Yiğit bir Türkmen Aşireti: CERİTLER (CERİDLER)

Ali Alper ÇETİN Çukurova’da… Kırıkkale’de, Keskin’de, Ankara’da İç Anadolu’da bir bozlak yankılanır: Cerit Irakka’dan sökün edince Açılsın Urum’a yolu Cerit’in Silsüpüroğlu Fettah Beğ de ölünce Kırıldı kanadı kolu Cerit’in   Bir zamanlar Oyma Ağaç’ta kalalım Toplansın aşiret sonun alalım Konuşalım bir karara varalım Esiyor serimde yolu Cerit’in   Yüz atlınız daim ileri gitsin Sağına soluna çok dikkat etsin Piliçka (rüşvet, avanta) vermeden menzile yetsin Bozulmadan gitsin ili Cerit’in diyerek inletir koyakları…Ozan Kul Yusuf’tan dökülür bu bozlak… Türkmenlerin Cerit oymağı sürgün yıllarını tamamlamış, Halep’in Rakka yöresinden Çukurova’ya ve oradan da Toroslara doğru hareket etmiştir. Rakka sürgünü, aşirette de çok derin izler bırakmıştır…. Şimdi yayla (yaylak) zamanı gelmiştir. Avşarlar, Tecirliler de onlarla birlikte yayla yolunu tutmuştur… Kimdir Bu Ceritler? Cerid kelimesinin anlamı hakkında çeşitli sözlüklerde farklı anlamlar verilmektedir. Cerid; yiğit, cesur, ata iyi binen, at oyunlarında usta, cirit atan, eli çabuk, becerikli, sopa, kuru hurma dalı, cirit sopası, “kuru verimsiz toprak” gibi anlamlara gelmektedir. Yaygın bilinen ise “cirit atan” anlamıdır. Binicilik aşiret hayatında çok önemli yer tutmaktadır. Cerit Türkmen aşiretlerinin, Oğuzların 24 boyundan Beydili (Beğdili) boyuna mensup oldukları bilinmektedir. Beydili Boyu, Anadolu’ya geldikten sonra Urfa Karacadağ bölgesine yerleşmiş, Osmanlı hâkimiyetine girdikten sonra Dulkadirli Türkmenlerini (Ulusu) oluşturan boyların arasında yer almıştır. Dolayısıyla Cerit aşireti, XIV. yüzyılda Dulkadirli Türkmenlerini oluşturan boylar arasında isimleri zikredilmektedir. Ceritlerin soy kökü ise Oğuzların Bozok koluna (Bozulus) bağlı olduğu bildirilmektedir. Yerleştikleri yer olarak da Dulkadir Beyliğinin sınırları içi olduğu değişik kaynaklarda belirtilmektedirDulkadir veya Zülkadriye denen yer 1831 yılında Maraş adını almıştır. XVII. yüzyıldan itibaren Türkmen aşiretlerinin iskân bölgesi olan Çukurova’da konar-göçer hayat tarzı sürdüren birçok Türkmen aşireti vardı. Bölgenin bugünkü yapısı içinde varlıklarını koruyanları göz önüne alırsak bu aşiretlerin belli başlıları şunlardır: Cerit, Avşar, Tecirli (Tacirlu), Bozdoğan, Sırkıntılı, Varsak ve Ulaşlı. Ceritler, Dülkadirli Beyliğine bağlı görünmektedir. Cerit Türkmenleri aşiretine bağlı oymak ve obalar yaşadıkları yer ve zamana göre çeşitli isimler alıyordu. Cerit aşiretinin Dülkadirli Beyliğindeki ana kolunun Bayır-Cerid, Kara-Hasanlı, Oruç Gazilu ve Mamulu isimli obaları vardı. Boz-Ulus arasında yaşayan Ceritler ise Sultan Hacılu adını taşıyordu. Çukurova Bölgesinde kurulmuş bugünkü Cerit Türkmen köylerinde yaşayan yaşlılardan edindiğimiz bilgilere göre; Ceritler çok eski zamanlarda Baykal gölü kıyısında yaşarlarmış. Kuraklığın baş göstermesiyle birlikte ırmakların suları azalınca, hayvancılıkla uğraştıkları için elverişli bir yer aramaya başlamışlar, konar-göçer sürüleriyle Anadolu yaylalarına gelmişler. Bilinen ve hatırlanan ilk dolaşım alanları Rakka ile Çukurova (kışlak) ve Binboğa Dağları (yaylak) olmuştur. Daha sonra Cerit Türkmenleri Çukurova’nın Ceyhan ırmağı kıyısına, Ceyhan-Kadirli-Osmaniye ovasına yerleşmişlerdir. Orta Asya’dan kuraklık sebebiyle göç ederek Ceyhan Irmağı kıyısına gelen Ceritlerin o dönemde geçim kaynağı hayvancılıktan ibarettir. XIX yüzyılda sadece ikiyüz çadırlık Cerit Türkmen aşiretinin otuzyedibin koyuna, otuzbeşbin keçiye ve yirmibeş bin sığıra sahip olduğunu, Osmanlı’nın Tapu Tahrir defterlerinden biliyoruz. Hayvancılığa çok elverişli olduğu için Çukurova’ya yerleşmişlerdir. Yurt tutma sebebiyle de Cerit-Avşar kavgaları başlamıştır. Anadolu’daki Türkmen oymaklarından “Cerit” aşiretini, diğer bir deyişle Ceritlerin yaşam biçimleri, örf ve adetleri, gelenek ve görenekleri inceleyip, ayrıca Ceritlerin sözlü geleneklerinden de manzum olarak bahsedeceğiz. Ceritler 1692 yılında Urfa ve civarında yaşamış, 19. yüzyılda Anadolu’nun çeşitli yerlerin de iskânları (Osmanlının dayatması, zoraki) tamamlanmıştır. Fırka-ı İslâhiye. Islah Ordusu… Orta Asya’dan gelip Anadolu’yu yurt tutan 230 oymak1500’u aşiret ve 5800‘ü de cemaat olmak üzere 7230 dolayında Türkmen oymak, aşiret ve cemaat bulunmaktadır. Kırşehir ve yöresini yurt tutmuş irili ufaklı 450 Türkmen aşiretinden biride Oğuzların Bozok koluna mensup Beydili (Beğ-dili) boyudur. Dulkadirli Beyliğini teşkil eden cemaatlerin çoğunluğu Bayat, Avşar, Cerit ve Beydili boylarından idi. 1520 – 1570 tarihlerinde Beydili, aralarında Ceritlerin de olduğu birçok obayı barındırmaktadır. Anadolu’ya geldikten sonra şimdiki Şanlıurfa’nın Karacadağ yöresinde ilk önce Akkoyunlu devletine, daha sonra da Dulkadir Beyliğine bağlı olan Beydili, Bozulus’un 1613 yılında dağılması üzerine, bir kolu Gaziantep, Maraş, Kayseri üzerinden, diğer bir kolu da Toroslardan Adana, Karaman, Aksaray’ı takip ederek Kırşehir merkez olmak üzere tekrar Orta Anadolu’ya ulaşmışlardır. Ali Rıza Yalgın Cenupta Türkmen Oymakları Cilt:2’de Cerit aşiretlerini; “Cerid ve Tecirli aşiretleri, Dulkadir Türkmenlerini oluşturan boylardan ikisi olup, Maraş-Antakya taraflarında dolaşmaktadırlar. XVI. yüzyıl sonlarında Çukurova’da kışlamaya başlayan Cerid ve Tecirliler, gerek kışlaklarında gerekse yaylaya gidiş dönüşlerinde çevreye büyük zarar vermeye başlarlar. Bu nedenle Osmanlı idarecileri, XVII ve XVIII. yüzyılda bu iki aşireti iskân etmek için büyük gayret gösterirler, fakat başarılı olamazlar. XIX. yüzyıl ortalarında Cerid ve Tecirli aşiretlerinin sebep olduğu problemler ve devletin iskân teşebbüsleri devam eder. Bilhassa 1855-1865 yılları arasında Osmaniye’de iskânları için bir hayli gayret gösterilir. Kısmî başarı elde edilse de, özellikle Tecirli aşiretinin zararları önlenemez. Nihayet 1865 yılında Fırka-i Islahiye adı verilen ve İstanbul’da hazırlanan bir ordu Çukurova’ya gönderilir. Fırka-i Islahiye bölgedeki göçebe aşiretleri iskân ederek devlet otoritesini yeniden sağlamıştır. Bu iskân faaliyetleri sırasında Cerid ve Tecirli aşiretleri “kadim kışlakları” olan Osmaniye, Ceyhan ve çevresine yerleşmek zorunda kalırlar. Yaylaya çıkmaları yasaklanarak, köyler inşa ettirilir ve çiftçilik yapmaya mecbur bırakılırlar. Günümüzde Osmaniye-Ceyhan-Kadirli-Düziçi bölgesinde yaşayan nüfusun büyük kısmı Cerid ve Tecirli Türkmenlerine mensuptur.” diye anlatır. Prof. Dr. Faruk Sümer, Türk tarih Kurumları, İçtimai Hayat eserinde; Ceridler de Tecirliler gibi Akkoyunlu boyuna bağlı bir aşirettir. Anadolu’nun birçok yerine dağılmış olan Ceridlerin büyük çoğunluğu Ceyhan nehri kıyısında Tecirli aşireti ile aynı yerde kışlayıp yazın Elbistan, Zamantı ve Uzunyayla taraflarına çıkarlardı. Nehrin doğu tarafı Cerit ve Tecirli aşiretinin hâkimiyetinde idi. 19. Yüzyılda 1200 çadır civarında olan Ceridler 14 obadan meydana geliyordu. Bu obaları sayacak olursak: Tararlı, Altıgöz, Azizli, Bekirli, Veysiye, İmran, Hamdilli, Değirmendere, İseli, Hürüuşağı, Cihanbekirli , Almagölü, Yalak, Mustafabeyli. Bu Ceritlerden başka, ayrıca Keskin kazasında ve Kırşehir’de Silsüpür Ceridi, Maraş’ta ise Kuşçu Ceridi ve Çağlayan Ceridi bulunuyordu. Gâvurdağı civarındaki Ceridler de Tecirli aşireti gibi Baçburnu civarında köyler ve haneler oluşturularak iskân edilmişler ve zirai üretime başlamışlardır. Çukurova’nın her yerinde ise “Ben Cerit’im” diyenlere rastlanır. Ama onların yoğun olarak yaşadıkları köyler, Ceyhan ilçesi kuzey kıyılarındaki köylerdir. Cerit Aşireti’nin yaşlılarının hafızalarında kalan bir hatıra vardır: –Bizler Horasan’dan göç ederek gelmişiz.. Horasan’dan göç etme olayının tarihini kimse tam olarak bilemez. Orta Asya’nın İran’a bakan sınır bölgesinin de adıdır Horasan… Kısa boylu, hızlı kaçan Arap atları ile yapılan göçlerde “at oyunlarını” en iyi bilenler olduğunu da düşünebiliriz. Ceritler, Anadolu tarihinin gündemine Dulkadirli Türkmenleri içine Yörük topluluğu olarak girdiler. Moğol saldırıları esnasında Suriye sahillerine sığınan onbinlerce çadırlık Bozok’lu Türkmenler içinde Ceritlerde vardı. Dulkadir beylerinin l290’lı yıllarda Elbistan’ı ele geçirerek kendi beyliklerinin temellerini atmaları, daha sonra da Maraş’ı ele geçirip büyümeleri arkasından da Memluklu Devleti’nin beraberlerinde Halep Türkmenlerini de alarak “Ceyhan nehrini fetih” politikalarını yürürlüğe koymaları üzerine Çukurova’yı Ermenilerden ele geçirmek için kanlı mücadeleler başladı. 1340 ve 50’li yıllarda Ceyhan nehri sahilleri, Tell Hamdun olarak da bilinen Toprakkale Türkmenlerinin eline geçti. Çukurova’nın ortayeri Sis-Anavarza, Toprakkale 14. yy ortalarında Dulkadirli ile Ramazanlı arasında adeta sınır gibiydi. Çukurova’nın kuzeyini Bozoklar, güneyini de Üçoklar’dan Yüreğir Bey ve kendisine bağlı aşiretler ele geçirdiler. 1975 yılında İstanbul’daki Osmanlı Arşivi’ne araştırmalar yapan Tarihçi Cezmi yurtsever şöyle anlatıyor; “998 no’lu Anadolu’nun bu arada Maraş ve Adana yöresi aşiretlerinin kayıtlarının yer aldığı defter önüme geldiğinde ne kadar heyecanlanmıştım. Koyu sarı kağıtlar üzerinde parlayan simsiyah mürekkep yazıları…Ve kağıtların kenarlarında beliren kahverenkli benekler, defteri kaplayan siyah deri cilt nerede ise 500 yıl gibi uzun bir zamandır bilgilerin yok olmamasını sağlamıştı. 1530 yılında yazılan defterdeki bilgiler Adana ve Maraş bölgesinin sosyal yapısını aydınlatıyordu. Aynı defterin 451 ve 452’ sayfalarında yer alan Cerid Taifesi (obalar topluluğu) yanında Zülkadir yörükleri oldukları da belirtilmişti. Yörük, mevsim şartlarına göre devamlı hareket eden… Kış aylarında daha ılıman buldukları Çukurova’ya, Anavarza dağı eteklerine, Ceyhan nehri kıyısına inen… Yaz bahar ayları geldiğinde Andırın veya Kozan dağlarından Toros dağlarının serin sulu yaylalarına göç eden insanlar… Onlar için “konar-göçer” tabiri de yapılır. Çobanlarının kepenekleri, develerinin çanları, köpeklerin boyunlarına takılan tasmalar, güzellerin başlarına taktıkları akçalı pul pul paralar, aynalı kemerler… Bazan dokuz direkli, ünlenmek içinde kırk direkli olarak yapılan aşiretin bey çadırı… Avlanmak için kafeslerde tutulan keklikler… Oklar, kılıçlar, kargılar, cidavlar… Kadınların “ekmek yaptıkları eta’lar… Velhasıl davarları, köpekleri, insanları, atları ile göç yapan Ceritler’in göçüne 54 oba, 1636 nefer katılıyordu. Göç esnasında din hizmetlerini sürdüren 5 İmamları, devlet ile ilişkileri sürdüren 9 muhtarları (kethüdalar) vardı. O günlerin Maraş ve Adana kanunnameleri (yasalar) de Yörüklerin, Türkmenlerin, köylülerin ilişkilerine göre düzenlenmişti.” Davar tahıla girerse ne olur? Sorusuna cevap arayan kadılar, gerekli deliller ve şahitler huzurunda zarar ziyanı hesap ettirir, sahibine de ödetirdi. Cerit yörüklerinin oba isimleri deftere şöylece kaydedilmişti: Kocahacılı, Bağlular, Diğerbalı, Keçili, Arbanlı, Tabaklı, Zeytinli, Küçükhacılı, Sofuluoğlu, Sultanhacılı, Kulak, Cerid (Küçükkuzgun köyü), Delili, Kamalı, İbişli, Dalkılıç, Söylemezli, Sarıoğlu, Koşmazlı, Karamallı, Zekirbalı, Karlak, Arbanlı, Bozatlı, Ferşuran, Şeyhfehimler, Ceridbayır, Diğerbayır Ceridi, Turali, Ferişderenli, Bayramlı, Bağzablı, Karahasanlı, Baraklar, Sablı Hacı, Ceridler, Almalı, Maskaroğlu, Küçükalioğlu, Çekim, Katipoğlu, Arablı, Çeldemli, Gökkadını, Dedehacılı, Şekerbeyoğlanları, Çandarlı, Kondurlu, Veledan… Devlet hesabına da her yıl 83220 akça vergi vereceklerdi. Ceritler, hangi Oğuz/Türkmen boyundan olduklarını unutmuşlardı. Sadece yaylak, kışlak yurt yerleri arasında konup göçüyorlardı… Ve onlara da Yörük deniliyordu. XIX. yüzyılda Çukurova bölgesi, göçer aşiretlerin kışladığı, şehirlerde yaşayan ailelerin hâkim olduğu devlet otoritesinden yoksun bir vaziyete gelmiştir. “Tanzimat Dönemi” politikalarının gereği olarak merkezi otoritenin güçlendirilmesi, vergi ve asker alımının düzenlenmesi, ayanların ortadan kaldırılması, konar-göçer aşiretlerin iskân edilmesi gibi faaliyetler yapılmıştır. Özellikle göçebe aşiretlerin iskânı devletin önemle ele aldığı konulardan biridir. Aşiretlerin iskânını gerektiren temel sebepler, onların vergilerini ödememeleri, askerlik hizmetini yerine getirmemeleri, yaylaya gidip gelirken yerli ahaliye verdikleri zarar ve ziyanlar, birbirleri ile olan mücadeleleri gibi önemli hususlardı. Ayrıca yol kesme, hırsızlık, gasp, adam öldürme, ekinliklere ve zirai alanlara verdikleri zararlar nedeniyle bulundukları bölgenin asayiş ve emniyeti tehlikeye düşürmektedirler. Ülkenin en verimli arazileri terk edilmiş durumdadır ve buralarda aşiretler başıboş dolaşmaktadır.   Göçebe aşiretler bu boş arazilere yerleştirilerek buralar “şenlendirilecek”, devlet otoritesi tesis edilmiş olacaktır. Aşiretlerle ilgili bir başka sorun, Kırım ve Kafkas muhacirlerinin, Cerid ve Tecirli’nin yaylak ve kışlaklarına yerleştirilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Kafkasya’dan göç eden bir bölük Nogay muhaciri Ceyhan yakınlarına yerleştirilir, bu ise aşiretlerle Nogaylar arasında çatışmaları beraberinde getirir. Aynı şekilde Göksun taraflarına, Ceyhan’a Çerkezler yerleştirilir. Oysa buralar Cerit ve Tecirlinin yaylakları olduğundan iki taraf arasında kanlı olaylar yaşanmaya başlar. Aşiretler arasında hırsızlık, öldürme gibi olaylar eksik olmamaktadır. Ceyhan Nehrinin sağ tarafında bulunan Afşar ve Bozdoğan aşiretleri nehrin sol tarafındaki Tecirli ve Cerid aşiretleri ile her zaman mücadele halindedir. Yerleşik düzene geçmiş halkın şikâyetleri üzerine 1690-1691 yılında Beydili boyu, bütün obaları ile birlikte şimdiki Suriye bölgesine sürülmüşlerdir. Rakka bölgesindeki köyleri harap eden yağmacı Tay ve Urban Araplarına karşı Anadolu’daki Beydili obalarını Belih ırmağının Harran altındaki Akca-Kale’den Rakka’ya kadar uzanan bölgeye yerleştiren Osmanlı; Beydili ile diğer birçok oymakları da Urfa’nın doğusundaki Colab ırmağı kıyıları ile Boz-âbad ve Urfa’nın diğer bölgelerine yerleştirdi. Böylece kendisine boyun eğmeyen bu Türkmenlerden kurtulmuş oldu. Musacalu, Cerid, Avşar, Köşekli, Boynuinceli ve Karacayurt Türkmen oymakları da bunlar arasındaydı. Devlet sert ve ciddi tedbirler almasına rağmen, bütün bu oymaklar aynı yıl içerisinde Anadolu’ya geri kaçtılar. Çünkü bu bölgeler, Türk oymaklarının yerleşebileceği Anadolu’daki serin yaylaların coğrafi yapısında bir yer değildi. Toprağı verimsiz kuru ve susuz olduğu gibi, kavurucu çöl sıcaklarının hüküm sürdüğü bir yerdi. Rakka bölgesi Arap kabileleriyle Türkmenler arasında geçen savaş türküleriyle dolu olduğu gibi, Türkmen oymaklarının adeta bir sürgün yeri idi. Bu sürgünde en büyük ızdırabı Beydili ve ona bağlı oymaklar çekmiştir. Yine bu olaya dair acı hatıralar, Kırşehir başta olmak üzere Keskin yöresinde hâla yaşatılmaktadır. Aşağıdaki bozlak bunun acı bir kanıtıdır: Toplandık aşiret geldik Colab’a Başmızda esen boran değil mi? Şahin Bey, Karaca konduk yanyana Hacı Ali’nin yurdu Seylan değil mi?   Urumdan öteye yığnak düzüldü Aşiretler isim isim yazıldı Koca Berk Ağa’nın bendi bozuldu Cerit onu tozlu duman değil mi?   Kurt Karaca Ulaşlı’nın beyine O da kondu Şahin Bey’in sağına Firkat girdi Ağca-Kale dağına Yusuf Paşa cana kıyan değil mi?   Misis’ten göçünce Irakka yolu Anavarza üstü Bayındır eli Perişan düştü de koca Beğdili İstanbul belimiz kıran değil mi?   Süleyman’ım haymalarım kurulsun Çekilsin sancaklar aşret derilsin Gündeşlioğlu destan olsun çığrılsın Firuz Bey’in yurdu Ören değil mi? 1696’da ikinci kez Rakka’ya sürgün edilen Türkmenler, şimdiki Suriye çöllerinin sıcağına dayanamayıp tekrar Anadolu`ya geri kaçtılar. Rakka beylerbeyi Ahmed Paşa Türkmenlerle baş edemeyince görevinden alındı ve Bozok-Çorum Sancak beyliğine atandı. Rakka valiliğine “Başkomutan” payesi verilen Anadolu müfettişi Yusuf Paşa tayin edildi. Yusuf Paşa, büyük bir askeri birlikle yerlerini terk eden Türkmenleri Rakka’ya geri göndermek için harekete geçti. Yusuf Paşa,   Kadıoğlu namıyla bilinen Kürtlerden Bektaş Bey’in oğlunu Türkmenlere gönderip “Rakka’ya iskân giderlerse ne ala, gitmezlerse padişahtan gelen ferman gereği hepsinin kılıçtan geçirileceğini” bildirdi. Rakka’ya iskân edilmeyi reddeden Beydililer düzenli Osmanlı ordusunun üzerlerine geldiğini görünce direnmek için isyan ettiler. Yusuf Paşa’nın kuvvetleriyle savaştılar. Beydiliye destek veren Mamali aşiret reisi Deveci Ali ile Paylı namıyla bilinen Rişvanli Halil Bey’in arasına nifak sokan Yusuf Paşa, Payli Halil Bey’e Mamali aşiret reisi Deveci Ali’yi tuzağa düşürtüp öldürttü. İç çekişmelerden zayıf düşen Beydili aşireti Yusuf Paşa’ya yenildi. 17 yy. Türkmen aşiretleri arasında yaşayan Ozan Budala bu olayı bir bozlakla dile getirmiştir: Seksen bin haneyle isyan edince Anadolu benim dedi Beğdili Kadoğluyla Yusuf  Paşa gelince Paylı Mamalı’yı vurdu Beğdili Kara bayrak salak kanlı salaca Aşiretin ucu vardı Maraş’a Yetişti imdada beğ Kurd Karaca Zor ile yollara durdu Beğdili Davullar döğündü çekildi sancak Koç yiğit atına bağlandı ponçak Deveci Ali öldü kırıldı kolcak Eylenip Colap’ta kaldı Beğdili Ali Beyim on batman gürz atardı Kurd Karaca bir orduya yeterdi Cerid Bekir al kanlara katardı Nice alayları yardı Beğdili Suluca Karahöyük belli yurtlan Aldı beni Beğdili’nin dertleri Çöle düştü Beğdili’nin kurtları Rakka çölünün kurdu Beğdili Taylı uğrun uğrun çaldı kalemi Urbanoglu Yusuf Paşa gulamı Beğdili’nin name tuttu alemi Zorunan Rakka’ya vardi Beğdili Budala’m der ne olacak hâlimiz Ara yerde telef oldu elimiz Bundan sonra Rakka’dır yolumuz Rakka’ya sürgün oldu Beğdili Ahmet Cevdet Paşa, Çukurova için; “Her tarafından kalkıp uçan turaç kuşları ve ceylan sürüleri bu kuş cennetine letâfet verirdi” diyor. Hatıralarında böyle anlatıyor. Ahmet Cevdet Paşa, Kozan’dan Uzunyayla’ya kadar olan bölgeye “Şarki Kozan” (Doğu Kozan), Kozan’dan Adana’ya kadar olan bölgeye de “Garbi Kozan” (Batı Kozan) diyor. Doğu Kozan, Kozanoğlu Yusuf Ağa’nın yönetimindedir. Koca Osmanlı ordusu Derviş Paşa’nın yönetiminde Türkmenler’i ıslah ve iskân etmek için ta İstanbul’dan Çukurova’ya gelir. Fakat halkı kavgaya teşvik eden aşiret beyleriyle pazarlık yapmak zorunda kalır; Kozanoğlu Yusuf Ağa 2500 akçe aylıkla Maraş’ta kalmak ister. Daha sonra bu istekten vaz geçer. Sivas’a gitmek ister, oğlu Ali Bey’in de Mekteb-i Harbiye’ye (Harp Okuluna) alınmasını şart koşar. Yusuf Ağa’nın tüm bu istekleri Derviş Paşa tarafından kabul edilir. Ama Yusuf Ağa yine de isyan eder, sonunda hile ile yakalanır, hapse atılır. Yusuf Ağa gece hapisten firar eder. Sonunda askerler tarafından vurularak yakalanır ve yaralı yaralı idam edilir. Avşarlar Yusuf Ağa’ya Yusuf Paşa diyor. Gerçekten bu bozlak büyük bir kavga sonunda söylendiği belli olmaktadır. Aşiretin de çok perişan bir durumda olduğu da bu bozlak da açıkça görülmektedir. Dadaloğlu ise Yusuf Paşa ile kavgayı şöyle dile, tele döküyor: Aşağıdan Yusuf Paşa’m geliyor Düşmanına karşı koyan mert olur Şahin kocasa da vermez avını Aslı kurt yavrusu gene kurt olur (Aslı kurttur, Kurt eniği kurt olur) Arap atlar yağma oldu arada Fitiller işliyor azgın yarada Bana derler ne gezersin burada Ölene dek yüreğimde dert olur Küheylanım yedim yedim yederler Olanca malımı talan ederler Heves güves yaptırdığım odalar Korkarım ki düşman konar yurt olur Dadaloğlu der ki göründü dağlar Aşiret kavgasın görenler ağlar Ben de öldüğüme kayırmam beyler Zalim düşman üstümüze mert olur Bozlak da adları geçenlerin dışında, bu dönemde Beydili içindeki obaların başında tespit edebildiğimiz şu beyler bulunuyordu. Firuz Beyoğlu Şahin Bey, Cafer Bey, Kenan Bey, Kurd Bey, Ömer Bey, Hasan Bey, Murtaza Bey, Ganem Bey, Karakoyunlu Battal Bey. İsyanın elebaşıları olduğu bildirilen Otuz Türkmen beyi idam edildi. İdam edilenler arasında Şahin Bey’in olduğunu Şık Süleyman şu mısralarla dile getirmektedir. Yusuf Paşa tuğlu fermanlı vezir Sâf tutmuş ordusu emrine hazır Bağlandı derbentler bulundu kusur Uyan Şahin Beyim dön bak ardına Hoyrat girdi aslanların yurduna   Duman almış şu görünen dağları Zalim kırmış goncaları gülleri İpe gitti obaların beyleri Uyan Şahin Beyim dön bak ardına Hoyrat girdi aslanların yurduna   Hilebaz feleğin bize mi kasti Aslana sığar mı tilkinin postu Aşiret direği kara gün dostu Uyan Şahin Beyim dön bak ardına Hoyrat girdi aslanların yurduna   Rakka’dan Colab’a döküldük yola Kesilen kelleler gelmiyor dile Suçumuz ne idi sürüldük çöle Uyan Şahin Beyim dön bak ardına Hoyrat girdi aslanların yurduna   Süleyman’ım ne olacak hâlimiz Urumeli bekler oldu yolumuz, Kırıldı belimiz Firuz Beyimiz Uyan Şahin Beyim dön bak ardına Hoyrat girdi aslanların yurduna Bazı Türkmen beylerini yanına çeken Yusuf Paşa, Beydilileri önüne katarak mal, yiyecek ve davarlarıyla birlikte tekrar Rakka’ya sürgün eyledi. Halk bu konuda şöyle bir destan anlatır. Türkmen beyleri kılıçtan geçirilmiştir. Bu sırada kocası öldürülen Beydili aşiret reisinin hanımı üçüz oğlan doğurmuştur. Çocukların öldürüleceğinden endişe duyan kadın, sürgüne gitmeden önce çocukları dağdaki bir mağaraya götürür bırakır. Bir kaç yıl sonra Beydili aşireti, sürgünden eski yurtlarına döner. Kadın, hizmetçisi kadınla birlikte çocukları bıraktığı mağaraya gider, gördüğü manzara karşısında gözlerine inanamaz. Üç oğlu da ellerinin başparmağını emerek sıhhatli bir şekilde yaşamaktadır. Çocukların kimler tarafından korunup beslendiğini öğrenmek isteyen kadın, bir kenara gizlenir beklemeye başlar. Gün batarken bir kurt ağzında yiyecekle gelir ve çocukları besler. Üç oğlunu alıp çadırına dönen ana, karayağız kıllı oğluna Kurd Karaca, ince uzun sırım gibi oğluna Cerid, kafası iri boynu ince oğluna da Boynuince diye isim verir. Daha sonra Türkmen obaları içinde bu üç kardeşin obaları; ‘Boynuinceli’, ‘Karacakurd’ ve ‘Cerid’ olarak anılır. Konumuz olan Ceritler’in soyunun bu koldan geldiği söylenir. Ozan Kul Sadun, Rakka’dan Anadolu’ya gelenlerden aşiretleri şöyle sual eder. Rakka çöllerinde gelen gaziler Acep Karacayurt geri döndü mü? Yenile bit haber duydum oradan Cerid Bekir öldü derler öldü mü?   Cerid Bekir öldüyse kırıldı kilit Çöktü üstümüze bit kara bulut Köçekli Kerim’le, Bayındır Halit Kolu bağlı cellatlara durdu mu?   Kul Sadun’um bize çok oldu cefa Hükmümüz geçerdi şu kaftan kafa Ulaşlı’nın oğlu Hacı Mustafa Alayları bölük bölük böldü mü? Suriye’nin Halep vilâyeti Rakka ilçesine sürgün edilen Türkmenler’in Cerit oymağı, çölün sıcağına dayanamayıp Orta Anadolu’daki eski yurtlarına dönmeyi arzulamaktadır. Bu sırada Osmanlı idarecilerine sırtını dayayan Urban Araplarının reisi, Ceritler’den Fettah Beyi’n kızına talip olmuştur. Rakka’dan Toroslara, oradan da Kırşehir’e doğru yola çıkan Silsüpüroğlu aşiretinin mensup olduğu Ceritler, önlerine çıkan Urban Araplarını yenip yollarına devam etmişler. Antakya Reyhanlı Türkmen beylerinden Mürseloğlu namıyla bilinen bir bey, Ceritlerden yol geçit parası (piliçka) istemiştir. Fettah Bey’in, biz fakir aşiretiz paramız yok demesi üzerine Mürseloğlu, “paranız yoksa Ceritlerin güzel kızları olur, para yerine kız verin” demiş. Fettah Bey, biz Araba kız vermemek için nice savaşlar verdik deyip öneriyi reddetmiş ve savaşa başlamıştır. Âşık Kul Sadun, bu olay şöyle dile getirmiştir: Gel edek gavgayı etme bahane Kuzgunun cırnağı değmez Şahana Mürseloğlu sığdırmazlar cihana Kolu bantlı delilerim var iken Döndün mü dönesi benden yüzünü Fettah beyim kara yazar yazını Mürseloğlu ister Cerit kızını Aslan gibi yiğitlerim var iken Kul Sadun’um seçelim mi yozları Dar edeyim şu konduğun düzleri Sana yar olur mu Cerit kızları? Gözü kanlı Ceritlerim var iken Mürseloğlu’nu yenilgiye uğratan Ceritler, yolda Fettah Bey’i yitirmelerine, kaybetmelerine rağmen, yollarına devam etmişlerdir. Çarpışmaların birinde hafif yaralanan Fettah Bey, aldığı yarayı onuruna yediremediği için, kendini Ceyhan Irmağına atıp öldürdüğü söylenir. Fettah Bey’in ölümü aşirette derin üzüntüye neden olmuş, onun için birçok ağıtlar söylenmiştir. Atım var atlar içinde Demir nalları kıçında Eller göç etti gidiyor Fettah Beyim yok içinde Kara saçı burmayınan Sicim bıyık sırmayınan Adam kendini suya m’atar Demir tene değmeyinen Bölgede yaşayan bazı Kürt gruplarla da birkaç kez savaşa girip galip gelen Ceritler, Kırşehir başta olmak üzere Orta Anadolu’ya gelip yerleşmişlerdir. Türkmenlerin Cerit oymağına mensup Ozan Kul Yusuf bu olayları aşağıdaki dörtlüklerinde bize şöyle aktarmıştır: Cerid Rakka’dan sökün edince Açılsın Urum’a yolu Cerid’in Silsüpüroğlu Fettah Beyim ölünce Kırıldı kanadı kolu Cerid’in   Toplansın aşiret birlik olalım Biz bir zaman Elbeyli’de kalalım Konuşalım bir karara varalım Bozulmadan gitsin eli Cerid’in   Yüz atlımız daim ileri gitsin Sağına soluna çok dikkat etsin Pılışka vermeden menzile yetsin Ziyarette aşsın yolu Cerid’in   Çekin göçü de Uruma dönün Birecik altından Fırata inin Azgındır suları keleğe binin Bozaklıda akar seli Cerid’in   Sineği çok Nizip ovasına varmayın Pusu vardır Şar dağına girmeyin Urbanoğlu kız istiyor vermeyin Koklatman yadlara gülü Cerid’in   Koç dağına çıktığımız duyarlar Her tarafa çaşıt pusu kurarlar Mürseloğlu seni neye sayarlar O zaten ezelden kulu Cerid’in   Berikanlı Terikanlı semtimize gelemez Kılıç çalıp önümüzde duramaz Yolumuza çıkıp bacın alamaz Onlardan sorulmaz halı Cerid’in   Seyfe’nin karşısı koca Cebel’dir Cebeli aşınca seyfü seferdir Yüz atlımız bin atlıya bedeldir Dönerse silaha eli Cerid’in   Pusuya düşmeyin düz edin yolu Sıcağa vurmayın evlad ayalı Varıp konacağın Kırşehir eli Keskin’de yayılır malı Cerid’in   Fettah Beyin köşek gibi gözleri Ali Beyin pek tatlıdır sözleri Burnu hızmalı da Cerid kızları Deli etti Kul Yusuf’u dili Cerid’in Cerit aşiretinden Silsüpüroğlu Fettah Bey’in oğulları bir müddet Orta Anadolu’da kaldıktan sonra devlet tarafından tekrar Toroslara sürülmüşlerdir. Ceyhan yöresinin havasını beğenmeyen Fettah Bey’in oğlu Ali Bey, kardeşi Mithat’tan ayrılarak Yozgat’ın Müminli köyüne yerleşmek istemiştir. Buna rıza göstermeyen yöre hâlkı olayı Çapanoğlu Ali Rıza Bey’e şikâyet etmişler, Çapanoğlu, Silsüpüroğlu Ali Bey’e bölgeyi derhâl terk etmeleri için bir mektup yazmış, mektubu kendisine bağlı 50-60 kişilik bir kolluk kuvvetiyle göndermiştir. Mektubu getiren Çapanoğlu’nun adamları tehditkâr bir tavırla, “Derhâl burada dağılın” diye ihtarda bulunmuşlar. Ali Bey de, “Biz ünlu bir aşiretiz eskiden beri buralar bizim babalarımızın yurdu, biz yurtsuz yuvasız kimseler değiliz, Çapanoğlu’na söyleyin bize bir yer göstersin de orada oturalım.” demiş ise de gelen adamlar “Biz sizi dağıtmasını biliriz” deyip Ali Bey’in üzerine yürümüş, Bunu gören Ali Bey ve adamları kilylarına sarılıp bunlan perişan etmişler. Kanlı çarpışmadan kaçıp kurtulanlar durumu Çapanoğlu’na haber vermiş, Çapanoğlu büyük bir kuvvet yollayarak “Bunları bu bölgeden atın darmadağın edin” demiş, Bir kaç gün sonra Müminli köyüne (Şimdiki Ceritmüminli: Kırıkkale-Keskin bağlı köy) gelen Çapanoğlu’nun adamları, Silsüpüroğlu Ali Bey’in Denek dağının Kuşburnu yaylasına gittiğini öğrenince, Ali Bey’i takip edip kuşatıyorlar. Bir kaç yüz adamıyla kavgaya giren Ali Bey, önüne kattığı Çapanoğlu’nun kuvvetlerini kıra kıra Delice ırmağının yakınındaki Azgın dağına kadar takip etmiştir. Ali Bey, Kuşburnu yaylasında iken Köşekli aşiretiyle birleşip Çapanoğlu’nun kuvvetlerini bir ziyafet esnasında basıp perişan etmiş, kaçanlardan ilk varanlar Çapanoğlu’na durumu olduğu gibi anlatmışlar, ikinci kol ise Çapanoğlu’na yaranmak için hiç bir şeyden habersiz yaşlı Köşekli Kadir Bey’i öldürüp, başını da bir Çapanoğlu’na getirmişlerdir. İki tarafı da dinleyen Çapanoğlu, gerçeği öğrenince ihtiyar Kadir Bey’in başını getiren gruba “Yaşlı bir adamı öldürmek erkeklik değil.” deyip hepsinin oracıkta başını, kellesini vurdurmuştur. Kendisi için tehlikeli gördüğü Silsüpüroğlu Ali Bey’i Padişaha şikâyet eden Çapanoğlu, bir bahane ile aşiretin bu bölgede sürgün edilmesini Padişaha arz etmiştir. Şam’daki isyanı bastırmakla görevlendirilen Ali Bey, Padişahın gönderdiği fermanı alınca derhâl yola koyulmuş, Şam isyanın bastıran Ali Bey ve aşiretinin beğendiği topraklarda oturmasını padişah o günden sonra serbest bırakmıştır. Silsüpüroğlu Ali Bey’in başkanlığında eski yurtlarına dönen Ceritler, Kırşehir’in Hamit köyü merkez olmak üzere Keskin ve civarını yurt tutmuşlardır. Bir Türkmen topluluğu olan bu aşiret, tarihte birçok ünlü adamlar çıkartmıştır. Bunlardan birisi de Hamit’li Rıza Bey’dir. Bu sırada toplu ölümlerin olduğu bir hastalıktan Silsüpür Ali ve Mehmet Beyler vefat etmiş. Mehmet Bey’in hanımı ve Köşekli aşiret reisi Hamza Bey’in bacısı Hüsne kadın, ölen beyler ve yetim kalan oğlu Halil için şu ağıdı yakmıştır: Şu görünen bebrininin höyüğü Ali bey, Mehmet bey aşret büyüğü Kara kaş altında sırma bıyığı Ağlatman Halil’imin Türkmen anasın Pencereden düşen ayın ışığı Irgalanır Halil’imin beşiği Bu yıl beylerde mi olum keşiği Ağlatman Halil’imin Türkmen anasın   Bakın gözümün yayına Keklik olup ötüşüme Ağa yarim at oynatır Şu dağların yokuşuna   Öremedim dor atının örkünü Sayamadım ben beyimin kırkını Sandığa bastım da samur kürkünü Ağlatman Halil’imin Türkmen anasın Yüce dağ başında bir kuzu meler Kuzunun firkati bağrımı deler Halil’im pek küçük kim çözer beler Ağlatman Halil’imin Türkmen anasın   Acı poyraz esti kokumu soktu Bir tek dikmemin de boynunu büktü Aşiret içinde lift beyler tekti Ağlatman Halil’imin Türkmen anasın   Evimizin onu kulluk Siyah saçım örgü belik Kurban olam anam bacım Yakışırmı bana dulluk   Değirmene varsam nöbet alamam Dilim varıp beyler oldu diyemem Başım sığıp konaklara giremem Ağlatman Halil’imin Türkmen anasın   Beyimin bıyığı karalı simden Camadan giymiş de sırf safi yünden Hevesim almadım şu ölen beyden Ağlatman Halil’imin Türkmen anasın   Al elma dalında san zerdali Bulamadım yapışacak bir dalı Halil’im küçük te Urhuya’m yeni Ağlatman Halil’imin Türkmen anasın Ağıtta adı geçen Halil Bey, Ankara valisi Muhittin’i yakalayıp Atatürk’e gönderen Hamitli Rıza Bey’in babasıdır. Cerit aşiretini anlatırken Avşar aşireti ile birlikte anlatılmazsa eksik kalır. Onların kavgaları bu aşiretleri daha iyi tanıtır. Dadaloğlu bu anlatımın bir parçasıdır… Türkmen aşiretleri, göç ettikleri yerlerde de gelenekleriyle, görenekleriyle türküleriyle, bozlaklarıyla varlıklarını korumuşlardır. Türk Kültürünü yaşatan da bu Türkmen aşiretleridir. Aslında birbirinden yiğit Cerit ve Avşar aşiretleri, akraba aşiretlerdir. Dulkadirli beyliğinin çoğu Bayat, Avşar, Beydili obalarından oluşuyordu. Avşar ve Ceritler, ikisi de Türkmen aşireti, ikisi de Oğuzların Bozoklar kolundandır. Beydili; Ceritlerinde olduğu birçok obayı barındırmaktaydı. “Avşar” ve“ Beydili” (Beğ-Dili). Cerit obası Beydili boyuna mensuptur… Ne yazık ki bu kavgalar kardeş kavgasıydı… Toros dağlarının başı dumanlandı mı bir kez, Türkmenlerinde bir telâş başlardı. Kışı zorlu olurdu Torosların… O geçit vermez bayırlar karla dolar, Toroslar yaşanmaz olurdu. O zaman da Torosların güneyine, Çukurova’ya inerler, kışı burada geçirirlerdi. Bu, onların yüzyıllardır süregelen değişmez yaşayışlarıydı. Çukurova’da aşiret kavgaları amansızca devam ettiği 1865 yılında, Ondokuzuncu yüzyılın ortalarında, ne olduysa oldu, bir ferman çıktı Osmanlı Sarayı’ndan… Bundan böyle göç olmayacak! Fırka-i İslâhiye; Ahmet Cevdet Paşa ve Derviş Paşa’nın Islah Ordusu (Reform Ordusu)…İskân, zorla yerleşik hayata geçiş… Bütün aşiretler gibi Avşar (Afşar) Türkmenleri Çukurova’da mıhlanıp kalacaklardı. Yazın Torosların kekik kokulu yamaçlarına göçemeyeceklerdi. “(Olur mu böyle şey?… Kimin kime zararı var, Toroslara çıkmaz, koyun sürülerini dağların doruğunda otlatmazlarsa n’olurdu Avşar hâli? Cerit, Tecirli, Bozdoğan gibi, tüm Türkmen aşiretleri de aynı durumdaydı… Çekilir miydi Çukurova’nın kavurucu yaz sıcağı?)” demeye kalmadı. Askerler gönderildi üzerlerine… Çarpışmalar oldu, ocaklar söndü. Avşar Oymağı’nın beyi Kozanoğlu’da öldürüldü bu döğüşlerde ama; Avşar, Cerit, Tecirli, Bozdoğan aşiretleri ve diğer Türkmen aşiretleri Toroslardan kopmadı, geleneğini sürdürdü, durdu. Fırka-ı İslâhiye fermanı ile (1865) ; Çukurova, Amik Ovası ve Halep çevresinde kışlayan Avşarlar (Afşar), Cerit (Cerid), Tecirli, Farsak (Varsak), Bozdoğan, Sırkıntılı, Ulaşlı, Kırıntılı, Lek (Lekvanik), Tatarlı, Yağbasan, Akçakoyunlu, Bayındır, Bayat, Beğ-Dili, Eymürlü, Kınık ve Düğer’e bağlı Türkmen aşiretleri devletin buyruğu altına alınmıştır. 14 Mart 1864 tarihli Adana valisinin sadarete gönderdiği bir belgeden, bu yıl da Cerit ve Tecirli aşiretinin yaylaya gitmesine engel olmak için askeri tedbirler alındığını anlıyoruz. Çukurova’da iskânı ve yaylaya çıkmalarına engel olunmasını ısrarla istenmektedir. Uzun süren aşiret kavgalarının sonunda harap köyler, kasabalar, şehirler ortaya çıkar. O günlerin ızdırabını Dadaloğlu şöyle dile getirir: Okuduğun tutmaz oldu âlimler, Kalktı da obalar arttı zulümler Terlemeden mal kazanan zalimler Can verirken soluması zor imiş. Cerit – Avşar kavgaları tüm şiddeti ile devam etmektedir. Ozan Dadaloğlu şu dizelerle dile getirir. Cerid’in göçü de üğründü geldi Avşar’ın gafleti sinemi deldi Gözü kanlı yiğit komadı kırdı Boz Kartal’a pay pay oldu ölümüz.   Cerid’in uyluğu duruyor atta Avşar’ın hopuru çıktı Yarsuvat’ta Biz bu öğüt ile kurtulmak dertte Nerde kaldı akıllımız delimiz.   Dadaloğlu bu iş böyle olmadı Akıllımız delimize uymadı Bre Cerid burda yerin kalmadı Urumeli Kırşehir’dir yolunuz. Dadaloğlu’nu şu deyişlerinden Avşar aşiretinin Ceritlere karşı Kozanoğlu’ndan yardım istediğini görüyoruz; Yiğit olan yiğit dönmez sözünden Sözünün üstünde dur Kozanoğlu Yiğit ikrarında katı sayılır Yiğitliğin hak’kın ver Kozanoğlu Namert kulsun dünkü sözde durmazsan Kötü kulsun ileriye varmazsan Ben vururum sen Cerit’e vurmazsan Bari beş on atlı ver Kozanoğlu Cerit sardı çöl ovayı bayırı Dölek yüzü Zıngarlık’ın çayırı Ho diyenin hoyuk kadar hayırı Gel gitme yerinde dur Kozanoğlu Davlumbazlar koygun vurdu havayı Koç yiğitler Hakk’a etsin duayı Cerit’e vermeyek Çukurova’yı Bura kan dökecek yer Kozanoğl Dadaloğlu’m der ki aslım nereli Bizde ölen şehit gazi yaralı Haydin aslanlarım haydin ileri Seyret kavgayı da gök Kozanoğlu Cerit – Avşar aşiretlerinin en kanlı kavgalarından biri de, 1785 yılında Ceyhan nehri kıyısında geçmiştir. Aşiretlerin birbirleri ile savaşına binlerce atlı karışır. Tüfenk, tabanca, ok, kılıç, piştov, cidav her ne buldularsa karşılıklı olarak savaşan Avşarlar ile Ceritlerin, kayıpları büyük olur. Ocaklar söner. Avşar’dan çok sayıda cansız beden savaş meydanını doldurur. Yarsuvat (Ceyhan) nehri kıyısında yaşanan savaşı Dadaloğlu sazının tellerine dokunarak, içli bir şekilde anlatır: Elem geldi elde değil gaziler                                    Akar gözüm yaşı çağlar neyleyim Sağ selamet geçticeğim Binboğa Sual eyler benden dağlar ne deyim   Deh bire, deh bire nazlı kıratım Yarsuvat’ta kaldı, atım pusatım Gelinler dul kaldı, yavrular yetim Gelir babam diye ağlar ne deyim   Elde gezer çok yiğidin cıdası Kara geldi bin iki yüz (1785) senesi Koçaslan Kenan’ın Elif anası Çıkar yollarımı bağlar ne deyim   Gelin yarenlerim yanıma gelin Beni sağ komayın bir kılıç çalın Sekiz yüz çadırda sekiz yüz gelin Al çıkarır kara bağlar ne deyim   Der Dadal’ım yoramadım düşleri Dikemedim şehidime taşları Yarsuvat’ta olup biten işleri Sual eyler benden Sağlar ne deyim Yıl 1875, Yarsuvat – Ceyhan. Ceyhan nehri kıyısındaki büyük kavgada Ceritler Avşarları bozguna uğratmış. Avşarlar dokuz yüz atlı ile kavgaya girmiş. Çok can kaybı olmuş. Sekiz yüz çadırında sekiz yüz geline al çıkarıp kara bağlatacak kadar kanlı geçen kavganın sonucu tam manasıyla bir “yok oluşu” karşımıza çıkarmış. Osmanlı yönetimi Cerit aşiretinin beyi Osman’ı yakalayarak 1828 yılında idam etti. Devletin aldığı sert tedbirler bile Ceritleri korkutmadı. Aşiret kendi içinden çıkardığı yeni beyler ile kaç-göç hayatına devam etti. Cerit aşiretinin yaylaya göçü de uzunca bir süre unutulmadı. Çok canlar yanmış. Köyler, kasabalar, şehirler harap olmuştur. Hüzün, gözyaşı… Acılar ağıtlara dökülmüştür… Avşarlarda olduğu gibi Cerit Oymağı için de çok ağıt yakılmıştır… Kendisi de Cerit olan, Ozan Kul Yusuf şöyle dillendiriyor; “Ceritler Rakka’da sökün edince”. Baş tarafta verdiğimiz koşmasıyla Ceritleri koçaklıyor. Konar-göçer ve “iskân olayları” döneminde Türkmenlerin ölüsüne ağlayacak zamanı bile olmamıştır. Halk, acısını içine atmış, acıya tevekkülle dayanmayı bilmiştir… -Dileğimiz; Allah, bir daha milletimize topluca ağıt söyletecek acılı günler göstermesin.- Aşiret kavgaları, yıllarca bitmek bilmemiş. En büyük kavga ise Avşar aşireti ile Cerit aşiretinin kavgasıdır. Osmanlı yöneticileri tarafından kandırılan Avşarlar, Ceritler’in önünü kesmek için Nizip yakınlarında pusu kurmuşlardır. Osmaniye-Bahçe ilçeleri arasında Ceritler’i takip eden Avşarlar, Ceritler’e saldırmış, çıkan kavgada Avşarlar büyük kayıplar vermişlerdir. Nice canlar yanmış, çok kan dökülmüştür… Kanlıgeçit’te ki bu büyük kanlı kavgada, Ceritler galip gelmiştir. Cerit – Avşar Türkmenlerinin kavgasına sahne olan Osmaniye’nin üstünde ki bu geçide, o gün bugün hâlen “Kanlıgeçit” denilmektedir. Avşarlar Kanlıgeçit’te büyük bir bozguna uğrayınca Sivas, Aziziye – Kayseri, Sarız, Pınarbaşı, Tomarza yörelerine çekilmeye başlamıştır. Kendisi de Avşar aşiretine mensup olan Dadaloğlu, çok üzülmüştür. Avşarların Çukurova’dan çekilişi, kopuşu büyük bir matem olmuştur… Bu olayları yaşayan Dadaloğlu aldı sazı eline, arı-duru Türkçesiyle erkekçe seslendi: Kalktı göç eyledi Avşar illeri Ağır ağır giden eller bizimdir. Arap atlar yakın eyler ırağı Yüce dağdan aşan yollar bizimdir.   Belimizde kılıcımız kirmanî Taşı deler mızrağımız temreni. Sultan, hakkımızda etmiş fermanı, Ferman padişahın dağlar bizimdir.   Dadaloğlu’m yarın kavga kurulur Öter tüfek, davlumbazlar vurulur Nice koçyiğitler yere serilir Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir.   Dadaloğlu’nun nerede, hangi yıl doğduğunu kesin olarak bilen yok. Kozan’da mı, Erzin’de mi, Payas’ta mı belli değil. Ama bunların tümünü içine alan Çukurova’da doğduğu bir gerçek. Birçok araştırıcı, onun 1785’li yıllarda doğduğunu söyler. Asıl adı Veli, babası da Dadaloğlu Âşık Musa adlı halk şairidir. Avşar beylerinden Küçük Alioğlu ile Kozanoğlu’nun yanında imamlık, kâtiplik yapar. Sözlü kaynaklara göre ölümü 1868 yılıdır. Dadaloğlu, aşiretlerin göçerlik koşullarını, Osmanlı’ya karşı aşiretlerin direnişini ve Anadolu’da hüküm süren aşiret kavgaları üzerine yazılmış şiirlerinde bu tarihî ve sosyal olayları işlemiştir. Koşma, türkü, semai, varsağı, destanlar yazmış olan, ama asıl kişiliğini türkülerinde gösteren bir halk ozanıdır. Yazış bakımından Karacaoğlan’la Köroğlu’nu hatırlatır. Dili, Anadolu Türkmen boylarının kullandığı halk Türkçesidir. Asıl ününü yiğitlik türküleri ile yapar. Dili, yiğitlik şiirlerinde sert, pervasız; aşk, sevgi, doğa ve tabiat şiirlerinde ise içli, samimi, ama hepsinde katıksız ve saf bir halk dilidir. Dadaloğlu, göçebe Avşarlar arasında yetişmiş ve onların sözcüsü olmuş bir âşıktır. Bugün elimizde bulunan 130 kadar şiirinin tamamı hece vezniyledir. Bunların büyük bir kısmı Avşarlardan yapılan derlemelerle ortaya çıkmıştır. Çok az bir kısmı da yazılı kaynaklarda (cönk) tespit edilmiştir. Dadaloğlu’nun şiirleri yazılı kaynaklar aracılığıyla değil sözlü gelenek sayesinde bugüne ulaşmıştır. 19. yüzyılın öteki halk şairleri (Dertli, Seyrani, Emrah…) divan şiiri etkisinden kurtulamadıkları hâlde, Dadaloğlu şehir hayatından uzakta bulunduğu için yalnız kendi çevresinin duygu ve düşüncelerini dile getirmiş, dolayısıyla Divan şiirinin etkilerini şiirine taşımamıştır. Dadaloğlu’nun okuyup yazma bildiği şiirlerinden anlaşılıyor. O da öteki ozanlar gibi omuzunda sazı Anadolu’yu karış karış gezmiş, gittiği yerlerdeki ozanlarla atışmış, Anadolu’nun gönlü ve dili olmuştur. Ozan Dadaloğlu, gezdiği şehirleri arı-duru Türkçesiyle şöyle anlatır: Çıktım yücesine seyran eyledim, Cebel önü çayır çimen görünür Bir firkat geldi de coştum ağladım, Al yeşil bahçeli Kaman görünür   Şaştım hey Allah’ın ben de pek şaştım Devrettim Akdağ’ı Bozok’a düştüm, Yozgad’ın üstünde bir ateş seçtim Yanar oylum oylum, duman görünür   Biter Kırşehir’in gülleri biter Çığrışır dalında bülbüller öter Ufacık güzeller hep seni yeter Güzelin kaşında keman görünür   Gönüller arzuladı Niğde’yi, Bor’u Gün günden artmakta yiğidin zârı Çifte bedestenli Koca Kayseri Erciyes karşısında yaman örünür   Dadaloğlu da der zatından zatı Çekin eğerleyin gökçe kır atı Geçmek değil bizim ilin muradı Ak yere gitmemiz güman görünür   Dadaloğlu, “Kırat” dedi ve hatırımıza geldi. Ozanımız da, Köroğlu gibi kırata âşıktır. Onsuz bir yere gitmez, onu görmese edemez. Sevgilisiyle bir tutar kıratını. Şu yalan dünyaya geldim geleli Severim kır atı, bir de güzeli. Değip onbeşime kendim bileli Severim kır atı, bir de güzeli   Atın beli kısa, boynu uzunu, Kuru suratlısı elma gözünü Kızın iplik iplik süt beyazını Severim kır atı, bir de güzeli   Dadaloğlu asıl şöhretini, mensup olduğu Avşar Türkmen Oymağı’nın Çukurova’da yerleşik hayata geçmemek için giriştiği direnişler sırasında yaptı. O günlerde yiğitçe koşmalar söyledi. Sonunda Avşar Oymağı Sivas’ın Aziziye-Kayseri Sarız, Pınarbaşı Tomarza ilçelerine yerleştirilmişti ama Dadaloğlu burada kalmamış yine Çukurova’ya dönmüş, Güneyin şehir ve kasabalarını tek tek dolaşmıştı. Onun bu dönemdeki şiirlerinde, güney Anadolu’nun tüm coğrafyası özlemlerle dile gelir. Atım kalk gidelim sılaya doğru Tırnağını taşa vurmam düzünen, Koç yiğitler gurbet ele düşerse Yanar bağrı ateşinen közünen        * Bilirdim Kilis’i ezel ezeli Çok olur oranın okur yazarı Şirin olur Antep ili güzeli Eğler koç yiğidi cilve nazınan      * Ahırdağ’ın erken geçin ağalar Alışır çevresi bahçeler bağlar Kısığ’ın yöresi şol ulu dağlar Karı yatar namlı namlı buzunan   Dadaloğlu Anadolu’yu aydınlatan Anadolu ozanları arasında, ocağına gönül vermiş, gurbette onun özlemiyle yanan yiğit bir ses, yanık bir nefes olmuştur. Son demlerini sazı ile Çukurova Türkmenleri arasında geçirdiği biliniyor. 1868’li yıllarda öldüğü söylenirse de, birçok Anadolu ozanı gibi onun da mezarının nerde olduğu tartışma konusu olmaktadır. Ne var ki o, Çukurova’nın gönlünde yatmakta, karış karış Çukurova toprakları onun mezarı sayılmaktadır. Anadolu ozanları arasında düzgün, katıksız Türkçe söyleyişi, sanat yetenekleri ile Dadaloğlu, çağının Köroğlu’su, Karacaoğlan’ıdır. Dadaloğlu aydınlık Anadolu’nun sıcak-ışıklı güneşlerinden biri olarak her zaman dile getirilecektir. Aşiretin döğüş etti duydun mu? Çukurova Türkmenleri içinde bir Bekir Ağa vardır. Cerit Bekir Ağa aşireti tarafından çok sevilen ve sayılan bir kişidir. Henüz bilinmeyen bir nedenle Bekir Ağa, padişah tarafından Halep’in Rakka ilçesine sürgün edilmiştir. O zamanlar Halep Osmanlı topraklan içindedir. Bekir Ağa orada tam on beş yıl sürgün kalır. Günü tamamlanınca da oradan ayrılır. Ama beri taraftan bu on beş yılda çok şeyler değişmiştir. Bekir Ağanın kendisinden başka beş erkek kardeşi daha vardır. Bir aşiret kavgasında bu beşkardeşten dördü öldürülmüştür. Aşiret bu dört ölüyü Bekir Ağa’ya nasıl duyuracak. Aralarında tartışmalar olur. Sonunda bu görevi Dadaloğlu üstlenir. Bekir Ağanın sürgün yılları dolmuştur. Kendisi; Akbez, Haltanlı (İslahiye güneyinde bir köy), İslahiye, Hacı Osmanlı (Osmaniye), Akyar (Osmaniye’de bir köy), Toprakkale, Mustafabeyli. Mustafabeyli’den Hürüuşağı (Türk Şükrüye-Yeni Kent) yönüne doğru Ceyhan ilçesinin şimdiki Tatarlı köyünün bulunduğu yere gelir. Tatarlı Köyü-Ceyhan Bekir Ağa’nın aşireti de o zamana kadar Tatarlı‘ya gelmiştir. Burada karşılaşılır. Hal, hatır sorulur, hoşbeş edilir. Bekir Ağa bir de bakar ki aşirette bir durgunluk var… Hele kardeşlerinden dördünü de orada göremeyince merak içinde kalır ve Dadaloğlu’na sorar: — Dadaloğlu, aşiretteki bu durgunluk nedir? Bana bir haberin yok mu? Dadaloğlu da heyecanlanır, cevap verir: — Ağa, telden mi söyleyim, dilden mi? Bekir Ağa: — Dadaloğlu telden söyle ki hem kasavetim dağılsın hem de durumu anlıyayım, der. Bunun üzerine Dadaloğlu sazını eline alır ve şöyle söyler: Esti poyraz yeli bulandı hava Zatıdan gamlısın sen Çukurova Atına bin gel de ey Bekir Ağa Aşiretin döğüş etti duydun mu?   Çekildi kılıçlar çok indi başa Kartallar kuzgunlar indi üleşe İkisi boy beyi bir Miktat Paşa Döğüşü döğüşü öldü duydun mu?   Hayfın(ı) alır m’ola bunun sağları Mızrakları deldi geçti dağları Boynu uzun İrecepli Beyleri Çark elinde kavga etti duydun mu? Parladı kılıçlar bindi kılıca Atın yavuz olan çıkıyor uca Çukurova girdi kılıç kılıca Kanl(ı) üleşe kartal indi duydun mu?   Der Dadal’ım söyler sözün merdini Yavru şahin ıssız koymaz yurdunu Biz de verdik beş kardeşin dördünü Bu işimiz böyle oldu duydun mu? Bekir Ağa Aşiretin döğüş etti duydun mu? Türkü bitince Bekir Ağa uzun bir “ah!” çeker. — Ey Dadaloğlu. Eğer böyle olduğunu bilseydim, dönüp de buralara gelmezdim, der. Ceyhan’ın şimdiki Altıgözbekirli köyü ile Ceyhanbekirli köyü işte o Bekir Ağanın adından gelir. Her iki köy de aynı aşirettendir. Bekir Ağa’nın torunları dahi Altıgözbekirli köyü mezarlığında yatarlar. Altıgözbekirli köyünün şimdiki halkı ise 1865 iskânından sonra oraya yerleşmiş Cerit Türkmenleridir. Zatıdan: Zaten, eskiden, esasen. Üleş: Leş, burada insan ölüsü, ceset. Miktat Paşa: Bekir Ağa’nın kardeşlerinden biri. Hayf: İntikam, öç. Bu bozlak; 1954 yılında Sarızlı Amber Eroğlu ile Ceyhan Hürüuşağı (Türk Şükrüye-Yeni Kent) köyünden Hürü Oğlu İsmail (İsmail Halis Çelik) ‘den derlenmiştir. Çel atın başını Kırım’a doğru 1865 iskânından önce Çukurova’da sayıları 26’ya varan oymak, oba ve aileler yaşardı. Avşarlar, Ceritler, Tecirliler, Bozdoğanlar, Sırkıntıoğulları, Menemenciler, Gökvelioğulları, Mürseloğulları… Bu Türkmen oymakları arasında bazen kavgalar da olurdu. Fakat illa da Ceritler ile Avşarlar birbirleriyle daha çok kavga yaparlardı. Kavgaların baş nedeni otlak meselesiydi. Kışlak yurt olarak Ceyhan nehri, iki Türkmen aşireti arasında sınır sayılırdı. Yaylak yurt olarak da Avşarlar; Uzunyayla, Pınarbaşı, Sarız, Zamantı kıyıları; Ceritler de Binboğa dağlarının batı kısmına yaylaya çıkarlardı. Bozlakta, Dadaloğlu bir Cerit Beyi ile atışmaktadır. Aslında Cerit Beyini konuşturan da yine Dadaloğlu’dur. Dadaloğlu: Cerit Rakiye’den sökün eyledi Bir firkat geldi de serime doğru Altı arap atlı Avşar beyleri Çek altın başını Urum’a doğru Cerit Rakiye’den arayı açın Murad’ın altından Kined’i geçin Sarardı benziniz yaylaya göçün Çek atın başını Urum’a doğru Dolanayım Yarsuvat’ın yolundan İçen ölmez Binboğa’nın gölünden Arslan Bey’im Sar’aslan yolundan Çek atın başını Urum’a doğru Dadaloğlu’m der de ne söylesem hak Şükr olsun Mevlaya yüzümüz ak Bize bu illerde devir günü yok Çek altın başını Urum’a doğru Dadaloğlu: Ceritler Rakka’dan sökün eyledi. Çek atın başını Urum’a doğru. Urum’da Avşar var öldürür seni. Çek atın başını Kırım’a doğru. Cerit Beyi: Dadaloğlu bu tehdidin bana mı? Benim çöl ovaya inmek niyetim. Yarın gör kavga sana mı, bana mı? Çöl ovada bir harp etmek niyetim. Dadaloğlu: Gel edek kavgayı etme bahane. Karganı derneği olmaz Şahana, susundan ölsen de girme Cihan’a. Örkleme atını koruma doğru Cerit Beyi: Gel edek gavgayı etme bahane. Karganın Derneği (nasıl) olur Şahan’a. Malayım olmaz, girmezsem Cihan’a. Akan suyu takım etmek niyetim. Dadaloğlu: Ceridoğlu bu sözümü tutmazsan. Benim sözüme riayet etmezsen. Eğer dönüp sen Kırım’a gitmezsen. Çeviririm yönünü geriye doğru. Cerit Beyi: Altmış bin piyade, doksan bin atlı. Çakmaklı tüfekler yalım barutlu. Önde Bozdoğan, artta Ceridli. Çöl ovada bir harp etmek niyetim. Dadaloğlu: Dadaloğlu’m bura bizim yurdumuz. Zulkadiroğlu asıl kurdumuz. Kozanoğlu, Kadiroğlu dördümüz. Yoksull ak kondururum serine doğru. Cerit Beyi: Der Ceritoğlu kim girer yasa. Kendine güvenmeyen eylesin tasa. Güvenmeyen Beyler sözde hülasa. Dördünüze birden vurmak niyetim. (Bozlak, 1982 yılında Adana-Kadirli ilçesinin Azaplı (Avşarlar) köyünden Mahmut Taşkaya’dan derlenmiştir.) Yurt edinme ile ilgili kavgalar, Avşar Türkmen’i olan saz şairi, ozan Dadaloğlu tarafından dile getirilmiştir. Çukurova Türkmen aşiretleri arasında bu türkü asırdan aşıra, kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze kadar gelmiştir. Dadaloğlu’nun, Cerit ve Avşar Türkmenleri arasında yurt tutma yüzünden çıkan kavgayı “Cerid Rakiye’den sökün eyledi” ile tasvir edişidir. Derviş Paşa, Cerit ve Avşar aşiretlerine yaylaya gitmeyi yasaklamıştır. Tıpkı kış mevsimlerinde olduğu gibi o yıl ilkbaharı da yazı da Çukurova’da geçirirler. Ama Çukurova yazın çok sıcaktır. Sulan içilmez, üvezi var, mucuğu var, sıtması var. O yıl hastalıktan, sıtmadan çok sayıda kız, gelin ölür. Erkekler, tüm aşiret perişan olur… Dadaloğlu, Ceyhan nehri kıyısında bulunan Hemite Kalesi’ne (Yaşar Kemal’in köyü Gökçedam’ın bitişi) bakarak eski günleri, yaylaları, o görkemli göç günlerini anar ve bu türküyü söyler: Göründü de Hemite’nin kalesi Hiç gitmiyor aşiretin belası Yıkılıp Yarsuvat’ın viran kalası Bu yıllık da burda kalsın elimiz Eser garbisi de adamı yakar İçilmez suları yosunlu kokar Yatılmaz gecesi mucuğu çokar Sehillemiş açılmıyor gülümüz Gün burnuna İmeli’den inerdik Sallanır da Saçaklı’ya konardık Şihret için yiğit ata binerdik Çakmaklı tüfekli bizim zorumuz Devemiz gelirdi tütülü bazlı Tülünün sesi de bülbül avazlı Aşığımız vardı kucağı sazlı Bahşişine cömert idi elimiz Melik Ejder evliyalar yatağı Ahir Dağı yaylamızın eteği Bayazıtlı elimizin tuzağı Cihan köprüsünden bağlı yolumuz Arabistan atlarına binerdik Al kabutu al kendire atardık Her birimiz bir orduya yeterdik Alışkan tüfekli bizim zorumuz Kavrık’a varınca semah dönerdik Genişleyip Suçatı’na konardık Ha deyince bin gök atlı binerdik Mertlik köprüsünden geçer yolumuz Karadik’ten öte Narnı’nın düzü Oturmuş beyler de ediyor sözü Fettahlı beyleri (yük) kim’edek nazı Enden enden kırık bizim yolumuz Der Dadalı’m der de bu sitem yeter Yaylaya çıkınca gukkular öter Kız gelin kalmadı hep hasta yatar Döğüşerek ölemedik birimiz Afşar Türkmen’i büyük halk ozanı olan Dadaloğlu’nun “Katlı göç eyledi Afşar illeri” diye bilinen meşhur şiirin bir dörtlüğünde: “Ilgıt, ılgıt seher yeli esiyor Gâvur dağlarının başı dumanlı. Gönül binmiş aşk atına aşıyor. Bre beyler cununluğun zaman’mı?” Derken, bir diğer dörtlüğünde ise; “Aşağıdan iskân evi geliyor Bezirgânlar koç yiğide gülüyor. Kitabın dediği günler oluyor Yoksa devir döndü ahir zaman’mı?” Diyerek duygularını dile getirmektedir… Sözün özü; Bu yiğit Türkmen aşiretine yürek yürek selam olsun!.. *** Cerit aşiretinden bir kahramanlık…Bir aşk öyküsü… Araştırma yazımızı Ceritlerden Bir Kadın Kahramanımızın hikâyesi olan; Çukurovalı Kara Fatma (Osmaniyeli Cerit Kızı Asiye Hatun) Öyküsü ve İnce Hacı’nın Ağıtı-3 (2. Kez düzeltmelerle) Cerit-Avşar aşiretleri kavgaları döneminde bu bölgede geçen hazin bir aşk öyküsü ile bitirelim ** Çukurovalı Kara Fatma (Osmaniyeli Cerit Kızı Asiye Hatun) Öyküsü Çukurova ve Torosların ünlü kadın kahramanı Namık Kemal ve Atatürk’ün ilham kaynağı bir Türkmen kadının efsaneleşen hayat hikâyesi… Bu hikâye, gerçeğe çok yakın bir öyküdür… O yiğit insanlar o beyaz atlara bindiler ve gittiler. Dolu dizgin, dört nala… Ceyhan nehri kıyıları ve Anavarza kalesi eteklerine yerleşen Cerit Aşiretinin çadırları uzaktan bakıldığında ipil ipil parlıyor. Aşiret beyinin çadırı biraz daha görkemli, süslemeli. Kerimoğlu Hacı Osman Bey derler adına, aşiret beyinin. Yüzyıllar önce aşireti Yörük diyarından Aydın elinden binlerce çadırı, yılkıları, davar sürüleri ile gelmişler Çukurova’ya… Tarsus ovası, Adana, Ceyhan, Osmaniye, Karaisalı, Karataş yöresinde çadır kurmuş, bir zaman sonra Anavarza sahrası olarak bilinen Anavarza eteklerindeki sazlık bataklık, büklük, çalıların bulunduğu yere yerleşmişler. Bahsi geçen yerler, kış mevsiminin sonralına doğru elvan çeşit çiçeklerin açtığı, her tarafın gür otlarla kaplandığı cennet misali yer olur. Hayvanlar, koyunlar keçiler burada otlatılır. Bir zaman sonra sıcaklar bastırdığında aşiret develeri hazırlanır. Yaylaya göç başlar… Develerin çan sesleri, davarların ayaklarından çıkan sesler, tozlar, bir birine karışır. Çobanların “Ho ha” sesleri, köpeklerin uluması ile birlikte binlerce çadır, sayıları on bini nerede ise bulan insan bir sel misali yayla yoluna düşer. Kars (Kadirli) şehrinin kıyısından Akarca yolunu izleyerek, Nürpet, Çokak yakınlarından geçip, Savrun vadisine Mazgaç beline ulaşılır. Önce aşiret beyi için 40 direkli çadır kurulur. Beraberinde “alayçık” adı verilen ottan, çalıdan, daldan yapılan yayla evleri yapılır. Cerit aşiretlerinin Dulkadirli Beyliğinde; Rakka’dan sonra ilk iskân yerleri Maraş olup, Çukurova’yı kışlak olarak yurt tutarlar. Çukurova’ya ilk yerleşen Cerit aşiretleridir. Hacı Osman Beyin kızı Asiye, Cerit kızı Asiye Hatun, daha 20 yaşını bile bulmamıştı ki, karakaşlı, ceylan bakışlı, mor belikli güzel mi güzel… Arzı endamı böyle olsa da bakışları ile düşmanına ok atan kavgacı bir savaşçıyı andırır. Boş bulunduğu zamanlarda ata biner, ok kullanır. Kendi yaşıtları ile güreş bile yapar. Onu görenler “anasından dişi doğdu, erkek gibi” derler. Asiye’nin kavgacılığına bakanlar onun için “Gara Fatma” lakabını takarlar. Bir de beyi vardır, ol havalinin, Köse Kalender Paşa derler adına. Maraş’ın tekmil Göksün, Andırın, Pazarcık, Geben yöresinin de beyidir. Osmanlı’nın Maraş’a hâkim olduğu zamandan beridir Beyazıtoğulları ailesi bölgede nüfuz sahibidir. Osmanlı, Bayazıtlı beylerine sadece “devlete bağlılık göstersinler, algıyı vergiyi bir düzene koysunlar” istemektedir. Kalender hem akıllı, hem de cesur bir beydir. Osmanlı’nın düşmanla savaşlarına Maraş yöresinden katılır. Kargısı, pala bıçağı, tüfenkleri ile Maraşlı’nın düşman üzerine “Allah Allah” nidaları ile saldırmaları bir başkadır. Osmanlı Kalender’i beylikten “Paşalığa” terfi ettirir. Kalender Paşa’nın, Maraş askeri ile Filistin topraklarında Napolyon ile savaşı dillere destan olmuştur. O dünyayı titreten, Avrupa’yı ihtilal ateşleriyle karıştıran Napolyon’un mağrur ordusu Kudüs yakınlarındaki Akka kalesinde yenilgiye uğratılırken, Kalender Paşa’da Maraşlı askerleriyle ile birlikte mevzilerini ölümüne savunmuştur. Arkasından Osmanlı’nın Rusya ile savaşında da görev alır Kalender Paşa. Ne var ki talihi yaver gitmez. Kutuzof kumandasındaki Rus askerlerinin eline esir düşer. Bir müddet sonra serbest bırakılır… 1810’lu yıllar… Osmanlı Kalender Paşa’yı Maraş Valisi yapar. Halep’ten Adana’ya kadar, Maraş’ı çevreleyen geniş bir bölgenin idaresini eline alır Kalender Paşa. Aşar vergilerinin toplanması, Osmanlı’nın sefer-i hümayunu vaki olanda kendi kumandasında cepheye askeri ile gitmesi, Toros dağlarının kuytu bir köşesinde yaşayan Zeytun Ermenileri’nin isyanlarını bastırması öncelikli görevleri arasındadır. Yaşı da bir hayli ilerlemiştir. Ömrünü beyliğin paşalığın cengi-cidali ile geçiren, rahat yüzü görmeyen Kalender Paşa için bir hayat arkadaşının olması gerekir. Cesur mu cesur, bir Türkmen kadını, aynı zamanda vefakâr bir ana, bir hayat yoldaşı… Kerimoğlu Hacı Osman Bey’in kızı Asiye Hatun’u görenler bilenler anlatır Kalender Paşa’ya… Çok geçmez düğürcüler araya girer. Asiye Hatun istenir. Görkemli bir düğün yapılır Maraş’ta. Reyhanlı’nın, Kılıçlı’nın, tekmil Çukurova’nın, Maraş’ın beyleri gelir düğüne. Dillere destan bir törenden sonra Kalender ile Asiye’nin yazgısı birleşir, karı koca olarak… Olayı hatırlayanlar anlatırlar ” Asiye Hatun, bir gece evli kalır. Kadınlığın bu kadar kötü olduğunu bilseydim evlenmezdim” der. 1817 yılı gelende kara bulutlar dolaşır Maraş ve Adana diyarında. Osmanlı baş edemez bölgedeki ayanlarla, aşiret beyleriyle, kısacası derebeyiler ile… Padişahın fermanıyla devlete asi durumdaki beylerin kelleleri istenmektedir. Tecirli’nin Cerit’in, Reyhanlı’nın, Fettahlı’nın beyleri hakkında fermanın gelmesi, yakalama ve infaz işinin de Kalender Paşa’ya verilmesi olacak iş değildir. Osmanlı “kanı kan ile yıkamak” düşüncesindedir. Her tarafta isyan vardır. İstanbul’da bile. Kalender Paşa, Maraş’ın Valisi olarak Fettahlı beylerinin idamına yanaşmaz, Padişahın fermanında istenilenleri de yerine getirmez. İşi ağırdan alır. Osmanlı, Kalender Paşa’ı görevinden alır, önce Sivas’a, daha sonra Girit Muhafızlığı görevine tayin eder. Kandiye kalesine gidecektir. Kısacası hakkında verilen karar “devlet emirlerini dinlememek, ağırdan almak” dolayısıyla padişaha karşı gelmektir. Ve Kalender Paşa, Maraş’tan ayrı kalmanın hasretine dayanamaz. Kuşadası’nda iken 1820 yılında vefat eder. Ege Denizi’ne bakar bir tepe üzerine mezarını yaparlar. Orada ebedi uykusunda yatar, Kalender Paşa… Bir sessizlik âleminde. Maraş’ kendi haline bırakır. Kargı Elinde Kılıç Belinde Bir Kadın İstanbul’a Geliyor… Cerit kızı Asiye Hatun kocasının ölümü üzerine Maraş’a döner. Bayazıtoğulları’nın, cümle aşiret beylerinin işlerine karışır. Dirlik ve düzenlik kalmamıştır Maraş yöresinde. Dağlarda eşkıyalar, köylerde hırsızlar kol gezer. Maraş Valisinin fazladan vergi ve rüşvet istekleri bir türlü bitmez. Devlet memurları da kendi havasındadır… Asiye Hatun (Gara Fatma), Cerit aşiretinin göç yolu üzerindeki Kadirli’yi Andırın’dan ayıran Keşiş suyu kıyısındaki Kesim köyüne gelir. Kendisi için bey konağı yaptırır. Ve kendisini “bey ilan eder”… Yasalar, yasaklar koyar kendi başına. Hırsızlar, haramiler, her türlü kötü işler yapanlar amansızca cezalandırılacaktır. Kırbaçlama, dövme belki de kazığa oturtma cezasına çarptırılacaktır insanlar. Maraş Valisi, Asiye Hatunu “asi” ilan eder. Üzerine askerler gönderir. Andırın dağlarında askeri takibatlar, çatışmalar başlar. Asiye Hatun ismi kavgacı ve mücadeleci olmasından dolayı Kara Fatma (Gara Fatma)’ya dönüşür. Yöre köylüleri, “Gara Hatun” demeyi tercih ederler. Bir ara yakalanır, elleri zincirli bir halde Maraş’a getirilir. Cezaevine konulur. Yargılanır, biraz ceza alır, ama kısa sürede dışarı çıkar. Ve yıllar geçer… Osmanlı Padişahı Abdülmecit, yenilikçi bir padişahtır ama kendi devrinde devleti de zor durumdadır. Ruslar, “hasta adam” olarak gördükleri Osmanlı topraklarını paylaşmak için savaş hazırlığı yapmaktadırlar. Beklenen olur, Balkanlar ve Kafkaslardan iki koldan Osmanlı topraklarına saldırır. Avrupalı Devletler, Fransa, İngiltere, Sardunya Krallığı, Rusya’nın eline düşen zayıf bir Osmanlı’nın parçalanmasını istemezler, Osmanlı’ya yardımcı olmak, topraklarını korumak amacıyla askerlerini yardıma gönderirler. Osmanlı ve müttefik askerler Kırım Yarımadasında Rus ordusu ile zorlu bir savaşa girer. Maraş yöresinde Andırın ovasında Beylik köyünde yaşayan Gara Hatun, padişahın Ruslar karşısında zor durumda kaldığına dayanamaz. Yıllar öncesi kocası Kalender Paşa’nın mücadelesini hatırlar. Dini için, devleti için, milletinin geleceği için emrindeki adamlarıyla birlikte savaş meydanına gitmek ister. Yaşı da bir hayli ilerlemiş olmasına rağmen sayıları 300’ü bulan askerleri ile birlikte İstanbul’un yolunu tutar. Onun İstanbul’a gelişi kargı elinde, kılıç belinde bir savaşçı Türkmen kadını olarak devletin imdadına koşması en fazla padişah Abdülmeciti duygulandırır. İstanbul halkı Maraşlı Gara Hatun veya Kara Fatma‘yı görmek için peşine düşer. Boğazdan askerleri ile birlikte geçişini padişah saray penceresinden izler. Avrupalı gazeteciler, ressamlar da Kara Fatma’yı görüntülemek hakkında bilgi vermek için onun İstanbul’a gelişi ve savaşçı görüntüsünü izlerler. İngiltere’nin Resimli haberler (The İllustrated News) Dergisi 22 Nisan 1854 tarihli sayısında Kara Fatma’nın askerleri ile birlikte İstanbul’a gelişinin resmi ile birlikte şu açıklamayı yapar: “Çok sayıda katır ve develerle İstanbul sokaklarında görülen Kara Fatma, göründüğü her köşede başta kadınlar olmak üzere önemli sayıda kalabalığın dikkatini üzerine çekti. Fatma’nın kıyafeti geniş kollu çok kirli bir palto, beyaz bir pantolon var. Sarı çizmeler, belinde uzun namlulu tabancalar ve bir de elinde yatağan (uzun ve iki yanı keskin pala), ucunda koyu renkli bir bez parçası ile sancak havası veren mızrak var. Başörtüsü kafasına sarılı ve boynu etrafında dolandırılmış fakat yüzünü tamamen açıkta bırakan uzun bir bez parçasıdır.”     Kara Fatma ve Maraşlı askerler halkın sevgi gösterilerine tebessümle karşılık verir. Türk kadınının yiğitliği, cesareti, gururu yansımaktadır. Davutpaşa kışlasına kadar geldiler. Osmanlı ordusunun savaşçı kuvvetleri arasında sefere katıldılar. Tuna nehri aşıldı. Romanya’nın kuzeyindeki Babadağı cephesinde Rus ordusu ile karşı karşıya geldiler. Bombalar atıldı. Kılıçlar çekildi. Yüzlerce, binlerce asker karşılıklı savaşmaya başladı. Bomba, gülle ve kurşun sesleri arasında Kara Fatma Hatun ve askerleri “Allah Allah” sesleri ile hücuma katıldılar. Gözü pek bu yiğit askerler, vatanlarını düşman saldırısından korumak için ölümü göze alarak ilerlediler. Yürekleri bir volkan ateşi gibi kaynıyor “ya vatan, ya ölüm” sesleri ile yeri göğü inletiyorlardı. Önlerine, yanlarına daha sonra da üzerlerine doğru bombalar gelmeye başladı. Çok yakınlarına düşen bir bomba parçalara ayrıldı. Kara Fatma “vuruldum” dedi. Hemen yanı başında iki askeri sessizce yatıyordu. Onlarda vurulmuştu. Kara Fatma’nın ağzından kanlar gelmeye başladı. Dişlerinin kırıldığı belli idi. Onu kolundan tuttular. Geri çektiler. Sıhhiyeciler geldi. Sedye ile götürdüler. Savaş olanca şiddetiyle devam ediyordu. Osmanlı-Rus sınırında… Balkanlarda, Kırım ‘da, Kafkaslar ‘ da… Kara Fatma yaralandı. Kumandanların da isteği üzerine cephe gerisine alındı. Tedavisi için İstanbul’a gönderildi. Yanında askerleri de vardı. Bir gün padişahın kapısına geldi. Hazırlamış olduğu arzuhali verdi. “Allah aşkına, peygamber isteğine uyarak, din için devlet için cihat yaptığını, bu uğurda yaralandığını açıklıyor… Padişahtan gazilik madalyası ile birlikte memleketine döndüğünde vergiden muaf tutularak kendisine maaş bağlanmasını” istiyordu. Padişah, Kara Fatma’nın dilekçesini inceledi. Bu cesur Türkmen savaşçısına “gazilik madalyası” verildi. Maaş bağlanması için de Adana Mal müdürlüğüne haber verildi. Kara Fatma’nın dilekçesini yazan memur dilekçenin sonuna “Üzeyir Sancağı, Cerit Aşiretinden Asiye Hatun” yazmıştır. Onun ilgili olarak “Kerimoğlu kızı” olarak belge bulunduğu iddiası da bilinmektedir… Oysa Cerit Kızı Asiye Hatun, Kerimoğlu Hacı Osman Bey’in kızıdır. Çukurovalı Kara Fatma, gazilik madalyası ile birlikte Çukurova’ya geldi. Ömrünün son yıllarını Beylik köyünde geçirdi. Namık Kemal, onun hayatı ve mücadelesini, Kırım harbine katılması ve yiğitliğinden etkilenerek “Vatan yahut Silistre” piyesini yazdı. Hacı Osman Kızı Asiye Hatun namı diğer Kara Fatma veya köylülerin dilinde Gara Hatun Beylik köyündeki konağında öldü. Onu böğürtlen dikenlerinin, karaçalıların bol bulunduğu yol kıyısındaki bir mezara koydular. Murt çalıları, kepir taşları ile süslenen mezarındaki hece taşına ismi yazılmadı. Türk ve dünya tarihinin bu efsanevi kadın kahramanının mezarı kayboldu. Ama onu hatırlayan Andırın köylüleri yaptıklarını dilden dile anlattılar… Bu Kadın kahramanımıza rahmet diliyor, hatırası önünde saygı ile eğiliyoruz. Ruhu şad olsun!.. (Çukurova Lobisi Dergisi Ocak 2012, sayı:31’den faydalanılmıştır.) ** Ceritlerin hazin bir aşk öyküsü…. İnce Hacı’nın Ağıtı-3 (Cerit-Avşar aşiretleri öyküsü) Ahmet Cevdet Paşa, Çukurova’yı anlattığı anılarında: ”Osmanlı yönetimi Cerit Aşiretinin beyi Osman’ı yakalayarak 1828 yılında idam etti. Devletin aldığı sert tedbirler bile Ceritleri korkutmadı. Aşiret kendi içinden çıkardığı yeni beyler ile kaç-göç hayatına devam etti. Cerit aşiretinin yaylaya göçü de uzunca bir süre unutulmadı.” Fırka-ı İslâhiye, Islah Ordusu, Zorunlu iskân… Yurt edinme kavgalarının devam ettiği bu dönemde Ceyhan’ın Celiluşağı köyünde güzel mi güzel adı Zöhre olan bir Cerit kızı vardır. Zöhre nişanlıdır… Avşar İnce Hacı ise Sarız-Göksun tarafından mal tüccarlığı yani (hayvan ticareti) yani “celep” lik yapmaktadır. Sürek alır, sürek satar. Buralarda büyükbaş hayvan sürüsüne “sürek” denir. İnce Hacı, Sarızlı ve Bebek’in amcasının oğludur. Günün birinde İnce Hacı’nın yolu Celiluşağı köyüne düşer. Orada Cerit Kızı Zöhre’yle tanışır. Dünyalar güzeli olan bu kız İnce Hacı’nın hoşuna gider. Nişanlı olduğu halde gönlünü ondan alamaz. Beri taraftan kız, Cerit aşireti ve yörenin hatırı sayılır belli bir ailesindendir. Babası Halil Ağa bir Cerit beyidir. Ama Zöhre’nin de İnce Hacı’ya gönlü düşer. Zöhre ile Hacı birbirlerine sevdalanırlar. Fakat her ikisi de nişanlıdırlar. Zöhre’nin nişanlısı Hürüuşağı köyünden, İnce Hacı’nın ki ise Sarız’dandır. Bu sırada Ceritlerle Avşarların kavgası bütün vahametiyle devam etmektedir. Aşiretler birbirine düşmandır. O günlerde Avşar İnce Hacı, Celiluşağı köyüne gider. Cerit kızı Zöhre’nin uzun saçları belindedir. İnce Hacı, doru atının üstünde, Zöhre’nin saçlarından kaptığı gibi atının terkisine bindirir. (Eyerin arka bölümü) Doğru Ceyhan’ın Tatarlı köyüne. Celiluşağı-Tatarlı Köyü arası yaklaşık 15 Km. Doru at, çatlamasın diye Tatarlı köyündeki Tazılı Tepesinde bulunan ulu bir söğüt ağacının altında bir süre soluklanırlar. Onlar soluklanırken Cerit atlıları da Tazılı Tepesini çevirmiştir. Zöhre’nin altı erkek kardeşinin altısı ile birlikte 30’a yakın Cerit atlısı etrafı kuşatır. Bunu fark eden İnce Hacı, terkisinde Zöhre ile birlikte kaçmayı başarır. Hacı çok atik ancak Cerit atlıları öyle zıpkın ki kovalamaca devam eder. Bu sefer kaçarken, Tatarlı’nın Bucağında çatışma başlar, kurşunların önünde Hacı ve Zöhre yine yakalanmadan sıyrılırlar…Zöhre işin vahametinin farkındadır. İnce Hacı teslim olmak istemez. Halil Ağa Zöhre’nin kaçışı yüreğine taş gibi oturmuş şaşkın. Altı oğlunun, kardeşleri Zöhre ile İnce Hacı’nın vakasını paklayacağından emindir. Ceyhan’ın Tatarlı köyü doğal güzellikleriyle harikadır. Kaynak sularıyla çevrenin ve Ceyhan’ın tüm içme suyunu karşılar. Volkanik taşlardan oluşan Leçe bölgesi taşlıktır. Girişe Küçük Leçe, geri tarafa ise Büyük Leçe denir. Leçe’nin bazı yerlerinde yağmur sularıyla gölcükler oluşur. Hayıt otu, kır çiçekleri. Doyumsuz yeşillikler, elvan türlü endemik ve çiçekler gölü bir gelin gibi süslerlermiş.   İnsanlar; Taşlıkta nasıl çiçek olur diye şaşarlarmış. Şimdilerde ise, Leçe hâlâ “mera” olarak varlığını korumakta. Berende, Tatarlı-Mustafabeyli arasında kireçtaşından oluşan Tatarlı köyü hudutları içinde bir tepe. Cerit atlıları İnce Hacı ve Zöhre’nin hala peşinde, fellik fellik sevdalıları aramakta. Aşiretin töresinde nişanlı bir kızın kaçırılması çok ağır bir ardır, namustur. İnce Hacı ve Zöhre Berende’nin bitişiğindeki “Leçe”de saklanmakta. Saklandıkları yer Tatarlı köyüne 2 Km. Köydeki Alliş Musa’nın (Musa Metin) anası Emine, diğer adıyla Çötten Garı. İnce Hacı ve Zöhre’ye gizlice azık (yemek) götürür. Azık götürme işi günlerce sürer. Fakat ne yazık ki… Ceritler Hacı’nın peşinde. Saklandığı yer ablukaya alınmış, etraf kıskıvrak çevrili. Çatışma başlar, İnce Hacı’nın silahı (altıpatlar denen) ateş almaz. Bas bas yine ateş almaz. Tekrar tekrar… Sonunda tüfeği taşa çarpar. Taşta patlar. Kılıcı ise hiç iş yapmaz. Çaresizdir İnci Hacı… (Diğer bir rivayete göre; Atını besiciye verdiği “Besici” de Zöhre’ye aşıktır. İnce Hacı ile Zöhre ile kaçtıklarında Besici’de onlarla birlikte gelir. Onların yanındadır… Zöhre’nın babası Cerit Halil Ağa “Kızımı kim bulursa ona vereceğim” diyerek her tarafa haber gönderir. Bunu duyan besici, “Benimki daha iyi diyerek altıpatlar tabancasını İnce Hacı’ya verir. Gizlice de bu verdiği tabancasının iğnesini kırar… Çatışma başladığında İnce Hacı’nın silahını çalar çalar ateş almayınca; hilenin besiciden olduğunu anlayıp kılıcıyla derhal onun bir kolunu ve bir kulağını düşürür…) Zöhre ile beraber doru atla kaçmaya başlarlar. Koca Leçe onlara dar gelir. Yiğit, yaman Cerit atlıları, Avşar Türkmeni İnce Hacı ve Cerit Kızı Zöhre’yi at üstünde vururlar…At yaralı, sevdalılarla birlikte düşer. İnce Hacı ve Zöhre yaralanmış yerde nefes nefesedir. Onlarca kurşun yer, her kurşun yiyişte İnce Hacı’nın gövdesi zıplamaktadır. İnce Hacı her kurşun yediğinde doru atı ise başını sağa sola çevirmektedir. İnce Hacı oluk oluk ala kanlar içinde orada yaşamını yitirir. Ancak Cerit kızı Zöhre yaralıdır… Ne acıdır ki İnce Hacı’nın doru atı dahi öldürülür. Leçe bir sevdayı viran etmiştir. İnce Hacı’nın cenazesini amcaları Sarız ilçesine götürülür. Arkasından yakılan ağıtlarla toprağa verilir… Çatışmada vurulan Zöhre ise Babası Cerit Beyi Halil Ağa’nın evinde tedavi edilmeye çalışılır. Bir müddet sonra Zöhre iyileşir. Ancak ailesi ona yüz vermez. İnce Hacı’dan bir oğlu olur. Adını “Uruşan” koyar. Onu yoksulluk içinde büyütmeye çalışır… (Uruşan’dan doğan ilk çocuğu Adana eski milletvekili Hasan Cerit’in anası olduğu söylenir.) ** Günün birinde Avşar’dan yedi kişi babasının evini basıp Zöhre’yi oğlu Uruşan ile birlikte oradan kaçırır. Sarız- Göksun tarafına doğru yol alırlar. Kızın isteği üzerine İnce Hacı’nın mezarına götürürler… Cerit kızı Zöhre İnce Hacı’nın başucunda ağıt yakmaya başlayınca gardaşları müdahale eder. Büyük gardaşı “bırakın istediği gibi ağlasın” deyince ağıta devam eder. Zöhre ağlaya ağlaya bu ağıtı söyler: İnce Hacı’nın Ağıdı-3 (Ali Alper Çetin derlemesi)) Gara şalvar bacağında Altı patlar gucağında Av ediyor İnce Hacı’m Tatarlı’nın bucağında   Böök leçe güçcük  leçe Çiçek aldım seçe seçe Baktım gardaşlar geliyor Gaça ha İnce Hacı’m gaç ha   Düşümde gördüm düşümde Düzülü fişek döşünde İnce Hacı’m harp ediyor Berende’nin üst başında   Kılıncını almışlar da Kınını burda koymuşlar Duydun mu ya Meryem dezze Atını da öldürmüşler   Gadanı alam Meryem dezze Vurma dalıma dalıma Gurban ollum İnce Hacı’m Düştüm Körezli yoluna   Tatarlı’da selbi söğüt Dal dal oldu bitti mi ola Avını almış İnce Hacı’m Muradına yetti mi ola   Gıyık İnce Hacı’m Gıyık Ağ dudakta sümbül bıyık Oraya ava giderdi Yıkılasın Adahöyük   Tazılı’da göğce tepe Ben de geldim gopa gopa Öldürmüşler İnce Hacı’m Dor- at başın serpe serpe   Yanıyorum, yanıyorum Gögde bulut dönüyorum Nerede bir yamçılı görsem Hacı’m gelik sanıyorum   Uluşanlara dolandım Ala kanlara belendim Senin için İnce Hacı’m Eleğe kondum elendim   Yaran sarsın kar istiyor Has bahçeden nar istiyor Arkan yokmuydu gülüm Uluşan dan can istiyor   Hezerine üzerine Ben de geldim mezarına Emmiler Doru’yu çekmiş Adana’nın pazarına   Leçenin burnuna vardı Beni de terkiye aldı Kör olası emmilerim Goltuktan goltuğa vurdu   Uruşan oldum Uruşan Zor olur bu derde düşen Ulaş beri gel gayınım Hacı’nın hali perişan   Üzüm gara üzüm gara Salkımları düzüm gara Beni geri istiyollar Ben varamam yüzüm gara Al ata da vermem arpa Biçeller de çala çarpa Tez gel İnce Hacı’m tez gel Uraşan’ım daha görpe Not: Ali Alper Çetin tarafından Haziran-2018 derlenmiştir. İnce Hacı’nın Ağıtı-3 alarak yayınlanmıştır. Kaynak kişi: Ceyhan Tatarlı Köyü’nden Hacı Ahmet kızı Sebiha AKIN (91 yaş) ve Bekir oğlu Hüseyin KÖREZ İnce Hacı’nı Ağıdı, daha önce Ağıd-1, Ağıd-2 şeklinde derlenmiştir. Başkaca ağıtcılar tarafından söylendiği tahmin edilen İnce Hacı’nın Ağıtı ardından başka ağıtlar da yakılmıştır. Artık Cerit Kızı Zöhre Avşar ellerine emanettir… Türkmen aşiretlerinin geleneğine göre askerde şehit düşen, ya da kaza sonucu vefat eden erkeğin hanımı kocasının kardeşine ya da akrabalarından biriyle evlendirilir. Amaç geride kalan çocukların yetim ve sahipsiz kalmasını önlemek, geçimini idame ettirmek, sıkıntı çekmesini engellemek için bu gelenek uygulanır. Bu geleneğe istinaden Zöhre, İnce Hacı’nın erkek kardeşi Uluşan ile evlendirilir. Cerit ve Avşar Aşiretlerinin kavgaları, nice sevdaları, çok aşkları yakar. Sayısız canlar alır. Köyler, kasabalar, şehirler harap olur. Hüzün, gözyaşı… Acılar ağıtlara dökülür… İşte Cerit Kızı Zöhre ile Avşar Oğlu İnce Hacı’nın öyküsü ardından yakılan ağıtlarla dilden dile, telden tele bu günlere kadar uzanır. Ali Alper ÇETİN Araştırmacı (alialpercetin@hotmail.com) Kaynaklar             Canlı Kaynak-1 Adı soyadı                             : Sabiha Akın Baba adı                                : Hacı Ahmet Doğum yeri – yılı                   : Ceyhan – Tatarlı Köyü- 1927 Ölüm yılı                                 : 2018 (91 yaş) Nüfusta kayıtlı olduğu İl      : Adana İlçe                                          : Ceyhan Köy                                         : Tatarlı Kaynak-2 Adı soyadı                              : Hüseyin Körez Baba adı                                : Bekir Doğum yeri – yılı                   : Ceyhan – Tatarlı Köyü -1933 Ölüm yılı                                : 2009 ( 76 yaş) Nüfusta kayıtlı olduğu İl      : Adana İlçe                                          : Ceyhan Köy                                         : Tatarlı Dipçe: Güçcük: Küçük   Böök: Büyük Kıyık: İyi giyimli, yakışıklı Tatarlı- Leçe’de bir höyük Tazılı: Ceyhan-Tatarlı Köyünde Hitit medeniyeti döneminden kalma toprak tepe Gopa gopa: Koşa koşa Gögde: Gökte Ulaşan: İnce Hacı’nın erkek kardeşi (8) Uruşan: Zöhre’nin İnce Hacı’dan oğlu Ollum: Olurum Körezli: Ceyhan-Tatarlı Köyünde Cerit Muslu ve Bekir Ağa sülalesi Berende: Ceyhan Tatarlı- Mustafabeyli arasındaki kireçtaşı oluşumlu büyük tepe Hezerine: Çabuk, hızlı   ** Cerit Kızı Zöhre’nin adı; Onlara, o zaman yardım eden Emine (Çötten Garı)’nın torununun torunu, Zöhre ismini taşımakta ve hala yaşamaktadır. Kaynakça: Dr. Halil Atılgan, Rakka’dan Elmadağı’na -Yürüyerek Geldik Yaya, cukurovader.org.tr Yusuf Halaçoğlu, Prof.Dr; XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, Ankara 1997 Ali Rıza Yalman, Cenupta Türkmen Oymakları, Cilt II Faruk Sümer, Prof. Dr “Ceridler”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, S. 24, 1988, İçtimai Hayat, Türk Tarih Kurumu Baki Yaşar Altınok: Rakka ve Orta Anadolu Ekseninde Bir Oymağın Tarihi (Ceritler) M. Fatih Sansar, 19. Yüzyılda Çukurova Türkmen Aşiretleri: Cerid veTecirliler Cilt: 3 Sayı: 5, 2013, Studies Of Ottoman Domain Cezmi Yurtsever: Çukurova Türkmenleri, İzdüşüm Yayınları, 2007 Cemil Gök: Fırka-ı İslâhiye, cukurovader.org.tr F. Gülay Mirzaoğlu, Cerit Türkmenlerinde Halk Hikâyeciliği ve Hikâyeciler Ali Alper Çetin, Anadolu’nun Yiğit Sesi: DADALOĞLU, Çukurova Lobisi Aralık-2017 Sayı: 53 Çukurova Lobisi Dergisi Ocak 2012, Sayı:31