Karia Suresi’ndeki sırlar

İBRAHİM FAİK BAYAV 1) ''El Kâria!..'' Karia!.. 2) ''Me'l-Kâria?..'' Nedir Karia?.. Bu adla anılan şey, 'nedir karia' sorusuyla beraber anlatıldığından, o zamanda ne olduğu kolay bilinemeyecek bir şey olmalı. Ne olduğunun bilinemeyeceği o kadar belli ki, o zamanın zihinlerİ bunu, huzur bozacak, düzeni altüst edecek bir olay şeklinde algılamış. Günümüzün meal ve tefsir kitapları 'kâria' sözcüğünü çok korkunç olay ya da 'kıyamet' şeklinde belirtiyorlar. Acaba öyle mi?.. 3- ''Ve mâ edrâke me'l-Kâria?..''  Anlayabildin mi nedir Karia? Açık açık anlatılsaydı sadece batıni ilme sahip olanlar anlayacaklardı. Fiilden isme dönüşen kâria sözcüğünün mastarı ka-re-a, kapı çalmak, değnekle vurmak, ansızın gelmek demek olduğundan, o günün bozuk düzeninde ilk akla gelen huzur bozucu kötü olay olabilir. Lakin sure yüzyıllar ötesinin de işaretini taşıdığından, işaret belli olduğunda, bu sözcüğe eskinin anlamını vermeye devam etmek yakışmaz. Düzenli bir toplumda 'kapı çalınması', şaşılacak hoş haber gelmesi anlamında olabilir. Vahye muhatap olan zat, şüphede kalmış olmalı ki ayet ''anlayabildin mi nedir Karia?'' diye soruyor. Anlaşılmasına ışık tutuyor sonraki ayet. 4- ''Yevme yekûnü'n-nâsü ke'l-ferâşi'l-mebsûs'' Yani, o gün insanlar açığa çıkarılmış kelebekler gibi olur. Kelebekler narin yaratıklardır. Rengarenk kanatlara sahiptirler. Desenleri estetiktir. Kelebeklerin pek çoğu kendine has koku salgılar. İnsanların ortaya çıkarılmış kelebeklere benzetilmesi, 'gün' (yevm) denilen bir zamanda insanların süslenecekleri, renkli giysiler içinde olacakları, takılarla bezenecekleri işaretini verir. 'Nâs' sözcüğünü, yeryüzünde tüm doğmuş-doğurulmuş insanlar olarak anlamamak gerekir. 5- ''Ve tekûnü'l-cibalü ke'l-ıhni'l-menfûş''  (O gün) dağlar, didilmiş yün gibi olur. Yani, dağların yaşam olan kısımlarında bitki örtüsü telef edilir; meyve veren ağaçlar, kökleriyle beraber sökülüp atılır. Bunun sebebi, gelişen endüstri sayesinde maden arama-çıkarma faaliyetleridir. Ulaşımı kolaylaştıran tüneller açılması da dağların didilmesi olayına örnektir. Ayetteki 'cibâl' sözcüğünün zihinlerde yerleşik anlamı -cebelin çoğulu olarak- dağlardır. Lakin, 'cibâl' sözcüğü, Arapça'da yalın olarak ''ceset'', ''gövde'' anlamına da geliyor. Öyleyse bu sözcükten gövdesi büyük yapılar anlamını çıkarmak mümkün. Mesela; inşa edilmiş çok katlı binalar, okyanus aştıracak şilepler 'cibâl' kapsamı içine girerler. Bu büyük yapı ve nesnelerin bir zaman sonra, parçalanması, eklentilerin birbirinden ayrıştırılması, 'didilme' olayını hatıra getirir. 6 ve 7- ''Fe emmâ men sekulet mevâzînühü; fe hüve fî ıışetin râzıye'' Yani, hangi kişinin elde ettiği nimet, yani servet-varlık, ölçülme-kıyas edilme durumunda ağır geldiyse, işte o kişi hoş, zorluksuz yaşam içindedir. Hangi kişiler bu çerçeveye dahil olurlar? Hendese ilmini bilenler, madencilik sektörüne girenler, dağın içinden çıkardıkları madenlere değişik ağırlıklarda sahip olanlar, o madenleri endüstri ortamına sunanlar, madenlerin ticaretini yapanlar, teknolojiyi geliştirenlerdir bu kişiler. Bu kişiler, sahip oldukları, işledikleri, pazarladıkları madenler ölçüsünde (değerinde) zenginleşeceklerinden, medeniyet nimetlerine de o derece yakın olurlar. Bu şekilde ''Iışetin râzıye'' gerçekleşmiş olur. 8 ve 9- ''Ve emmâ men haffet mevâzînühü; fe ümmühü hâviye'' Yani, hangi kişinin elde ettiği nimet tartma-kıyaslama aşamasında hafif görülmüşse, o kişi, yaşamın düşük seviyesini kazanmıştır. 'Haffet', sekuletin zıddıdır. Az çokun zıddı olduğu gibi... Eksik fazlanın zıddı olduğu gibi... Kimi kurum veya grup veya ülke dağ ditmeyi modern teknoloji ile yaparken, kimi kurum, grup veya ülke iptidai usulde çaba gösterir. Modern teknoloji ile çıkarılan madenlerde kalite yüksek olurken iptidai usulde elde edilenler düşük kalitede olurlar.  Lakin faaliyet yer sathından yerin altına doğrudur. Burada anlamı düşünülmesi gereken sözcük 'haviye'dir. Sonraki ayet düşünmeye çağırmış: 10- ''Ve mâ edrâke mahiyeh'' demiş. Yani, anlayabildin mi haviyenin mahiyetini? Haviyenin mahiyeti vahyi alana malum edilmiş olabilir. Lakin o zatın her malum edileni açıklama yetkisi yok. 'Hâviye' sözcüğü 'he-vi-ye' fiilinden ism-i faildir. Müenneslik 'te' takısını aldığında (hâviyetün) faaliyetle, hareketle ilgili isim olur. Yukarıdan aşağı düşeni, ineni, ya da geçeni belirten anlam içerir 'haviyetün' sözcüğü. Sonar cihazlarıyla aşağıya gönderilen sinyaller, sondaj makinalarının derinlere giden matkapları, bu sözcüğün kapsamındadırlar. 11- ''Nârun hâmiyetün'' dür o. Aslında ''nârun hâmiyetün'' tamlamasının daha çok düşünülmesi gerekir. 'Nâr', tek başına ve asıl şekliyle kullanıldığında, bildiğimiz yakıcı ateştir. 'Hâmiye' ismiyle tamlandığında, yakıcılığının dışında anlam alır. Ateş sözcüğü, yangın ateşinde başka, harp ateşinde başka, hasta ateşinde başka anlam aldığı gibi. Yer sathından aşağıya doğru inildiğinde hararet 33 metrede 1 derece artar. Hararet, 330 metrede 10 derece, 3300 metreye gelindiğinde 100 dereceye varabilir. Bu ortamda 'nâr'ın kendi yoktur ama etkisi vardır. Dağ bölgesinde 70 bin metrelik yer kabuğu, Dünya'nın merkezindeki 4 bin derecelik magmaya  koruyuculuk üstlenir. Magma 'nârun hâmiyetün' adını alır.
Benzer Videolar