İbrahim Suresi’nde Dünyayı Sevip Ahireti Red Edenler  

İBRAHİM FAİK BAYAV İbrahim Suresi'nin birinci ayetinde, karanlıklardan aydınlığa çıkışın 'kitap' sayesinde olacağı belirtiliyordu. İkinci ve üçüncü ayetlerde bunu red edenlerin, 'kafir' sıfatı aldığını, kafirlerin amaçlarının ahırete karşı dünya sevgisi olduğu belirtiliyor. Bu ayetlerde anlatılanı, sözcükleri irdeleyerek anlamaya çalışalım: Üçüncü ayetin birinci kelimesi: ''Ellezîne yestehıbbûne, el-hayâte'd-dünyâ ale'l-âhireti''. Yani, o kimseler, ahıret hayatına karşı dünya hayatını seviyor ve tercih ediyorlar. Nasıl oluyor bu iş? Ayette 'ellezine' zamiriyle gösterilen kişiler, toplum içinde ne oraya ne buraya karışmadan yaşam süren kişilerdir. Para kazanma, servet edinme, dünyalık elde etme imkanları vardır. Şatafat ve gösteriş içinde kalmışlardır. 'El-hayate'd-dünya', o anda bulunulan yaşam şartlarıdır. Kural yoktur. Gücü yeten, güçsüzün sırtına biner.  İleride ne olacağı düşünülmeden yapılan faaliyet vardır. Kuralsızlık, oluşacak belaların müsebbibidir; lakin bilinmez. Toplumda veya ülkede şartların birden bire değişeceğini ''Ellezine yestehıbbüne'' kelimesiyle tarif edilenler anlamazlar ya da anlamak istemezler. 'Ale'l-ahireti': Bu kelime sonraki yaşam şartlarını haber verir. Kuralsızlığın sebep olduğu belalar, mutlaka kural mecburiyetini getirecektir. O zaman kuralsızlar, ya akıllarını başlarına alıp kurallara uyacaklar; ya da yaşam hakkı bile kazanamayacaklar. Türkçe ifade ile; o devir bitmiş, yeni bir devir başlamış olur. Üçüncü ayetin ikinci kelimesi: ''Ve yesuddûne an sebîlillâhi ve yebğuunehâ ıvecen''. Yani, toplum bireylerine zulüm ortamından çıkış yolu gösterildiğinde, ya da bulundukları şartların tehlike getireceği bildirildiğinde, o kimseler, o yola girecek kişileri engelliyorlar. Örneği, Bilal ve benzerlerine işkence yapmalarıdır. 'yebğuun' fiili, Mekke ağalarının normal yaşam şartlarının dışında olduklarını, toplumu da normal yaşamı kabul etmemeleri için uğraştıklarını belirtiyor. Üçüncü ayetin üçüncü kelimesi: ''ülâike fî dalâlin baııdin''. Yani, onlar, hak yoluna, hukuka dönüşlerini imkansız kılan sapıklığın içindedirler. O andaki yaşam şartlarının değişmemesi için, sadece, vurmayı, kırmayı, dağıtmayı ve öldürmeyi bilirler. İkinci ayetin birinci kelimesi: ''Allâhü'l-lezî lehü mâ fi's-semâvâti ve mâ fi'l-arz''. Yani Allah öyle bir zat ki, göklerde ne varsa ve yerde ne varsa onundur. Yerde var olanların, ağaçlar, bitkiler ve hayvanlar olduğu, belki yerin içindeki madenler olduğu akla gelebilir. Lakin konu, güneş batsa da tekrar doğsa da dünyayı saran 'zulümat' sözcüğüyle tarif edilen karanlıklardır. Göklerde nelerin var olduğunu ise, o zamandaki insanlar, havada uçuşan çeşitli kuşlar anlamışlardır. Yirminci yüzyılda, havada olanlar, helikopterlerdir, uçaklardır, atmosferin dışına çıkarılan uydulardır. İnsanlar, biz ürettik, sahip olanlar biziz, derlerse, aldanırlar. İnsanların yerde ve göklerde sahiplendikleri, dünyaya 'zulümat' oluşturmaktan başka işe yaramaz. İkinci ayetin ikinci kelimesi: ''Veylün; li'l-kâfirîne min azâbin şedîd''. Yani, çok yazık!.. Kafirlere -hak olanı kabul etmeyenlere- çok şiddetli azap görünüyor. 'Kafirin' (kafirler) sözcüğü, Allah'ı kabul etmeyen kimseler demek değildir. Fertleri köle eden, toplumda baskı kuran, dedikleri yapılmadığında dağıtan, mala-mülke çöken, fertlerin canını yakan kimseler demek de değildir. (Bunlar zâlimun sıfatı alanlardır) 'Kafirin' sözcüğüyle tanımlanan kimseler, toplumda ağaların halka yaptıkları zulmü ve baskıyı onaylayan kimselerdir. Yani, azınlık zengin üst tabaka ile köleleştirilen halk tabakası arasında kalan orta tabaka insanlardır. Alt tabaka insanları zulümler karşısında ses edemeyecek kadar çaresiz kalmış olabilirler. Orta tabaka insanlar ise öyle değil. 'Azabin şedid (şiddetli azap), kuralsız yaşayan, ya da oluşturulmak istenen kuralları kabul etmeyen orta tabaka insanlarına gelecektir. Çünkü zalimler ya batar ya kaçar, zalimleri sessiz kalarak onaylayanlar pısar kalır.
Benzer Videolar