AYÇA ÖZTORUN
“Yazık, çok yazık!”
Yaşama tutunmanın anlamı benim için doğada var olan her canlıyı çok sevmekten geçer.
Para, servet, şan, şöhret, nefes alıp veren hiç bir canlıdan kıymetli değildir benim için.
Bu zamana kadar kimseyi kırmamaya özen gösterdim ama haksızlıklara tahammülüm olmadığından, içinde kötülük barındıran her kim olursa olsun korkmadan o kişiyle kavga etmeyi bildim.
Yıllardır öykü ve roman yazarım, yıllarca hiç bir maddi beklentim olmaksızın gazeteleri kırmayıp köşe yazıları da gönderdim. Bilene de helal olsun, bilmeyene de!
Sanat adına, topluma ne gibi katkım olur diye, canla başla koşturmayı borç bildim. Gençlere eğitsel anlamda katkı sunmayı kendime misyon edindim.
Sinema camiasını, yazar, çizer ve şair camiasını da çok iyi tanırım. İçlerinde enderdir adam gibi adam tanımlamasına uyan insanlar. İlkeli duruşu olan sanatçı dostlarımı hep çok sevdim. Bu camiada haset insanlara çok tanık oldum. Biri, diğerinden bir adım öne geçtiğinde kişinin sanatsal becerisini alkışlamak yerine, kişiyi kıskanıp yerden yere vurduğunu gördüm. Sanatçı tayfasının korkunç dedikoducu insanlar olduğuna şahitlik ettim. Burada her birinin nasıl insanlar olduğunu isim isim yazsam bana yakışmaz.
Sanatçı ilkeli olandır.
Sanatçı korkusuzdur.
Sanatçı karakterlidir.
Sanatçı sevgi doludur ve attığı her adım örnek teşkil etmelidir topluma.
Sanatçı kötüye karşı aykırı, kötülüklere karşı savaşçıdır. Ama görüyorum ki, Türkiye’de sanatçı vasfı taşıyanlar parmakla sayılacak kadar azmış!
Ben biraz olsun bir şeyleri başarmayı ilke edinmişsem, halk için, nesiller için çaba gösteririm. Emeğe saygı duyana, emekçiye çelme takmayana saygı duyarım. Çünkü ben halkım ve halk için yazarım.
Yazdıklarım bizlerin hikayesi, yazdıklarım acılarımız, sevinçlerimiz, direnişlerimiz, aslolan hepimiz!
Şimdi konuya geleyim;
bu ülkede yukarıda anlattığım sanatçı bozuntuları, kokuşmuş, burnundan kıl aldırmayan, yobazlıkla hemen hemen eşdeğer gördüğüm kendini
aristokrat sayan atıklardır. Ben kendimi bu insanlardan tamamıyla soyutladım. Daha fazla çirkinliklere tanık olmamak için.
Bu tayfa bilmelidir ki, halk çocuğuyum, halkı yazarım.
Varlığımdan ve ürettiklerimden rahatsız olanlara, arkamdan dedikodu kazanı kaynatanlara ve yoluma taş koyanlara sesleniyorum, dikenli yollarda yürümeyi çok severim. Varlığım sizi asla
üzmesin çünkü ben sizin cenahın insanı değilim.
Aranızda sapkını var, dedikoducu var, yalancı var, kendini üstat sanan boynu fularlı artistler var, akbaba gibi ölüsevici belgeselciler var.
Ölü sevici ne demek? Diyeceksiniz, saygın insanların ölür ölmez belgeselini yapıp, o belgeseli korkunç fiyatlara satanlar ve ölen sanatçının üzerinden para kazananlar. Saygın sanatçılar belgesel olup bıraktıkları eserler elbette arşivde kalmalı. Ama siz kazandığınız milyonlarla o sanatçının ailesine hiç bir katkı sundunuz mu? Adına bir vakıf kurdunuz mu? Diye sorarlar adama! İşte bu nedenle fırsatçı akbaba gibisiniz!
Bir şehirden bir şehre davet edildiğinde business class da uçmak isteyip, Sheraton otelde kalmazsam gelmem diyenler var. Daha neler neler! Ben utanıyorum bu tiplerin çapsızlıklarını yazmaktan!
Bu türler halkın sanatçısı mı?
Kişinin yüzüne gülen, arkanı döner döner dönmez dedikodu borusunu öttüren kişiliksiz insanlar tanıdım.
Siz mi nesillere aydınlanma yolunda fener tutacaksınız?
Kulağıma hiç iyi şeyler gelmedi. Çapsızlıklarınızı tek tek duyuyor ve görüyorum. Bugün ben bunu yazıyorum, yani sizden zerre çekinmiyorum. Beşer, onar gelin! Ya da adımı ağzınıza bile almayın! Yoksa isim isim nasıl karakter zafiyetine uğradığınızı yazacağım.
Beni ancak bir yanlışım varsa halk eleştirir veya takdir eder.
Geldiğim yeri bilirim. Karakterli duruşu ilke edinmiş bir insan olmamdan ötürü her birinizin sanatını da, sanatçı yanını da redderim.