A’raf Suresi, Ayet: 187 

İBRAHİM FAİK BAYAV 'Kıyametin vakti bilinmez mi?' başlıklı bir yazı yazmıştım. Kur'an ilmine sahip sanılan bir Prof arkadaş, yazımdaki iki cümleye itiraz etti. Benim belirttiğim ama arkadaşın itiraz ettiği iki cümle şu: "Resul, kıyametin vaktini, ayetin indiği anda bilememiştir. O Resul sonradan bazı alametlerini haber vermişse, bu, Allah'ın katındaki kıyamet vaktinden haberdar edildiğinin işaretidir" O arkadaş, bu iki cümleye itirazına A'raf Suresi'nin 187'nci ayetinin mealini delil gösterdi. A'raf Suresi'nin 187'nci ayetinin mealini cümle cümle tahlil edelim: a) ''Sana ne zaman diye kıyamet vaktini soruyorlar''. İzah: Resulullah'a kıyametin ne zaman kopacağını soranlar kimler? Allah'ın, toplumu düzene koyacak emir ve tavsiyelerini reddedenler. Yani, cahiliye unsuru bütün pis işleri işleyenler. Yani insan köleleştirenler... sahipsiz kadınları pazarlayanlar... helal kazanacak insanları tefecilikle iş yapamaz duruma getirenler... fuhuştan geri kalmayanlar, insanları fuhşa zorlayanlar... Sormalarının sebebi, yaptıkları pis işlerin 'o saat' adı altında büyük belanın kendilerine geleceği ihtarıdır. b) ''De ki; onun bilgisi yalnızca rabbimin katındadır''. İzah: Sadece o saatin bilgisi değil her şeyin bilgisi Rabb'in katındadır. Toplumların düzene girmesi için ihtiyaç duyulan bilgiler Rabb'in katından insanlara bir şekilde iletilir. Hz. Muhammed, geçmiş ümmetlerin nasıl helak olduğu bilgisine de sahip değildi. Ama Cebrail, Allah'ın katındaki geçmiş ümmetlere ait bilgiyi parça parça O'na iletti. Yani Hz. Muhammed geçmişin gaybından haberdar edildi. Şu ayete dikkat edilsin: ''Sana anlattıklarımız gayb haberlerindendir'' (Al-i İmran: 44). Kıyametin bilgisinin o tip insanlara bildirilmesinin gereği yoktu herhalde. c) ''Onu tam vaktinde koparacak olan O'ndan başkası değildir''. İzah: Ayeteki 'la yücellîhâ' kelimesi, Prof' arkadaşın sandığı gibi ''Allah, kıyameti tam vaktinde koparacak'' anlamında değil, o saat, belirli şartlar sonucu oluşacak anlamındadır. Meali şöyle olmalı ayet cümlesinin: O'ndan başka hiç kimse onun vaktini tecelli ettiremez. Örnek verelim: 40 km hızla kavis alması gereken trene 80 km hız yaptırılırsa, tren raydan çıkıp devrilir. O kaviste ya adam gibi 40 km hız yaptırırsın trene ya da belayı oluşturursun. Ulaşım teknolojisi dahilindeki o hızla trenin devrileceği bilgisi bu olayla tecelli etmiş olur. d) ''Onun ağırlığına göklerde ve yerde dayanacak bir kimse yoktur. O size ansızın gelecektir''. İzah: Evet. Aynen öyle. Bir toplum, şükürsüz kalmış, bazı imkanlarla tekebbür etmişse, kendinde kuvvet vehmedenler zayıfları aşağılama ve sömürme tavırlarına girmişse, ağırlığına dayanamayacakları belayı davet eder olurlar. Ayette ağırlığı gösterilen o saat durup dururken gelmez. Sahip oldukları teknolojiye güvenip Nazilerle birlikte dünyaya hakim olmaya çalışan Japonlar, göklere ve yere ağır gelen atom bombasını ansızın yiyeceklerini hesaba katmamışlardı. Atom bombası ansızın tepelerinden düştü, kıyamet (saat) vukua geldi; eski Japonya'nın yerine yenisinin oluşmasına kapı açıldı (ahıret). Japonlar, o kıyamet saaatinin vaktini bilmezlerken Amerika'nın başındakiler pekala biliyorlardı. Allah'ın Amerikalı bazılarına bildirdiği bilgi, Nagazaki üzerinde tecelli etmiş oldu. e) ''Sanki sen onu çok iyi biliyormuşsun gibi sana soruyorlar''. İzah: Evet. Allah'ın resulü o saatin vaktini bilmiyordu. Bilmediğini elbette ki söyleyemezdi. Ayetten anlaşılıyor ki, o soruyu soranlar dahi Resulullah'ın onu bilmediğini biliyorlardı. İşin içinde alay etme ve eğlenme vardı. f) ''De ki; onun bilgisi, ancak / sadece / yalnızca / bir tek vs... Allah katındadır. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler''. İzah: Ben de bunu anlatmaya çalışıyorum işte: O saatin vaktini insanlar bilmezler, Allah bildirmedikçe. Son söz: Kur'an ayetleri çok konuşarak değil düşünerek yorumlanmalı.
Benzer Videolar