İBRAHİM FAİK BAYAV
Müslümanların hayırlıları Kur'an ilmini edinenlerdir diye öğrendik. Bazı müslümanların da ilim edinme çabasında olduğunu gördük. Lakin bir gariplik oluşuyordu ilim edinenlerin arasında. Bazıları kendi ilminin cezbesine kapılıyor, başkasını, ya da başkalarını küçümseme psikozuna giriyordu. Kendininki gibi ilim edinmemiş, kendi gibi görüş belirtmemiş ilim sahiplerini, sükut ettirmeye çalışıyordu.
Bu tip kimseler, ilim ediniyorlardı belki, lakin, edindikleri ilmin düşünme melekelerini faal etmeye yetmediğini anlamıyorlardı.
Kitab-ı Mübin olarak da anılan Kur'an, gaybda kalmış her şeyin bu kitapta olduğunu haber vermiş (En'am: 59). Remzen, işareten, ismen veya tarihen. Buna inanmış her kişi, Kur'an sayfalarından merak ettiği bazı şeyleri bulmak isteyecektir. Kolay değildir. Bulma işlemi, kişinin kültürünün genişliği oranında gerçekleşecektir. Edebiyat şarttır.
Ülkemizde, Rabb'e rabıtası yüksek ilim ehli zat, cifir ilmini kullanarak İsra Suresi'nin 82'nci ayetinde hem kendine hem eserine hem talebelerine ait işaretleri görmüş. Önceleri mahremdir demişse de, sonraları herkesin duymasında okumasında sakınca görmemiş. Düşünme melekeleri faal olmayan, istismarcılar yüzünden cifir ilminin mahiyetini anlayamayan günümüzün Kur'an ilimcilerinin tenkidine ve tepkisine neden olmuş. Halbu ki, bu alımlar, ilimlerini satma çabasında olduğu kadar, o zatı anlama merakında da olmaları gerekirdi.
Şimdi İsra Suresi'nin 82'nci ayetine bakalım; geçmişteki veya günümüzdeki kişi ve olaylara işaretler nasıl bulunuyor, görelim.
Ayet meali şöyle:
''Kur'an'dan müminlere şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz. Zalimlere zarardan başkası bahşedilmez''.
''Nünezzilü min'el-Kur'an'' kelimesi, ebceden (miladi) 615 ediyor; 'ze' şeddeli olursa 622. Bu sayılar, Hz. Muhammed'in risaletini açığa vurmasından Hicret'e kadar ki dönemini gösteriyor. Zalim Mekke ağalarının, taciz, eziyet, ve katl teşebbüslerine karşı, bizzat Kur'an'ın kendisi perdey pey inerek şifa ve rahmet olacaktır.
''Li'l-mü'minîn'' kelimesi, Resul'e şüphe etmeden inananları, O'nun tavsiyelerini duymaya hazır kimseleri ismen işaret eder. O asırda ve her asırda haktan taraf olanlar, bu ifadenin şümulündedir. (İslamiyet hakka taraftarlıktır/Mektûbat) Fakat, 'lil'l-mü'minîn' kelimesi, 257 (M.871) eder ki, o tarihteki iman ehline özel olarak bakar. Şifa ve rahmetin o tarihteki mü'minlere, Kur'an hazinesinden yani Kur'an mesajını anlamış ilim ehli olanlardan ard ardına dillendirileceğini haber verir. Medenilik görülür hal alacaktır.
'Hüve' zamiri, ebceden 11'dir. Yani M.633. Yani Hz. Muhammed'in irtihalinin bir yıl sonrası. Medine ve Mekke'de, Hz. Muhammed'in tavsiye ve uyarıları şifa ve rahmet olduğu halde, onun ölümüyle tefrika ve çatışma hastalığı başlayacağını, şifa ve rahmetin 'hüve' zamiriyle geleceğini işaret ediyordu. Öyle oldu; Hz. Ebubekir'in iki yıllık döneminde Kur'an sayfalarından çıkarılan tavsiye ve uyarılar, iftirak ve irtidat hastalığına karşı mü'minlerin şifası ve rahmeti oldu.
'Şifa' sözcüğü 382 (M.992) eder. Ahmet Kadir yönetiminde Abbasilerin tefrikasız kargaşasız en parlak dönemidir. 'Rahmet' sözcüğü ise 648 (M.1256) eder. O tarihte Hülagu akınlarıyla Koca İslam imparatorluğu çökme ve dağılma sürecindeyse de Toplumun inananlarına rahmetin bir şekilde geleceğini haber verir. Nitekim, bir kaç yıl sonra Selçuklu Sultanı Tuğrul'un Bağdat'ı düzene koymasıyla Abbasiler kaybettikleri şahsiyetlerine kavuştular.
''Şifa ve rahmet'' sözcükleri birlikte olduğunda 1036 (M.1627), tenvinler dahil edilirse 1136 (1724) ediyor. Bu tarihler arasında Ümmetin merkezi olan Osmanlının zalimler eliyle kargaşa hastalığına düçar olduğu hatırlanmaz mı? Demek ki şifa ve rahmet istenecektir. Bu kelime, Osmanlı içindeki ehl-i imana, -kargaşa içinde erimemeleri için- şifa rahmetin Kur'an sayfalarından özel olarak geleceğini işaret eder.
''Ve nünezzilü min'el-Kur'ân mâ hüve şifâün ve rahmetün'' kelimesi 1308 (m.1890), 'ze' şeddeli olursa 1315 (M.1897) ediyor. Bu kelime, Avrupalıların 'hasta adam' dedikleri Osmanlı'nın çöküşe doğru giderken, şifa ve rahmet olacak reçetenin Kur'an'dan indirileceğini haber veriyor. Ama sadece Osmanlı'daki mü'minler için. II. Abdulhamid yönetimi, saltanat hırsının ablukası altında istibdatı çare sanmıştı. Bu hâl 10 yıl sonra Osmanlının korkunç şekilde çökmesini netice verdi. Şifa ve rahmete nail olanlar, bir kaç yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti devletini kurdular.
''Velâ yezîdü'z-zâlimiîne illâ hasâran'' kelimesinde Ortadoğu devletlerine işaret olduğu gibi, ülkemize de işaret var. Türkiye'de hukuku değil de keyfiliği tercih edenler, uydurma delillerle beğenilmeyeni ortadan kaldırmayı benimseyenler yüzünden sistem darbeleniyor. En üst makamdakinin ''at izi it izine karışıyor'' sözünden tüm ülke tedirgin
. 'Zâlimîn' sözcüğü, kendilerinde buldukları güç sebebiyle hukuku tanıyamayanlar, hakları gaspedenler demektir. Güçlerine güvenip dünyalıklarını arttırmak isteseler de, artacak şeyleri -ayetin işaret ettiği gibi- sadece 'hasarları' oluyor.
Ayetteki
''ma hüve şifâün ve rahmetün li'l-mü'minîn'' kelimesinden, kendine, eserine, talebelerine işaret çıkardı diye hücum edenler, Türkiye'nin hür ortamında keyifleri yerinde yaşadıklarından o zatın devrindeki ırkçılık hastalığının memleketi etkisi altına almış olduğunu akıllarına getiremiyorlar. 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştu. Osmanlı'nın çöküşünden yeterli parsayı kapamayan zındıka komitesi, üflediği ırkçıklık mikrobuyla ülkeyi 'Sevr' bataklığına çekmeye çalışıyordu. 1925'te başlayan ayaklanmalar kanlı biçimde bastırıldıysa da ülkeyi sarstı. İşte o zat ırkçılık mikrobunun izalesi için reçetesini sunmuş ve tüm ülkede uygulanmasını istemişti. Dikkate değer bulundu ki o zat ve eserleri popüler oldu.
''Ma hüve şifaün ve rahmetün li'l mü'minin'' kelimesi, 1345 (M.1926) ediyor. Bu tarih işte o reçetenin yazılmaya başlanacağı tarihe işaret ediyor. O zatın Kur'an'dan ilhamen getirdiği reçete dikkate alınmamış, Türkiye Cumhuriyeti devleti 1960'dan itibaren önceleri siyasi, sonraları sosyal krizlere girmiştir. Günümüzde krizlerden çıkmanın yolları aranıyor. Belki de o zatın reçetesi uygulanacak. Şifa ve Rahmet sözcüklerinin üzerindeki iki tenvin sayılırsa 1445 (M.2024) eder. Bu tarih, ırkçılık illetine karşı Kur'an'da işareti görülen reçetenin son uygulanma tarihidir. Ya da yeni bir şifanın ve rahmetin bazı zatlarca Kur'an'dan indirileceğinin işaretidir. Yeni bir şifa ve rahmet inecek ise, bu, Abbasinin ve Osmanlının sonunu getiren kötü hastalığa Türkiye'nin de düşmüşlüğünü ima eder.