangi ülkede, bir grup insan, kendini diğer insan gruplarına karşı seçkin, güçlü ve şerefli görüyorsa, o grubun insanları bir zaman sonra çökecekler ve 'şerefsizler' sıfatını alacaklardır.
Dikkat edildiyse, Sad Suresi'nin ilk on ayeti içinde, müslüman, hıristiyan, yahudi, dinli veya dinsiz sıfatlar geçmedi. Sadece 'keferuu' sözcüğüyle, 1500 yıl öncesinin belli kişileri dikkate verildi. Ayetler, günümüzde de -hangi sıfatı alırlarsa alsınlar- aynı zihniyetteki kimseler için yorumlanacaktır.
Onuncu ayetin
''Fe'l-yertekuu fi'l-esbâbi'' kelimesi 20'nci yüzyılda tecelli etmiştir.
Sovyetler Birliği'nin uzay projesi, devletin geniş bütçesiyle (hazainürahmet) uygulamaya kondu. Sadece atmosfer içinde yerden yukarıya yükselme değil, atmosferin bile dışına çıkmanın yolu açıldı. Sovyet rejimi, Allah'ı kabul etmeyen dinsiz rejim olarak biliniyordu. 1961 yılında Yuri Gagarin, ateşlenen roketiyle yükseldi ve yerden 250 kilometre ötesinde Dünyayı izlemeye başladı. Yuri Gagarin'den sekiz yıl sonra 1969 yılında, Amerikalı Neil Armstrong, yükselişi Dünya'nın uydusu AY'a kadar uzattı (300 bin km). Amerikalılar o andan itibaren mülkün sahibininin ALLAH olduğunu paralarındaki ''Allah'a güveniyoruz'' ifadesiyle yansıtmaya başladılar. Sovyetler ise otuz yıl sonra RUSYA adını aldı; Tek İlah olan Allah inancını dünya'ya göstermeye çalışıyor.