Laiklik – Din İlişkisi

Laiklik – Din İlişkisi

ABONE OL
Şubat 16, 2023 13:59
Laiklik – Din İlişkisi
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Antik çağda kullanılan laikos sıfatından gelen lâiklik, insanlık tarihi içinde olgunlaşmış, din ile felsefenin, ilimin, hukukun, sanatın ayrılması aşamalarının ardından din ile devletin ayrılması ile gelişimini tamamlamıştır.

LAİKLİK-DİN İLİŞKİLERİ

ÖZET

Antik çağda kullanılan laikos sıfatından gelen lâiklik, insanlık tarihi içinde olgunlaşmış, din ile felsefenin, ilimin, hukukun, sanatın ayrılması aşamalarının ardından din ile devletin ayrılması ile gelişimini tamamlamıştır.

Lâik olmayan bir düzende, din, siyasi istismara uğramakta, çeşitli insanlar tarafından  şahsi çıkar elde etmek amacıyla  kullanılmaktadır. Bu istismarlar zamanla hurafeler şekline dönüşmekte, her iyi ve güzel şey karşısında onu yok edecek gerici kuvvet oluşturmak için alet edilmektedir. Böyle bir düzende, din saflığını ve özünü kaybetmektedir. Osmanlı Devletinin gerileme döneminde bu yöndeki gelişmeleri tüm çıplaklığı ile görmek mümkündür.

Dinin asıl görevi insanların kişiler olarak tek tek ulu bir varlık olan Allah’a bağlanmalarını sağlamaktır. Dinin bu görevini yaparken en büyük yardımı laiklikten alır. Çünkü Atatürk ilkelerinden Lâiklik, dini ve dinî duyguları, din adına gerçekleştirilen sömürüden, kişisel çıkar için alet olmaktan kurtarır, vicdanlardaki kutsal yerinde en temiz haliyle korur. Giriş

Atatürkçü düşünce sistemini oluşturan Atatürk ilke ve inkılâpları, Türk milletinin ihtiyaçlarından kaynaklanır. Bu gün ve gelecekte Türk milletinin çağdaş, mutlu, refah içinde yaşamasını hedefler ve bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğinin garantisidir.

Lâiklik ilkesi ise Atatürkçü düşünce sisteminin genel özelliğidir. Bu ilkenin uygulanması ile Türk halkı hurafelerden ve din adına gerçekleştirilen sömürüden kurtarılmış, din ise kişisel çıkarlar için bir alet olmaktan kurtarılarak vicdanlardaki kutsal yerinde en temiz haliyle korunmuştur.

Bu çalışmamızda, laikliğin din ile ilişkilerini, bu ilişkilerin toplum ve bilim alanına etkilerini ele alıp, Atatürk’ün bu konudaki düşüncelerini ortaya koymaya çalışacağız.1

A. Lâikliğin Kökeni ve Din İle İlişkisi

Antik çağda kullanılan laikos sıfatından gelen lâiklik kelimesi dilimize Fransızca’dan geçmiştir. Bu sıfat, Antik Yunan’da din adamı olmayan, kişiler için kullanılırdı. Buna göre laik kimse, ruhban sınıfına mensup olmayan halktan olan demektir.

Lâikliğin tarihi gelişimini anlayabilmek için insanlığın gelişimine göz atmak gereklidir. Din, insanın ortaya çıkışıyla başlar ve insan topluluklarının her çeşidinde vardır. Din, toplumların başlangıcından itibaren sadece bir inanç sistemi olarak görülmez. Kainatı izah eden bir yol ve toplumların idaresi için gerekli tedbir ve düzenlemelerin bir kaynağı olarak görülür.  Böyle olduğu için de başlangıçta ilim, felsefe, sanat, hukuk, devlet hepsi dini karaktere sahipti. Buna göre laikliğin tarih terimi olarak manası din ile felsefenin, din ile ilimin, din ile hukukun, din ile sanatın ayrılmasıdır. Din ile devletin ayrılması bu gelişmenin son halkasını oluşturmaktadır.2

Lâikliğin din ile ilişkilerini açıklayabilmek için, din ve dinin diğer toplumsal kurumlarla ilişkilerini Atatürkçü düşünce ışığında ele almak istiyorum.  Atatürkçü düşünceye göre toplumların temel kurumlarından birini oluşturan din, evrende meydana gelen ve açıklanabilen olayların ötesindeki, ilmin sınırı ilerisindeki gerçeği insanların anlaması, onunla temas etmesi ve ona uygun olarak yaşama çabasıdır. Vahye dayanan dinlerin temel görevi, insanların kişiler olarak tek tek ulu bir varlık olan Allah’a bağlanmalarını sağlamaktır.3

Dinin bu esas görevini tam anlamıyla yapabilmesi ancak lâik düzende gerçekleşebilir. Yani dinin dünya işlerine karışmaması, dünya sorunlarını diğer kurumların yeni buluşlara göre, bilimsel yöntemlerle çözmelerine bırakması, temel vazifesini yapmasının esas koşuludur. Ancak bu şekilde, dinle şahsi ve siyasi çıkarların ilişkisi kesilir. Kötü niyetli kişiler, dini amaçları doğrultusunda kullanamazlar.

Bu nedenle laik bir toplumda kültürel, sosyal, politik, teknolojik, askeri ve eğitime ilişkin kurumlar dinin etkisi dışında kalırlar. Din bu kurumları yönlendiremez ve kontrol edemez. Hz. Muhammed’in şu sözleri İslamiyetin de buna uygun olduğunu gösterir: “Ben dine ilişkin bir şey emredersem ona uyunuz. Dünyaya ilişkin işlerinizi siz benden iyi bilirsiniz. Onları bilginiz ve tecrübeniz üzerine yapınız.” Hz.Muhammed İslam dinini yayarken diğer devletlere gönderdiği mektuplarda da bu konuyu şöyle açıklamıştır. “Allah birdir ve ben onun tarafından size gerçeği anlatmakla vazifeliyim. Hak dini İslam dinidir ve bunu kabul ediniz” dedikten sonra şöyle devam etmiştir: “Ben size Hak  dinini kabul ettirmekle zannetmeyiniz ki sizin milletinize, sizin hükümetinize el koymuş olacağım. Siz hangi hükümet şeklinde, hangi durumda bulunuyorsanız , o, yine aynı kalacaktır.” Hz.Muhammed, bu sözleri ile İslâm dininin vicdan özgürlüğüne verdiği önemi ve laik bir düzende  devlet işlerinin dinden ayrı olarak yürütülmesinin İslâm dinine aykırı olmadığını göstermektedir.

B. Osmanlı Devletinden Türkiye Cumhuriyeti’ne Lâiklik – Din İlişkileri

Lâiklik, din kurumunu, diğer dünyevi kurumların çalışmalarına ilişkin bilimsel yöntemlerle belirlenen ve kanıtlanan, insanın inceleme, araştırma, deneme ve açıklama yetenekleri içinde kalan hususların dışında tutarak, dinin saf ve temiz kalarak temel görevlerini yerine getirmesine yardımcı olur. Lâik olmayan bir düzende, din, siyasi istismara uğramakta, çeşitli insanlar tarafından  şahsi çıkar şirket çıkarı, siyasi parti çıkarı ve benzeri çıkarlar elde etmek amacıyla  kullanılmaktadır. Bu istismarlar zamanla hurafeler şekline dönüşmekte, din saflığını ve özünü kaybetmektedir.

Hurafeler zamanla din kuralı gibi algılanmakta ve dini, toplumun gelişmesi önünde bir engelmiş gibi göstermektedir. Sonuçta din her yeniliğe, her çağdaşlaşma hareketine engel olucu bir hurafeler yığını haline gelmektedir. Dinin toplumda bu şekilde kullanılması insanların milli duygularını köreltmekte, ulusal bir devlet kurabilmek için gerekli olan ulusal bilincin oluşmasına engel olmaktadır. Osmanlı Devletinin yıkılışını hazırlayan etkenlerden biri de bu devletin son dönemlerinde hurafelerin din olarak kabul edilmesi, bilimin ve milli bilincin sürekli olarak arka plana atılması olmuştur.

Osmanlı Devletinin son zamanlarında, insanlar bilimden ve dünya işlerinden uzaklaştırılmışlardı. Halkın arasında, dünya nimetlerinin boş olduğu, ahiret için çalışmak gerektiği düşüncesi yayılmış, bir lokma bir hırka bu dünya için yeterlidir mantığı yayılmıştı. Bu dünya görüşü ile hareket eden halk, dünya işlerini boşlamış ve elindeki dünya nimetlerinin hesabını ahirette nasıl vereceğini düşünmeye başlamıştı. Sözde dine dayandırılan bu dünya görüşü, ahiretin yanında dünya için de çalışan Batılılar karşısında sürekli gerilememize ve sonunda Osmanlı Devletinin yıkılmasına neden olmuştur. Lâiklikte böyle bir şey olamaz. Lâiklik, dini insanların vicdanlarındaki kutsal yerinde korurken, devlet ve dünya işlerini çağın gereklerine göre yürütür.4

Din adına uydurulan hurafelerle gelişmelerin önüne nasıl geçildiğini aşağıdaki örneklerde görmekteyiz.

Hazarfen Ahmet Çelebi, uçma denemesinde bulunan ilk Türktür. Galata kulesine çıkmış ve kanat takıp uçmuştur. Alkışlanacağı yerde uçması küfür sayılmış, öldürülmesine karar verilmiş fakat padişah onu Cezayire sürgün göndererek canını bağışlamıştır. Lagari Hasan Çelebi roketi bulan ilk kişidir. Bir rokete binmiş, İstanbul Boğazını karşıdan karşıya  geçmiştir. O da küfür sayılan bir hareket yaptığı gerekçesiyle sürgün cezasına çarptırılmıştır. İstanbul’da yapılan bir rasathane ile gökyüzündeki gelişmeler incelenirken Şeyhülislamın, yıldızları incelemenin dinen yasak olduğunu belirten bir fetvasıyla bu rasathane yıktırılmıştır. Bilim adamlarının havanın hayvanlar için önemini ortaya koymak için yaptıkları bir deneyde iki farenin ölmesi üzerine yine Şeyhülislama gidilmiş ve fetva alınmıştır. Hayvanların canlarının Allah tarafından verildiği ve ancak Allah tarafından alınabileceği şeklindeki bu fetva ile Osmanlı’da bu tür deneylerin yapılması yasaklanmıştır.

16 yy’ın ünlü şeyhülislamlarından Ebussuud Efendi ile Birgili Mehmed Efendi’nin fetvaları ile tıp bilimi gereksiz bilimlerden sayılmış ve medreselerdeki eğitim programlarından çıkarılmıştır. Onların görüşlerine göre bir Müslüman Cennet’e gitmek için gerekli bilimleri öğrenmeli, diğerlerini öğrenmemelidir.

Görüldüğü gibi, koyu dini taassup ve hurafeler bir toplumu sararsa hurafeler sanki din emri gibi görülmekte ve gelişmenin önünde bir engel oluşturmaktadır.

Devlet idaresinin laik olmadığı toplumlarda, insanlar ihtiyaçlarını karşılamak için bazen aldatmaca yollara da başvurmak zorunda kalmışlardır. Onlardan biri de faiz konusundadır. Osmanlı Devleti’nde açıkça faiz alıp vermek yasaktı. Ancak faiz adını anmadan çeşitli yollarla faiz alıp veriyorlardı. Örneğin bir Müslüman bir bankadan %20 faizle 100 lira borç alacak. Önce gidiyor veznenin önündeki bir tesbihi 20 liraya satın alıyor. Sonra bu tesbihi geri bankaya hediye ediyor. Bu şekilde alacağı 100 liranın faizini peşin olarak veriyor ve kasadan bir sene sonra ödemek üzere 100 lira borç alıyor. Bu şekilde aynı tesbih günde belki yüz kez satılıp geri bankaya hediye ediliyor. Şeyhülislam fetvasıyla uygun görülen bu ve buna benzer hilelere paranın “rib-i mülzem-i şerî” diyorlar.5

Bu örnekler de göstermektedir ki laiklik dinin en saf şekilde korunmasına yardımcı olur, dini istismarlardan, şahsi çıkarlardan korur ve toplumun gelişmesine engel olmak için uydurulmuş sözde dine dayandırılan hurafeleri ortadan kaldırır.

Atatürk’ün Türkiye’de uyguladığı laiklik bu amaçları taşımaktadır. Atatürk, dinin devlet işlerine karışmamasını, Türk insanının önce Türklüğünü hatırlamasını sonra da iyi bir Müslüman olmasını istemiştir.  Atatürk şöyle demiştir: “Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur. Yalnız şurası vardır ki din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır”6 ,  “Milletimiz din ve dil gibi iki kuvvetli fazilete sahiptir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz”7.

“Büyük dinimiz, çalışmayanın insanlıkla alâkası olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler zamanın yeniliklerine uymayı kâfir olmak sanıyorlar. Asıl küfür, onların bu zannıdır. Bu yanlış yorumu yapanların amacı, İslâmların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, beyinledir.”8 diyen Atatürk, milletimizin dinini kaynağından öğrenmesi için çalıştı. Elmalılı Hamdi Yazır’ın “Hak Dini Kurân Dili” adlı tefsiri yazması için maddi yardımda bulundu ve bu eseri devlet  eliyle bastırarak halka ücretsiz veya çok ucuz bir ücretle dağıttırdı. Kurân-ı Kerim’in Türkçeye çevrilmesi için Mehmet Akif’e teklif götürdü. En iyi hadis kitabı olarak bilinen Buhari’nin hadis kitabının Türkçeye çevrilerek 12 cilt halinde yayınlanmasını sağladı. Görüldüğü gibi Atatürk, milletimizin dinini en iyi şekilde öğrenmesi için onlara Türkçe eserler sunmuştur.

Ancak O, dini çıkarlarına alet edip toplumu geriletenlerle sürekli bir mücadele halinde idi. Bu konudaki düşüncelerini de şöyle ifade etmiştir: Dinden maddî menfaat temin edenler, iğrenç kimselerdir. İşte biz, bu vaziyete karşıyız ve buna müsaade etmiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan insanlar, saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizlerin asıl mücadele edeceğimiz ve ettiğimiz bu kimselerdir.9

Sonuç

Lâiklik uygulaması çağdaş bir toplum olabilmek için gereklidir. Lâiklikle, insanların dinlerini daha iyi anlamalarına olanak sağlanmıştır. Din, istismarlardan ve hurafelerden arındırılmıştır.

Türkiye’nin lâiklik anlayışı hiçbir şekilde dine karşı olmamıştır. İslâm dinini, maneviyatı, ahlakiyatı reddetmiş değildir. Atatürk, siyaset sahnesinde sömürülmekten kurtarmakla dini yüceltmiştir.

Ayrıca, Türkiye Cumhuriyetinin lâik devlet anlayışını, Marksizmin her türlü dini inancı ve Allah’ı reddeden ateizmi ile asla karıştırmamak lazımdır Ne Atatürk, ne de devrimin öğretisini ortaya koymaya çalışmış olan aydınlar, hiçbir zaman din düşmanlığı etmemişlerdir. Atatürk’ün çabası toplum yaşamını laik bir temele oturtmaya yöneliktir. 10

Çağdaş bir devlet içinde mutlu bir yaşam sürdürebilmek için, Atatürk ilke ve inkılaplarını tam anlamıyla anlamalı ve hayata geçirmeliyiz. Dinin kişisel kazanç ve politik çıkar sağlamak amacıyla kullanılmasına, her iyi ve güzel şey karşısında onu yok edecek gerici kuvvet oluşturmak için alet edilmesine engel olan lâiklik ilkesine sahip çıkmalıyız.

1 Laikliğin Türkiye’deki gelişimi için bkz. Cemal Avcı, “Atatürk Din ve Laiklik”, Atatürk Düşüncesinde Din ve Laiklik, Atatürk Araştırma Merkezi yayını, Ankara 1999, s.57-72.

2 Enver Ziya Karal, “Devrim ve Laiklik”, Atatürk, Din ve Laiklik, Menteş Matbaası, İstanbul, 1968, s.23.

3 “Din” Atatürkçülük: Atatürkçü Düşünce Sistemi, Üçüncü Kitap, MEB Yayını, İstanbul 1984,  A.g.m., s. 225.

4 Arı İnan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları, TTK  yayını, Ankara 1982, s.102.;  “Din”, a.g.m., s.226.

5 Necip Bilge, “Atatürk Devrimlerinin Temel Ögesi Layiklik”, Belleten, Cilt:XIII, No.168, Ekim 1978, s.612.

6 Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Atatürk Araştırma Merkezi yayını, Ankara 1999 s.228

7 Kocatürk, a.g.e., s.233.

8 Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Toplayan: Nimet Unan; Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları: I, İkinci Basım, 1959, s.128.

9 Kocatürk, a.g.e., s.77

10 Atatürk Yolu, Turhan Feyzioğlu koordinatörlüğünde bir ekip tarafından hazırlanmıştır, Atatürk Araştırma Merkezi yayını, Ankara 1987, s.218-219.

Yrd. Doç. Dr. Cemal Avcı*

*Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Orta Öğretim Sosyal Alanlar Bölüm Başkanı

Kaynak: ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 53, Cilt: XVIII, Temmuz 2002

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.


HIZLI YORUM YAP