İBRAHİM FAİK BAYAV
Allah'ın sünneti ile elçisinin sünneti farklı mıdır? diye soruldu.
Fikir ehli olmayan, düşünmeyi beceremeyen hocalarca, bazı ayetler mehaz gösteriliyor, elçisinin sünnetinin Allah'ın sünnetinden farklı olamayacağı söyleniyordu. Allah'ın sünnetinde değişiklik olmayacağı gibi elçisinin sünnetinde de değişiklik olamayacağı dillendiriliyordu. Bu dillendirme ile, bin dört yüz yıl önce konan hükmün bin dört yüz sonra da aynen baki kalacağı anlamı yükleniyordu zihinlere.
Konumuz, tabiat içinde işleyen kanunlar demek olan 'sünnetullah' değildir. Konu, Allah'tan elçisi kanalıyla topluma gelen emir ve tavsiyelerin 'sünnetullah' olarak anlamlandırılmasıdır.
Evet. Zihinlere öyle yüklendi; Müslüman bilinen toplumda, Allah'ın elçisinin sadece Allahtan gelen emri ve tavsiyeyi bildireceği, Allah'tan gelen emir ve tavsiye gelmiş ise, o emir ve tavsiyelerin yüz yıllar geçse de değiştirilemeyeceği aynen uygulanacağı kanısı oluştu.
Eğer, 'sünnet' sözcüğünü, bugünün sofilerinin sakalı, cüppesi, sarığı, tesbihi, asası anlamayacak isek...
Eğer, 'sünnet' sözcüğünü yol, gidiş, prensip, kanun olarak anlamlandıracak isek... bazı toplumlar için yolun, prensibin, kanunun, aynısı değil, değişik olacağını bilmemiz gerekir.
Allah'ın ve elçisinin sünnetinin yüzyıllar geçse de değişmeyeceğini söyleyenlerce mehaz gösterilen Fetih Suresi'nin 23'ncü ayeti, sofilerin anladığı gibi Allah hiç bir zaman topluma koyduğu kanununu değiştirmez demek değildir. Ayeti böyle anlayan, toplumların fizyolojik yapılarını ve gereksinimlerini anlamamış, dünyanın tüm insanlarını eşit yapıda saymış demektir. Halbuki öyle değildir. Allah'ın tüm dünya insanlarına aynı sünneti (ya da kanunu) uygulayacağı düşünülemez.
Fetih Suresi'nin 23'ncü ayeti, (bu ayet savaş hukukunuyla ilgilidir), Allah'ın uygun gördüğü prensiplerin ve kanunların Hz. Muhammed diliyle O'nun düzene koyduğu toplum için olacağı gibi önceki resule bağlı toplumlar için de olduğunu bildiriyor. Ama tıpa tıp aynı olduğunu bildirmiyor. Öyle olsaydı, Hz. Muhammed'in ümmetine helal olan bazı şeylerin geçmişte İsrailoğulları'na haram edildiği, haram olan bazı şeylerin ise helal ya da mubah olduğu belirtilmezdi.
Ayetin
''ve len tecide li sünnetillahi tebdîlen'' kelimesi, üçüncü şahısları işaret edip, Allahın hukuksuzlara karşı koyduğu prensip veya kanunu hiç bir kimsenin değiştirme imkanı bulamayacağı anlamını taşır. Yani, Hz. Muhammed'e, ''öyle yapacak birini bulamayacaksın; tavsiye edileni yap'' der. Yani, eğer Allah, hukuksuzların saldırısını önleyecek bir usül koymuşsa, başkaları o usülü, o kanunu değiştirerek emniyeti sağlayamaz. Allah'ın koyduğu kanun iptal edilirse, zaten hukuksuzlara fırsat verilmiş, toplum kargaşaya itilmiş olur.
Fetih Suresi'nin 22'nci ayetinde, ''hak olanı ret etmiş kimseler, eğer sizinle savaşmaya kalksalardı, tarafımızdan verilen tavsiyerin ne kadar doğru olduğunu anlar, dönüp kaçarlardı'' deniyor. O savaşma anında o savaş tekniği doğru idi. Bir başka savaşa karşı değişik bir teknik uygulanabilir. Bu da sünnetullah'ın her zaman ve her yerde aynı olmayacağının işareti olur.
İsra Suresi'nin 77'nci ayeti, sünnetin geçmişteki bütün peygamberler için olduğu anlatılırken, Türkçeye çeviren mealciler, ayetteki 'sünnet' sözcüğünü, ''sünnetinâ'' vurgusuna atfen Allah'ın değişme görülemeyecek sünneti (kanunu) şeklinde anlamlandırmışlar. Ahzab Suresi'nin 38'nci ayetindeki Hz. Muhammed'in sakındığı bir davranışın sadece O'na helal edildiği ikazına dikkat etmemişler. İsra 77'de anlatılan şu: Hz. Muhammed'e de bildirilen sünnet (prensipler, kanunlar) ondan önceki resuller için de elzemdir. Yani, bir uyarıcı tarafından usuller, prensipler tavsiye edilmeden... zarar önleyici usul tebliğ edilmeden, toplum sorumlu tutulmaz; gerekli prensipler ve kanunlar mer'iyete girmeden oluşmuş sıkıntılar toplumdan giderilmez.
Ayetin,
''Ve lâ tecide li sünnetinâ tahvîlen'' kelimesine, mealcilerin dediği gibi 'sünnetimizde (kanunumuzda) değişme-değişiklik bulamazsın' anlamı verilemez. Çünkü Allah, sünnetini zamana, şarta ve toplum yapısına göre değiştirir. Değişmesi mümkün olmayan şudur: Hak söyleyen bir uyarıcı tard edilirse, hak olanı söyledi diye vatanından kovulursa, hakkı kabul etmeyenler o vatanda aynı yaşamda fazla kalamayacaklardır. (İsra: 76)
''Ve lâ tecide'' sözcüğüyle muhatap alınan Hz. Muhammed'dir. O'na bir yol, bir usul deklare edilmiştir.
'Tahvilen' sözcüğü, deklare edilen o yolun, o usulün ya da o kanunun başkaları tarafından muhal görülemeyeceği, asla iptal edilemeyeceği uyarısını içerir. Yani, Halık-ı Kerim, ben böyle uygun görmüş isem, sen, koyduğum kanunun yerine başka kanun koyacak birini bulamazsın, demek istemiştir. Bu demektir ki, sıkıntıdaki bir toplum, Allah'ın razı olacağı uygun yol, usul, prensip veya kanun ile sıkıntılardan kurtulacaktır.
Sünnetüllah teriminin anlatılması tamam oldu.