İBRAHİM FAİK BAYAV
Tevbe Suresi'nin 108'nci ayetinde
''Le mescidün üssise ala't-takva min evveli yevmin'' ifadesi var. Yani temeli daha ilk günden takva üzere atılmış mescid... (ya da cami)
Akla şu soru gelir: Takva, sadece mescid ve camiler için mi geçerli? Bu sorunun cevabını Tevbe Suresi'nin 109'ncu ayetinde bulabiliriz.
109'ncu ayete ilk iki cümle:
''E fe men essese bünyanehü ala takva min Allahi ve rıdvanin hayrun?..''. Yani, binasını, Allah'tan gelen takva üzere tesis eden kimse mi hayırlıdr?..
''Em, men essese bünyanehü ala şefa cürüfin harin?''. Yoksa, binasını çökecek bir arazi üzerine tesis eden kimse mi?..
Bu iki soru cümlesi, o zamanın bazı insanlarının, binalarını -o zamana göre- nerede yapılmasını ya da yapılmamasını bildiklerini gösterir. Ayetteki mesajı günümüze taşıdığımızda anlam genişler. Sözcükleri irdeleyelim:
Takva: تَقْوى Bu terim plan, usul, teknik ve kullanım amacı gözetilerek faaliyette bulunmayı belirtir. Zarar getirecek davranıştan kaçınılacaktır.
'Bünyan': بُنْيانٌ Bu kelime, günümüzdeki -camiler dahil- apartman, site, plaza, kule veya gökdelen her çeşit yapıyı içine alır.
'Essese' اُسِّسَ fiili, yapının temeli veya dayanağı üzerine inşa etme hareketidir. Teknik bilgi şart olacaktır.
20'nci yüzyılda, üniversitelerde inşaat mühendisliği bölümü teknik bilginin öğretilmesi için var.
Tevbe Suresi'nin 109'ncu ayetindeki iki soru cümlesi iki çeşit insanı mukayese amaçlıdır. ''E fe men essese'' ve ''em men essese'' kelimelerindeki 'men' zamiri, yapıyı tesis edecek şahsı gösterdiği kadar, şahısları bir araya getiren kurumu da gösterir. Tasarıyı yapan, planı çizen, projeyi onaylayan, planı ve projeyi uygulayan ya da uygulamaktan kaçınan her fert, 'men' zamiri içinde kalır. Hayırlı mı hayırsız mı oldukları, daha temel atma aşamasında kendilerini belli ederler.
'Şefa' شَفا sözcüğünün anlamı, Arapça Türkçe lügatte, bir şeyin kenarı ya da kıyısı şeklinde gösteriliyor.
'Cürüfün harin' جُرُفٌ هارٍ kelimesi ise, yumuşak ve çökecek alan şeklinde anlamlandırılıyor.
Bu sözcüklerin açıklanmasından sonra ayetteki olumlu ve olumsuz iki soru cümlesindeki TAKVA ile ŞEFA sözcüklerini birbirinin zıddı şeklinde anlayabiliriz. Yani TAKVA uygunluk ve usuldür; ŞEFA uygunsuzluk ve aykırılıktır. Ayet ile merilen mesaj, yapılacak binanın, uygun olmayan yerde yapılmamasıdır; uygun ise, uygun olmayan biçimde tesis edilmemesidir.
Tesis edilecek bir yapının uygun olmadığı yer; yüksek bir dağ ya da sivri bir tepedir mesela. Öyle yerlere inanç sembolü heykeller dikilir. Günümüzün ses ve görüntü nakledicileri de öyle yerlere uygunluk gösterir.
Bir binanın yapılmasının uygun olmadığı yerler dere yataklarıdır mesela. Sağanak yağmurun aşırı olduğu zamanda, yapılmış binayı ya devirir ya da taşan su binanın içine dolup insanların canlarının kaybına, mallarının telefine sebep olur. Bulunduğumuz zamanda Osmanlı'nın tekniğini anlamayan bir kurumun dere üstüne yaptığı köprü yıkılır, sel ile sürüklenip gider.
Mesela, yüksek binaların dikilmesinin uygun olmadığı yerler, tarım alanlarıdır. Buralara yapılacak binalar, saltanat meraklısı iktidarlar tarafından desteklenir. Kurumlar bu destek sayesinde binaları dikerler. İnsanlar rahat yaşam edinme aşkıyla bu binalarda yerleşirler. İleride beslenmeye sebep toprak mahsüllerinden mahrum kalacaklarını akıllarına getirmezler.
Bir de bina yapımına uygun olmayan fay hatları vardır. Tarım alanları fay hattı üzerinde ise, bina tesisinden kaçınılması gerekir. Böyle alana dikilen binalar 1999 yılındaki Gölcük depreminde çöktü, 40 bin kişinin ölümüne sebep oldu. 2023 yılındaki Kahramanmaraş depreminde ise çöken binaların içinde ölü sayısı tahmini 150 bin kişidir. Ülke umulmadık biçimde sarsılmıştır.
Tevbe Suresi'nin 109'ncu ayettindeki 'şefa üzere yapılan binaların acı sonucunu belirten ifade şu:
''Fenhara bihi fi narı cehenneme''.
فَنْهارَ بِهِ فى نارِ جَهَنَّمَ Bu kelimenin ebced değeri (şedde ve iki tenvin dahil) 1422'dir; Miladi 2000 yılını gösterir. Türkiye'nin cehennem hayatına girişi o zaman başladı.