Çocuk, Anneye Güvenerek Hayata Güvenir
Nasıl ki, anne doğum ânında mûcizevî bir şekilde kendi bebeğinin bütün bilgilerini bilinçaltına kaydetmekte ise, bebek de doğduğu ilk anda annesinin tenine dokunması ve annesinin sesini duyması ile hayat boyu kullanacağı güven bağını oluşturmaya başlar.
Doğumu takip eden ilk günden itibaren başlayan bu duygusal iletişim, dört yıl boyunca santim santim çocuğun rûhunda gelişecek olan güven duygusunun temelini oluşturacaktır. İleride de izah edeceğimiz gibi, çocuk, anneye güvendiği kadar hayata güven duyacaktır. Anneden ihmale uğradığı kadar hayata güvensizlik duyacaktır. Veya bir başka değişle, annesinden duygusal olarak doyabildiği kadar vicdânı hassaslaşacak, annesinin ihmaline uğradığı kadar da vicdânı katılaşacaktır.
Eğer, doğumu takip eden saatlerde anne, bebeğini kucağına almaz ve bebeğine dokunmazsa, bebek ile anne arasında gerçekleşecek olan ruh uyumunda zedelenme meydana gelir. Böylesi bir zedelenme, ilerleyen yıllarda annenin bebeğinden yorulmasına, bebeğinin isteklerinin anneyi zorlamasına sebep olur.
Sadece doğumu takip eden saatlerde değil, anne ile çocuğu arasındaki duygusal uyum süreci, annenin bebeğini emzirmesi ile de devam eder.
Anne Sütü, Vicdanı Besler
Bebek dünyaya geldiği ilk dakikalarda anne ile böylesi esrarlı bir manyetik bağ oluşturur kendine. Ancak bu bağ, doğum ânında yaşanılan olaylarla sınırlı değildir. Anne ile çocuk arasındaki bu mûcizevî bağ, çocuğun doğduğu ilk günden itibaren başlar ve tam dört yıl boyunca devam eder.
Çocuk ile anne arasında oluşacak olan bu bağ, öyle fıtrîdir ve öylesine tabiîdir ki, ne annenin, ne de çocuğun, bu bağı oluşturmak için ayrıca bir çaba sarf etmesine gerek yoktur. Anne, annelik yaptıkça ve çocuğun en tabiî ihtiyaçlarına karşılık verdikçe, bu bağ kendiliğinden oluşur.
Örneğin; çocuk doğduğu anda anne sütüne ihtiyaç duyar. Aslında anne sütü, her ne kadar çocuğu fizyolojik olarak beslese de, çocuk annesinin göğsüne yattığında aynı zamanda huzur da yudumlar. İçindeki huzursuzlukları, korkuları ve heyecanı sâkinleştirir. Annesinden aldığı tesellî ile vicdan hissini yavaş yavaş geliştirir. Yoksa anneyi, çocuğun sadece süt ihtiyacının karşılandığı bir merkez olarak görmek, hem anneye, hem de çocuğa karşı büyük saygısızlık olur.
Zaten, dikkat edilirse, annesini emen çocuk, sadece acıktığı zaman annesinin göğsünü istemez. Aksine, çocuk korktuğu zaman, hasta olduğu zaman, bir yerleri ağrıdığı zaman, kendini tedirgin hissettiği zaman hep annesinin göğsüne sığınır.
Bu yüzden çocuğun anne sütü ile beslenmesi, çocuğun rûhî gelişimi açısından oldukça önemlidir.
Ancak, maalesef “annenin de kendine ait bir hayatı var”ya da “çocuğun her ihtiyacını karşılamak, çocuğu, anneye bağımlı hâle getirir”anlayışından dolayı, günümüzde çocuklar gerektiği kadar annesinin göğsüne yatamamakta, gerektiği kadar annesini koklayamamakta, korkularının tesellîsini annesinden bulamamakta ve bunun tabiî neticesi olarak da hiç kimse fark etmese de çocuklar, katılaşmış bir vicdan ilebüyümektedirler.
İşte günümüz toplumunda vicdansız insanların varlığının bir numaralı sebebi olarak anne ile çocuk arasında vaktinde kurulması gereken duygu alışverişinin kurulamamış olması yatmaktadır, diyebiliriz. Zira ilerleyen bölümlerde de îzah edileceği gibi, anne sevgisi ve ilgisinden mahrum, katılaşmış bir vicdanın eğitilmesi, sevgi ve şefkat ile yumuşatılmış hassas bir vicdanın eğitilmesinden çok daha zordur.
Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, 2008.
Bu görüşü, Sigmund Freud ortaya atmış ve kendi talebeleri tarafından benimsenmiştir.
Çocuk Vicdanı ve Biz, Hans Zulleger, Cem Yayınevi, 2005
Wilhem Wundt; formel ve akademik bir bilim olarak psikolojinin kurucusu, Alman psikolog