Çocuk, Anne-Babasının Yankısıdır
Çocuk, anne-babasının bir yankısıdır. Anne-baba, çocuklarına nasıl seslenirse, çocuklar, anne-babalarına aynı karşılığı verirler.
Çocuklar, özellikle ilk 4 yıl, anne-babalarını taklit ederek, hayatın kurallarını öğrenirler. Yeni doğan bir bebek, annesi, ayakları üzerinde yürüdüğü için, emeklemeyi bırakıp ayaklarının üzerinde durmaya çalışır. Anne konuştuğu için, çocuk, annenin dudaklarına bakar ve kendi de aynı sesleri çıkartmaya çalışır. Ve bütün doğan bebekler, yeni bir insan olma yolunda bu “davranış kopyalama” sürecini çok kısa sürede başarırlar. Ve çocuklar, ilk dört yaş dönemine kadar öğrendikleri bu davranışları geliştirerek bir ömür boyu sürdürürler.
Çocuk, bu taklit sürecinde, anne-babadan sadece konuşmayı ve yürümeyi değil, hangi olaylara nasıl tepki vereceğini de öğrenir. Örneğin, anne, ayağının altına gelen bir karıncayı basmak üzere iken, “Aman üzerine basmayayım, yoksa karıncanın ayakları kırılır ve yuvasına gidemez!” diyerek çocuğuna bir davranış modeli sergiliyorsa, çocuk, annenin bu hassas ve vicdânî davranışını da ânında kopyalayacaktır. Dolayısıyla çocuklar, anne-babalarından sadece davranışlarını değil, onların vicdanlarını da kopya ederler.
Bahane, Vicdanı Öldürür
“Vicdanım, acaba ne kadar hassas?” diye merak ediyorsanız, kullandığınız, “ama” kelimelerine dikkat edin… Ne kadar çok bahane buluyor, ne kadar çok “ama” diyorsanız, bilin ki, o “ama”lardan sonra kullandığınız her söz ile, kendi vicdanınızı öldürüyorsunuz.
5 yaşındaki bir çocuğun öğretmeni tarafından demir sopa ile dövüldüğünü düşünün. Bu dayağın verdiği acı ile çocuğun baygınlık geçirmesi, her insanda farklı farklı vicdânî tepkiler oluşturur. Vicdanlarda oluşan tepkilerin farklılığı, hâdiseye şâhit olan insanın kendi vicdanına söylediği bahaneler adedince azalır.
Meselâ, dayak yiyerek baygınlık geçiren bu çocuğun, aslında ne kadar yaramaz ve baş belâsı olduğunu bilen okuldaki bir başka öğretmenin, “Böylesi bir olayı kesinlikle tasvip etmiyorum, «ama», çocuk da gerçekten çok yaramazdı.” dediğine şâhit olabilirsiniz. İşte bu “ama”dan sonra söylenilen şeyler, vicdan sızısını azaltan birer “bahane” dir.
Bahaneler, insan vicdanındaki sesi kesen birer “akıl cambazlığıdır”. Duru bir vicdan, bahanesizdir. Hiçbir şeyden etkilenmeden karar verir. Hassas bir vicdandan çıkan ses, “Bir çocuğu döverek bayıltmak, tek kelime ile vicdansızlıktır. Hem de «ama»sız bir vicdansızlıktır!” diyecektir.
Kişi, kendi vicdanını ölçerken, olaylara karşı verdiği tepkilere ve bu tepkiler karşısında kullandığı kelimelere bakmalıdır. Biz, habire bahane üreten biri miyiz? Bize sunulan her şeye, “ama” diye mi karşılık veriyoruz? O hâlde, büyük bir ihtimalle, kendimize ve bizim, insan gibi insan olmamızı sağlayan vicdanımıza karşı çok büyük haksızlık yapıyoruz demektir.
Netice olarak diyebiliriz ki, çocuk terbiyesi ile meşgul bir anne-baba, kendisinin ne kadar vicdan sahibi olduğunu sorgularken, öncelikle kendisini iyice gözlemlemelidir. Karşılaştığı ve vicdanını yokladığı hâdiseler karşısında, ne kadar çok bahane üretiyor ve ne kadar çok “ama”, “fakat”, “ancak” gibi kelimelerle akıl cambazlığı yapmaya çalışıyor, dikkat etmelidir.