İBRAHİM FAİK BAYAV
Yunus Suresi'nin 12'nci ayeti, olmaması gereken olayı dikkate veriyor: israf. Konu, dar anlamda fert ve toplum yaşamını ilgilendiriyor gibidir. Geniş anlamda kurum ve devlet düzeninin biçimine de işaret eder.
Olmaması gereken israfı konu eden ifade şu
: ''Kezâlike züyyine lilmüsrifîne mâ kânü yamelûn''. Yani, uyguladıkları 'israf', uygulayanlara süslü gösterildi.
Demek ki cazibedar bir görünüşü var 'israf' denen olgunun.
'İsraf'; ihtiyacın dışında tüketme hareketidir. Kişi, tükettikçe mutlu olur. (Bu, yalancı mutluluktur) Devlet ise tükettikçe kendini büyüyor sanır. (Birileri devletin başındakilere kötü üflüyordur) Yazık ki, israfın sonucunun sıkıntıya dönüşeceği düşünülmez. Halbuki, günümüzün ekonomik terimi haline gelen 'israf', 'serife' fiil masdarından türediğinden, sonucu düşünülmeden tüketme hareketini tanımlar.
'Müsrif' sözcüğü, yeme, içme, beslenme, giyinme, barınma, ulaşma konusunda bulduğunu hemen tüketenlere, tüketilmesi için var olan parayı harcayanlara verilen sıfat isimdir. Akıl başlarda olmadığında 'züyyine' fiili israf olayının tetikleyicisi olur. Çünkü başta olan akıl, israfa geçit vermeyeceği gibi, bilmeyerek işlendiğinde uygulamanın durmasını sağlar.
Peki israf olayının sonucu ne olur?..
On ikinci ayetin başında
''Ve izâ messe'l-insâne'z-zurru'' ifadesinde belirtilen şey olur.
Müsrif kişiler bir dahaki sefere, beslenme, giyinme ve korunma ihtiyacını gidermede zorlanacaklar, sıkıntıya düşüp başkasından medet bekleme durumuna düşeceklerdir. Bir defa, iki defa, belki üçüncü defa medet eden bulunur. Sonrası olmaz. Bu, fert bazında böyledir. Devlet bazında israfın sonucu, mülkün el değiştirmesi, belki saltanata son verilmesi olur.
''Ve izâ messe'l-insâne'z-zurru'' ifadesindeki 'insan', hem ferdi, hem aile bireylerini tanımlar. Kurum ve devlet bazında tanımlananlar ise yönetim bireyledir. Devletin, gereksiz harcamalarla hazineyi tüketmesi, işleyen kurumlarını başka devletlerden medet istemeye iter. Olacak olan şey,
''Deânâ li cenbihi ev kâıden ev kâimen''. ifadesiyle belirtilendir. Yani, -insan- yatarken, otururken veya ayakta iken bizi çağırır.
'Deana'daki 'na' (biz) zamiri, otoriteyi simgeler. İfadedeki saklı anlam ortaya çıkarılmak istenirse, 'deana' kelimesi ile, çağırılanın, fertlere karşı yönetim; kurumlara karşı devlet; devletlere karşı ise pakt olacağı tahmin edilir.
O zaman sistemin düzenli işlemesi için kurallar konmuştur. 'Kanaat' denen şey tabilere öğretilmiştir. Plansız veya gereksiz tüketme olmamalıdır. Yeri geldiğinde tasarruf, yeri geldiğinde stoklama önemlidir. Toplumda bireylerin bilmezliği, kurumlarda ilimsizlik, devletlerde ise ehliyetsizlik, onları ummadıkları zamanda sıkıntı içine sokar. Acizlerin güçlüden medet isteme faslı başlar.
On üçüncü ayette Hz. Muhammed'e tabi toplum
''Lakad ehleknâ el-kurune min kabliküm lemmâ zalemü'' ifadesiyle uyarılmış. Yani, önceki toplumlara kural hatırlatan bazı zatlar gönderildiğinde, o toplumlar kuralsız yaşamın cazibesinde kalıp gönderilen zatları önemsememişler. 'Zalemü' ifadesi kuralsız kimselerin davranışlarının 'zulüm' kategorisinde olduğunu belirtiyor.
''Zalemû'' ifadesindeki 'zulüm' nedir?
Lügatte 'zulüm', hak edileni noksan vermek olarak belirtiliyor. Olay genellikle yetki alanında bulunanlarda görülüyor. Yetkisiz kişilerin hak gaspını benimsemesi de aynı. Yetkili kişilerde zulüm kasıtlı olabilirse de, yetkilinin yersiz emir ve talimatları, bir işin ya da görevin yerli yerince yapılmamasıyla sonuçlanabiliyor. Bu durum da israf olayından sonra gerçekleşiyor.
İsraf olayı, müsrifleri, istemeseler de, zulmetmeye yöneltir. Bazı zatların uyarmak için gönderilmesi, müsriflerin akıbetlerinin iyi olmayacağını anlamaları içindir. Anladıklarında mesele yok. Anlamadıklarında,
''ehlekna'' uyarısının muhatabı oluyorlar.
'El-kurun' çoğul isimdir. Zaman içindeki belirli devreleri belirtir. Her toplumun, cemaatin ve ülkenin varlık sürelerini etkileyecek devirler ayrı ayrıdır. İlmen oluşturulmuş kuralların uygulanması istenir. Aksi durumda üstlerindeki güç tarafından 'ehleke' fiilinin işletilmesine başlanır.